23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
7 OCAK 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Saklı Gizli Geziler Fareler CHP’li Kamer Genç, Meclis kürsüsünden uyardı: “Anayasanın 82. maddesi çok açık. Bir yasama organı mensubuna yürütme tarafından görev verilmesi için TBMM’den izin alınması lazım. Bundan önce AKP’liler çok gidip geziyorlardı, bu sunuşlarda yer alıyordu. Ben de bu AKP milletvekillerine imtiyaz tanındığı, bir sürü harcırah aldıkları, devletin parasının bunlara heba edildiği için itiraz ediyordum. Her nedense bu dönem, Meclis Başkanı bunu sunuşlardan kesti. Niye? Çünkü Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, bazı bakanlar AKP milletvekillerini geziye götürüyorlar, bunu kamuoyunun dikkatinden saklamak için yapıyor. Meclis Başkanı’nın görevi, anayasayı ve kanunu uygulamaktır. Tayyip Erdoğan’dan ‘Git, parti liderine söyle, bu anayasayı belli bir süre içinde düzenlesinler, yoksa biz düzenleriz’ diye talimatlarını yerine getireceğine, burada anayasayla kendisine verilmiş görevleri yerine getirmesi lazım. Meclis Başkanı, AKP’li milletvekillerinin Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların kontenjanlarından gidip gezmelerini TBMM’nin bilgisinden saklamaktadır. Anayasanın 82. maddesi çok açık, diyor ki her hâlükârda Meclis’in burada onayı gerekir. Biz uçaklarda görüyoruz, yurtdışına giderken Tayyip Bey’in yanında, Abdullah Bey’in yanında birçok AKP’li milletvekili var; getiriyor, yediriyor, içiriyor, harcırah veriyor. Niye saklıyorsunuz bunları?” Yüzümüzü gözümüzü yırtan, soluk aldırmayan, insancı tüm değerlerimizi kavuran çöl fırtınası sürüyor. Eğitimi medreseleştirenler, John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar”ını da sansürlüyorlar. Şair Ece Ayhan’ın şu dizesi, yaşadıklarımızı anlatır: “Gerçeklikte, gemiler terk etmektedir fareleri.” Bir Soru Bu köşede yayımlanan yazılarımı sosyal paylaşım sitesi Facebook’a da koyuyorum. Yazılar çok sayıda kişi tarafından okunuyor. Beğenenler gibi eleştirenler de oluyor. Bunu önemli buluyorum, çünkü okuyanlar görüşlerini doğrudan yansıtma olanağını buluyorlar; kimi zaman bir yazı birçok kişi arasında tartışmalara yol açıyor. İzliyor, yararlanıyorum. Dünkü “Umutlar Boşa Çıkmasın” başlıklı yazım da Facebook’taki okurlarım arasında tartışmaya yol açtı. Bunu bekliyordum, çünkü konu “Kürt sorunu” oldu mu insanlar derhal ikiye ayrılıyorlar. Ne var ki üzerinde gelişigüzel tartışıldıkça sorun ağırlığını yitiriyor. Özünde yaşamsal bir öneme sahipken tartışmalarda çokça kullanılan şablonlarla, hamasi betimlemelerle düzey aşağıya çekiliyor. İnsanlar karşısındakini kolayca “vatan sevgisizliği”, “Amerikan uşaklığı”, “PKK yardakçısı” gibi uç sözcüklerle suçluyorlar. Öte yandan insanların önemli bir bölümü 1980’li yıllarda benimsedikleri kavramlarla tartışıyor. Oysa tartışılan konu kendi özel dinamikleri olan bir sorundur. Sorunun içinden doğan talepler, öneriler sürekli değiştikçe doğal olarak kavramlar da değişiyor. Tartışmalar eskimiş, güncelliğini yitirmiş kavramlarla yürütülmeye çalıştıkça ortaya çıkan kakofoniden başka bir şey olamıyor. İnsanlar enerjilerini boşa tüketiyorlar. Örneğin, 1980’li yıllarda “terör” denildiğinde akla gelen Öcalan liderliğindeki PKK idi. Aradan geçen yıllar içinde Kandil ortaya çıktı, Avrupa’da bir Kürt Parlamentosu kuruldu, Kürt hareketinin yasal/siyasal yapılanmaları çeşitli evrelerden geçerek TBMM’de bir grup kurmayı başardı. Tüm bunların yanı sıra sorunu kendi çıkarları için deşen, kullanan dış güçler var. Öcalan 15 Şubat 1999’da Kenya’da yakalandı. Fakat bu yıllar içinde PKK salt bir “terör örgütü”nden benzerlerine ancak Latin Amerika ülkelerinde rastlanan, militan sayısı binlerle ifade edilen bir silahlı güce dönüştü. Öcalan 14 yıldır İmralı’da olmasına karşın hem PKK hem de BDP üzerindeki otoritesini hâlâ koruyor. Nitekim devlet yetkililerinin silah bırakımını hedefleyen görüşmelerde onu muhatap almalarını bu durumun bir kabulü olarak değerlendirmek gerekiyor. Kısacası, Kürt sorunu çok yönlü, çok boyutlu bir olgudur. Bu olgu üzerinde konuşmaya, tartışmaya başlamadan önce sorunun farklı boyutlarını, farklı yönlerini titizlikle irdelemek, üzerlerinde derinliğine düşünerek sonuçlara varmak gerekiyor. 1806 Babanzade Abdurrahman Paşa isyanından 1913 Molla Selim ve Şeyh Şehabettin isyanına kadar Osmanlı döneminde 14, 1924 Nasturi isyanından 1937 Dersim isyanına kadar Cumhuriyet döneminde 17 Kürt ayaklanması gerçekleşmiştir. Bu coğrafya için Kürt silahlı hareketleri yeni bir olgu değildir. İsyan ve ayaklanmaların kaynağı olan temel sorun derinliğine irdelenerek gerekli çözümlere varılamadığı için günümüzde kendine özel bir biçimde 30 yıldır ve 40 bin yiten canla bir kez daha karşımızdadır. Yazımı sonlandırırken İmralı görüşmelerine “Teröristle masaya oturulmaz” diyerek karşı çıkanlara hep yanıtsız bıraktıkları sorumu bir kez daha soruyorum: Sizin öneriniz nedir? Lütfen bu kez yanıtsız bırakmayın! Türkiye Aynası Türkiye’de işler nasıl yürür, devran nasıl dönmez? Bu sorunun yanıtını eski ANAP ve AKP milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’dan dinledik. Konu, nişasta bazlı şeker üreten ABD kökenli Cargill şirketinin çevreyi etkileyen yatırımlarıydı. Yalçınbayır’a göre, Cargill olayı Türkiye’nin bir aynası: “Yıl, 1997. Bursa milletvekili olarak Başbakan Mesut Yılmaz’a ‘Cargill yüzünden çevre hakkı ihlal edildi. Hakkınızda dava açacağım’ dedim. ‘Yok ihmal etmedik’ dedi. ‘Bu sizin düşünceniz, aramızda ihtilaf var. Bu ihtilafı, yargı halleder’ dedim. Mesut Bey, ‘Dava açarsanız, halk yanlış anlar’ dedi. ‘Halk buna alışsın, benim sizinle aramdaki bir ihtilaf bu ve yargıya gidiyorum. Çok doğal’ dedim. Mesut Bey, ‘Daha o seviyede değiliz’ dedi. Ama ben davayı açtım. Cargill olayı, bir projenin Türkiye’de ABD başkanları düzeyinde takip edildiğinin göstergesidir. Hem Mesut Bey, hem de Tayyip Bey döneminde. Takip edenlerden birisi Clinton, diğeri de Bush’tur. Başbakanlık’ta Başbakan müsteşar yardımcılarının başkanlığında diğer bakanlıkların müsteşarlarıyla birlikte yapılan toplantılarda, açılan davaların sonuçlarından kurtulmak için yeni kanunlar çıkarılması kararları alınmıştır.” Bu da Var Ha! Recep Tayyip Erdoğan da özel yetkili mahkemelerden şikâyetçi. Diyor ki: “Ve ‘Ben devlet içinde ayrı bir gücüm, devletim. Ben Cumhurbaşkanı’na varıncaya kadar hepsini istediğim anda buraya çağırırım...’ Bu da var ha! Maalesef bu mahkemelerin zararlı olan anları oldu. Uygulama esnasında birçok gerçekleri gördük...” Öğrenci, gazeteci, subay kim varsa içeri alınınca yetki yerinde kullanılmış oluyor ama iş, Başbakan’ın PKK ile pazarlıkla görevlendirdiği MİT Müsteşarı’na dayanınca “Bu da var ha!” oluyor... 12 Eylül 2010 referandumu kesmemiş besbelli. Ayrılmış olan yasama, yürütme, yargı tek elde toplanmalı ki sultanımız çok yaşasın... İlk Dışişleri bakanları, ABD Başkanı ile at pazarlığı yapmıştı. Sonra geleni, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’a, “Kondi” demekle övünmüştü. Sonuncusu çağ atlattı... Kolay mı, Somali’de bir büyükelçilik açtı, efsane oldu! Artık her şey bu kadar basit... TSK’den Son 5 Yılda 17 Bin Kişi Ayrıldı “Askerhaber” bilgisunar sitesinde geçen ekim ayında yayımlanan Çelik Çelikyaman imzalı yazıda “Son iki ayda 8 bin uzman çavuşun istifa dilekçesi verdiği”ni duyurmuş, CHP’li Gürkut Acar da konuyu soru önergesi ile TBMM’ye taşımıştı. Soru önergesini Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz geçen hafta yanıtladı. Yılmaz’a göre, 2008 yılından bu yana emekli olarak ya da istifa ederek kendi istekleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ayrılan subayastsubay sayısı 17 bin 341 olmuş. Bunların 5 bin 67’si subay, 12 bin 274’ü de astsubay. Kendi isteğiyle sözleşme yenilemeyerek TSK’den ayrılan uzman erbaş sayısı ise 2008 yılından 30 Kasım 2012 tarihine değin toplam 7 bin 769 olmuş. Bakan İsmet Yılmaz, personelin emekli olma ve ayrılma nedenlerini genel olarak “ailevi, maddi ve mesleki nedenler” olarak tanımlamış. Son 5 yıldır neredeyse tüm TSK’nin soruşturma altına alınması ise gerekçeler arasında yer almamış. Görüş HİKMET ALTINKAYNAK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Basit behicak@yahoo.com.tr Yunus Emre Der ki... Yunus Emre’nin şiirine bile katlanamayan anlayış hangi şairin şiirine, hangi yazarın yazısına, hangi sanatçının yapıtına, katlanır ki… O yapıtlar ki, doğaya, yaşama eklenen parçalar gibidir. Onlarsız yaşanabilir mi? Anadolu’nun en karışık ve küçük devletler döneminde Yunus Emre, şiirleriyle topluma ışık olmuş bir ozandır. Onun şiirlerinde gösterdiği yolla toplum huzura kavuşur. Çünkü onun gösterdiği yol, ‘hoşgörü’ yoludur. Onun gösterdiği yol, ‘incinsen de incitme’ yoludur. Onun gösterdiği yol, ‘bilgelik’ yoludur. Onun gösterdiği yol, ‘birleşme, birlik olma’ yoludur. Onun gösterdiği yol, o günün koşullarında ‘demokrasi’ yoludur. Yunus Emre o nedenle yedi yüzyıl sonra bile sevgiyle anılmaktadır. Çünkü onun katlanamayacağı tek şey hoşgörüsüzlüktür. Şöyle der: “Er oldur alçakta dura yücelen bakan göz değil!” Bu sözün çeşitli anlam katmanları olabilir. Ama en açıkseçik, yalın anlamı; ‘yüce gönüllü ol, tepeden bakma, büyüklenme, eşit ol, senden büyük Allah var’ anlamıdır. Dillerine Yunus Emre’yi, Mevlana’yı dolayanlar, bir bakıyorsunuz ki, değil sıradan halk olmayı, kendilerini Yunus Emre ve Mevlana’dan da ileri görme yarışındalar. Neden? Yönetme hırsı, mal mülk para kazanma hırsı için mi? Yunus Emre (12401320) zamanında Dante’yi (12651321), bir yüzyıl sonra Rönesans hümanizminin öncüleri Petrarca (13041374) ve Boccacio’yu (13131375) etkilemiş bir ozandır. İnsan sevgisinin yaygınlaşmasını, insanın çekilmez duruma gelen dünyayı sevmesini öğütler. Ama insanoğlu, dünyanın yaşanmaz hale gelmesi yüzünden kendini dünya işlerinden çeker ve kurtuluşu bazen tasavvufta arar. Kendini böyle güçlü sayar. Halkın kendinde oluşturduğu bu güç, halkın kişisel gücüdür, saygı duymak gerekir. Bunu hiç kimse elinden alamaz. Ama devlet bu gücü elinden alarak ve ona karşı kullanma yolunu seçerse, hem demokrasi ortadan kalkmakta hem de eşit olmayan bir yarış başlamaktadır. Tartışma ve uzlaşma kültürü olmadan çağdaş, Batılı olunamayacağını kavramak gerekir. Düşünceyi baskıyla, zorbalıkla yok etmeye çalışmak, hapishanelere kapatarak sindirmek, çözüm değildir. Biber gazı, su sıkarak susturmaksa, sorunu daha da büyütür. Olsa olsa, istenilen düzeye gelebilmeyi güçleştirir, geciktirir. Olan yoksula, iyi öğrenim görememiş, sapla samanı karıştırana olur. Bu nedenle düşünceyi düşünceyle karşılamak, toplumun yol haritası olmalıdır. Tıpkı Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, çağdaş ozan ve düşünürlerin dediği, yaptığı gibi… Yeni bir yıla adım atarken şiddet eski yıl gibi geride kalmalıdır. Ne diyor her yılbaşı Ajda Pekkan: “Bilsen neler dönüyor şu garip dünyada / Arkadaşlık düşmanlıkla yan yana / Bazen sebep bir aşksa çoğu zaman da para / Değiştirir insanları hep bir anda”. Evet günümüz iktidarını para çok değiştirmiş görünüyor. Yoksulu, sürekli aç yoksul bırakıyor ki, kendine muhtaç olsun, kendine oy versin. Kendi nasıl istiyorsa, onu söylesin, farklı düşünmesin, farklı söylemesin! Bunu istiyor. Bırakınız konuşsun memur da işçi de öğrenci de, ne var bunda!? Slogan atan öğrenciye gaz bombası atılmasın! Toplumlarda kalıcı olan ‘sevgi’dir. Yunus Emre’nin de gücü buradan gelir. İnsan çektiği acıları unutmak ister. Çünkü insanı yaşatan sevgidir, öfke değildir. 2013 yılıyla birlikte Cumhuriyetimizin 90. yılına adım atıyoruz. Cumhuriyetin kazanımlarını hiç kimse yok sayamaz, onu ortadan kaldıramaz. Kaldırırsa, bu durum resmen var olan anayasayı ortadan kaldırmak anlamını taşımaz mı? Bunu yok saymak, çağdaş değerleri ortadan kaldırmak demek değil midir? Lise edebiyat kitabından Yunus Emre’yi sansür eden anlayış, eline yetki geçtiği zaman kim bilir neleri hayatımızdan çıkaracaktır. Bu nasıl bir yoldur? Bu nasıl Yunus Emre’yi sevmektir?! Bir yandan da bu nasıl Yunus Emre Enstitüsü kurmaktır!? HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBUSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Fındıkfa 1 resine veri 2 len bir başka ad. 2/ İnsanın 3 kendine karşı 4 duyduğu say 5 gı... Alev. 3/ 6 Argoda “para” anlamın 7 da kullanılan 8 sözcük... Bir 9 nota. 4/ İçine sulu şey 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ler koymaya ya 1 C I B I L T E P E rayan kap... Dinsel 2 O L U R A D I L tören ve kuralla 3 K I N A K A L A rı. 5/ Romanya’nın 4 E S P L A N plaka imi... SavZ İ G A rulmak için ha 5 Y U N A A P İ A U R zırlanan dövül 6 7 P A Ç A L A R I müş ekin yığını. A Y A Z 6/ Yankı... Yaylı 8 A M İ R bir çalgı. 7/ Sarı 9 H A Z A R B A B A tüylü kedi... Renyum elementinin simgesi. 8/ Kumaşlardaki benek... Tarih öncesine dayanan söylence. 9/ Değişmez, durağan, sabit... Geminin çektiği suyu göstermek için baş ve kıç bodoslamaları üzerine konan işaretler. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yaraların bakımında ya da başka bir amaçla kullanılan, birkaç kattan oluşmuş bez. 2/ Temel, esas... Afrika’da yaşayan, bacakları beyaz çizgili bir hayvan. 3/ Ağır, kalın, dayanıklı ve sağlam... Dövülmüş et ve bulgurla yapılan bir tür kebap. 4/ Tarım işçisi... Soğurma, emme. 5/ Teknelerdeki hamuru kazımaya yarayan araç. 6/ Kimi yerlerde kadınların boydan boya örtündükleri çarşaf... Halk dilinde ninniye verilen ad. 7/ Bir renk... Tanrı... Fas’ın plaka imi. 8/ Eskiden kökboya bitkisinden, bugün ise bireşim yoluyla elde edilen kırmızı boyarmadde. 9/ Serbest bırakma... Hayvan haklarını korumak amacıyla kurulmuş bir örgüt.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear