23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 4 EKİM 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ulus Dili ULUS varsa, o ulusun hep birlikte benimseyip kullandığı bir dili olmalı. Doğru konuşup düzgün yazmayı öğrendiği, sonuçta yaygınlaştırdığı, güzelleştirdiği, bilimselleştirdiği, sürekli işleyerek kavramları, nüansları eksiksiz ifade eder duruma getirdiği bir dil. Kısaca, “ulusun ve devletin dili” anlamına “ulusal ve resmi dil” diyerek kapatalım bu konuyu ve gerçekten köklü, canlı, elverişli, verimli bir dil olan Türkçeyi yüceltelim. Hangi etnik kökenden gelirlerse gelsinler bütün vatandaşlara ve çocuklarına, gelecek kuşaklarına bırakacağımız en değerli miras bu olacaktır. onunun ırkçılıkla, koyu ulusalcılıkla, ülkedeki anadillere, Kürtçeye, Lazcaya, Arapçaya, Gürcüceye karşı olmakla, düşmanlıkla da ilgisi yok. Yakın geçmişin bir döneminde Kürtçenin yasaklanması, yazıp yayınlayanların cezalandırılması büyük bir siyaset yanlışı olmuş. Çünkü anadili, adı üstünde, insanın anasından öğrenip yakınlarıyla konuştuğu, sevdiği, geliştirmek isteyebileceği ve kişiyle bütünleşen dildir; onu yasaklamak bir insan hakkının çiğnenmesi demektir. Bu nedenle, anadili “öğrenimi” ile anadilinde “öğretim” birbirine karıştırılmamalıdır. aten asıl konu da tam bu değil. Konu, yetmiş beş milyonu aşkın nüfuslu bir ulusta eğitimin Kürtçe olmasını isteyip istememe sorunudur. Kürtçeyle öğretim, anadili Kürtçe olan milyonlarca vatandaşı çok memnun eder elbet. Ama memnun olanların şu soruyu kendi kendilerine sormaları koşuluyla: Ne pahasına? ek zengin olmayan Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitime ayrılabilmiş sınırlı para kaynağını her bilim alanı için çeşitli “Kürtçeler”le ders verebilecek kalabalık bir öğretmen kitlesi yetiştirmek gibi pahalı bir yola harcamak yanlış olur. Doğru olan, Kürt kökenli vatandaşların Türkçe dil bilgilerini yükselterek tek “ulus dili” ile derli toplu bir öğretim sistemi kurmaktır. Böylelikle Kürtçeyi çeşitli etkinliklerle yaşatmanın ve o kültür enstitülerini geliştirmenin yolu da tıkanmamış ve o dil güdük kalmamış olacaktır. “Anadilinde öğretim” bayrağı altında savunulan dava, bazı politikacılar için Kürtçeyi yurdun çeşitli bölgelerinde resmen öğretim dili durumuna getirme davasıdır ve artık hiçbir dilin yasaklanmadığı bir Türkiye’de bunun insan haklarına saygıyla ilgisi yoktur. Ama birtakım demagoglarca ucuz propaganda malzemesi olarak sık sık gündeme getirilir. Öyle olduğu için, o tür bozguncu çabalar, bu köşeyle gözlem altında tutulmaktan kurtulamayacaktır. B Demokrasi Paketi... Başbakan “yürütme”nin başıdır. Yürütme, yalnızca bildikleriyle yetinerek yönetmez. Pek çok şey bildiğiniz kuşkusuzdur; ancak bu, her şeyi bildiğiniz anlamına gelmez. DOĞAN HASOL İktidarda olduğunuzu unutmayın, muhalefetin muhalefeti olmayın. Eleştirileri soğukkanlılıkla karşılayın; irdeleyerek ders çıkarmaya, hatta özeleştiriye dönüştürmeye çalışın. Vazgeçilmez olduğunuzu düşünmeyin. Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Kibir sendromuna (hubris sendromu) kapılmayın; çevrenizdekiler sizi övgülerle o yola itebilirler. O tür insanları ayıklayın. Özellikle topluluklar karşısında “Ben” demeyi bir yana bırakın. Ünlü Fransız filozof Blaise Pascal’ın dediği gibi, “Le moi est haïssable” yani “ben nefretliktir”. Ben’in çokça kullanılması ego ve gururla, kısacası benmerkezcilikle ilişkilidir. Ben yerine biz demek, sizin ekip çalışmasına yatkınlığınızı ve paylaşımcı olduğunuzu gösterir; hatta biraz da alçakgönüllülüğünüzü. Din kişisel özgürlük alanıdır. Teokrasi ile değil de demokrasi ile yönetilen bir ülkede dinin siyasette yeri yoktur. Devlet bütün dinlere, inançlara saygılı ve eşit uzaklıkta olmalıdır. Dindarlara olduğu gibi, dinsel inancı olmayanlara da saygılı olmak gerekir. Bunun sağduyulu tek anahtarı laikliktir. Laikliğin olmadığı yerde demokrasi de olmaz. Kutsallık kavramı dinden başka alanlarda da söz konusudur. Ülkelerin ve ulusların da vazgeçmeyecekleri kutsal değerleri vardır. O değerlere de saygılı olun. Örneğin, Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti için yücedir; dünyada da 20. yüzyılın en önemli siyasal lideri olarak kabul görmektedir. İnsanların inançlarına göstereceğiniz saygıyı, onların kişiliklerine ve yaşam tarzlarına da göstermekte cömert olun. 25 yıllık dönemler yeni nesillerin karşılığı oluyor. Biz anne ve babalarımızdan farklı olduk... Çocuklarımız bizden farklı oldular... Torunlarımız da onlardan farklı... Gençlerin düşüncelerine, değişik davranış ve yaşam biçimlerine, beğenmesek de hoşgörülü ve saygılı olmalıyız. Gençleri yermeyin, germeyin, anlamaya çalışın. En büyük yol gösterici akıldır. Akla, araştırmaya, gözlem ve sorgulamaya dayalı eğitimden, kısaca, çağdaş eğitimden yana olun. Başbakan “yürütme”nin başıdır. Yürütme, yalnızca bildikleriyle yetinerek yönetmez. Pek çok şey bildiğiniz kuşkusuzdur; ancak bu, her şeyi bildiğiniz anlamına gelmez. Konuları, en iyi bilenlere, uzmanlarına danışma olanağınız sonsuz… Dinleyin, sorun, soruşturun, araştırın; öyle karar verin. Bugünün dünyası, yasama, yürütme ve yargı üçlüsüne ek 4’üncü erk olarak, bilinenin aksine, medyayı değil, uzman kuruluşları ve STK’leri kabul etmektedir. Uzmanlıklara önem verin ve saygılı olun. Yasamaya, yargıya müdahale etmeyin… Bilime, sanata, spora da müdahale etmeyin; yalnızca koruyun ve hizmet edin. Bilimi bilim insanlarına, sporu sporculara, sanatı sanatçılara bırakın. Bu topraklardaki bütün doğal, kültürel, tarihsel değerleri ve çevreyi ayrım yapmadan koruyun. Sağlığınıza özen gösterin; sağlığınız sizin için olduğu kadar, ülke için de önemlidir. Öfkenizi kontrol etmeyi, hatta öfkelenmemeyi öğrenin. Bu, bırakacağınız olumlu etki kadar sağlığınızla da ilgilidir. Güleryüz, insanlara öfkeden daha çok yakışır. İşleriniz ne kadar yoğun ve yorucu olursa olsun, güleryüzlü olmaya çalışın. Şunu da unutmayın: Siz güleryüzlü olursanız milletin de yüzü güler. Sabırlı olun ve karşınızdakileri samimiyetle anlamaya çalışın. İnsanların oylarını almak kadar gönüllerini almak da önemlidir; hatta daha önemli ve daha anlamlıdır. Görevinizin geçici olduğunu, bir gün bir şekilde biteceğini unutmayın. Herkes iyiliklerle, güzelliklerle anılmak ister. Ancak öyle anılmak, gök kubbede hoş bir seda bırakmakla mümkündür. Görev sürenizi sınırlayan yasa yoksa bunu siz sağlamaya çalışın. Tek adam olmaya çabalamayın. Bu sizin tercihiniz olabilir ama tercih etmeniz buna yetmez. Aslında, “Gençlere öğüt vermek senin yaşındaki birine mi kaldı?” denilebilir. Haklı olabilirsiniz, ama unutulmasın ki deneyimlerini aktarmak insanın yükümlülükleri arasındadır. Bir Gün Başbakan Olacak Gençler İçin K Z P irinci Meclis dönemi de dahil bugüne kadar 25 başbakan gelip geçmiş. Bazıları değişik dönemlerde birkaç kez görev almış. Onların dışında bu işi vekâleten yürütenler de olmuş. Şimdi çoğu hayatta değil. Ömrünün 75 yılını geride bırakmış ve siyasete girmediği halde yakından izlemiş olmanın verdiği deneyimle, geleceğin başbakanlarından beklentileri özetlemek isterim. İyi bir başbakan olabilmek için erdemli olmak ön şarttır, ancak bu yetmez. Aşağıdaki tavsiyelerin tümüne uyulması gerekir: Her başbakan, beğense de beğenmese de yürürlükteki anayasaya, bütün yasalara ve kurallara uygun davranmak zorundadır. Yürürlükteki anayasaya ve ilişkin yemininize uymalısınız. T.C.’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu hep aklınızda tutun. İnsan haklarına, temel hak ve özgürlüklere saygılı olun ve bunu kanıtlayın. İçte ve dışta hep barıştan yana olun. Vatandaşların efendisi olmadığınızı, onların vekili olarak onlara hizmet için görev aldığınızı, maiyetinizdekilerin de bu anlayışta olması gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. Herkese sevgiyle yaklaşın. En büyük destek insan sevgisidir. Size oy vermeyenlerin de başbakanı olduğunuzu unutmayın. “Seçimde en çok oyu ben aldım, iktidar benim; her istediğimi yaparım” anlayışından uzak durun. Oy önemlidir ama size her istediğinizi yapma, ülkeyi keyfinizce yönetme yetkisini vermez. Günümüzde, sandık demokrasisi yerine çoğulcu demokrasi egemendir. Halk sürekli devrededir. E ylüldü, acıya uyandı… Eylülün kapısı bir kez daha çaresizce aralandı. Bir ölüm geçti, eylülün aralık kapısından. Bin ağıt yakıldı ardından. Biz, azaldık biraz daha, biraz daha yenildik çaresizliğimize. Baş eğdik doğanın sinesinden kopup gelen buyruğa… Ve biz mağluptuk bir kez daha, Dağ Yürekli Eşkıya YUSUF NAZIM ölümle olan bu kıyasıya savaşta… ülkeye kazandırdığı sinema usTuncel Kurtiz öldü. Türkiye si tası, onun dostu, yakın arkadaşı, nemasının devi, Yılmaz Güney’in yoldaşı… Türkiye sinemasının çınarı devrildi. Dünya sinemasının büyüklerinden, sinema ve tiyatro oyuncusu, yönetmen, yapımcı ve senarist; yalansız rol ustası, ağır ve doygun sesiyle bir şiir serüvencisi Tuncel Kurtiz’i kaybettik… Üniversitede hukuk fakültesi, filoloji, felsefe, psikoloji ve sanat tarihi bölümlerinde okur. Okuduğu okulların hiçbirinden mezun olmaz. Sevdiği bir iki hocanın dersleri hariç, çoğu zaman okula bile gitmez, elinde kitap dolu bir bavulla dolaşır, daha çok kantinde otururdu. Bavulunda ise James Joyce, Faulkner, Sait Faik, Cahit Sıtkı, Orhan Veli, James Hilton, Rabindranath Tagore’un kitapları olurdu. 1964 yılında, “Şeytanın Uşakları” ile sinemaya girer. Aslında o mu sinemaya girmiştir, sinema mı onun kanına girmiştir, bilinmez. Sinemanın asi çocuğuyla, Bebek’te, bir bodrum katının ufacık odasında karşılaşır. Tek masa ve daktilosuyla yaşayan Yılmaz Güney’le tanışması hayatında bir dönüm noktası olur. Yılmaz’la beraberlikleri, Güney hapisten çıktıktan sonra, “Gel usta, beraber olalım” demesiyle başlar. Birlikte “Konyakçı Kabadayılar Kralı” filmini yaparlar. Yaptıkları filmleri beğenmediğinde “Ne yapıyoruz ağabey” der Yılmaz’a… Yılmaz’sa, “Ağabey, başlangıçta böyle yapacağız... Çirkin Kral olacağız ki istediklerimizi yapalım”. Kurtiz, tam kafası yatmadığında, “Hadi, sen yap ağabey, ben de ara sıra gelirim” der… Öyle de yapar. Gider ama ara sıra gelir... Aslında ara sıra değil, Yılmaz her çağırdıkça gelir. Çünkü bilir, Yılmaz çağırıyorsa, gerek duyduğu için, ona ihtiyacı olduğu için çağırıyordur. Ve onu çevirmez, hep gider… Tel: +90 262 315 47 00 “Ben Yılmaz’ın yanınwww.karteperesort.com da hep ikinci adam oldum, böyle olmaktan da zevk aldım” der. Yılmaz yaşasaydı eğer, “Olur mu ağabey, sen her zaman benim dostum, yoldaşım, başımdın” derdi, “Sen olmasan, benim filmlerim film olmaz” derdi. Nitekim Yılmaz onu, Duvar filmi için çağırdığında, “Gel ihtiyar, yanımda dur yeter” dedi ona. “Yanımda dur. Her gün al konyağını iç, şarabını iç. Yanımda dur, yeter” dedi. Tuncel, o sırada İsveçMacaristan ortaklığı bir filmde oynuyordu, gitti, mukavelesini iptal etti, Yılmaz’ın yanında durdu… Yılmaz’ı anlatırken, “Hani, fotoğrafım bile olsa yanında hoşuna giderdi” diye söyler. Sürü filminde, hapisteki Yılmaz’a “Hamo’yu kim oynayacak” diye sorduklarında, filmin yönetmeni Şerif Gören’e “İhtiyarı bulun” demişti. İhtiyarın kim olduğunu bilmez Gören. Oysa ki, Tuncel Kurtiz’dir ihtiyar. Zeki Ökten soruşturur, ihtiyarın Almanya’da bir film çevirmekte olduğunu öğrenir, gelemeyeceğini söyler Yılmaz Güney’e. Yılmaz, “Şu Hürriyet gazetesine bir ilan verin, o gelir” der… Yılmaz’la birlikte sinemada bir nehir gibi akarlar. Çoğu zaman senaryo bile yoktur, Yılmaz sette yazar, Tuncel oynar. Tıpkı bir tsunami gibidir, ne kaçılabilen, ne de kontrol altına alınabilen oyunculuğu vardır. Umut filmi, sinema serüveninde bir dönüm noktası olur. Artık o bir sinema hastasıdır. Bu filmde oynamak için, deli raporu alıp Bakırköy Akıl Hastanesi’nde bir ay yatmayı göze alabilecek kadar üstelik. Umut ve Sürü filminden sonra Avrupa sinemasının kapıları da açılır Kurtiz’e. İsviçre, Almanya, İsveç, Norveç, Danimarka ve Hollanda’da oyuncu ve yönetmen olarak işler yapar. Yanı sıra ABD’den de davetler alır, gider çalışır. Ama asla Hollywood sinemasına yüz vermez, tekliflerini hep reddeder. Çok da alçakgönüllüdür. Öyle ki, yaşlı olduğu gerekçesiyle Türkiye’de en iyi erkek oyuncu ödülü verilmeyen sanatçı, İsrail’den en iyi yabancı ödülünü aldığında, Richard Burton, John Hurt gibi devler varken, ödülü alırken utandığını söyler. Can Yücel’in dediği gibi “Onların uşakları, bizim dostlarımız var”. Parası olmadığı zaman böyle der. Parası olduğu zaman da cüzdanı yoktur; ne bankada bir hesabı, ne de başka bir şey. Kazan dığı parayı ya mutfakta bir kavanoza ya da arabasının bagajında bir kese kâğıdına koyar. klı hep çılgınca düşlere firardaydı Tuncel Kurtiz… Yüz hatlarında, görmüş geçirmiş bir çınarın ağırbaşlı çizgileri, bakışlarında adam olmanın haklı gururu, sesinde kükreyen bir aslanın mağrurluğu vardı. Oyunu, yalanı, hileyi sevmezdi. Provayı da… Sahnede de, çoğu kez olduğu gibi oynardı. Bizdendi… Hayata düz bakmayan biriydi; yeri geldiğinde susmaktan, sırasında konuşmaktan korkmayan… Gururlu, vakur sesiyle, korkusuz bir eşkıyaydı; içimizdendi yani, hepimizdendi… Yılmaz Güney’in bulduğu bir cevher, onun öğrencisi, yolcusu, yoldaşı, yatağını paylaştığı arkadaşıydı; yaşasaydı eğer, onun öğrencisi, ustasıydı belki… Sırtında tertemiz gömleği, kirlenmiş bir dünyaya ait ağır bir yük taşıyordu; yüzünde ak saçlı, pala bıyıklı, pir gözlü bir adam taşıyordu. Her daim eşitlikten yanaydı; emekten, özgürlükten yana. Göğsünde delikanlı bir yürek, içinde ışıl ışıl bir cevahir taşıyordu. 2011 yılındaki Grup Yorum’un konserinde, Ümit Ülker’in şiirini okurken destansı bir ağıt bıraktı bize. Hayata dair bir ağıt yaktı… Fakat hiç beklenmedik bir anda, ansızın çekip gitti… Aklı, hep çılgınca düşlere firardaydı, gözbebeklerinde müebbet bir hüzün, dilinde ay kesiği bir yara. Düşleri kırık dökük, umudu hiç eksik değildi. Yüreğini bizlere emanet ederek gitti… Bazı şeyler vardır, inanması güçtür. İşte böyle gitti Tuncel Kurtiz... Dimdik ve ayakta… Gittiğine inandıramadı geride kalanları; dünya sanki bir tiyatroydu, bir sinema gibi yaşadı hayatı. Son sözünü soramadılar ona, son sözünü söyleyemeden gitti. Güzel atlarına binerek giden o güzel insanlar gibi gitti… Eylül acıya boyandı bir kez daha… Şimdi, kalbim üşüyor.. Kalbimin içinde, kalbim gibi kocaman bir dağ üşüyor. Kalbimin üşüyen kanatları açık. Açık olan kalbimin kanatlarından yaralı kuşlar uçuyor… Uçan kuşlar birer birer düşüyorlar. O büyük, ıssız sonsuzluğa göçüyorlar. Tuncel Kurtiz… Bir yanı yaralıydı belki ama sapasağlamdı; geçit vermez dağ, bileği bükülmez yürek, devrimci bir candı; kanatları kınalı kuş, dağ yürekli eşkıya, sapına kadar insandı! Ha, bir de sevdalıydı… Sevdalımızdı yani bizim… Ve bir kez daha, sevdalımız komünistti bizim… A bayram havası Kartepe’de 16 19 Ekim 2013 tarihleri arasında Kartepe’de bayram havası esiyor.. Gündüz doğanın keyfini çıkarın, gece Moonlight Orkestra ile eğlencenin tadını çıkarın...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear