25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 14 MAYIS 2012 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Zamane Darbecisi Zihni Süpürmek MÜMKÜN olduğu kadar kısa zamanda çözmeniz gereken önemli sorunlarınız varsa, zihninizi uzun süredir meşgul eden ve pek kapıya dayanmış durumda olmayan konulardan temizlemeniz gerekir. Kıbrıs sorunu bu tanımlamaya tam girmiyor. Uzun zaman zihnimizi meşgul etti ama artık pek meşgul etmiyor. Önemini de ilk bakışta bizim için kaybetmiş görünmekte. Ama bizler, yani Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Türkler için öyle de Kıbrıs Türkleri için aynı şeyi söyleyebilir misiniz? Onlar açısından artık kapıya dayanmış ve artık daha ertelenmesi tehlike doğuracak kerteye gelmiş bir sorun söz konusudur. Üstelik, hem günlük yaşamın tadını kaçıracak türden hem de geleceğe güvenle bakmayı önleyecek kadar dramatik. Ayrıca, orada yaşayan insanların ana vatan diye bize bakıyor olmaları açısından düşünürseniz, konuyu iki toplum için böyle farklı biçimde değerlendirmenin insanlığa sığmayacağını da unutmamak gerekir. O zaman, böyle bir zihin temizliğinin her iki toplum için de kaçınılmazlığını bilip temizliğe hemen girişmek gerekmez mi? yle anlaşılıyor ki Ada’daki görüşmeler yine tıkanınca, her zaman olduğu gibi, “güven arttırıcı önlemlerin gerçekleştirilmesi” ve “görüşmelerin yeniden başlatılması” için yeniden temaslara geçilmesi gündeme gelmiş. KKTC’nin Dışişleri Bakanı bunu eski bir alışkanlık olarak görüyor ve “Kırk sekiz yıldır bizi oyalıyorlar” diyor. Bilinmeyen bir taktik değil bu. Büyük devletlerin sorunu çözülmez durumda bırakmayı kendi hesapları açısından yararlı gördüğü eskiden beri biliniyor. Birleşmiş Milletler görevlilerinin bu sorundan ekmek yedikleri de. Hepsi için hava hoş. Ama, kendinizi Kıbrıslı Türkler yerine koyarsanız hiç hoş değil. Bizim için de. Hatta Kıbrıslı Türrklerin sıkıntılarına seyirci kalmış görünmemiz açısından bakıldığında, hoş olmamaktan öteye, ayıp da. yleyse, Ankara diplomasisi ne bekliyor? Dünyaca tanınan ve o rahatlıkla başka hedeflerin peşinde koşan Rumların bezmeleri ve hemen hakça bir çözüme kendiliklerinden razı olmalarını mı? Büyük devletlerin ve Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs Türk’üne acıyıp Rumları yola getirmesi mi? “Artık gına geldi; bir daha dönmemek üzere masadan kalkıyoruz” demek ve sonra Kıbrıs’ın kuzeyini cennete dönüştürmek için Anadolu’yla birlikte çalışma planları yapmak çok mu zordur? Bu ağır çekim darbe bir garip despotluk türü yarattı ki bazı kaynaklarda buna “Anadolu tarzı despotluk” diyorlar. Ortadoğu’da ise başka bir adı var. Belki bu topraklarda yaşayan ancak hâlâ bundan habersiz olanlara anlatmak gerekiyor olanları, olacakları... Emine Ülker TARHAN CHP Ankara Milletvekili ve Grup Başkanvekili oplumun, darbecilerin kadiri mutlaka öykünme, “Obatankı, topuyla da, yargıma’dan neyim eksik” sığlığı, “Ya sının kamçısı, polisinin Özal gibi başbakanlığı özlersem” copu ile de terbiye edilkaygısıdır. mesi neticede bir darbeBunlar, bize bir özgürlük anayadir. Ve bugün yaşadığımız toplumu sası yapacaklarmış ha! Tutuklu milsoluksuz bırakan sivil darbe bütün letvekilleri utancının silinmediği, darbeler gibi korku iklimi yaratıyor MİT yasası ile sır küpünün korunve vuruyor da vuruyor. Kendi ensduğu, 4+4+4 faciasının tekme tokat trümanlarını oluşturmuş. Yargıyı geçirildiği bir çatıda muhalefeti kale kullanmaya devam ediyor. Biber alacaklarmış öyle mi! gazı ve cop alımlarına hız veriyor. Kaldı ki, en mükemmel anayasayı Medyadaki beslemeleri aracılığı ile yapmak bile onları günahlarından çoklu uyuşturma ayinleri düzenliarındırmayacaktır, çünkü bu bapta yor. günahları o kadar çok ki... Mevcut Son referandum süreci darbenin anayasanın en demokratik hükümleönemli kilometre taşlarındandı. O rine dahi uyma derdi olmayanlar, zaman söylemiştik diktatörlüğe gikendi koydukları anayasa hükümleden yolun taşları döşeniyor, demok rini boş bidon gibi işlevsiz kılanlar rasi gemisine bindiğini zannedenler bize anayasa yapacaklarmış! gemiden ilk atılanlar olacak demişAnayasada yazılı ama, bu ülkede tik. Öyle de oluyor; darbe, destekçi demokratik hukuk devleti var mı, lerini yemeye başladı bile... ifade ve basın özgür mü, kadın erkek eşit mi, uluslararası sözleşmeler amane darbecileri yasaların üzerinde mi söyler misi“Türkiye’de darbe geleneği bit niz? Uygulamak istemediği her anati” diyenler yanılıyor ya da bizzat yasa hükmünü donuk bir dolgu malkendileri darbeci de ondan öyle söy zemesine çeviren zihniyete bir solüyor. Çünkü bugün darbenin tam run. 10 yıldır bizi darbe yasaları ile da göbeğindeyiz, bu darbe demokyöneten zihniyet anayasa yapsa ne rasiye karşı... olur yapmasa ne olur... Darbeciler yine dış destekli ve Kadınla erkeğin eşit olmadığına kendi anayasasını hazırlamaya da inanan, “fişlemeye son” nutukları çok hevesli. Eskiler daha aceleciydi, ile anayasa değiştirdikten hemen bunlar biraz daha temkinli ve kursonra yargıç ve savcı adaylarını fişnaz. Zamane darbecileri “kanlı mı lediğini söyleyen, kadına pozitif aykansız mı” ikilemini çözmüş, daha rımcılık getirdikten sonra ölü kadın hesapçı. Güya muhalefetle uzlaşma bedenlerini manşetlere taşıyan, tuya da teşne. Ama fırsat buldukça tuklu gazetecilerin aslında gazeteci kurdukları anayasa masasını salladeğil ırz düşmanı, milletvekillerinin maktan da çekinmiyor. Yarattığım ise terörist olduğundan dem vuran yargıya dokundurtmam diyor, sallızihniyete bir sorun. yor; başkanlık sistemi diyor, sallıHoş, tecavüz mağduru kadını teyor. Sallıyor ki, muhalefet dökülcavüzcüsü ile baş göz etmeye hesün. Sallıyor ki “Bize (b) planınvesli bir HSYK ile bize adalet dağıdan başka yol kalmadı” diyebiltacaklarını söyleyenler de bunlar sin. Ama biz biliyoruz ki, bu topdeğil miydi? Ama bu tıpkı Ameriraklarda başkanlık sistemi istemek ka’nın Irak’a adalet getirmesi gibi aslında “Halifelik istiyorum” debir şey oldu. Heyhat uyduruk balmenin kibarcasıdır, her şeyi yöneten kon konuşmaları ile “yetmez ama T Z Ö evet”çileri tavlayanlar bugün sesini çıkartan üniversiteli kızları saçlarından sürüklüyor, ama ses yok. “Yetmez ama evet”çiler!.. Sesinizi duyamıyorum. Nerede beklediğiniz ifade, düşünce, örgütlenme özgürlüğü, tartışma ortamı, bağımsız yargı, grevlitoplusözleşme hakkı, farklı felsefi ve dinsel inançlara saygı? Dil sürçmesi(!) ile anayasada tek din olsun diyenler bile var. Salt kendi yaşam biçimi ve tüketim yöntemlerini dayatmak için bir kimliği, felsefeyi silmenin ve demokrasiyi deforme etmenin, baskının her aracını kullandılar, sizi de kullandılar farkında mısınız? Kızlara bakışını “Kadın mıdır kız mıdır” söylemiyle taçlandırdıktan sonra evlenme yaşıyla ilgili baklayı da ağzından çıkartan Başbakan, kızların doğurganlık yaşına gelir gelmez evlenmesini sağlamak için 4+4+4 yetmezmiş gibi liselerde evlenme yasağını kaldırmak istiyor. Çocuk gelin isteğini üçten beşe çıkardığı çocuk sayısı ile meydanlarda bağırarak tescilliyor. Bir parantez açıp, sadece iki insanın vereceği dünyaya çocuk getirip getirmeme kararına bu kadar uluorta/kabaca müdahaleyi çirkin ve mahreme saygısızlık olarak nitelendirdiğimi belirtiyorum Kızları evlendirmek ve çok çocuk sahibi yapmak için olağanüstü bir gayret içinde. Tıpkı terör sorununa kadınlar üzerinden çözüm üreten parlak fikirli hemşerisi belediye başkanı gibi. Peki bu zihniyetin fark edilebilmesi için illa Başbakan gibi telaffuz etmeli ve bu “zihniyyyet” diye uzatarak mı söylemeliyim dersiniz? Eczacılık Bayramı, Yasası, Tasası Ecz. Süleyman ARSLANTÜRK Mayıs 1839’da Sultan İkinci Mahmut tarafından açılan Mektebi Tıbbiyei Adliyei Şahane (Askeri Tıp Mektebi) bünyesinde kurulan “Eczacılık Sınıfı” ile ülkemizde ilk eczacılık eğitimi başlamış; 1908’de “Eczacı Mektebi”, 1963’te de “eczacılık fakültesi” kurulmuş. İlk Eczacılık Bayramı, 14 Mayıs 1968 tarihinde kutlandı. Her 14 Mayıs’ta gittikçe artan eczacılık sorunları vurgulandı. Bu yılın gündemine de “6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Yasası değişiyor” haberi oturdu. Eczacılık tarihine göz atacak olursak: Yıl 1861: Eczacılık bağımsız sanat ve meslek kabul ediliyor. Eczaneler yabancıların ellerinde; Türk ve Müslümanları çırak olarak bile almıyorlar. Yıl 1880: Eczacı Hamdi Bey ilk Türk eczanesini açıyor. Yıl 1927: İstanbul’da işsiz, bakımsız, birbirine yakın üç yüz eczane var. Doksan tanesi kapatılıyor. On yedi tanesinin yeri değiştiriliyor; sınırlama getiriliyor. Yıl 1953: Sınırlama “İlaç fiyatlarını arttırdı, kaliteyi düşürdü, rekabeti yok etti” gerekçesi ile kaldırılıyor. Yıl 1964: Özel Yüksekokullar Yasası çıkarıldı. Yüksek binalardan bir iki kat kiralandı; pek çok “Özel Eczacılık Yüksekokulu” açıldı. Fakültelerde, az ve sınırlı sayıda öğrenciye, laboratuvar ve öğretim üyesi yeterli gelmezken; sınavsız, sınırsız, para veren her öğrencinin kabul edildiği özel okullarda, laboratuvar ve öğretim üyesinin nereden bulunduğuna akıl sır erdirilemedi. Özel okulların anayasaya aykırılığı kanıtlanana kadar, gündüz gece vardiyaları ile yetmiş yılda biriken eczacı sayısı yedi yılda ikiye katlandı. Anayasaya aykırılık konusunda, yürüyüş, boykot, gösteri yapan öğrenciler tartaklandıkları, tutuklandıkları ile kaldı; anayasaya aykırı okul sahipleri ödüllendirildi; yeni bir yasa ile o okullar devletin sırtına yüklendi. (1971) Yıl 2012: Yuvarlak rakamlarla otuz iki bin beş yüz eczacı, göz göze, diş dişe, dip dibe, hesabsız kitapsız açılmış, saçılmış, savrulmuş yirmi dört bin beş yüz eczane, yirmi üç eczacılık fakültesinde, yedi bin beş yüz eli kulağında eczacı. Son on yılda sağlık harcamaları, ilaç harcamaları kat kat artarken, eczacı kazançları küçüldükçe küçüldü. Eczacıların dişinden tırnağından arttırarak biriktirdikleri küçücük sermayeleri amansız bir hastalığa tutulmuş gibi eridi gitti. Sadece işi rast giden, işini bilen, sayıları yüzde 10 oranını geçmeyen eczaneler anormal büyüdü. Sağlık çarkını özenle, sessizce, iyi niyetlice çeviren, devletten teşvik, hibe, indirimli kredi beklemeden kendilerine ve en az iki üç kişiye iş alanı açan eczacıları bu iktidar sevmedi ve hiç ciddiye almadı. Merhametsiz sermayeye, doyumsuz ahbaplarına zaman zaman göz kırparak “hazırlanın” sinyalini, marketlerde de ilaç satılabileceği müjdesini verdi. Türk Eczacıları Birliği de yeni ekonomik modeller, yeni çözümler üretmeden; sadece, var olan durumu iyileştirmeye çalıştı; 1980’lerde hazırlanan taslağı ısıtıp ısıtıp öne sürdü. Hızlı gelişmelere, değişmelere ayak uydurabilecek, ayağı yere sağlam basan, insan sıcağı kokan, korkusuz, kusursuz, endişesiz, ekonomik, yeterli, güvenli sağlık hizmeti verilecek eczanelere yönelmedi. Eczacılık fakültesi çokluğundan sık sık dem vururken eczacı kalitesine, 14 Herkese düşmanlar Bunlar, tüm darbeciler gibi itiraza, demokratik kitleye, üniversite öğrencilerine düşman. Kendisine ram sanatçı, gazeteci seven, “Yetmez ama evet”çilerle faşist ve gerici yüzünü maskeleyen, beş vakit ezanla kendisine selam çakılmasından mutlu, mesut, ama darbeyi deşifre edecek her şeye, herkese de bir o kadar şedit ve tahammülsüz. Öylesine tahammülsüz ki, artık pusulayı şaşırmış gibi her taşın altından bir provokatör veya darbeci çıkartmaya meyilli. Referandum sürecinde olacakları sezen YARSAV nasıl terörist ve halledilmesi gereken bir hain, biraz mahcup da olsa sesini çıkartan TÜSİAD bertaraf olması mukadder bir mihraksa bugün de neredeyse; iktidarın palyatif çabalarına karşın, hâlâ öldürülmeye, dövülmeye, aşağılanmaya devam edilen “kadınlar”, not kıran “Standart and Poor’s”, TSK’yi maaş adaletsizliği nedeniyle eleştiren “dernek”, ne idüğü belirsiz sütleri yutamayıp kusan “minikler”, terörü finanse ettiği şüphesi ile Başbakan’ın dostu Haşimi’ye kırmızı bülten çıkaran “İnterpol”... Hepsi neredeyse hükümeti yıpratmak isteyen darbeci provokatörler... Ö Orman kanunu Bunlar, evrensel hukuku değil, orman kanununu kutsallaştırıyor. Gerçeği söyleyecek olanları ki onlar Soner Yalçın’lar, Müyesser Yıldız’lar ve daha niceleridirSilivri’ye kapatarak gerçekleri hokus pokusla yok ediyor. Bizleri söylemeyen, yazmayan, hatta “yapmayan” robotlara dönüştürmek için kurduğu kitap yakma ustası özel yetkili mahkemeleri tepemizde dururken, darbe yasalarını kaldırmak için sunduğumuz her öneri geri çevrilir, “mazeretim var asabiyim ben” nöbetleri ile toplum kamplaştırılır, her gün biraz daha barış duygusundan uzaklaştırılırken ileri demokrasi masalı ile bunlar demokratik anayasa yapacaklar bize ha! Bu ağır çekim darbe bir garip despotluk türü yarattı ki bazı kaynaklarda buna “Anadolu tarzı despotluk” diyorlar. Ortadoğu’da ise başka bir adı var. Belki bu topraklarda yaşayan ancak hâlâ bundan habersiz olanlara anlatmak gerekiyor olanları, olacakları. Kendilerine sıra gelmeden asla anlayamayacak olanlara. Ve çok acılar çekmiş, yoksulluğun, adam yerine konulmamanın, güzelin ve canavarın da her türünü görmüş bu topraklar “yeni” despotluklarla anılmamalı. Haksızlıklara isyanına ve ifşasına yardım edilmeli. Ben bu darbenin sadece “girişim”de kalmasını istiyorum. Ve onun için yazmaya ve sadece “yapmaya” karar verdim. günün koşullarına göre donanımlı eczacı gereksinmesine değinmedi; eczacılar için eczane dışı güvenli yollar aramadı, açmadı; elindeki kıt kredileri, araştırmaya, bilgiye, öğrenmeye yönelen eczacılara değil, eczane açılmasını önlemek için değil, onuncu eczanenin yanına açılacak on birinci eczane için verdi. İndirimler, yüzdeler, fiyatlardan öte, eczacı kıymetini, değerini, erdemini öne çıkararak eczacıya, eczaneye yeni anlamlar yüklemek gibi uzun ama asil yolu seçmedi. Angarya işlerin angarya tartışmaları ile bunalan, son sözleşme ile reçete başına lütfedilen 25 kuruşun bereketi ve hikmeti ile oyalanan, avutulan eczacılar, boynu bükük, moralsiz hallerine derman umuyorlar; dayanabilenler için etkileri on sene sonra görülebilecek tasarıda teselli arıyorlar. Gündemdeki tasarı: Yakın süreçte eczacıya, eczane açmaktan başka ufuk açmıyor. Eczacılık kalitesini yükseltici önlemler aramıyor. Beş dakikalığına kiralanmış TV ekranından bir telefon numarası, bir profesör unvanı ile milleti gece gündüz soyan, bayan, kandıran çığırtkan şarlatanlara karşı bir önlem tasarlamıyor. Kapıya gelip dayanan nano teknoloji ile üretilen ilaç, hastaya özel hazırlanacak ilaç, otomasyonla ve elektronik ortamda verilecek ilaç, internette, eczanede, özel büroda, evde danışmanlığı yapılacak ilaç konularında bir ufuk, bir öngörü sergilemiyor. Eczacıların vergi cezası karabasanına, dükkân kirası korkusuna, eleman kaçarsa kaygısına, sürekli işbaşında olamama tedirginliğine, yalnızlık çaresizliğine çareler aramıyor. Kendine güvenli, kendini bilimle, teknoloji ile sürekli yenileyen eczacılar öngörmüyor. Eczacıların küçük birikimlerini daha fazla buharlaştırmadan, eczaneleri küçültüp küçültüp çöpe attırmadan, küresel sermayeye kaptırmadan birbirleri ile ortaklaşa kurabilecekleri, başka ülkelerde de kabul görebilecekleri, özgün, kurumsallaşmış eczaneler kurmalarını hedeflemiyor. Hukuk, “Yasa topluma hitap eden, genel, kısa, öz, anlaşılır, dengeli, eşit olmalı, ayrıntılara yer vermemeli” der. Tasarı bu tarife de uymuyor. Tasarıda, “Reçeteyi eczacı hazırlar. Reçeteyi hazırlayan eczacıya ‘eczacı hakkı’ verilir. Eczacının görev ve sorumluluğu belirlenir; çalıştığı süreçte hazırlayabileceği reçete sayısı sınırlanır” gibi bir hüküm olsaydı; normalleşmek için karışık hesaplara, dolambaçlı tariflere gerek kalmayacaktı; gizli anlaşma, kapışma, sataşma, atışma, dedikodu, vıdıvıdı, tonlarca kontrol ve formalite, yüzlerce şeytani düşünce ortadan kalkacaktı. Doğan Kuban, “Yolunu kaybeden toplumlar, çıkmaz sokaklara ad koyarak oyalanırlar” diyor; yapmaya çalıştığımız bu olmasın. “İnsanlar kendilerini özgür sanıp kendi kişiliklerinin kabuklarına çekilince, devletin oyuncağı haline geldiler. Bunu kişisel özgürlük sanan da çok” diyor; halimiz bu olmasın!.. Olayın bütününü düşleyemeyen, göremeyen, gününü kurtarma, duvara ağlama ikindi toplantılarından öte, dünya gidişatı, ülke gerçekleri, kendi öz varlıkları bileşkesinde bir rota tespiti için örgütlerini harekete geçiremeyen, ağız tadı bozulan, on binden fazlasını yok olma korkusu saran eczacılar, kırk beşinci bayramlarında “yeni yasa” ararken umarım “yeni tasa”lara kapılmazlar; yeni tuzaklara takılmazlar… C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear