Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 20 KASIM 2013 ÇARŞAMBA 16 ustafa durdu, derin M derin iç çekti, Tevfik’e baktı. “İhtimal, o vakit hakikaten kardeş olabilecektik” dedi, “Nihayet sözde değil, hakikaten kardeş olabilecektik…” Tevfik, tabancasının namlusunu ağır ağır kaldırdı, onun iki kaşının arasına nişan aldı, “Kelimei şahadet getir, Mustafa” dedi, buz gibi bir sesle. “Murdar gitme!” Mustafa yeniden ağlamaya, yalvarmaya başladı. “Ne olursun, merhamet et, Tevfik” dedi. “Beni öldürmek sana ne kazandıracak? Ben ölürsem oğlun, karın geri mi gelecek? Hem bugün beni vursan bile ahrette yüz yüze gelmeyecek miyiz? O vakit sen nasıl benim gözümün içine bakacaksın?” Mustafa, bu son sözleri üzerine Tevfik’in tabancasını yavaşça indirdiğini, bakışlarının yumuşadığını, yüzüne merhametli bir ifade yerleştiğini gördü. “Tevfik, kardeşim benim” dedi sevinçle. Ağlaması iyice şiddetlenmiş, vücudu hıçkırıklarla sarsılmaya başlamıştı. “Ben senin beni bağışlayacağını, bana bir kötülük etmeyeceğini bilmez miyim? Sen benim canıma kıyamazsın zira ben de sana asla bilerek, isteyerek kötülük etmiş değilim. Ben Mehmet’in başına bir şey gelsin ister miydim? Ben senin oğlun kaybolsun ister miydim?” Tevfik sandalyeden yavaşça kalktı, silahını beline geri elini onun omuzuna koydu. Bu hareket üzerine arkadaşının onu affettiğini düşünen Mustafa, kucaklaşmak için ayağa fırlamaya yeltendi, ama Tevfik onun omzuna yerleştirdiği elini sıkıca bastırdı, doğrulmasına müsaade etmedi. Sonra Mustafa’nın şaşkınlığını üzerinden atmasına fırsat vermeden bir eliyle saçlarını yakaladı, sert bir hamleyle başını geriye doğru çekti, diğer elinde gizlediği cenbiyeyle adamın gırtlağını boydan boya kesti. Tevfik, “Oğul dediğin hiç kaybolmamalı, Mustafa” dedi, saçlarından kavradığı başı bırakırken. “Hiç kimsenin, hiçbir oğlu, hiçbir zaman kaybolmamalı.” Mustafa’nın cansız bedeni büyük bir gürültü çıkararak yere devrildi. Tevfik, cesedin yanına çömeldi, cenbiyesini Mustafa’nın üniformasına silip üzerindeki kanı temizledi. Sonra Mustafa’nın belinde duran cenbiyeyi çekti, çıkardı. Hançerin ucuyla, kendi cenbiyesinin sapına bir küçük çentik attı. Tevfik, altın dolu çuvalı atına yükleyip sarp dağların olduğu istikamete doğru yola çıkarken, hesap verme sırasının Şeyh Abdullah’a geldiğini düşündü.* *Alıntı: BERRAK YURDAKUL’un romanı İki Cihanın Bekçisi/Nar Kitap, 2013 İki Cihanın Bekçisi Fotoğraf: İki Cihanın Bekçisi/Kapak Cem Karaca, Şivan Perwer ve Rüzgârgülü Liberaller Kürt ozanı Şivan Perwer 37 yıl aradan sonra yurt topraklarına ayak basmasını Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında filizlenen, kucaklaşma noktasına gelen dostluğa borçludur. Bir siyasal sürgünün onca yıldan sonra özlemini çektiği yurduna, topraklarına dönmesi kişinin siyasalideolojik yaklaşımlarından bağımsız, salt bir insan olarak “iyi” karşılanması gereken bir durumdur. Şivan Perwer’in hafta sonunu törensel karşılamalar, konuşmalar, ziyaretlerle geçirdiği Diyarbakır’daki görüntüleri izlerken belleğimde geçmiş yıllarda Özal iktidarıyla başlayan sürgün dönüşleri canlandı. O yıllarda bu sürgün dönüşlerinde üzerinde en çok konuşulan, tartışılan Cem Karaca’nın dönüşüydü. Cem Karaca, 1980 yılı Mart ayında plağa okuduğu “1 Mayıs” marşı nedeniyle sıkıyönetim mahkemesinde yargılanmaya başlamıştı. Bir dizi konser için yurtdışındaydı. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında yurda çağrıldı. Bu çağrıya uymadığı için 6 Ocak 1983’te Yılmaz Güney ile aynı gün vatandaşlıktan çıkarıldı. Cem arkadaşımdı. Yurt ve anne özlemini ne derin duyduğunun yakın tanıklarından biriyim. Yurtdışındayken ölen, tiyatro sanatçısı olan babası Mehmet Karaca’nın cenazesine katılamamıştı. Yine ünlü bir tiyatro sanatçısı olan annesi Toto Karaca hastaydı, korkuyordu. 1985 yılında bir arkadaşı aracılığıyla Başbakan Turgut Özal ile görüşerek, ülkeye geri dönme isteğini bildirdi ve Münih’e gelen Özal ile konuştu. Özal’ın olumlu yanıt vermesi ile yasal işlemler başlatıldı. Yılsonunda vatandaşlıktan çıkarılmasına sebep olan davadan beraat etti. 1987’de de hakkında verilen gıyabi tutuklama kararı kaldırıldı. 29 Haziran 1987’de Cem Karaca, Türkiye’ye döndü. Türkiye’ye döneceğini Almanya’nın Marl kentinde o yılın başında yapılan, sürgünlüğünün 17’nci yılını yaşayan benim de katıldığım bir “sürgünler toplantısında” gerekçeleri ile birlikte açıklamıştı. İnsani olarak anlaşılabilir gerekçelerdi. Türkiye’ye döndü. Gülhane Parkı’nda bir konser sırasında kendisini dinlemeye gelen, yurda dönüşünü borçlu olduğu Özal’ın eşi Semra Özal’ın elini öptü; bunun üzerine kıyamet koptu. Artık ne dönekliği, ne devrime ihaneti, ne de karaktersizliği kalmıştı. Sol çevrelerden protestolar yükseliyordu. Bildiriler yayımlanıyor, imzalar toplanıyor, yerden yere vuruluyordu. O zamanlar o bildirileri yayımlayan, Cem’i döneklikle, hainlikle, omurgasızlıkla suçlayan “solcuların” önemli bir bölümü aradan geçen yıllar içinde hidayete erip “liberal” oldu. Liberalleştikçe de AKP iktidarına yaklaştılar, kapılandılar. Şimdi bu “rüzgârgülleri” Şivan Perwer yurduna dönebildi diye sevinç çığlıkları atıyorlar, iktidara övgüler düzüyorlar. Herhalde Cem Karaca’nın mezarında kemikleri sızlıyordur, “benim günahım neydi” diye. yerleştirdi. Ağır ve temkinli adımlarla Mustafa’ya yaklaştı, arkasına geçti ve “Öç almak, bazen bağışlamaktır.” MGK errak Yurdakul, Türk yazınında B son yılların en ilginç yazarlarından biri, belki de birincisi. Çünkü edebi birikimine rağmen, hiçbir akımın etkisinde değil, kendi yazınıyla çizdiği ve çizdikçe yönünü belirlediği özgün bir yolda ilerliyor. Elbette okurun beğenisini amaçlıyor, ama okurun dünyasına girmiyor, okuru kendi dünyasına çağırıyor. Ancak donanımlı ve omurgası biçimlenmiş yazarlar böyle yapar, zaten başka türlüsünü de yapamazlar. Berrak Yurdakul’da da o donanım var. Başka şeyler de var. Ailecek çekilmiş büyük acılar, Türkiye’nin uğradığı siyasal ihanetlere ödenmiş bedeller, cinayetlere kurban verilmiş canlar var, belleğini kavuran. Doğan Avcıoğlu’ndan Doğan Yurdakul’a, önemli yazarların buluştuğu bir ailenin son yazarı, en edebisi Berrak Yurdakul. Hayal edip yazdığı romanlarında, çocukluğundan erişkinliğine kızgın demirle mühürlenmiş anı dağarcığının izlerine rastlamak, mümkün. İki Cihanın Bekçisi, Berrak Yurdakul’un üçüncü romanı. Genç yazarın, yaşadığımız toplumun ortak belleğine mıh gibi çakılı tarihsel bir acı, Osmanlı askerinin Yemen yenilgisiyle çerçevelediği kurgu, olağanüstü başarılı. İnsanın tüylerini ürpertiyor, zaman zaman gözyaşı döktürüyor, ama bir solukta okunuyor. Çöllerin acımasızlığı, açlık ve yoksulluk içinde, dost bildiklerinin ihanetine uğrayan Osmanlı ordusunun onurlu ve yiğit bir subayı, Tevfik Bey’i, İstanbul köşklerinden alıp Yemen cehennemine sürükleyen kaderin öyküsü bu. 19. yüzyılın sonunda, yüzbinlerce askerin heder ve heba olduğu cephelerde Osmanlı’nın yenik onuruna bekçilik yapan Tevfik Bey, en değerli varlığını, oğlunu yitirdikten sonra iki cihanın bekçisi, Rab’bını keşfediyor. Romanda, Tevfik Bey’in oğlu Mehmet’in ölüm biçimi, yazar Berrak Yurdakul’un canında yaşadığı bir gerçek, Türkiye’nin başını yediği gençlerin metaforu olmalı, diye düşünüyorum. Yeri doldurulmaz kayıplardan sonra ilahi güce sığınmak, yeryüzünde olmayan adaleti Tanrısal katta aramak, yazarın zaten tüm eserlerinde az ya da belirgin bir döşeme taşı. Ancak bu söylediklerimden hidayete ermek anlaşılmasın. Berrak Yurdakul’un Tanrısal döşemesi, tüm kutsallıkların, tüm kitapların sentezi, evrensel bir inanç dünyası. İlk romanı Konuşmayan Tavus Kuşu’nda masal kutsaldı, ikinci romanı Altıncı Irk’ta antikçağlardan günümüze inanç köprüleri vardı. Ama “İki Cihanın Bekçisi”, Berrak Yurdakul’un yazarlıkta olgunluk çağının habercisi olan romanı. Düşün dizininde aradığı mükemmelliğin başlangıcı. G NOKTASI GÖRÜŞ PRoF. DR. TÜRKKAYA ATAÖV KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Küba’ya Ambargo İnsanlık Dışı Uluslararası toplum hiçbir konuda bu denli uyumlu olmadı: ABDİsrail ikilisi dışında tüm dünya, şimdilik tek “süper güç” ABD’nin hemen güneyindeki 11 milyonluk Küba’ya 53 yıldır uyguladığı kapsamlı ambargonun insanlık dışı boyutlarda bir eziyet olduğunda tıpatıp aynı görüştedir. ABD Florida’nın hemen altındaki bu küçük devleti boğmak için yıllardır elinden geleni yapıyor. Ambargo başladığında doğanlar 54 yaşına bastılar. Geçen 29 Ekim’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK), bu tarihte tam 22’nci kez, Küba’ya acımasızca uygulanan ekonomik, ticari ve mali ablukaya elbirliğiyle karşı çıkmış, ABD’nin müttefikleri de bu birleşmede Küba’dan yana oy kullanmışlardır. ABD’nin ianelerine muhtaç üç minik Okyanusya devleti bu oylamada çekimser oy verdiler: 459 kilometrekare toprak üstünde 20 bin kişilik Palau, 67 bin nüfuslu ve toplam 181 kilometrekare topraklı iki atoldan oluşan Marshall Adaları ve 702 bin kilometrekare üstünde 107 bin kişilik Mikronezya. Bu konudaki kararın ilk alındığı yıl olan 1992’de de yalnız ve yalnız ABD ile İsrail karşı çıkarak tüm uluslararası toplum içinde tek başlarına kalmışlardı. Aynı durum her yıl yinelendi, geçen 2012 ve şimdi 2013’te de. Üstelik, yalnız genel kurulda da değil. Gıda ve tarımdan sorumlu FAO, sağlık işlerine bakan WHO, eğitimkültürbilim uzmanlığı olan UNESCO ve çocuk fonuyla uğraşan UNICEF de çeşitli vesilelerle dünya kamuoyunun bu çok belirgin duyarlılığını yansıtan kararları sürekli olarak art arda aldılar. Yeryüzüne dağılmış din kuruluşları, insan hakları kümeleri ve önden gelen bunca ünlü kişiler, bu arada Jimmy Carter gibi eski ABD Başkanı ya da herkesin bildiği uzun yılların dünya boks şampiyonu Mehmet Ali ablukanın kalkması için çağrılar yaptılar. Küba’nın, 1960’ta başlayan ambargo nedeniyle son 52 yıldaki kaybı 1.126 trilyon dolardır. İster Cumhuriyetçi, ister Demokrat Parti iktidarda olsun, Washington yönetimi alımsatım, yatırım ve değiştokuş ambargosunu yalnız kendi uygulamıyor, başka devletler üstünde baskı yaparak onların egemenliklerini kısıtlama yollarını da arıyor. Aldatmaca nedeni şu: Küba demokratik değilmiş. Bu ülkede epeyi halk katılımı ve kamu siyasetinin tartışması vardır. Demokrasi yerine plütokrasi olan ülke de ABD’dedir. Kaldı ki Washington türlü diktatoryalarla içli dışlı olmuştur ve olmaktadır. Gerçek neden 1959’daki Küba Devrimi’nin, ABD kukla yönetimine son vermiş olmasıdır. Çağdaş Küba’da 159 kişiye bir doktor düşüyor, eğitim çocuk yuvalarından üniversite sonuna değin ücretsizdir, kadınerkek eşitliği vardır ve etnik bağlantılar uyumludur. Küba Venezüella, Bolivya ve Ekvator gibi ülkelere de örnek olmuştur. Gerçek şu ki, tüm dünya ABD’nin insanlık dışı ambargosunu her yıl mahkum ediyor. HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN DSİ 1. BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN BİLDİRİLMİŞTİR “167 Sayılı Yeraltısuları Hakkında Kanun”a tabi olarak; DSİ 1. Bölge Müdürlüğü’nden Yeraltısuyu Kullanma Belgesi alınmış olan kuyularla ilgili, 01.03.2013 tarihinde 28574 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 167 Sayılı Kanunun 10. Maddesi ve Geçici 3’üncü Maddesi ile Ölçüm sistemi kurulmasını lüzumlu kılacak yeraltısuyunun, kullanım maksadı, miktarı ve havza sınırı hakkındaki 6 Eylül 2013 tarih ve 28757 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı gereğince; BursaYalovaKocaeli illerinde, her türlü mal ve hizmet üreten firmalarca açtırılmış olan, her türlü kullanım amacına haiz, kullanma belgeli bütün yeraltısuyu sondaj kuyularına, miktar ve havza ayrımı gözetmeksizin, ön yüklemeli, takip edilebilir sayaç takılması ve kullanma belgelerinin güncellenmesi yasal bir zorunluluktur. Bu nedenle; belge sahiplerinin, kanunun belirlediği 01.03.2014 tarihine kadar, 28793 Sayılı “Yeraltısuyu Ölçüm Sistemleri Yönetmeliği”ne uygun sayaçlardan kuyularına taktırarak, sayaç faturası, kuyu koordinat değerleri, TC kimlik bilgileri ile birlikte DSİ 1. Bölge Müdürlüğü’ne başvuruda bulunmaları ve güncellenmiş belgelerini almaları gerekmektedir. İşlemlerin, belge sahiplerince, verilen süre içerisinde yerine getirilmemesi durumunda, “167 Sayılı Yeraltısuları Hakkında Kanun”un 10. Maddesi ve 6427 Sayılı Kanunla değiştirilen Geçici 3. Maddesi gereğince, kendilerine verilmiş olan, Yeraltısuyu Kullanma Belgeleri iptal edilecek ve kuyuları kapatılacaktır. “Resmi ilanlar: www.ilan.gov.tr’de” (Basın: 69781) SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Nevşehir 1 ilinde turis 2 tik bir belde. 2/ Es 3 ki Mısır’da 4 güneş tanrı 5 sı... Akdeniz 6 havzasın 7 da görülen, çok kuru ve 8 çok sıcak bir 9 rüzgâr. 3/ Iz1 2 3 4 5 6 7 8 9 gara... Eşeysiz 1 K Ü P L E Ğ İ A üreme yoluyla bir 2 Ö N L E M T A Ş tek bireyden tüİ Ç E R İ K reyen birey ya da 3 Y E K A B İ R bireyler toplulu 4 G A ğu. 4/ Yırtıcı bir 5 Ö B E K M A T E Z kuş... Bir soru sö 6 Ç A N H A R zü. 5/ 17. yüzyıl 7 T R N A Z İ R E da yaşamış ünlü 8 Ü T O P Y A O D I R A N E L E Osmanlı tarihçi... 9 Notada durak işareti. 6/ Bir ilimiz. 7/ Sahip... Babanın kız kardeşi. 8/ Al renkli kısrak. 9/ “Çocuk gönlüm kaygılardan ” (Orhan Veli)... Bir işi yaptırabilme gücü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Manisa’nın Turgutlu ilçesinde bir kaplıca. 2/ Üçgen biçiminde ve telli bir Türk halk çalgısı... İnce kamış. 3/ Boğaz, gırtlak... Bir nota. 4/ Pakistan’ın başkenti. 5/ Bir nota... Savaşta tutsak edilen ya da parayla satın alınan ve sahibinin her türlü isteğine boyun eğmek zorunda olan kadın. 6/ Koruyucu, kayırıcı... Rize ilinde bir yayla. 7/ Bir işte bir kimse ya da şeyin üstüne düşen görev... Mehmet Eroğlu’nun bir romanı. 8/ Kuşların “taşlık” da denilen midesi... Türkiye’nin plaka. imi. 9/ Saçların ıslanmaması için takılan başlık... Çıplak vücut resmi.