22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29 HAZİRAN 2014 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 15 u hafta bir şölende B bulundum. Ne “Budun” denilebilecek bir kalabalık; ne yemek, ne içki. Yeri, bir alan veya at kılından çadır da değildi. Ankara’nın güzel, modern bir Türk evi. Mimarı, Emin Onat. Sahibi, SesTel Birliği’ninin genel kâtibi Cenab And. Girişi, salonları, merdivenleri, sundurması, tahta işleri, ocağı, duvarındaki minyatürler. Levhalar ve resimlerle tam bir Türk evi. Çağdaş kolaylıkların, rahatın hepsi bu evde var olmak üzere... Şöleni veren, ne bir bakan, ne bir kumandan. Bir hanım... Şimdi iki güzel çocuğun annesi olan bu hanımı, Mütareke günlerinden tanırım. Darülfünun’daki toplantılarımıza babaları General Remzi Atak (Yiğitgüden, o vakitler binbaşıydı), erkek kardeşiyle beraber onu getirir; biri piyanoda, öbürü kemanıyla bize konserler verirlerdi. Küçük Ferhunde ve daha küçük olan Necdet, narin cüsseleriyle, yanan Zeynep Hanım Konağı’nın üst kat salonunda, o zaman hiç moda olmayan alafranga musiki eserlerini bize tanıtırlar, hatta sevdirirlerdi. Bu konuda ilk hocalarımız, bu iki çocuktu, diyebilirim. HHH Ferhunde Erkin, her şeyinde Türk olan bu havanın içinde heyecandan benzi solmuş, François Couperin’in klavsen için yazdığı parçalardan biriyle konsere başladı. Tekerrür eden musiki cümleleri, bir türlü zihinden gitmeyen hatıralar gibi durup durup seslenirken hafızam, otuz yıl öncelere uçuyordu. O zamanlar alafranga musiki için, şişlenmiş köpeğin feryadı teşbihi yapanların çağdaşı bizler, Couperin’i şölenimize gelmiş bir ecnebi misafir gibi ahbapça karşıladık, dinledik, zevk aldık. Sonra Chopin... Ömrünün yarısına arasından gönlümüze şefkatle yansıyan bu Hamburglu ihtiyar, genç sesini Alman ülkelerinden Ankara’nın bu köşesine kadar, sanki üstünden 6070 yıl geçmemiş bir tazelik içinde, bir kaynağın akışı sessizliği ile bize duyurdu. Couperin, Chopin ve Brahms ve daha kimler? Ferit Alnar, Necil Kazım Akses ve Cemal Reşit Rey’ler... Apaçık söyleyeyim ki bu isimleri yazdıktan sonra arka arkaya okuduğum zaman içimde yepyeni, yaratıcı ve bizden bir musikinin sesini duydum. Ferhunde kızımız bizim “yamaçlar”dan bizim “denizlerimizin kıyısına” iniyor; çocuk Ferit’in kanunla yaptığı, Şehzadebaşı salonlarında dinlediğimiz taksimleri andıran “improvisation”unu çalıyor; “oyun havası”na sıra geldiği vakit Anadolu’nun bazen kabadayıca ağır, bazen hoppaca kıvrak parmakları piyanoyu inletiyordu. Necil’in “Ninni”si, beşikteyken duyup şimdi unuttuğumuz, analarımızın sesi.. ve nihayet büyük Türk musikisi sanatçısı Cemal Reşit... Bize “bizliğimizi” duyuran bu adamlara bir defa daha minnet duydum. Konser bitmişti, alkış devam ediyordu. Ferhunde Erkin, tekrar piyanonun başına geçti. Bu defa eşinin, Ulvi Cemal’in bir parçasını çaldı. Gitti. Alkış bitmiyordu. Döndü, gene Ulvi’nin, “Ağlama yâr ağlama” isimli küçük parçasını piyanoya söyletti. Ağlama yâr ağlama!.. Gel de ağlama!.. Bu parça konserin bir gözyaşı damlasıyla noktalaması oldu... (*) HASAN ÂLİ YÜCEL “Şölen”, Cumhuriyet Gazetesi 4 Şubat 1957 (*) Filiz Ali’nin “Ferhunde Erkin/ TUŞLAR ARASINDA” (Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınları, 2000) kitabından alıntıdır. “Zevk, zekâdan çok alg ı sorunudur.” ROCHEFOUCAULD GÖRÜŞ OğUZ ÖZLEM * Bir Zamanlar… Fotoğraf: FERHUNDE ERKİN / ARA GÜLER Sanatçı Kimdir? Sanatçı toplumda uzun çaba ve çalışmalardan sonra anında ışığı ilk hisseden insandır. M. Kemal Atatürk Bir sanat yapıtı ancak geleceğin titreşimlerini taşıyorsa değerlidir. Bu değer bunu taşıyan gerçek sanatçıların var olması ile de sonsuzlaşır. Sanat ve sanat tartışmaları, gelişmekte olsun, tüm ulusların yaşamlarındaki ilerleme yollarından biridir. Dünya ülkelerine göz attığımızda her toplumun sanatla içli dışlı olduğunu görürüz. Ancak gerçek sanatın ne yazık ki her ülkede var olduğunu söyleyemeyiz. Kimi ülkelerde; önemli kişilerin ilgilenmeleri gerekmeyen, bir merak, bir oyalama konusu sayılmaktadır. Kimi toplumlarda ise sanat ciddiye alınır ve sanat yapıtı geçici bir olay değil, uzun erimli sonuçları olan bir olgudur. Sanatın yaşamın yerini tutması, kişiyle çevresi arasında bir uyum sağlaması düşüncesi, sanatın niteliğini ve gerekliliğini az çok tanımlıyor. Ayrıca bu sürekli uyum, gelişmiş toplumlarda bile tam olarak sağlanamamıştır. Bu bakımdan sanat her zaman gereklidir. Sanatın yaşamın yerini tutmasından başka görevi yok mudur? Bu ve bunun gibi sorulara sağlıklı yanıtlar verebilmek için sanattan insana giden yolun, kısa olmadığını bilmemiz gerekir. Sanatçıların birçok değişik deneylerden ve halkın geniş ölçüde bütün olanaklarından yararlanarak eğitilmesinden geçen bir yoldur bu. Sanatın kökleri üzerinde düşünüp, doğuşu sırasındaki görevlerinin ne olduğunu öğrendikçe, toplumun değişmesi ile bu görevin de değişmiş olduğunu, ortaya yeni görevlerin çıktığını görürüz. Buna karşın toplumsal durumlar değişse bile, sanatın hiç değişmeyen gerçeği yansıtma niteliğini önemle vurgulamalıyız. HHH Zaman geçtikçe çoğalan kanıtların zenginliğine bakarak, sanatın başlangıçta büyü olduğu, gerçek ama bilinmeyen bir dünyaya egemen olmaya yarayan, tılsımlı bir araç olduğunun sonucuna varabiliriz. Alınyazısı dünyayı değiştirmek olan insan için, sanatın görevinin büyülemek yerine aydınlatmak olması ne denli doğru ise, sanatta büyünün payının da bütünü ile bir yana bırakılmayacağı da o denli doğrudur. HHH Sanat insanın dünyayı tanıyıp değiştirebilmesi için gereklidir. Ama özünde taşıdığı büyü yüzünden de gereklidir sanat. Yaşayan insanlarımız, sanatın ve sanatçının getirdiği güzellikleri ne kadar organize olur, doğru yolu bulmada ve de laik yapılanmanın bilinçli hedeflerine yönelik olursa yaşamın tadına ve bilincine de o kadar varmış olur. Bunun için de amaç evrensel, ulusal ve Atatürkçü görüşlerin ışığı altında sanat yapmak bu doğrultuda ve gerçek anlamda sanat yapan sanatçıyı onore etmek, problemlerine, kısıtlamalarına çare aramaktır. Bir taraftan bunları yaparken bu anlamda politikamızın özünde, Anadolu kültürünü ve sanatını evrenselleştirmek, Mevlana’yı, Yunus Emre’yi vb. felsefi düşüncedeki insanlarımızla gurur duymak, onları alkışlarken Bach, Mozart gibi müzük dâhilerini de bu alkışların içine almak olmalı. Sanatın ve sanatçının bir ülkede görevini yerine getirmesi ve üst düzeyde üretim yapabilmesi için, yeşerdiği, boy attığı ortam özgür, tiyatro, bale, opera ve orkestra gibi bütün sanat kurumları ve sanatçılar hiçbir baskı altında kalmadan halkın hizmetinde olmalıdır. Sanatçı dilediği gibi oynadığı, şarkılarını, danslarını, yarattığı notaların seslendirmesini özgürce sunması, sanat toplumunda ruhsal bir olgu sayılır. Bu olgunun toplumun bütün kesimlerine ışık saçması en büyük ideal olmalıdır. İşte bu olguyu, bu ışığı yaz kış demeden kuzeyden güneye, doğudan batıya bizden olan repertuvarlarla Anadolu insanına götürerek Türkiye’de hiçbir resmi kuruluşun yapamayacağı misyonu oluşturdu. Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatrosu ve orkestra sanatçılarının şimdilerdeki üzüntü ve sıkıntılarına insanlarımızın bitmez tükenmez ilgisi ve alkışları tek tesellimiz oluyor. *DOB Sanatçısı B varmadan ölecek kadar içli, bu garip Polonya muhacirinin yürekleri parçalayan nağmelerinde, sanki son yılların bu millete çektirdiği acılara mersiyeler inliyordu. Bu milletin ıstırabı milletlerin ıstırabı olmadıkça insanlığa kurtuluş mümkün mü? İşte o ıstıraplar, piyanonun akkara dişlerine dokunan parmaklarla dile geliyordu. Ölümünden sonra geçen 106 yıl içinde nice nice acıklı olay, bu nağmelerin tülden kefenine büründü. Onun cenaze marşı, gün geçmedi ki bir faninin son karargâhına yol açmasın. Bu harika his ve ses yaratıcısını kendimizden saymamak elde mi? HHH Daha sonra Johannes Brahms... Melih yüzü, yumuşak bakışları, uzun beyaz saçı ve sakalı tatlı nağmelerinin ir zamanlar bu ülkede çoksesli klasik müzik konserleri izleyen, zevk alan ve aldığı zevkin tarifi zor duygularını arı duru Türkçesiyle yazıya dökebilen devlet adamları vardı. Bir zamanlar bu ülkede, oturmasını kalkmasını, konuşmasını, dolayısıyla düşünmesini de bilen, zevkli insanlar yaşardı. Türkiye’yi ve halkını müziği, resmi, yontusu, sineması, tiyatrosu, edebiyatı ve felsefesiyle yükseltmek, dünya ile bütünleşerek evrensel değerlere ulaştırmak için çalıştılar, çok çalıştılar. İdealleri vardı, yurt için, kadınlar, gençler, çocuklar için. İlericilikten kafada ilericilik anlarlardı, leşkerde değil. İdealist oldukları için sanatsever, sanatsever oldukları için zevkli, zevkli oldukları için de güzel işler bıraktılar artlarında. Bugün Türkiye’yi kuşatan kalın kalabalıkların ortasında çirkinliğe, zevksizliğe, görgüsüzlüğe direnen her vahayı, hâlâ onlara borçluyuz. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI behicak@yahoo.com.tr Kırıkkale F Tipi’nde Haziran Ayı Hak İhlalleri İyi çalışmalar dileklerimizle selamlarımızı iletiyoruz. Sizlere yaşadığımız bir hukuksuzluğu anlatmak istiyoruz. Hukuksuzluğu yapan ise bizzat hukuki haklarımızı savunmakla görevli olan hukuk insanları. Arkadaşımız Erkin Kocaman’a 16 Eylül 2013 tarihinde yeni yaptırılan cam fanuslarda avukat görüşü dayatılmıştı. Arkadaşımız cam fanusta görüş yapmayı kabul etmeyip protesto ettiğinde ise işkence görmüştür. Bu işkence avukatının gözleri önünde olmuştu. Ve süngerli hücreye kadar sürmüştü. Bu işkence sonucu arkadaşımızın gözü kanamış, sırtında, kafasında ve vücudunun çeşitli yerlerinde yaralanmalar olmuştu. Bu işkence üzerine suç duyurusunda bulunmuştuk. 9 ay sonunda dilekçemize cevap geldi. Takipsizlik kararı verilmiş. Kararda gözdeki kanamanın nedeni olarak yapılan işkence, dayak, atılan yumruk yok, bu yaralanmanın Erkin arkadaşımızın cama kafa atması söylenmiş, sırtındaki, başındaki şişlikler içinse avukat görüş mahallinde sandalyenin üzerine düşmesi belirtilmiş. Doğrusu savcının hayal gücünün karşısında öfkelenmemek elde değildi. İşkence açıkça ortada, darp ve cebir raporu var doktorların, avukatın önünde başlıyor saldırı ve avukat davanın tanığı ama savcı tüm bunları yokmuş gibi açık açık işkencecilerin avukatlığına soyunarak kafasından hayali bir senaryo yazıyor. Daha önceden de birçok dilekçemize benzer cevaplar verildi. Haliyle şaşırmıyoruz. Fakat bu pervasızlığın karşısında durmak da bir zorunluluk. Çünkü böylesi kararlar işkencenin meşrulaşmasına da neden oluyor. Gardiyanlar biz istediğimizi yaparız, ceza da almayız, devletimiz sağ olsun diye düşünmeye başlıyor çünkü ve maalesef bu düşüncenin nedeni işkencecileri cezalandırmak yerine hayal gücünü de zorlayıp, senaryo yazıp işkencelerini koruma, kollama, işkenceyi gizleme kararı alan savcılar da oluyor. Biz böyle bir kararda savcıyı HSKY’ye de şikâyet edeceğiz. Yasal tüm başvuru hakkımızı kullanacağız. Fakat şunun da farkındayız; “bozuk düzende sağlam çark olmaz”. Haliyle asıl mesele sadece yasal yollardan sonuç almakla kendimizi sınırlamayıp halk olarak meşru yol ve yöntemlerle işkencecilerin ve onları savunan, koruyan, kollayanların cezalandırılmalarını sağlamaktır. Duyarlı olmanız dileğiyle selamlarımızı iletiyoruz. Erkin arkadaşımız size yazamamaktadır. Çünkü iletişim cezası vardır. Yusuf Kenan DİNÇER Kırıkkale F Tipi Hapishane C26 ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Rize’deki 1 Ayder Yay2 lası yakınında bir şelale. 3 2/ Kimi göçe 4 be Türk boy 5 larında birkaç 6 aileye ait çadırdan oluşan 7 topluluk... 8 Uygun bul9 ma, tasdik. 3/ Bir şeyi kabul 1 2 3 4 5 6 7 8 9 etmeyerek ge1 L E K E N D E K ri çevirme... Meh 2 E P İ K O R T A met Eroğlu’nun 3 G A R bir romanı. 4/ Önü 4 K İ R A Z E K A B İ R B A hendekli siper... 5 N Z İ Y A R E T Üç kişi arasında 32 6 D O R A N L A kâğıtla oynanan, R K A V briçe benzer bir is 7 E R G T A B E L A U kambil oyunu. 5/ 8 9 K A R A T A V U K Mantar katmanı çok gelişen bir tür meşe... İskambillerle oynanan bir oyun. 6/ Melez, kırma... Bir organımız. 7/ Vedat Türkali’nin bir romanı... Güzel kadın. 8/ Bitlis ilinde bir göl... Boyutlar. 9/ Bartın iline özgü bir tür tatlı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Palamut ve toriğin iç organları... Bir film ya da oyunda aniden yaratılan komik durumlar. 2/ Dört yaşına kadar olan dişi manda... Vücutta biriken azotlu madde. 3/ Ortadoğu’da, “Ölüdeniz” de denilen bir göl... Türk müziğinde bileşik bir makam. 4/ Vilayet... Kasnağa gerilmiş kumaşa iğne ya da tığla yapılan bir tür nakış. 5/ İlave... Manganez elementinin simgesi. 6/ Gümüşhane’nin Şiran ilçesinde bir şelale... Bir gıda maddesi. 7/ Bir çokluğu oluşturan varlıkların her biri... Oyunda cezalı çocuk. 8/ “Yerel bilgisayar ağı” anlamında kullanılan kısaltma... Derman, takat. 9/ Bir topluluğu oluşturan bireylerden her biri... Mesaj.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear