14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
9 NİSAN 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Medreseye Karşı Direnenler edrese yasasına karşı Meclis’te CHP’yi CHP’li gibi temsil eden iki milM letvekili vardı! Onlar,“CHP olarak imam ha Hazretin toprağı sparta Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Mahmut Özyürek, Isparta İl Genel Meclisi’nin, Barla ilçesi ana yol kavşağına, “‘Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin yaşadığı topraklardasınız’, sloganının yazılması” kararının iptali için geçen hafta Isparta İdare Mahkemesi’ne başvurdu: “Yüksek mahkemeniz bu kararın uygulanmasına geçit verirse bu yöndeki diğer uygulamaların da önünü açmış olacaktır. Örneğin Menemen’e; ‘Derviş Mehmet hazretlerinin yaşadığı topraklardasınız’, Elazığ Palu ilçesine ‘Şeyh I Said hazretlerinin yaşadığı topraklardasınız’, Balıkesir’e ‘Anzavur Ahmet’in yaşadığı topraklardasınız’, Tunceli’ye ‘Seyyid Rıza hazretlerinin yaşadığı topraklardasınız’, Sivas’a ‘Kıyamın yapıldığı topraklardasınız’ vb. sloganlarının yazılmasının yasal dayanağı mahkemenizce verilmiş olacaktır. Bu gerçekleştiğinde mahkemeniz dahil, Atatürk Cumhuriyeti’nin hiçbir kurumunun güvencesinin kalmayacağını, cumhuriyetin tüm kurumları ile birlikte lağvedileceğini görmek için kâhin olmaya gerek yoktur.” tiplere karşı değiliz, imam hatipleri zaten biz açtık” gibi bir yaklaşımla ele almadılar konuyu. Doğrudan, kesin konuştular, olması gerekeni söylediler. Bunlardan biri Malik Ecder Özdemir’di. Yasanın açıkça anayasanın laiklik ilkesine aykırı olduğunu belirtip “Hazır AKP’nin çoğunluğu var, Meclis’te başka destek de buldular. AKP Grup Başkanvekili de ‘Bence bugün tarihi bir gün’ diyor. Evet, tarihi bir gün. ‘Cumhuriyeti kaldırdık, halifeliği yeniden ilan ettik’ desinler, daha dürüst davranmış olurlar” dedi. Diğer CHP’li de Engin Altay’dı. Meclis kürsüsünden şöyle seslendi: “Sizin 28 Şubat 1997’den rövanş alma arzusu içinde olduğunuz hissiyatında idim, ama şimdi anlıyorum ki, büyük çoğunluğunuzun asıl almak istediği rövanş, 29 Ekim 1923’tür. Size karşı bir tarihi uyarı yapıyorum: Çıraklık döneminde aldığınız törpüyü, kalfalık döneminde bırakıp elinize bıçak aldınız, şimdi ustalık döneminde bıçağı da bıraktınız, elinize satır aldınız. Dilerim bunu kullanmazsınız. Şu milleti, hem bir yandan rant, bir yandan da Allah ile aldatarak gideceğiniz yolun ömrü çok kısadır. Bu millet, sizin düşündüğünüz gibi sizi görmemekte ve algılamamaktadır. Bunu, en kısa sürede siz de oyunuyla ay başında iki günlüğüne Ankara’daydı. Oyun, Musevi yaşlı bir fahişenin, kendisine bırakılmış bir Arap çocuk ile olan insancı, ılık bağını anlatıyor. Düşmanlığın bir çılgınlık gibi kabardığı bir zaman diliminde, dahası “Onca Yoksulluk Varken”, oyunu bir avuç Ankaralı tiyatrosever izledi. Utandık. Utandık “Onca Yoksulluk Tiyatrokare, Varken” adlı yeni İleri Demokrasi Hukukunda Bir Simge: Mustafa Balbay Mustafa Balbay 407 günü hücrede olmak üzere 1131 gündür Silivri Zulümhanesi’nde ömür tüketiyor. Dün gazetemizde yazgı yoldaşı Tuncay Özkan ile birlikte kaleme aldıkları açıklamalarını okuduk. “Silivri’de masumiyet karinesinin yerini mahkumiyet karinesi almıştır. Suçun kişiselliği değil, kitlesel suçlama var. Üyesi olduğumuz iddia edilen terör örgütü hâlâ bulunamadı. Dün 6. iddianame de eklendi. ‘İnternet Andıcı’ davası da iki iddianamenin birleştirilmesiyle oluşturulmuştu. Yargı, hukuktan bağımsızlığını ilan etmiş, yönü belirsiz bir rüzgâr haline gelmiştir. Öyle ki yüksek yargının iktidarla barışık başkanları bir rahatsızlığını dile getirmek zorunda kalmıştır” diyorlar. Arkadaşımız Balbay, hem ülkemizin önde gelen gazetecilerinden biri hem de yüz binlerce seçmenin oylarıyla seçilmiş bir milletvekilidir. Bu durum benzer konumdaki birinin başına başka bir demokratik ülkede gelse yer yerinden oynar. Bizde bırakın yer yerinden oynamasını, yaprak bile kımıldamıyor. Silivri Cezaevi yönetimi, Balbay’ın tek başına kaldığı hücreden normal bir koğuşa geçme istemini “işlediği suç” nedeniyle geri çeviriyor. Yukarıdaki açıklamada dile getirildiği gibi “Silivri’de masumiyet karinesinin yerini mahkumiyet karinesi almış.” Yönetim Balbay’ın suçluluğuna karar vermiş! Adalet Bakanı Sadullah Ergin ise alay eder gibi bir açıklama yapıyor, “İsterse yanına biri verilebilir” dedikten sonra, “Balbay kendi arzusu ile tek kalmıştı” diye ekliyor. Oysa Balbay’ın herhangi bir ayrıcalık istemi söz konusu değildir, dileği cezaevinde onunla aynı durumda olup da 23 kişi kalanlara sağlanan koşulların kendisine de sağlanmasıdır. ??? Gazetemizin Yayın Kurulu ve Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi olan Balbay, AKP’nin “ileri” demokrasi hukukunda bir simgedir. Tutukluluğunun 4’üncü yılındadır. Tahliye istemleri her seferinde davaya bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından geri çevrilmektedir. Gerekçe hep aynıdır: Yargılanmasına neden olan suçun türü, delillerin toplanamamış olması ve karartılma olasılığı! Bu nasıl bir davadır ki sanıkların ilk gözaltına alınmaya başladıkları 1 Temmuz 2008 tarihinden bu yana sanıklara isnat edilen suçların delilleri bir türlü toplanamamıştır. Evler, ofisler aranmış, bilgisayar disketlerine, yazılı evraka, not kâğıtlarına, kitaplara ve daha akla gelen ne varsa el konmuş, okunmuş, incelenmiş fakat bugüne kadar “işe yarayacak” delillere ulaşılamamıştır. Mahkeme heyetinin sanıkların salıverilme istemlerini bu gerekçeye, “delillerin toplanamamasına” dayanarak geri çevirmesi akla, mantığa, vicdana aykırı düşen bir davranıştır. Mahkeme heyeti 3.5 yıldır toplanamayan delillerin “bir gün mutlaka” toplanacağı umudunu besleyebilir, fakat o “bir gün” ne zaman gelecektir? Üç yıl sonra, beş yıl sonra mı? Delillerin karartılma olasılığı da inandırıcı olmaktan uzaktır. Hangi deliller karartılacaktır, 3.5 yıldır aranan, bulunamayan, olmayan deliller mi? ??? Toplum bu tür uzun süreli tutuklamalarla vicdanına yüklenen yükü kaldıramamakta, bu yükün ağırlığı altında ezilmektedir. Hukuka olan güven giderek zayıflamaktadır. Hukuka olan güvenin zayıfladığı, giderek ortadan kalktığı ülkelerde toplumsal yaşama başıboşluk egemen olur. Başıboşluk ise toplumu da ülkeyi de kargaşaya götürür. Hukukun güven yitirmesi, bireylerin haklarını hukuk dışı yollardan aramalarına yol açar. Sokaklar, alanlar hareketlenir; toplumsal öfke sokaklara, alanlara taşar. Bir nokta gelir, insanlar copu da, biber gazını da, tazyikli suyu da, gözaltını da umursamaz olurlar. Hukuksuzluğun kurala dönüştürülmesi iktidarların düşebileceği en büyük yanlışlardan biridir. Burada savunulan darbeler ve darbeciler değildir. Bir darbe girişimi söz konusuysa suçlular yargılanmalı, cezalarını çekmelidir. Sudan gerekçelerle sanıkların tutukluluk sürelerinin uzatılması Silivri’de bir kurala dönüştürülmüştür, eleştirilen budur; savunulan ise evrensel hukukun temel kurallarından biri olan “masumiyet ilkesidir”. Hırsı aklının önüne geçmiş bir iktidar istediği kadar “üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne” geçildiğini söylesin, “ileri demokrasi” hukukunun işleyişinde simgeleşen Mustafa Balbay’ın son 1131 günlük yaşamı hukuksuzluğa somut bir örnektir. maalesef yaşayarak göreceksiniz ve tekrar altını çizerek söylüyorum ve diyorum ki: Türkiye Cumhuriyeti her hâl ve şartta sonsuza kadar laik olarak kalacaktır.” Özdemir ve Altay’ın konuşmaları, tutanaklarda kalmayacaktır. Bu karanlık yeni ortaçağ döneminde devrimci cumhuriyetçilerin eğilip bükülmeden direndiklerinin simgesi olacaktır! yargılanmasını eleştiriyor ve diyor ki: “Eğer Atatürk diktatörse ben niye onun diktatör olduğunu söyleyemiyorum?” Ne yapacaksın, durum bu. Bir hıyarağasına da “hıyarağası” diyemiyorsun işte! hmet Altan, Atatürk’e A “diktatör” demekten Durum oğa dostu Yücel Çağlar, ülkesel ve toplumsal anlaşmazlıklara ve D çatışmalara yol açan sularla ilgili iki yeni Sıra sulara geldi görülen bakanlıklara ve bu bakanlıklara bağlı kuruluşlara bırakması, her iki düzenlemenin de temelde suların ticarileştirilmesine yönelik iş ve işlemlerin daha da kolaylaştırılmasını öngörüyor: Su yönetimi koordinasyon kurulunda, yalnızca kamu kurum ve kuruluşlarına yer verilmiş, nasıl bir düzen içinde çalışılacağı açıklanmamış, Çevre ve Orman bakanlıklarının kuruluş kararnamelerinde sözü edilen “plan”, “kurul” gibi organlarla, “mekânsal stratejik planlama”, “entegre havza yönetimi”nin nasıl ilişkilendirileceği belirtilmemiş; Orman Genel Müdürlüğü ile meslek kuruluşlarına yer verilmemiş. Nehir havzaları koruma ve planlama düzenlemenin daha gündemde olduğunu duyurdu: “Nehir havzaları koruma ve planlama yönetmeliği” taslağı ile “su yönetimi koordinasyon kurulu”nun oluşturulması. Çağlar’a göre, gerek taslağın, gerekse oluşturulan kurulun sularla ilgili her türlü kararı ve uygulamayı yalnızca “ilgili” yönetmeliği taslağında da “ilgili” demokratik kitle örgütlerin görüş ve önerileri alınmıyor; suların “sektörel tahsisi”ne önem kazandırılıyor, gerekli görülen işlemlerin “yaptırılması” dönemi açılıyor. Öngörülen planlama süreci herhangi bir yaptırım gücüne sahip değil, görevlendirilen kimi birimlerin yapısı ve çalışma düzenleri keyfiliklere çok açık. Anlaşılan, gözlerini bu kez sulara diktiler. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Birleşmiş Milletler’de ‘Kuzuların Sessizliği’ Geri kalmış ülkelerdeki aşırı doğurganlık, geleceği olmayan “niteliksiz çoğunlukları” oluşturmakta... Niteliksiz çoğunluklar üreten bu ülkelerin çocuklarına gelecek verebilen “nitelikli azınlığa” ulaşmasının yolu da “aşırı doğurganlığa” son veren bir nüfus planlaması yapması ve uygulamasıdır. Basındaki haberlerin yansıttığı, günümüzün görüntüleri, “nüfus planlamasının” kaçınılmaz olduğunu göstermekte. “BM Uyuşturucu ve Suçla Mücadele Dairesi, dünyada 2.4 milyon kişinin insan kaçakçılığının kurbanı olduğunu, bunların yüzde 80’inin seks kölesi olarak kullanıldığını bildirdi. BM Genel Kurulu’nda önceki gün konuşma yapan Uyuşturucu ve Suçla Mücadele Dairesi Başkanı Yuri Fedotov insan kaçakçılığının her üç kurbanından 2’sinin kadınlar olduğunu söyledi. Fedotov, kaçırılanların bir kısmının zorla çalıştırıldığına işaret etti. Fedotov, insan kaçakçılığı ağını yöneten suçluların her yıl 32 milyar dolar kazandıklarını belirtti. BM’nin iyi niyet elçisi oyuncu Mira Sorvino da insan tacirleriyle mücadele konusunda güçlü yasalar bulunmadığını ve polislerin bu konuda yeterince eğitilmediğini söyledi. BM istatistiklerine göre, insan kaçakçılığının her 100 kurbanından sadece biri kurtarılabiliyor.” (Cumhuriyet 5 Nisan 2012), UNICEF’in çocuk hakları danışmanlığını yapan Prof. Dr. Oğuz Polat’ın 2006 yılında hazırlamış olduğu rapor insanlığın “bir utanç belgesi”. “(…) Dünyada, her sene ortalama 1 milyon çocuk seks ticaretine kurban gitmektedir, parayla alınıp satılarak veya kaçırılarak seks turizminin, pornografinin ve fuhuşun bir parçası haline getirilmektedirler. 5 yıl öncesine kadar çocuk seks turizminin yaşandığı yerler Tayland, Kamboçya, Hindistan ve Filipinler iken, çocuk seks turizmi şimdi Kostarika, Brezilya, Meksika ve Orta Amerika’da da yaygınlaşmıştır. Araştırmalara ve tahminlere göre Kamboçya’daki 800 bin fahişenin üçte birini çocuklar oluşturuyor. Çocuk fahişelerin sayısı Tayland’da 800 bin, Endonezya’da 400 bin, Hindistan ve Filipinler’de 100 bin, Brezilya’da ise 500 bin 2 milyon gibi korkunç sayılarla ifade ediliyor. Çocuk seks ticaretini, dünyadaki çatışmalardan, savaşlardan ve insan kaçakçılığından ayrı düşünmek mümkün değildir. Örneğin Kosova savaşından sonra, çeteler ailelerden 1000 Amerikan Doları’na aldıkları çocukları Yunanistan ve İtalya’da iki katına satmışlardır. Araştırmalara göre, çocuk seks ticareti gittikçe artarken istismara uğrayan çocukların yaşları da gittikçe azalmaktadır. Hindistan’da fuhuş yapan çocukların yaşları 1416 yaşları arasındayken, günümüzde 1014’e kadar düşmüştür. Kamboçya’da köylerde 78 yaşındaki kızlar çocuk İngilizceleriyle oral seks ve cinsel ilişki pazarlığı yapmakta, Sri Lanka’daki genelevlerde 6 yaşındaki çocuklara rastlanmaktadır. Bu ülkelerin hepsi kulağa çok uzak geliyor; peki ya ülkemizde yanı başımızda belki bir cadde ötemizdeki otelde ya da arka sokağımızdaki evde yaşananlar? Özellikle son 5 senede yapılan araştırmalara göre, her ne kadar hâlâ çocuk ticareti ve çocuk fuhuşu ile ilgili çok az istatistik bilgi bulunsa da çocuk mağdurların organize şebekelerce değil de yerel satıcılar tarafından fuhuşa zorlandığı ortaya çıkmıştır; yetişkin erkeklere pazarlanmaktadır.(…)” Dünya Sağlık Örgütü, “Çocuğun sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan tüm davranışları” çocuk sömürüsü olarak kabul etmekte. Çocuk sömürüsünün en başında “çocuğun cinsel yönden” sömürülmesi gelmektedir. Bu sömürü de en ağır suç olan “insanlık suçu” olarak tanınmalıdır. Bu insanlık suçu karşısında Birleşmiş Milletler ise “insan hakları” masallarını anlatıp “kuzuların sessizliği” görüntüsü veriyor. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Mersin ve Hatay 1 yöresine özgü, cevizli bir hamur tat 2 lısı. 2/ Eski Yunan 3 kentlerinde pazar 4 yeri... Bir mal ya da hizmetin piyasa 5 ya sürülmesi. 3/ Şe 6 ker ve nişastayla ya7 pılan bir tatlı. 4/ Tavana asılan, süslü 8 aydınlatma aracı. 5/ 9 Bir burç adı... Sac1 2 3 4 5 6 7 8 9 da pişirilen bir tür uzun pide. 6/ Tütün dizmek ve ku 1 E F E R V E S A N rutmak için kullanılan üs 2 D A F İ T U B A tü kapalı sergi... Sıkı do 3 A R İ Y A S AM kunmuş bir tür pamuklu 4 J A L E Ş U kumaş. 7/ İnsan sesiyle 5 A S İ L L A O S ezgili sesler çıkarma, mü6N A EME L zik yapıtlarını seslendirme 7 A R Ş İ N T A K sanatı... Bir gösterme sıT A S A fatı... Bir zaman birimi. 8/ 8 P İ A N 9 A G L Ü T İ N İ N Ankara’nın Beypazarı ilçesinde çıkarılan madensuyu. 9/ Tantal elementinin simgesi... Kazak başkanlarına verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Dağçayı” da denilen ve halk hekimliğinde kullanılan ıtırlı bir bitki. 2/ Yurdumuzun bir bölgesi... İri taneli bezelye. 3/ Musevilerin yılbaşı bayramı. 4/ Ermenistan’ın başkenti... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 5/ Kısa boylu kimse... Bulgur, domates, biber, soğan, maydanozla yapılan ve asma yaprağına sarılıp çiğ olarak yenen bir yiyecek. 6/ Belirti... Venedik’te basılan ve Osmanlı devletinde de kullanılan altın sikke. 7/ Rize’nin bir ilçesi... Umman’ın plaka imi. 8/ Bir nota... Asma kütüğü. 9/ Sulak yer... Tevfik Fikret’in, şimdi müze olarak kullanılan evi. C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear