Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
30 TEMMUZ 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 11 Olumsuz senaryo olasılığı yüksek Kriz derinleşirse Türkiye’yi vurur TEPAV’ye göre Avrupa’daki kriz derinleşirse dış piyasalardan borçlanma imkânı azalacak, yatırım ve dayanıklı tüketim harcamaları olumsuz etkilecek. Döviz kurunun artması enflasyonu yükseltecek. Ekonomi Servisi Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), Avrupa’daki borç krizinin derinleşmesi durumunda Türkiye’de hem kurun hem de enflasyonun yükseleceğini açıkladı. TEPAV Finans Enstitüsü’nün “Ekonomide Durum” başlıklı raporunda ekonomideki olası gelişmelere ilişkin senaryolara yer verildi. Raporda, Türkiye ekonomisinde yılın ikinci yarısında neler olabileceğini Avrupa’daki olası gelişmeler ışığında değerlendirmek gerektiğine dikkat çekildi. Raporda yer alan 1. senaryoda Avrupa’da krizin şiddetlenmediği, Yunanistan’ın Avro bölgesinden çıkış olasılığının yükselmediği, İspanya’daki durumun ise daha kontrol edilebilir hale dönüştürüldüğü varsayıldı. Bu durumda döviz kuruna yukarıya doğru baskının hafifleyebileceği ve yılın son çeyreğinde enflasyonda belirgin bir düşüş olabileceği belirtildi. Ancak büyüme oranının yüzde 4.55 arasında olan potansiyel düzeyine ulaşması için bu gelişmelerin yeterli olmayacağı; Avrupa’daki krizin göreli olarak hafifleyeceğine dair daha fazla emarenin ortaya çıkması gerektiği vurgulandı. Avrupa’daki krizin şiddetlendiği varsayımı üzerine şekillendirilen 2. senaryoda ise şu ifadelere yer verildi: Krizin şiddetlenmesi halinde daha keskinleşmesi beklenir. Bu durumda risk alma iştahı ve yükselen piyasa ekonomilerine fon akımları azalır. Döviz kuruna yukarıya doğru baskı oluşur. Aynı zamanda yatırım ve dayanıklı tüketim harcamaları olumsuz etkilenir. Bu, kredi talebini azaltır. Hem riskin artması hem de dış piyasalardan borçlanma olanaklarının azalması kredi arzını sınırlar. Sonuçta kredi hacminin artış hızı yavaşlar. Döviz kurunun artması enflasyonu yükseltir. Belirsizliğin artması ve kredi hacminin artış hızının azalması ile yurtiçi talebin dizginlenmesi enflasyona olumlu etki yapar. Ama enflasyonu yükseltici etkiler ağır basar. Dolayısıyla, bir yandan büyümenin azaldığı, ekonomik küçülmenin yaşandığı bir dönem yaşanırken, enflasyonun yükseldiğine şahit olunabilir. Aynı ortamda cari işlemler açığının da azalması beklenebilir. TEPAV’nin raporunda bu senaryolardan ikisin in de gerçekleşme olasılığı olduğunun alt çizildi. Mevcut koşulla ı r altında ikinci senaryonun yaşanm ası olasılığının biraz daha yüksek göründüğü ifade edilen raporda, “Bu durumda Avrupa’daki krizin ne kadar şiddetleneceği önem kazanıyor. Bu konuda henüz bir yargıya varmak için erken” denildi. Temel ve Değişimin Yönü Önce bir açıklama: Aşağıdaki fıkranın gerçek kişi ve kuruluşlarla hiçbir ilgisi yoktur. Çok yakın iki arkadaş olan Temel ve Dursun’un araları fena bozuluyor; yine de görüşüyorlar. Temel bir sabah: Dursun, dün gece seni ruyamda gordum diye başlıyor. Sen elmişsun, mezarında otlar çıkmış, benim Kinali (inek) onları yemiş; sonra da gelmiş yolun ortasına pislemiş; uzerunden dumanlar çikayi.. Ben de sağa (sana) baktum, baktum ve Ula Dursun ne kadar da değişmişsun dedum! Aradan birkaç gün geçer. İntikam ateşiyle yanıp tutuşan Dursun, Temel’e döner. Ula Temel ben da seni ruyamda gordum; sen elmişsun, mezarunun ustine otlar bitmiş, benim Sarikiz seni yemiş; gelmiş yolun ortasına etmiş; uzerunden dumanlar çikayi… Ben de sağa baktum, baktum ve Ula Temel hiç değişmemişsun dedum! ??? Cumhuriyetin kuruluş değerleri, özellikle de 1950 sonrasında adım adım ve yıkıma varan çok olumsuz yönde değişime uğradı. Olumsuz değişimlerden biri kadınerkek eşitliği anlayışıdır. Gazeteci Umay Aktaş Salman iyi bir gazetecilik örneği sergiledi. Cumhuriyet Kadını Evrim Geçiriyor başlıklı haberinde bir bilimsel araştırmayı özetledi (Radikal, 22 Temmuz). Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu’nun ÇEV Yayınları’ndan (2006) çıkan “Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet” adlı yapıt, kadın algısının nasıl değiştiğini gözler önüne seriyor. Salman’la görüşen Gümüşoğlu, son derece açık, anlaşılır olan kuruluş yılları ders kitaplarının soran, sorgulayan eleştirel bakmayı sağlayan bir içeriğe sahip olduğunu; çocuğa ve kadına eşitlikçi baktığını vurguluyor. Ve ekliyor: Günümüz kitapları ise genel olarak ezberci, bilimsel yaklaşımdan yoksun, batıl inançları içeren örneklerle dolu. Salman’ın özetlediği örnekler de her şeyi anlatıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında ders kitaplarında… kadın işierkek işi ayırımı yok. 1950’den sonra ise “Baba evin direği” oluveriyor; babanın yanında yemek yapan, sökük diken, çamaşır, bulaşık yıkayan bir anne yer alıyor; kadınlar sürekli yemek, reçel, turşu, salça yaparken, ev temizlerken, ütü yaparken, örgü örerken gösteriliyor. İlginç örneklerden biri de esnaf destanının geçirdiği değişim. 1935 yılının 5. sınıf okuma kitabında “Biz esnaf takımı severiz işi / Çalışırız, yaşarız erkek dişi” derken, 1952 yılında aynı dörtlük “Biz esnaf takımı severiz işi / Çalışkan gayretli birer er kişi” oluveriyor. Gümüşoğlu’nun araştırması, Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından biri olan çocuğun eğitimini ve kadının toplumsal konumunu çağdaş bir anlayışa taşımayı amaçlayan yaklaşımının ve kadınerkek eşitliği ilkesinin, 1950 sonrasında, sinsice çocukların zihinlerine kazınarak adım adım terk edilişinin bilimsel belgesidir. ??? Eğitim ve kadınerkek eşitliği konularında ülke, Temel fıkrasında olduğu türden bir eskiye dönüş yaşıyor. Cumhuriyetin kadınerkek eşitliği düşüncesini dönüştüren uygulamalar son on yılda giderek yoğunlaştı; adına ister töre ister sözüm ona namus cinayeti denilsin kadın ölümleri çok arttı; bilinebildiği kadarıyla aile içi şiddet tırmandı; bu sürecin eğitimdeki 4+4+4 ile, geometrik dizi, yani 1, 2, 4, 8 biçiminde katlanarak artacağı çok açıktır. Buna karşın, AKP Türkiyesi’nde kendilerini bilim insanı sayan kimileri Cumhuriyetin kuruluşunun temeli olan düşünce sistemini, özellikle eğitime ve kadına bakışının gerçek niteliğini görmezlikten gelerek, onu aşırı sağcı, giderek faşist olarak adlandırma hastalığına kolayca tutuluyor; Cumhuriyetin kuruluş değerlerini karaladıkça birilerinin gözünde kendi değerlerinin artmasından kişisel yarar sağlamaya çalışıyor. Böyle olunca da her türlü baskıyı göze alarak bilimsel gerçeği arama kuralını içselleştiren Gümüşoğlu gibi bilim insanlarına ve Salman gibi gazetecilere çok iş düşüyor! Fiyat baskısı nedeniyle üç yıldır üretimde yaşanan yüzde 10’luk artışı kâra dönüştüremeyen şirket çareyi ihracatta buldu Zentiva Lüleburgaz’da 39 yeni molekül üretecek Devletin ilaç politikasındaki fiyat baskıları nedeniyle son yıllarda yeterli kâr sağlayamadıklarını ve istihdam yaratamadıklarını dile getiren Aslan, 20122016 arasında daha önce üretilmemiş 39 yeni molekülün Lüleburgaz’da üretileceğini açıkladı. 34 ülkeye 74 milyon TL’lik ihracat ArGe’deki başarılarının ihracat rakamlarına da yansıdığını belirten Şahin Arslan, Lüleburgaz’daki Zentiva Üretim Tesisleri’nin 2011 ihracat şampiyonları arasına girdiğini vurguladı. Zentiva Üretim Tesisleri geçen yıl aralarında Almanya, Fransa, Avusturya, Hollanda, Kazakistan, Özbekistan, Litvanya, Macaristan, Danimarka, Ürdün, Azerbaycan’ın da bulunduğu 34 ülkeye, yaklaşık 25 milyon kutu, 58 milyon tablet ürün ve toplamda yaklaşık 75 milyon TL ihracat yaptı. Zentiva’nın, 2011 IMS satışları ve ihracat toplamı ise 367 milyon TL. Türkiye’de ArGe merkezi belgeli tek çokuluslu şirket OLCAY BÜYÜKTAŞ AKÇA PRAG Avrupa ilaç sektörünün önde gelen şirketlerinden Sanofi Grubu bünyesinde faaliyet gösteren eşdeğer ilaç kuruluşu Zentiva Türkiye’nin en büyük üretim merkezlerinden Lüleburgaz’daki tesislerini dünyanın ilaç üretim üssüne dönüştürüyor. Zentiva Türkiye Genel MüZentiva Lüleburgaz tesisdürü Şahin Arslan ile Zentiva Dünlerinin üretimin yanında ya Başkanı Jérôme Silvestre , e ArG dünya çapında bir Prag’da düzenledikleri toplantıda, e şmey dönü ezine merk şirketin Türkiye’deki faaliyetlerini ve başladığını söyleyen Arsyatırım planlarını paylaştı. iTürk ın, lan, “Zentiva’n bera Sanofi Grubu’nun Türkiye pazasıyla atma adım ye’ye rındaki ürünlerinin yüzde 70’inden ber ülkemizdeki en büyük fazlasının Lüleburgaz tesislerinde üretim ve ArGe merkezini üretildiğine dikkat çeken Arslan’ın yönetir duruma geldik. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı verdiği bilgiler özetle şöyle: tarafından tescillenen Lüle? Bugün Zentiva’nın Lüleburgaz burgaz Tesisleri ArGe Tesisleri, aralarında Almanya, ABD, Merkezi ile Zentiva, TürkiAvustralya, Danimarka’nın da buye’nin ‘ArGe Merkezi Bellunduğu 13 ülkeden kalite onayı alafirgeli’ tek çokuluslu ilaç rak uluslararası üretim üssü haline ması oldu” dedi. ArGe dönüştü. merkezine 2011’de 17.2 ? 2013’te Amerika, İspanya, gerım milyon TL’lik yatır Fransa, Portekiz, İngiltere, İtalya, yen söyle ini ikler ştird çekle Kore ve İsveç’te üretilen 19 ürünün Şahin Arslan, bu alanda Türkiye’ye transferinin tamamlanson beş yılda yatırımları yüzması planlanıyor. da ı dam istih 50; e yüzd ? Şu anda yurtdışında üretilip yede 30 oranında artırdıklarını ifade etti. Esad’dan sonra yıllarca sürecek bir çatışma ortamının kaçınılmaz olacağını” iddia ediyor, bunu önlemek için “önce bir dış gücün yönlendirici elinin gerektiğini” savunuyordu. Tabii ki bu dış güç de Amerika’dan başkası olamazdı. Liberal emperyalizmin (demokrasi götürmek için askeri müdahale, işgal vb.) önemli propagandacılarından, New York Times yorumcusu Tom Friedman, salı günü yorumunda, “çok mezhepli, azınlık bir klan tarafından Baas ideolojisiyle ve demir yumrukla yönetilen Suriye, bu özelliklerinden dolayı aynı Irak gibidir” saptamasının ardından, böyle bir rejimden çağdaş bir demokrasiye, Hobbesçi (herkesin herkesle savaştığı) bir dünyadan geçmeden ulaşılamayacağını, dolayısıyla bu geçişi kolaylaştıracak bir ebeye gerek olduğunu vurguluyordu. Hiç gönlü elvermiyormuş, ama bu ebeliği ancak ABD’nin doğrudan müdahalesi yapabilirmiş. Aynı gün, Tony Karon Time’da “Beş kâbus...” başlıklı yazısında, “Suriye’ye yabancı askeri güçlerin girmesi, Esad’ı devirmek için değil, Esad devrildikten sonra patlak verecek şiddeti önlemek için gerekli olabilir” diyordu. Bir gün sonra Financial Times’da James Blitz, “rejim ve isyancılar bir karşılıklı imha kısırdöngüsüne saplanmış görünüyorlar” saptamasının ardından, “Batılı güçlerin müdahale olasılığı artıyor” diyordu. Blitz aynı gün yayımlanan hafta boyunca geniş yankı uyandıran “Collusion course for intervention” başlıklı, Royal United Services Institute uzmanları tarafından hazırlanan bir raporu aktarıyordu. Raporun yazarlarına göre “iç Şahin Arslan Jérôme Silvestre Jérôme Silvestre: Türkiye, Zentiva için özel bir öneme sahip Zentiva Başkanı Jérôme Silvestre de Zentiva’nın, eşdeğer ilaç üretiminde Avrupa’nın üçüncü büyük şirketi olduğunu hatırlatarak, “Dünyada 35 pazarda faaliyet gösteren Zentiva için Türkiye özel bir öneme sahip” diye konuştu. rel üretim için transfer çalışmaları yürütülen ürünlerin toplam hacmi yaklaşık 30 milyon ambalaj. 20122016 arasında, daha önce üretilmemiş 39 yeni molekül de Lüleburgaz’da üretilecek. Kapasite artırıldı ? 2010’da Zentiva’nın Sanofi Grubu’na katılmasıyla Türkiye’de fason olarak üretilen 51 ürün Lüleburgaz tesislerine taşındı. 2012’de 19 Sanofi ve Zentiva ürünü Lüleburgaz’a taşındı. Fabrikanın kapasite kullanımı da önem li ölçüde artırıldı. ? Zentiva’nın Lüleburgaz’daki üretim merkezi, Sanofi Grubu’nun tüm dünyada sahip olduğu fabrikalar arasında kapasite bakımından ilk sıralarda yer alıyor. ? 20. yılını kutlayan Lüleburgaz tesisleri, üç vardiya bazında, yıllık 425 milyon kutu kapasiteye sahip. Tesislerde 2010’da 187 milyon kutu üretim, 2011’de de 230 milyon kutu üretim gerçekleştirildi. ? Tesislerde toplam üretimin yüzde 51’i farklı ilaç şirketleri için, yüzde 49’u da Zentiva ve Sanofi Grubu için yapıldı. deyse noktasına virgülüne kadar orada okumuştum. El kitabı, gerektiğinde geniş çaplı askeri hareketlere açılan, bir işgal gücünün girişine zemin hazırlayan bir yöntem olarak tasarladığı UW sürecini, “Hazırlık, İlk temas, Sızma, Örgütleme, İnşa, Konvansiyonel güçlerle birleşecek harekâtlar, Ulusal denetimi ele geçirerek düzenli orduya geçerken var olanı dağıtmak” olarak planlıyordu. 6. ve 7. aşamanın konvansiyonel savaşa, müdahaleye karşılık geldiği söylenebilir. Geçen hafta izlediğim yayın ve tartışmalardan, ABD ve İngiltere’de (ve Avrupa’da) birilerinin en azından 6. aşamaya gelindiğini düşünmeye başladığı izlenimini edindim. UW stratejistleri, Esad’ın rejiminin en üst düzey dört üyesini öldüren terör saldırısından, isyancıların tutunamasalar bile büyük kentlerin merkezlerinde eylemler düzenlemeye başlamalarından, rejimi taraf değiştiren üyelerinin sayısındaki artıştan, isyancıların saldırılarının rejimi yeterince “yumuşattığını” düşünmeye başlamış olabilirler. Suriye tartışmaları, bir taraftan kimyasal silahlara, diğer taraftan isyancı güçlerin, gittikçe parçalanmakta olmalarına, Irak, Libya, Tunus gibi ülkelerden gelen Selefi gurupların, El Kaide kadrolarının sayılarının, etkilerinin artmaya başlamasına (ya bu kimyasal silahlara erişirlerse) kaydı. Geçen hafta yorumlarda, iktidar boşluğunun oluşmaya başlamasına daha fazla vurgu yapılıyordu. Bunlara isyancı grupları, Suriye ordusunun çoğunluğunu da kapsayacak bir biçimde bir Geçen haftaya kadar ABD ve İngiliz medyasında sunulmakta olan “Suriye” resmi bu hafta değişmeye başladı. Geçen haftaya kadar sunulan resmin ana çizgileri şöyle özetlenebilir. Suriye coğrafi ve demografik açılardan Libya’dan farklıdır. Rusya ve Çin’in stratejik desteği, NATO eliyle askeri müdahaleye zemin hazırlayacak bir kararın BM Güvenlik Konseyi’nden çıkarılmasını önlüyor. Türkiye ve Körfez ülkelerinin tüm parasal askeri desteğine karşın Suriye rejimine karşı savaşan güçler çok parçalı ve yetersiz. ABD doğrudan bir asker müdahaleye önderlik etmekten yana değil. Tüm bunlar, bu koşullarda Esad rejiminin daha uzun bir süre dayanabileceğini, hatta bu siyasi krizi atlatarak ayakta kalabileceğini düşündürüyordu. Geçen hafta başından bu yana bu resim değişmeye başladı. İsyancıların kapasitelerine ilişkin güvensizlik, yabancı kaynaklı Selefi savaşçıların etkilerine ilişkin kaygılar artıyor. Esat rejiminin çökme sürecine girdiğine ilişkin bir sav giderek yaygınlaşıyor. Bu ikisi birlikte Esat rejimi çöktükten sonra Suriye’de ve bölgede yaşanması olası sarsıntılara ilişkin kaygılar, “Esat rejiminin elindeki kitle imha silahlarına ne olacak” sorusuyla birlikte öne çıkıyor. Bu resmin içinde ABD’nin doğrudan müdahale etmesinin gerektiğine, artık böyle bir müdahalenin zamanının gelmeye başladığına ilişkin bir söylem güçlenmeye başladı. Neocon çevreler zaten askeri müdahalenin gerekli olduğunu savunuyorlardı. Önceki cumartesi Amir Taheri New York Post’ta “ayaklanmanın bölgenin olumlu ve olumsuz tüm enerji ve çelişkilerini içerdiğini, bu enerjiyi demokratikleşmeye yönlendirmenin bir yolu bulunmazsa Suriye’nin Yeni ‘Resmi’ I savaş kaosu” içinde, Suriye’nin kimyasal silah stoklarının güvenliği ve bölgeyi hızla etkisi altına almaya başlayan uluslararası çatışma riski, süreci dışardan seyretmeyi artık olanaksızlaştırmaya başlamış”. Rapor, “Biz müdahaleye doğru gitmiyoruz, müdahale bize doğru geliyor” diyormuş. odele göre yeni “aşama” yeni söylem Raporun yazarlarından Albay Richard Kemp’in “En önemli istihbarat yalnızca, özel birliklerin ulusal istihbarat ajanslarının sahada yaptıkları gizli operasyonlarla elde edilebilir. Bu operasyonlar sabotajları, rejime karşı askeri darbe kışkırtmayı da kapsar” sözleri bana, size iki hafta önce çarşamba günü aktardığım, Pentagon’un “TC 1810” (Unconventional Warfare) el kitabını anımsattı. Bu satırları nere M Suriye ‘Irak’laşacak mı?’ leştirecek lider arayışını, rejim döneği Tuğgeneral Manaf’ın adının aniden devreye girmesini, Brüksel’in “Suriye Ulusal Kongresi’ne” güvenini ve ilgisini kaybettiğine ilişkin haberleri ekledik mi, “yeterince yumuşattık” algısıyla uyumlu bir görüntü oluşuyordu. Tam bu sırada, çarşamba günü, ABD’de her iki partiden, ünlü “Neocon” siyasetçileri de içeren bir grup, Obama yönetimini, liderlik yapmaya, bir an evvel Suriye’ye askeri müdahaleye, adeta Bush’un birinci dönemindeki, Irak savaşı öncesi stratejiye geri dönmeye çağıran, ABD’nin “olağanüstü ülke” olduğunu anımsatan ortak imzalı bir deklarasyon yayımladılar ( Christian Science Monitor, 26/07/12). Cuma günü bu koroya Bush’un Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice da katıldı. Rice, “ABD herhangi bir ülke olmadığını anımsamak zorundadır” başlıklı yazısında “9/11 saldırısı, finansal kriz ve Arap ayaklanmaları, ABD’nin yaşamsal çıkarlarının kalbine vurdu. ABD uluslararası sistemin tektonik plakalarının yerine, dünyayı daha güvenli, özgür ve zengin yapacak biçimde yerleşmesini istiyorsa liderlik etmekten kaçınamaz” diyordu. Rice, adeta ABD başkanlık yarışında, bir dış politika manifestosu olarak yazılmış izlenimi de veren denemesinde, ABD’yi yeniden dünya liderliğini üstlenmeye çağırıyordu. Kaba hatlarıyla tanımlamaya çalıştığım bu resim Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale olasılığının artmaya başlamasından öte bana iki şey daha söylüyor. Suriye’de olan Suriye’de kalmayacak. Yayılacak kaos içinde siyasal İslam yükselmeye devam edecek. AKP dış politika hedeflerini bir kez daha büyük düş kırıklıkları bekliyor. Faturayı da yine halklar üstlenecek tabii ki... (Çarşamba günü devam ediyorum...) G. Kore ile serbest ticaret 1 Ağustos’ta başlıyor Ekonomi Servisi Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Güney Kore ile Serbest Ticaret Anlaşması’nın (STA) 1 Ağustos’ta imzalanacağını söyledi. Anlaşmanın tamamlanmasının ardından yürürlüğe girmesiyle Türkiye aleyhine 1’e 12 oranında seyreden dış ticaretin dengeli bir yapıya kavuşturulması, işadamları arasında işbirliğinin geliştirilmesi ve Kore yatırımlarının artırılması hedefleniyor. Çağlayan, Güney Kore ile başlatılan STA müzakerelerinde sona gelindiğini belirterek “Anlaşma ile ihracatçılarımızın Güney Kore pazarında uğradıkları haksız rekabet engellenecek. STA’ya göre taraflar 10 yılın sonunda tüm tarife satırlarının yüzde 90’ında gümrük vergilerini sıfırlayacak. STA ile Türkiye’nin Kore’ye halihazırdaki ihracatının yüzde 93’ü Kore’ye vergisiz olarak gerçekleşecek” dedi. C MY B C MY B