29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
4 KASIM 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Çok Mutluymuş! Usta Teyyüp açık açık dedi ki: “Türban dinin emridir. Bunu bilmemek cahilliktir.” Yani iktidar kanadı, türbanın, dini bir emir olarak takılması gerektiğini buyuruyor. Bundan sonraki aşama, tüm kadınların örtünmesidir... Ya ana muhalefet kanadı? Bütün partilerin onayıyla türbanın TBMM’ye sokulması töreninde CHP adına konuşturulan Şafak Pavey, bir simgesi olmayan kırmızı ruj, pantolon ile baştan aşağı dinsel simge olan türbanı karşılaştırdı; kadınerkek eşitsizliğini gözler önüne sermek için bula bula “türbanlı kadın polise yasak getirilmesini” buldu ve onu örnek gösterdi; çiçekli başörtülü kızın parkta öpüşmesini Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu söyledi de milletvekillerinin tıpkı öğretmenler gibi, doktorlar gibi, ve yasakçılık olduğunu vurgulamaktan özenle kaçındı. AKP, açıkça dinsel açıdan kadına getirildiği dile getirilen bir yasağı özgürlük olarak tanıtırken özgürlüğün ve demokrasinin özü olan aydınlanma devrimini gerçekleştirmiş CHP’nin sözcüsü TBMM’de “laiklik” ilkesini sözcük olarak bile ağzına alamadı. Utandı, sıkıldı, çekindi, hatta korktu. Ve Kemal Kılıçdaroğlu, bu tablo karşısında “çok mutlu” olduğunu açıkladı. “Bir ölür, bin doğarız” lafı hikâye... Laiklik Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Turan Dursun, Çetin Emeç ve son Gezi eylemlerinde şehit verdiğimiz çocuklarımız... Onların kanı yerde kaldı. ARADA BİR METE YARAR Neden Olmasın? CHP, MHP’li, DYP’li aday arayacağına neden dönüp bir birikimli Ankara sevdalısı, üstelik aile kökeni ta bağımsızlık savaşına can vermiş Ankara Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ne dayanan Dr. Metin Özaslan’a bakmaz ki? Metin Özaslan, Ankara’nın en köklü halk örgütlerinden biri olan Ankara Kulübü’nün Başkanı. Aynı zamanda Seymen Başı. Bir toplumbilimci ve yerel planlamacı olan Özaslan, yüzde 33’ü Ankaralılardan, yüzde 75’i de Orta Anadolu kökenlilerden oluşan başkenti tanıyor, biliyor. Çevresinde; bürokratlardan, uzmanlardan, akademisyenden oluşan, geçmiş dönemde CHP Bilim Platformu’na teknik destek vermiş 60 kişilik deneyimli bir ekip bulunuyor. Ankara’nın küçük ama tabanları açısından geniş kesimlere uzanan birçok sivil toplum örgütü ile bağlarını sürdürüyor, mahalle ve köy muhtarları ile görüşüyor. Kazan’dan tutun Nallıhan’a değin halkın nabzını tutuyor. Çelebi, donanımlı, dürüst, çalışkan, Ankara üzerine tasarımları olan bir isim. Daha ne olsun? Hazreti Musa’nın asası ile açtığı Kızıldeniz mucizesinden sonra bir ikincisi Recep Tayyip Erdoğan döneminde yaşandı. İnsanlar, Marmara Denizi’nin altından yürüdüler. Zaten Budist Japonya Başbakanı’nın ellerini açıp dua etmesinden belliydi: Marmaray’a binenler, Allah’a emanet gidiyorlarmış... Devlet Denetleme Elemanları Derneği Başkanı A. Alper Orkun’un, geçen Kurban Bayramı’nda meslektaşlarına gönderdiği iletiden: “Yaşlı dünyamızda şahit olduğumuz tüm olumsuzluklara rağmen, geleceğe olan ümitlerini yitirmeyen camiamız ve meslektaşlarımızın, ruh dünyasının inkişafına vesile olacak bu kutlu günlerin, kardeşin kardeşi kuyuya attığı, kardeşin kardeşe el kaldırdığı bir çağda, Habil gibi engin, Yusuf kadar derin, İbrahim gibi halim, İsmail gibi sabır timsali olmamıza vesile olmasını dilerken...” Askıda Ekmek Kaçınız hâlâ ekmeğini mahalledeki fırından alıyor bilmiyorum ama ben bu alışkanlığıma devam ediyorum. Kapıdan her girdiğimde o mis gibi kokan ekmeklere bakmadan önce fırıncının hemen arkasındaki o tahtaya bakarım. Tahtanın üzeri enine çizilmiş çizgilerle dolu olur. Bazen birkaç tane, bazen de bir düzineyi geçer. Benim iyilik sayacım gibidir o sıradan basit tahta. İsterim ki ona hiç ihtiyaç olmasın ama üzerine çizik attıran bol olsun. Bu adam ne anlatıyor diye soranlara cevabım var. “Askıda ekmek” geleneğini anlatıyorum. “Yahu gündemde o kadar tartışılan konu varken Cumhuriyet gibi bir gazetenin köşesi bu konuyla işgal edilir mi” diye soran çok olacaktır. Sabrederseniz ilk kurşunun orada sıkıldığı göreceksiniz. Şimdi müsaadenizle konuya döneceğim. Eski mahallelerin en basit dayanışma şeklidir “askıda ekmek”. Fırına girdiğinizde bir kendinize bir de askıya ekmek alırsınız. Sonra da çıkar gidersiniz. Ekmeğiniz askıda ihtiyaç duyanı bekler. Sanırım çoğunuz eskiden bu geleneği duymuştur ama her şey gibi o da yok olup gidiyor. Bütün iyiliklerin kötülükler karşısında uğradığı yenilgiler gibi. Büyüklere yer vermekten tutun da vazgeçtiğimiz nice hayata anlam katan değerlerimiz gibi. Kalplerimizi ve vicdanlarımızı temizleyen en azından katılaştırmayan bu güzelliklerden neden vazgeçersiniz? Hayırsız, vefasız, duyarsız ve vicdansız olmayı neden seçersiniz? İnsanların değer verdiklerini yakıp yıkmak neden size büyük zevk verir? İşin belki en önemli sorusu şu: Bunları yapanları neden adam yerine koymaya devam eder ve ağızlarının payını vermezsiniz? Doğru insanı bulmaya çalışmaktan vazgeçip olanla neden yetinirsiniz? Bunları yapmadan da iyiliğe ve doğruluğa nasıl ulaşacağınıza inanırsınız? Hayatımız “askıya ekmek” koymak kadar basit olsaydı keşke. Askıya iyiliği astığınızda her şey karnı aç olanın doyduğu gibi kolay çözülseydi. Çünkü sizi kirlettiğini düşündüğünüz şeyleri üzerinizden çıkarıp yıkamadığınız müddetçe temizlenemezsiniz. “Kabul edilebilir lekeler” diye bir kavram olmadığına göre kabul edilebilir suç da olamaz. Başkasına kazık atanla iş yapmaya devam ederek, hayırsız bir evlatla arkadaş olarak, dürüst olmayan birisini seçerek siz de temiz kalamazsınız. Sevdiklerinize ve inançlarınıza demokrasi kisvesi altında hakaret edildiğinde neden demokrat olmazsınız? En azından neden hukuka başvurmazsınız? ABD’de olduğu gibi elinize pankartınızı alıp olay yerinde daireler çizerek protesto etmezsiniz? Yanlış yaptığını bilmeden pervasızca konuşanları yanlışlığının utancında neden boğmazsınız? İlkelerinize uygun doğru insanları bulup, onore ederek onları neden lanse etmezsiniz? İyiler her zaman mütevazıdır diye çok doğru bir söz vardır. Mütevazı insanlar da çoğunlukla görünmez. Bugün askıya ekmek koyar gibi bir iyi insanı bulun ve görünür kılın. Onların ışıltısı karşısında inanın hepimiz daha mutlu olacağız. Biraz uğraşın lütfen. Onları kollarından tutup partinize götürün. Seçilmeleri için uğraşın ve çabalayın. Siyasetin kısır döngüsünden kendinizi kurtarın. “Adam çalıyor, ama çok da çalışkan bir belediye başkanı” gibisinden söylemleri bırakıp hem çalmayan, hem de çalışkan insanlar bulun. Başkalarının değerlerine saygı göstermeden siz de saygı bekleyemezsiniz. Siyasetin particilikten ibaret olmadığını unutmadan doğruyu her yerde takdir edin. TBMM’de kendinizi görmediğinizi iddia ediyorsanız unutmayın ki bu, çok kıymetli ve sayınızın az olduğunuzdan değil, görünmez olmayı tercih ettiğinizdendir. Askıya ekmek bırakmak bir küçük adım, kötülüğe karşı ilk mücadele kurşunudur. Şimdi bir adım ötesine geçin, ülkenize ve kendinize iyilik yapın, gerçek anlamda demokrat olmayı tercih edin. Emanet Kutlarım... tüm memurlar gibi kamusal hizmet gördüğünü, “laik” bir ülkede “dinsel simgelerin” kamu alanlarında hem de “dinin emridir” diyerek kullanılmasının eşitlik, özgürlük ve demokrasi ile hiçbir ilgisi bulunmadığını, tam tersine ayrımcılık Hâkimiyet Yeni Osmanlıcı AKP iktidarı, 5. İzmir İktisat Kongresi’nin açılışını, sömürgeciliğin para kasası olan Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim’e yaptırdı. Oysa, 1923’teki ilk İzmir İktisat Kongresi’nin karara bağladığı “Misakı İktisadı Esasları”nın 2. maddesi belliydi: “Türkiye halkı milli hâkimiyetini, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda edemez.” Yine aynı kongrede Atatürk, Osmanlı ülkesinin yabancıların müstemlekesi durumuna düşürüldüğünü belirtip demişti ki: “Türkiye halkı; hâkimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hâkimiyet demek şeref demek, namus demek, haysiyet demektir.” Hâkimiyetin bugünlerde ne demek olduğunu hepimiz yaşayarak görüyoruz... Kirli İlişkiler CHP’de yolsuzlukların üzerine giden Aykut Erdoğdu uzman bir ekiple medyaticaret ilişkileri üzerine rapor hazırlıyordu. Medya ve ticaret bir araya geldiğinde işin ucunun nereye varacağı belliydi. Öyle de oldu. Devreye, medya baronları adına birileri girdi, rapor çalışmaları sekteye uğratıldı. CHP Milletvekili Aydın Ayaydın’ın “Ben Kemal Kılıçdaroğlu’nun medya başdanışmanıyım” diye ortaya çıkışı, işte tam da o günlere rastlıyor. Bir milletvekili dedi ki: “Aylardır, partili gençler gaz yiyor, dayak yiyor, yaralanıyor, hatta ölüyor. Bütün bu mücadeleleri kirli ilişkileri örtbas için miydi?” GÖRÜŞ ALPER TAŞDELEN KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Gezi’den ODTÜ’ye Aynı AKP AKP’nin ağaçla ve ormanla başı dertte; ağaçlar o kadar örgütlü ve yaygınlar ki, Gezi Parkı’ndan ODTÜ’ye her yerde AKP’nin karşısına çıkıyorlar. Son olarak üç bine yakını ODTÜ’de direndi ama Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek bir gecede hepsini yerinden söktü; attı. Çağdaş belediyecilik anlayışında yollar, ağaca, doğal bitki örtüsüne, su kaynaklarına en az zarar verecek şekilde ve bu çevre faktörleri temel alınarak planlanır ve yapılırken, ODTÜ örneğinde yolun, sanki tamamen boş bir araziden geçecekmişçesine, hiçbir çevresel faktör dikkate alınmadan planlandığını, ağacın, ormanın korunması gereken değil; aşılması gereken bir engel olarak değerlendirildiğini gördük. Tıpkı “Taksim’i yayalaştırıyorum” diyerek yola çıkıp, “Gezi Parkı’nı ağaçsızlandırıyorum” ile son bulan süreç gibi. AKP ile ağaçların mücadelesi bitmiyor; bitmeyecek. Türkiye benzer bir çevre katliamını ve aslında daha büyüğünü İstanbul’da üçüncü köprü inşaatı nedeniyle yaşıyor. İstanbul, su havzası ve akciğeri olan kuzey ormanlarını yeni köprü, Kuzey Anadolu Otoyolu ve çevre yolu bağlantıları nedeniyle kaybediyor. Başta parsel bazında yapılan imar artışları olmak üzere, İstanbul ve Ankara’daki imar uygulamaları, bu kentleri yaşanır olmaktan çıkarmış ve başta trafik yoğunluğu olmak üzere, mevcut altyapılar bu yükü kaldıramaz hale gelmiştir. Bir kenti, ağacı, ormanı, insanca yaşam standardı ve doğal kaynaklarıyla koruması ve imar planlarıyla kentin planlı büyümesini sağlaması gerekenler, o kenti talan eden asıl güç durumuna gelmiş ve imar planları rant uğruna kenti yaşanır olmaktan çıkarmışsa, burada sorun günlük oldubittilerden daha derindedir. AKP iktidarı ve belediyelerinin sergilediği yönetim anlayışı, kentleri fethedilecek bir toprak parçası olarak görmekte ve rant uğruna her türlü çevre katliamını mubah sayan bir pratiği yansıtmaktadır. Fetih ganimetinin günümüzdeki adı rant olmuş ve 21. yüzyılda kentler yatırım ve ilerleme adı altında yağma ve talan edilir hale gelmiştir. AKP’nin ağaçları sökmek ve çevre katliamı için uyguladığı, gece ya da sabaha karşı baskın yöntemi de, ne tesadüftür ki, tipik bir fetih kafasının sonucudur. Belediye başkanının Osmanlı dönemindeki adı şehreminidir; yani şehrin emanet edildiği güvenilir kişi. Bugün ise şehirlerimizi ranta ve talana emanet ettiğimiz çok açık. Kenti namusu gibi koruması gerekenler, tüm uygulamalarla sabit ki, talanın başını çekiyor; çevre katliamları günlük hayatın parçası oluyor. Türkiye’nin bu çağdışı anlayışa dur diyeceği fırsat önümüzdeki yerel seçimdir. Kentleri kendi namusu gibi koruyacak, talana ve yağmaya dur diyecek, “önce insan” düşüncesinden hareketle kentleri planlı büyümeye taşıyacak çağdaş bir kent yönetimi anlayışı bu gidişatı tersine çevirebilir. Kent tüm halkındır ve ağacıyla, hayvanıyla, yaşayan tüm canlılarıyla bir bütündür. Kimseyi ötekileştirmeden, ortak aklı ve halkın taleplerini karar mekanizmalarına taşıyan, rant yerine çevreyi ve kamu yararını merkeze alan bu yaklaşım, yaşanan tüm tahribatlara rağmen kentlerimizin geleceğini kurtarabilir. Bu inancımızı pekiştiren Gezi süreci henüz tazeliğini korumaktadır. AKP’nin dayatmacı anlayışına, kentlerin yağmalanmasına ve çevre katliamlarına dur demek için gelişen Gezi sürecini doğru analiz etmek, önümüzdeki yerel seçimlere ışık tutması açısından siyasetin en temel görevi olmalıdır. Ancak son ODTÜ olayları tekrar göstermiştir ki, AKP iktidarının böyle bir ihtiyacı bulunmamakta; AKP’nin ranta dayalı fetih mantığı geçerliliğini korumaktadır. AKP için zaten suni gündem yaratmanın sonu yoktur. Gezi Parkı’ndaki ağaçların borsada aracılık ettiği ve faiz lobisinin maşası olduğu sonucunu çıkaran AKP iktidarı, bakalım ODTÜ’deki ağaçları neyle suçlayacak? HARBİ SEMİH POROY BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ “Dağkırlan 1 gıcı” da denilen 2 küçük bir kuş... Bilgisiz, kültür 3 süz kimse. 2/ 4 Van Gölü’ne dö 5 külen bir akar6 su. 3/ Bir renk... Herhangi bir ne 7 denle armağan 8 kabul edenin, 9 vermek zorunda olduğu karşı1 2 3 4 5 6 7 8 9 lık. 4/ Suyu biriktir 1 A N A Y A R I S I mek için önüne yapı 2 S U N A A R A L lan set... Leylak ren 3 A R İ V A A R I gi, açık mor. 5/ Üs 4 M A V İ A S tü kapalı olarak anŞ A T U latma... “Ölür ise 5 U L A Ş A L A T ölür / Canlar ölesi de 6 R E 7 E G O A R İ F E ğil” (Yunus Emre). E N E K 6/ Kalıcı, ebedi. 7/ 8 N A R A Tanrı’ya yalvarma... 9 A L A C A T A N E Bir renk. 8/ Boya ya da verniği çok küçük zerreler halinde boyanacak yüzeye püskürtmeye yarayan aygıt. 9/ Yayla fırlatılan ucu sivri çubuk... Uzaklaşmak, ara açılmak. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dağkırlangıcına verilen bir başka ad... İtalya’nın en uzun akarsuyu. 2/ Adana’nın Pozantı ilçesinde bir yayla. 3/ Radon elementinin simgesi.. “Ar ü şişesini taşa çaldım kime ne” (Nesimi). 4/ İlgeç... Geceyi geçirmek için bir yere gitme. 5/ AIDS’e neden olan virüs... Bir cetvel türü... Önü hendekli siper. 6/ “Germinal”, “Meyhane”, “Nana” gibi romanlarıyla tanınmış Fransız yazar. 7/ “Şeyda gönülden özge bir bilmedik” (Y. K. Beyatlı)... İlaç. 8/ İskambillerle oynanan bir oyun... Bir nota. 9/ Hafif ve çok sağlam bir element... Tatlı bir çörek.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear