13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
7 MART 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 anıldığı gün vardır. Başka bir deyişle “dünya bilmem ne günü…” denildiği zaman anlarız ki o bilmem ne, kurtarılmayı gerektiren bir tehlike altındadır ve yılın o günü, kurtarılamayanın hiç olmazsa adının sayıklandığı saygı anıdır. Yarın 8 Mart, işte böyle bir kurtarılamayanın adının anıldığı, Dünya Kadınlar Günü. Yeryüzü nüfusunun yarısını oluşturan, zaten nüfusun tamamını doğuran kadınların sayısal anlamda eksilmesi elbette söz konusu değil. Çünkü kadın türünün tükenmesi, zaten insan soyunun yok olmasını içeriyor ki, bu konuda kadın erkek, her iki türün de maşallahı var. Üremekte üstlerine düşeni, hatta gereğinden fazlasıyla yerine getiriyor, insan nüfusunu dünyada diğer canlılara yer bırakmayacak yoğunluğa taşıyorlar. Öyleyse tehlikede olan hangi nicelik, eksilen ne ki, çevrecilik gibi, barış gibi, tütünsüzlük, işçilik, çocuk, hukuk, özgürlük, hatta “dünya su tesisatçıları günü” gibi bir de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vardır, takvimlerde? ??? İnsanlıkta eksilen ne varsa sevgili okurlarım, insanlığın yarısı kadınların yitik haklar hanesine yazıldığı içindir 8 Mart. O bir türlü tam alınamayan, Türkiye özelinde verildiği zaman bile sahibi tarafından alınmayan eşitlik ve özgürlük hakları için başlayan, kazanılanı bile tehdit altında olup çoğu yerde yitirilen mücadelenin anımsatılması, sürmesinin ünyada hangi yaşam türü D tehdit altındaysa, hangi varlık bitiyor ve hak eksiliyorsa, yılda bir öteki yarısının eşitliğinden mahrum olduğu sürece her şeyin yarım kaldığının bilincinde. Zaten bu yüzdendir ki dünyada bir toplumun uygarlığı, ilericiliği, sosyal refahı, gücü ve güveni, istisnasız her yerde, her zaman kadının erkeğe eşitliği oranında artıyor ya da azalıyor. ??? Ve ne acıdır ki dünyada, kadın üzerindeki baskının arttığı, kadın haklarının çiğnendiği, yani insan nüfusunun yarısının öteki yarısını ezdiği ülkeler, geniş genelinde Müslüman. Neden? Aslına bakarsanız, özelinde üç tek tanrılı dinler, genelinde Şamanizm hariç tüm kutsal inançlar, yukarıda söz ettiğim dişi korkusuyla düşünülmüş, erkek üstünlüğü üzerine kurgulanmış sistemler. Köktendinci Yahudilerde görüldüğü gibi, bütün dinlerde bağnazlık, kadına aynı baskıları getiriyor. Ancak İslamiyette daha çok görülüyor, çünkü Müslüman nüfus arasında köktendincilik diğer dinlerde olduğundan daha geniş bir ivmeyle yaygınlaşıyor. Hatta bir süre öncesine değin, söz konusu ivme dışında kalabilen tek ülke Türkiye idi, ama ülkemiz de aynı anafora giriyor. Oysa kadın haklarının çiğnendiği toplumda, çocuklar ezilir, gelecek kararır. Kadın haklarına sahip çıkmak, çocuk haklarına sahip çıkmaktır. Kadının erkeğe eşitliğini ve birey özgürlüğünü savunmak, çocuklarımızın mutlu, güvenli ve özgür yaşam hakkını savunmaktır. Ülkemizi ilkellik, insanlığı kölelik zihniyetinden kurtarmak savaşımıdır kadına eşit hak, eşit özgürlük savunmak! ‘Kadın, yorulmuş ulusla rın yüce ve diri halkıdır.’ MARCEL PREVOST Hepimiz Kadınız, Hepimiz Kurban gerektiğini vurgulamak içindir. Kadın, doğa tarafından öylesine özel ve üstün yeteneklerle donatılmıştır ki, aslında günümüz sosyal yaşamının erkek üstünlüklü ya da ağırlıklı düzeni, doğaya aykırılığın baş ve temel göstergesidir. Pek çoğunuzun bilmediğine eminim: Genetik bilimin son aşamalarından “klonlama”, salt dişilerle yapılabilmektedir. Yani insanın bir dalı olduğu memeli canlıların çiftleşmesiz üreyebilen biricik türü, dişilerdir. Erkek doğası, klonlama yöntemiyle bile benzerine can verememektedir! ??? İşte bu can vermek üstünlüğü, ister doğal, ister yapay yöntemlerle doğurganlık özelliği var ya… Kadim tarihin binlerce yılda biçimlediği ve ne yazık ki çoğunluğu teslim alan ilkel erkek zihniyeti, kadının bu doğal üstünlüğünü yenebilmek için başta din, kültürel ve sosyal, ama hiçbiri maddi olmayıp hepsi maneviyata bağlı baskı araçları geliştirmiştir. Bu baskı araçlarının her biri, kadını, erkeğin üstün olduğu fikrine inandırarak eşit hak ve Çokdilli Bir Ülke Olmak Bir Küçük Denizkızının Şiiri Hatırladığım dalgalardı birbirimizin geceleriyle uyanırdık çoğu zaman ne sabahlar başlardı Bazı okurlarım yazılarımı beğenmiyorlar, eleştiriyorlar. Tümünü dikkatle okuyorum, eleştirileri haklı gerekçelere dayanıyorsa düzeltiyorum, yinelememeye çaba gösteriyorum. Katılmadığım, fakat önemli bulduğum eleştirileri de yanıtlıyorum. Geçen hafta Trabzon’dan yazan İsmail C. adlı okurumdan aşağıdaki eleştiri notunu aldım. “Sayın Kavukçuoğlu, hem Cumhuriyet gazetesinde olmak hem de Cumhuriyet’in tek tipçi, tek dilci anlayışı dışında çokdilliliği savunmak Cumhuriyet rejimine karşı olmak değil midir? Cumhuriyetin karanlığında sizin gibi aydın bir insanın olması tuhaf doğrusu. Selamlar, Saygılar. İsmail C.” Eskiden olsa bana birisi savunduğum düşüncelerimden ötürü “Cumhuriyet rejimine karşı olup olmadığım” türünden suçlayıcı sorular yöneltse öfkelenirdim. Artık öfkelenmiyorum, çünkü uzunca bir zamandan beri bu ülkenin insanlarının kendileri gibi düşünmeyenleri türlü önadlarla nitelemeleri ulusal bir spora dönüştü. Ne var ki öfkelenmesem de bu tür soruları yanıtlamayı, düşüncelerimi bir kez daha açıklamayı gerekli görüyorum. ??? Ne Türkiye’de ne de herhangi başka bir ülkede çokdilliliği, çokkültürlülüğü savunmanın Cumhuriyet rejimine karşı olmakla bir ilgisi yoktur. İnsanların dilleri Hitler Almanyası’nda İbranicenin yasaklanmasında görüldüğü gibi ancak ırkçı, faşist ya da faşizan rejimlerde rastlanan bir durumdur. Bir Cumhuriyet gazetesi yazarının çokdilliliği savunmasının gazetenin temel ilkeleriyle bağdaşmayan bir yanı yoktur. Cumhuriyet gazetesi, demokrat, özgürlükçü, temel insan haklarını savunan ve yazarlarına bu ilkeler temelinde en geniş anlatım özgürlüğünü tanıyan bir yayın organıdır. Cumhuriyet yazarları, yandaş basında tanık olunduğu gibi siyasal iktidarın ya da herhangi bir erkin sözcülüğüne soyunmuş tek tip yazarlar olmayıp yazılarını “düşünsel çoğulculuk” çerçevesinde kaleme alırlar. ??? Değerli okurumun eleştirisinin özüne gelince... Ben anadili Türkçe olan, anadilini seven, anadilinde yazan, yapıt üreten bir yazarım. Türküm. Benim böyle olmam, bu ülkede yaşayan, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan fakat farklı etnik kökenlerden gelen insanların dillerini “ikincil dil” olarak görmemi gerektiren bir durum değildir. Ben o insanları kendimle eşit gördüğüm kadar onların dillerini de kendi dilimle eşit olarak görüyorum. Tek dillilik bir “devlet politikası” olabilir, fakat ben ne devletim, ne de devletin bir sözcüsüyüm. Bu güzel topraklarda dünyaya gelmiş, bundan mutluluk duyan bir bireyim. Devlete ve rejimine her konuda uyum sağlamak gibi bir kaygım hiç olmadı. ??? Çokdilliliği bir ülkenin zenginliği olarak görüyor, Türkiye’yi bu konuda çok şanslı fakat bu şansını kullanamayan bir ülke olarak değerlendiriyorum. Bu ülkenin insanları Türkçenin dışında anadil olarak Kürtçe, Zazaca, Arapça, Aramice/Süryanice, Ermenice, İbranice, Rumca, Lazca, Gürcüce, Çerkezce, Abhazca, SintiRomaca ve başka diller konuşuyorlar. Bir ülkenin üst kültürü için bundan daha büyük bir zenginlik olabilir mi? Keşke bu yurttaşlarımıza Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte anadillerini geliştirme olanakları tanınsaydı da kendi anadillerinde yapıtlar veren dünya çapında Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı büyük şairler, yazarlar, eleştirmenler yetişseydi. Onlarla onur duymaz mıydık? Ha, denebilir ki Türkiye Cumhuriyeti üniter bir devlettir, “resmi dili Türkçe olmalıdır, anadilde eğitim de yalnızca Türkçe yapılmalıdır”. Tamam, öyle olsun! Fakat örgün eğitim içinde, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ilk ve ortaöğretim okullarında Türkçe dışında diğer anadilleri de öğretmenin/öğrenmenin önündeki gerçek engel nedir? Üzerinde daha derin düşünmek gerekmez mi? Değerli okurum İsmail C’ye soruyorum: Bu yazıyı yazmakla şimdi ben Cumhuriyet rejimi karşıtı mı oldum? Fotoğraf: DANIEL COLAGROSSI N O K T A S I ‘ G ’ ay yarılandığında kıyılarda romanlar yazardım romanların içinde şiirler şiirlerin içinde ben vardım dünyanın bütün denizlerinden kar dolu dalgalarım gelirdi opera gecelerinden çıkan insanların mutluluklarına saklanırdım sonrası silinirdi heykellerden önceki ilk denizkızıydım yıldızlarla gülümserdim köpüklerimde eriyip gitti hayalleriniz rüzgârlarımla el salladım hepinize hiç görmediniz A.Kadri ERGİN özgürlük istemesini engellemektir. Çünkü erkek, bilinçaltında kadınlarla eşit koşullarda yaşamın, dişinin doğal üstünlüğüyle sonuçlanacağından korkmaktadır binyıllardır… Elbette ki ilkel erkek refleksinden söz ediyorum. Ne yazık ki çoğunluğa yaygın, bir genetik bellekten. Yoksa kadın olsun, erkek olsun, ilkel koşullanmaları aşabilmiş, genetik belleğin baskısından kurtulmuş insanlık, insan nüfusunun yarısı KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr MİT Yasası ve ‘Devlet’ MİT’çileri kurtaran “jet” yasanın gerekçesini AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik şöyle açıklamıştı; “Devletin yüksek menfaatlerini korumak üzere yapılan faaliyetlerin deşifre olmaması için..” (17 Şubat 2012ajanslar) Peki, devletin çıkarlarını kollayanlar, aynı devletin yargısına karşı bile korunurken tüm “devlet” mallarını pazarlamak çelişki değil mi? İstanbul Barosu Genel Sekreteri Hüseyin Özbek, arkadaşımız Leyla Tavşanoğlu’yla söyleşisinde “yeni anayasa” hazırlıkları için özetle şunu söyledi; “..bu, milli devletten, milli bürokrasiden, milli ordudan, milli yargıdan vazgeçme anayasası bir sömürge anayasası olacaktır.” (Cumhuriyet19 Şubat 2012) Eğer öyleyse MİT’çiler ve özel görevliler hangi devletin yüksek menfaatleri için faaliyetlerini yargılanmadan yapacak; küçülte küçülte belki de hiç kalrinin yasadışı “işgalini önlemek” yerine aynı işgalcilere “satmak” olan bu uygulama, devlete ve ulusal sorumluluğuna darbe değil midir? Benzer şekilde devlete ait okul binalarını “imar rantı yüksek” gerekçesiyle pazarlayarak gelecek kuşaklara kimlikli öğrenim ortamları sunmalarına engel olmak; okulları da kent dışına çıkararak eğitimi toplumsal yaşamdan koparmak... yine, devletin mi yüksek menfaatidir; yoksa satın alacakların mı? Ulus adına devlete ait olan fabrikalarımızın ve ilerleyen yıllarda onlara eklenmiş kamu tesislerimizin elden çıkarılması demek, devletin ekonomik ve sosyal dayanaklarını da yok etmek demektir. Hele özelleştirmelerle, “binasını al, yık, aynı arsada yüksek imar haklarıyla pazarlayacağın ticari binalar yap” şeklinde özetlenebilecek uygulamalar ise sadece devlet malını çarçur etmek değil, kenti tahrip eden ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN Şişlili Çevreciler “devlet”ten “devlet malı”nı korumasını istiyor! HARBİ SEMİH POROY mayacak bir devletin, nesini koruyacak? Devlet sadece ordu, polis, MİT, yargı, kamu kuruluşları gibi silahlı ya da silahsız kişi ve kurumlardan ibaret bir örgüt değildir. Her devletin kendi kuruluş ve varlığını sürdürme ilkeleri doğrultusunda ulus adına sahiplendiği ve esenliğinden sorumlu olduğu kamusal değerleri vardır. Bu gerçek, Türkiye Cumhuriyeti için de geçerli olduğundan, Cumhuriyetin yaşam güvenceleri arasında devlet malı niteliğindeki değerler, geleceğin esenliği için anayasada koruma altına alınmıştır. Örneğin “orman”lar için getirilen hükümler… kuşaktan kuşağa sağlıklı yaşam için eşsiz kaynak olan bu alanların “devlet malı ve koruması” altında olduğunu, “sınırlarının daraltılamayacağı”nı vurguluyor. Demek ki ormanlarda “devletin yüksek menfaati” ile aynı alanların sınırlarını daraltma sonucunu yaratacak 2B uygulaması çelişiyor! Orman arazile Ormanlar, okullar imar darbelerine de üstelik devlet eliyle önayak olmak değil midir? Mecidiyeköy’deki eski Ali Sami Yen Stadı ile Likör Fabrikası’ndaki gökdelen projelerini eleştiren “Şişli Çevre Platformu”, Başbakan’a açık mektuplarında özetle diyorlar ki: “Deprem için toplanma alanlarımızı bile yok ediyor.” (Cumhuriyet 26 Şubat 2012) Bir devlet ki kentin siluetinin, peyzajının, kimliğinin, altyapı dengelerinin, yaşam ortamlarının bozulmasına “özel yetki yasaları” ile destek veriyor; bir devlet ki ulus adına sahiplendiği mallar üzerinde kente ve çevreye zararlı rant projelerini “kalkınma” sayıyor; o devletin yüksek menfaati acaba ne olabilir, açıklayabilen beri gelsin... MİT Yasası’na bu gerçeklerle bakıldığında insan düşünmeden edemiyor: “Yargı hâlâ devleti koruyor. MİT’çiler de sakın bu pazarlama siyasetine uyumlu görevlendirmelerinden ötürü, yeni anayasa güvencesi sağlanana dek yargı denetiminden kurtarılmış olmasın?” HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Ağrı’nın Doğu 1 beyazıt ilçesine özgü bir tür köfte. 2/ 2 Bir nota... Müzikte 3 hatalı çıkan sese ve 4 rilen ad. 3/ Isparta ilinde, doğal güzel 5 liğinden dolayı 6 “ulusal park” kap7 samına alınmış bir göl... Vilayet. 4/ Al 8 tından sopa gösteri 9 lir... Kars’ın doğu1 2 3 4 5 6 7 8 9 sundaki ünlü eskiçağ kenti. 5/ Sivas’ın bir ilçesi... 1 Ç O T A N A K S Jimnastikte eller üzerinde 2 İ L İ K K Ö R E havaya yükselmeye veri 3 T U R A Ç K İ R len ad. 6/ Bir haber ajan 4 İ K A M E T ME sının kısa yazılışı... Saz ya 5 N N E D AME T da kamıştan örülmüş bü6EM T E K İ L A yük sepet. 7/ Hindistan’da 7 K E F N A L N paryalardan da aşağı sayılan ve “dokunulmazlar” 8 K E P E N E Z A T A Ş da denilen halk. 8/ Gele 9 Ç E R İ neksel Hawaii dansı... Bir organımız. 9/ İçine peynir, kıyma gibi şeyler konularak hazırlanan bir tür çörek... Yemek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İspanya’da Endülüs Araplarından kalma saraylara verilen ad. 2/ Sıcak bölgelerde yetişen ve gövdesinin kalınlığı yirmi metreyi aşabilen bir ağaç... Holmiyum elementinin simgesi. 3/ “Yok” sözcüğünün karşıtı... Saz ya da kamıştan yapılmış kulübe. 4/ Kaz Dağı’nın antik dönemlerdeki adı... Bir pamuk cinsi. 5/ Yoksul... Kastamonu’nun bir ilçesi. 6/ Öleceği kesinlikle bilinen bir hastanın, acısını dindirmek için doktor tarafından öldürülmesi. 7/ Romanya’nın plaka imi... Köydeki işlerin elbirliğiyle bitirilmesi. 8/ Nikel elementinin simgesi... Düdenden daha geniş olan çukurluklara verilen ad. 9/ Birden çok minaresi olan büyük camiler için kullanılan sözcük. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear