23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16 TEMMUZ 2012 PAZARTESİ 6 KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ Metis Yayınları Yayın Yönetmeni Semih Sökmen’le, düşünce ve ifade özgürlüğüne uygulanan baskılar üstüne , iktidara karşı CELÂL ÜSTER İKTİDARI ÜRKÜTÜYOR Türkiye’den pek çok iktidar geldi geçti. Pek çok hükümet değişti ama kitapların toplatılması ya da yargılanması hep sürdü, sürüyor da. Değişen dönemlere göre toplatılma, yargılanma gerekçelerinde değişiklikler oldu yalnızca. Bir zamanlar Marxçı kitaplar toplatılırdı. Son zamanlarda din, ahlak, müstehcenlik gibi gerekçeler ya da Kürt sorunu ağır basıyor. Bu ülkede kitapların toplatılmadığı, yayıncıların, yazarların ya da çevirmenlerin yargılanmadığı bir dönem gelmeyecek mi? Kitaplar, bağımsız, özerk seslere ifade olanağı sağlıyor. Sermaye ilişkileri nedeniyle kolaylıkla iktidarın kontrolü altına girebilen diğer medyalara göre kitaplar her zaman daha bağımsız kalabilen ifade araçları. Bir de tuhaftır, düşük tirajlarına rağmen kitaplar eski taş yazıtlara benziyor. Kalıcılıkları nedeniyle, otoriteleri nedeniyle olayları mühürlüyorlar, bu nedenle de iktidarın gazabına uğruyorlar. Akışkan medyalarda, örneğin günlük gazetede yayımlanmış bir grup haberi kitap halinde yayımladığınızda, bir bakıyorsunuz dava konusu olmuş. Belge olarak geleceğe aktarıldığı için iktidarı ürkütüyor. Her problemini şiddet araçlarıyla çözmeye alışmış bizimki gibi bir toplumda değişim gerçekten çok zor. Fotoğraflar: UĞUR DEMİR Türkiye Yayıncılar Birliği, 1995’ten bu yana her yıl düşünce ifade özgürlüğü için savaşım veren yazar ve yayıncılara ödül veriyor. Bu yıl Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’ne değer görülenlerden biri de yayımladıkları kitaplar toplatılan ve yargılanan tüm yayıncıları temsilen, Metis Yayınları’nın kurucularından ve sorumlu yayın yönetmeni Semih Sökmen’di. Sökmen’in, Nadire Mater’in “Mehmedin Kitabı” (19992001), Filiz Bingölçe’nin “Kadın Argosu Sözlüğü” (200204), Elif Şafak’ın “Baba ve Piç” (2006) adlı kitaplarına açılan davalarda Metis’in sorumlu yayın yönetmeni olarak yargılanmış ve aklanmıştı. Metis’in 2010’da yayımladığı “inanmama hakkı” konulu “İllallah” ajandası hakkında “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağıladığı” savıyla açılan davada yargılanmakta olan Sökmen, düşünce ve ifade özgürlüğü, kitaba uygulanan baskılar ve bireyin haklarına ilişkin düşüncelerini anlattı. ? Türkiye Ya Düşünce ve yıncılar Birliği’nin 20 12 İfad sahiplerind e Özgürlüğü Ödülü kitapların en Semih Sökmen, bağım olanağı sa sız seslere ifade ğ Kitaplar, m ladığı kanısında. edyaya ora bağımsız k nla, daha Kalıcılıklar alabilen ifade araçla ın rı. gazabına u edeniyle de iktidarın ğruyorlar. tün lumdaki bü p to r, a d ti e ? “İk izlikleri din eli bir ts e iy n u n me m hlik erek çok te d e e m ü c r te li yor. Bu den oyun oynu ıp rıl siyasallaştı ildiği için sonuçta tir dünyevileş üyük zararı b bundan en n biri de dinin de görecekler k. ‘İllallah’ ca kendisi ola asının açılması av ajandası d suçtur.” ir anayasal b tünde tutması lazım. lanmaya özendirilen çocuk reşit değildir, doğruyu yanlışı ayırt edebilecek durumda değildir. CHP ve Çizmeler? Kurultaya Giderken CHP Kongresi yapılacak. İzler miyim bilmiyorum. CHP son yıllarda üzerinde en çok tartışılan parti. Eski CHP eleştirildi, halkla ilişkileri yok dendi, tek adam Baykal, o da tembel dendi, programı yok dendi, sadece nutuk atılan parti, örgüt çalışmıyor, 6 oku işletmiyor, parti içinde adamlar budanıyor.. vs vs... Bunlardan çoğu da doğruydu. Tepesi nasılsa, en alta kadar bütün örgüt öyledir! Aşağı örgütlenmesi doğru, ama tepe anlayışı yanlış örgüt olmaz! Veya tersi! Şimdi yeni CHP’ye de saldırılıyor... Bunların önemli bir kısmının siyasi amaçlı, CHP’den seçmen kitlesi koparmaya yönelik olduğunu görüyorum. Yerden yere vuruluyor... Sapmışlığından tutun, Kürt politikacılara kucak açmasına kadar... Şüphesiz, kimi siyasi görüş farklılıklarından kaynaklanan, ama büyük çoğunluğu salt iktidar savaşı amaçlı... CHP hep böyledir. Kılıçdaroğlu gitsin aynı eleştiriler ve saldırılar bu kez yer değiştirecektir... Hatta Kılıçdaroğlu’na karşı ittifak kuranlar birbirini yer! Herkesin bir beklentisi var.. Mesela Bekir (Coşkun) ayaklarına bakar Kılıçdaroğlu’nun çizme var yok mu!! Bekir’le uyuşurum, ben de ayaklarına ne giymiş bakarım. Çizme tabii ki bir simge! Mücadele simgesi! Bazen giyer bazen çıkarır, bazen unutur... Dışarıdan bindirilince yeniden giyer sahaya çıkar! ??? Şuna da bakarım: Örgütünü çalıştırıyor mu? Layık olan yükseliyor mu partide? Programı nasıl! Seçmenle ilişkisi var mı? Parti örgütünü çalışkan siyaset profesyonelleriyle mi kuruyor, yoksa yaka rozetçileriyle mi? Partiye, birbirini veya diğerini tasfiye etmeyi ilke edinmiş insanları mı dolduruyor, yoksa çeşitli görüşlerle birlikte iktidar için çalışmayı ilke edinenleri mi... Bir toplantıda şahit oldum, birileri Kılıçdaroğlu’na öğütler veriyordu, ulusalcıları sonuna kadar tasfiye et diye... Ne dediğinin ve sonuçlarının farkında olmayan, üstelik arkasında da yumurta küfesi taşımayan insanlar... Neden tasfiye edilsin “ulusalcılar”? Kim bunlar? Ulusunu, ülkesini sevmenin “ulusalcılık” olarak tu kaka edilmesine tamamen çanak tutan kavramları neden alıp kullanırlar? (*) Tam tersine! CHP bu kavramları doğru yerlerine oturtmakta görevliydi! Ümmetçilerin, Amerikancı ulus bozucuların kasıtlı propagandasına teslim mi olacaksınız? Tasfiyeci zihniyet, her yönden CHP’yi küçültür. Binbir zorlukla, yok vitrine yeni adam alalım, yok şu sloganı kullanalım, yok şu kesimlerle şöyle ilişki geliştirelim diyerek, seçmeninizi çoğaltma gayreti içinde olurken.. CHP’nin köklerini budamaya yönelik öneriler bana çok komik gelir... Bunun da ötesinde, CHP yıkıcılığı olarak görürüm.. CHP Kürtlerle de parti içinde birleşmeli... Belki 10 milyon Kürt seçmenini, daha da önemlisi Kürtleri itecek misiniz yoksa CHP içinde birliği mi kuracaksınız. Geldiğimiz noktada, Kürt ayrılıkçılığı üst noktalara tırmandı... Buna karşı “Türk milliyetçiliği”, Türkçü tezlerle konuya yaklaşmanın, ayrılıkçılığı körükleyeceği düşüncesindeyim. Bugün başka bir gerçeklikle karşı karşıya Türkiye... Birlik yönünde siyaset üretemezsek, yandı gülüm Türkiye! ??? Siyaset çok sert! Karşımızda gerçekten firavunlaşan bir iktidar ve lideri var! Adım adım din ve ümmet temelinde dönüştürülen bir Cumhuriyette yaşamaya başladık... CHP’ye bel bağlamış milyonlar endişeli, acillik tepede! Duygu ve düşünce şöyle: Hemen bir şeyler olmalı, hemen şimdi, yoksa yarın çok geç! Hatta şöyle diyenler: Artık yapacak bir şey yok, her şey bitti, ne yapsak boşuna, Türkiye ve geleceğimiz elden gitti! Böyle koşullarda siyaset yapmak zor. Ama bu durum CHP ve liderine (ve bütün sola) görevler de yüklüyor: Umutsuzluğu yok etmek, insanları canlandırmak, sürekli hareket ve bereket içinde olmak... RTE ile dans değil mücadele etmek.. Çok büyük bir politik program çerçevesinde... CHP’nin beyinleri durmadan üretmeli... Kılıçdaroğlu değil sadece... Hey beyinler, “hani çizmeleriniz!” Giydikleriniz yetmiyor, farkında mısınız? ??? Bu konuda yazılacak çok şey var şüphesiz ki! Ama ben CHP’den ne beklerim sorusuna, dün telefonda konuştuğumuz Ümit Zileli’ye söylediklerimi Nejat Yavaşoğulları’nın şarkısında özetleyerek tekrar edeyim: Acil Demokrasi! Büyük bir demokrasi restorasyonu! Demokratik uygun ortam yaratmalıdır bir CHP (iktidarı)... Daha insanca ve hakça bir düzen, ama acil demokrasi, toplum olarak, kurum olarak, devlet ve yapı olarak... Dünkü gazetemizde Kılıçdaroğlu iyi şeyler söyledi... Onlara da bakacağız. (*) Bknz Ulus Yıkıcılığı Zamanları kitabım, Cumhuriyet Kitapları, AHLAKIN SIFIRA İNDİĞİ YER Müstehcenlik kapitalizmin bir parçası mı yani? RTÜK’ler, Muzır Kurulları vs. çok kötü bir oyun oynuyorlar. Bu kültür baştan aşağı ataerkil müstehcenliğin hegemonyası altındadır. Eğer kendi düsturlarına gerçekten sadık olsalardı, neredeyse her şeyi yasaklamaları, toplumu iptal etmeleri gerekecekti. Müstehcenlik olmadan kapitalizmin çalışması imkânsızdır. Bu anlamda kendi ahlaki yargılarımızı geliştirmekten ve ifade etmekten korkmamamız lazım. Ahlakın sıfıra indiği yeri din ve başka ideolojiler dolduracaktır. AZINLIĞIN HAKLARI Metis Yayınları, 2004’ten bu yana sıra dışı ajandalar yayımlıyor. Toplumsal yaşama ilişkin belirli bir tutumu, duruşu yansıtan ajandalar… 2010’un “İllallah” başlıklı ajandasının konusu “inanmama hakkı”ydı. Bu ajanda, “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağıladığı” gerekçesiyle yargılanıyor. “İnanmama hakkı”nın savunulması, “inanma hakkı”nın yok sayılması olabilir mi? Bireyin herhangi bir hakkının savunulması, başka kesimlerin benimsediği değerlerin aşağılanması anlamına gelebilir mi? Yoksa gerçek demokrasiler, tam da herhangi bir alandaki azınlığın, hatta tek bir bireyin haklarına sahip çıkan demokrasiler midir? Aynen katılıyorum. Anayasanın bir kişi olarak bana tanıdığı o hak, din (tutacağım yol) ve vicdan hürriyeti, benim bir insan olarak inancımı, inançlar arasındaki tercihlerimi, inancıma bağlı olarak nasıl ibadet edeceğimi ama aynı zamanda kuşku duyma ya da inançsız olma tercihimi ve bunu ifade etmemin hakkım olduğunu dile getiriyor. Neden? Çünkü boş insan, yolsuz insan yoktur. İnanmamak da sonuçta bir inançtır da ondan. Bu anayasa hükmü bir süs ya da aksesuar değil. Ben bu hakkımı en kapsamlı bir şekilde kullanabileyim diye var. Bir insan olarak farklı inançtan kişiler, gruplar, cemaatler tarafından baskı altına alınmamam için var. destek, davaları izlemek ve iktidar çevreleri üzerinde baskı uygulamak şeklinde oluyor. Bu desteği en fazla aldığımız dava Nadire Mater’in “Mehmedin Kitabı” oldu. Sonuçta bu davalarda ortada bir suç yok. Siyasi nedenlerle düşünce yoluyla işlenmiş bir suç icat ediliyor. Yasalar bu amaçla kullanılabilmek için kasıtlı olarak muğlak bırakılmış. İktidar bu muğlaklıkları bir yönetim stratejisi olarak kullanıyor. ‘MÜSTEHCEN’ NEDİR? Son birkaç yıldır toplatılan ve yargılanan kitaplar arasında Sel Yayıncılık’ın CinSel dizisinden çıkan yapıtlar da var. Aralarında Fransız ozan Apollinaire’in de bulunduğu bazı yazarların cinsel yönü ağır basan bu yapıtlarını sansürlemeden, otosansür uygulamadan yayımladığı için başı belaya girdi Sel’in. Sence, “müstehcenlik” nedir? Bir edebiyat yapıtında müstehcenlik söz konusu olabilir mi? Ya da “müstehcen” ile “erotik” arasında bir ayrım yapmak gerekir mi? Biraz değişik, geniş bir tanımım olacak: Bence “müstehcen”, bir vaadin yerine getirilmemesidir. Gösterip de vermemektir. Bu genellikle dinlerin ahlaki yargıları nedeniyle çıplaklık, kadın çıplaklığı ya da cinsellik olarak anlaşılıyor. Oysa bunca yoksulluğun olduğu bir dünyada televizyonda mükellef bir yemek göstermek de aslında benim ahlakıma göre müstehcendir. 9 yaşında bir kız çocuğuna makyaj yapıp gelinlik giydirmek müstehcenliğin daniskasıdır. Aynı televizyon kanalında sadece beş dakika sonra birilerinin bundan hiç söz etmeksizin “tecavüz” hakkında konuşması daha da müstehcendir. Pornografi de böyledir. Ama daha masum görünen örnekler, mesela bir şirketin reklamlarında sürekli çocukları oynatarak istismar etmesi de müstehcenliktir. Çünkü hem vaadin (cep telefonu) yerine getirilmesi paraya bağlıdır, hem de cep telefonu kul İFADE HAKKININ GASPI Bu davalar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi temelinde açılabilir miydi? 1960’lardan bu yana, Türkiye’de açılmış davaların muhtemelen hiçbiri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi temelinde dava olması mümkün olmayan şeyler. Bu sözleşmeye imza atmış bir devlet olarak Türkiye Devleti, bu davaları yürüterek, bu sözleşmeyle çelişen bir yerel hukuku koruyarak ve icra ederek, aslında sürekli ve istikrarlı bir şekilde suç işliyor, hüküm giyiyor ve ödediğimiz vergilerle tazminat ödüyor. Bu davaların sadece açılmış olması bile, baskı ve tehdit yoluyla, düşünce ve düşünceyi ifade hakkının gaspedilmesidir. HAK ARAYIŞLARI Düşünce ve ifade özgürlüğü bir hak ve ihtiyaç olarak algılanıyor mu? Düşünce ve ifade özgürlüğü bizlerden çok toplumun hak arayan kesimleri için büyük bir ihtiyaç. Asıl onların kullanması gereken bir hak. Sanırım onlar bu haklarına sahip çıktıkça, bu haklarını kullandıkça durum değişecek. Bunu umut etmek istiyorum. Metis Yayınları, özellikle 12 Eylül sonrasında düşünce ve yayın dünyasındaki baskılara karşı kampanyalara ağırlık verdi. Sence, bu tür kampanyaların nasıl bir etkisi oldu? Evet, bir özgürlük ortamının oluşması için, insanların bu kampanyalar aracılığıyla bir araya gelmesine, yardımlaşmalarına ve 12 Eylül’ün yarattığı bütün o yıkımı gerileterek düşüncenin değerli olduğu bir ortam yaratılmasına çalıştık. Bütün bu yıllar boyunca toplumda çok çeşitli hak arayışları vardı. Tanınma, kabul ve saygı görme, kamu alanında görünme yönünde büyük bir talep vardı: Kürtler, İslamcılar, kadınlar, eşcinseller, çevre ve yaşam hakları ve kuşkusuz emeğin, çalışanların hakları. Bütün bu mücadelelerin demokrasinin kurucu unsurları olduğunu düşünerek ayrım yapmadan hepsi için, bütün iktidar dışı hareketler için kitaplarla bir ifade zemini oluşturmaya çalıştık. Örneğin, örtülü genç kadınların eğitim hakkı da dahil buna. Türkiye’de girişilen bu tür düşünce ve ifade özgürlüğü kampanyaları, uluslararası düşünce özgürlüğü ve yayın kuruluşları tarafından ne ölçüde izleniyor ve destekleniyor? Örnekler verebilir misin? Biz davalarımız sırasında uluslararası kişi ve kuruluşlardan her zaman büyük destek aldık. Bu SEKÜLARİZMİN DOĞUŞU “İllallah” ajandası okurlardan nasıl bir tepki aldı? “İllallah” ajandasını yayımladıktan sonra, Türkiye’nin her tarafından mektuplar aldık: Toplum din etrafında totaliterleştiği için kendilerini baskı altında hissettiklerini, bu nedenle ajandanın kendilerini rahatlattığını, “inanmama hakkı”nın savunulmasının, bu düşüncelerin paylaşılmasının, yalnızlıklarını kırdığını yazıyorlardı. Türkiye’de Müslüman düşüncenin ve bugünkü iktidarın henüz anlayamadığı şey şu: Tarihte sekülarizmin ortaya çıkmasının nedeni inançlılarla inançsızlar arasındaki ya da dindarlarla ateistler arasındaki mücadeleler değil. Sekülarizm; inançlıların, dinlerin kendi içindeki, kendi aralarındaki uzun ölümcül kavgaların sonunda ortaya çıktı. Yani tam da dinin kendi içinden çıktı. Devlet bütün inançlara karşı nötr olsun, hepsine karşı eşit bir mesafede dursun diye çıktı. Bu anlamda sekülarizm en çok Müslümanların kendisine lazımdır. Siyasal gücü elinde tutan ve kendilerini imam ilan eden birileri dinin öyle değil de böyle olduğunu söylemeye başlar, kitabı kendi aklınızla yorumlamanıza izin vermemeye başlar. Farklı grup, cemaat, din, mezhep karşısında ne tür inançları olursa olsun insanları koruyabilmek için lazım sekülarizm. Bu noktada iktidarın tutumunu nasıl değerlendiriyorsun? İktidar, toplumdaki bütün memnuniyetsizlikleri dine tercüme ederek çok tehlikeli bir oyun oynuyor. Bu denli siyasallaştırılıp dünyevileştirildiği için sonuçta bundan en büyük zararı görecek olanlardan biri de dinin kendisi olacak. “İllallah” ajandası davasının hiç açılmamış olması gerekirdi. Bu davanın açılmış olması bir anayasal suçtur. KÜLTÜREL IRKÇILIK Batı demokrasilerine bakarsak… Çok önemli bir husus: Batı demokrasisi kendinden menkul, kusursuz ve homojen bir bütün değil. Vaaz ettiği gibi “evrensel” de değil, kültürel ırkçılıktan musdarip. Biliyoruz ki bizimki gibi kör topal demokrasiler olmasaydı Batı demokrasisi ayakta duramazdı. Para, ticaret, karşılıklı ilişkiler vs. söz konusu olduğunda bizim gibi ülkelerdeki insanların hakları çok kolay gözden çıkarılabiliyor. Bu yüzden bizler gibi demokratik alanın sınırlarını genişletmek için mücadele eden insanların, birbirlerinden yardım almayı, kendi toplumlarıyla konuşmayı her şeyin üs Özgürlük uğraşında öncü 12 Eylül askeri darbesinin hemen ardından, 1982’de kurulan ve yazınsal yapıtların yanı sıra düşünsel ve kuramsal kitaplarıyla da öne çıkan Metis Yayınları, düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi amacıyla yayıncıların bir araya geldiği ortaklaşa girişimlere öncülük etti, 12 Eylül’ün toplumda yol açtığı kültürel yıkımı giderecek kampanyalara ağırlık verdi. Bu kampanyalar arasında, kitabın bir “suç öğesi” olarak gösterilmesine karşı “Yaşasın Kitap” (198286), kültürel erozyona karşı “Kitabı Geri Getirelim” (1986), Henry Miller’ın bazı bölümleri “müstehcen” bulunan “Oğlak Dönencesi” adlı romanının 39 yayınevince ortaklaşa yayımlanması (198687), “Düşünce ve İfade Özgürlüğü: Hemen Şimdi Herkes İçin” (1995) sayılabilir. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear