26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 14 MART 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR Prof. Dr. CENGİZ KUDAY Demokrasi Bakımından Utanç Verici! Sayın Başbakan’ı ve AKP’yi, Türkiye için büyük sorunlara ve kutuplaşmalara yol açacak olan bu politikalardan ivedi olarak vazgeçmeye çağırıyorum. Türkiye’nin çözüm bekleyen sorunları, farklı düşünenleri ve muhalefeti susturma yöntemleriyle çözülemez. Prof. Dr. Hakkı KESKİN 20052009 Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili Mart Pazar günü Milli Eğitim Komisyonu’nda yaşanan olayları gün boyu televizyondan büyük bir hayretle ve şok yaşayarak izledim. Parlamenter demokrasilerde mutlaka uyulması gereken kurallar vardır, içtüzük vardır. Orada temsil edilen her siyasi parti bu işlerlik kurallarına uymak zorundadırlar. Federal Almanya’da 8 yıl parlamenterlik yapmış birisi olarak, bir komisyonun nasıl çalıştığını anlatma gereği duyuyorum. Her komisyonun, mecliste temsil edilen partilerin milletvekili sayılarıyla orantılı olarak asil üyeleri ve her asil üyenin mazereti halinde birer de yedek üyesi vardır. Asil üyelerin oturma düzeni önceden saptanmıştır ve adları masa üzerinde yazılı olarak bulunur. Bu yerlere başka birisi asla oturamaz. Toplantıya ilgi duyan milletvekilleri veya milletvekillerinin bilimsel danışmanları, arka sandalyelerde oturabilir, rukla yöneten sayın Başbakan’ın, uzlaşma kültüründen bu denli yoksun olmaları, demokrasinin vazgeçilmezi olan farklı görüş ve eleştirilere tahammül göstermemeleri, Türkiye için, demokrasi ve hukuk devleti bakımından son derece büyük bir tehlike oluşturmaktadır. 14 Mart 2012 Bugün 58’i devletin, 16’sı vakıf 74 tıp fakültemiz var. Bu sayı her gün artıyor. Binlerle ifade edebileceğim tıp fakültesi öğrencisi ve mezunu var. Yukarıda yazdıklarım daha önce yazılmış kitap ve makalelerdeki bilgilerin bir tekrarı. Sayımızın bu kadar çok olmasına rağmen kendi problemlerimize bile çok duygusuz yaklaşıyoruz. Benim üniversitem veya üniversitelerim problemli günlerde çözüm ve bilinçlendirmede hep başı çekmiştir. Bir imparatorluğun yıkılış sarsıntıları içinde bütün topluma öncülük etmiş, Çanakkale’de bir efsane yaratmıştır. Ancak diğer yandan Milli Mücadele öncesi işgal döneminde biraz suskun kalmıştır. Bununla birlikte münferit çıkışlar yine olmuştur. Tıbbiye Mektebi’nden Sivas Kongresi’ne delege olarak gönderilen Hikmet (Savaştepe) ve Yusuf (Balkan) henüz 18 yaşındadırlar. Hikmet, Kongre’de manda konusu konuşulurken bizzat Mustafa Kemal’e şu tarihi sözleri söyler: “Delegesi bulunduğumuz tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere yolladılar. Mandayı kabul etmem, edemem, farzı mahal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi reddederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcı değil, vatan batırıcı olarak adlandırırız. Parolamız tektir. Ya istiklal ya ölüm.” Mütareke döneminde Ermeni tehciri nedeniyle sanık olarak yargılanan Yozgat Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey 10 Nisan 1919’da İstanbul Beyazıt Meydanı’nda idam edilmiştir. Bu idam İstanbul halkının harekete geçmesine neden olmuştur. Cenaze töreni milli bir gösteriye dönüşmüş, İstanbul Üniversitesi tıbbiye talebeleri bu hareketi organize etmiş ve yönetmiştir. İzmir’in işgalinden 5 gün sonra 20 Mayıs’ta İstanbul Üsküdar’da 30 bin kişinin katıldığı bir miting düzenlendi. Mitinge her zamanki gibi başta tıbbiyeliler olmak üzere üniversite gençliği öncülük etti. 23 Mayıs 1919’da İzmir’in işgalini protesto etmek için İstanbul Sultanahmet’te 200 bin kişinin katıldığı mitingin öncüleri yine başta tıbbiyeliler olmak üniversiteli gençlikti. Son dönemdeki değişimlere, değişen bakış açılarına rağmen tıbbiyeliler halen dimdik, ancak kendi sorunlarını çözme konusunda bir birlik göstermekten uzak görünüyorlar. Tıbbiyeli olarak 50 yılı aşkın bir süreyi geride bırakan eşim, kardeşim, ben ve arkadaşlarım, genç mensuplarımızdan memleket meselelerinde daha duyarlı ve kendi sorunları için daha birlik ve beraberlik içersinde olmalarını, geçmişteki ağabeyleri gibi seslerini daha gür ve etkili çıkarmalarını umarız. 11 ancak söz alamaz ve oy kullanamazlar. Bu hak yalnızca asil üyelere aittir. Komisyon üyelerinin önceden belirlenmiş olan süre kadar söz alma ve konuşma hakkı vardır. Önceden belirlenmiş süreye uygun olarak komisyon üyeleri ikinci kez veya üçüncü kez de söz alabilirler. Komisyon başkanı mevcut içtüzük kurallarına tamamen uyarak ve her üyeye eşit davranarak toplantıyı yürütmekle yükümlüdür. Tartışılması gerekir Milli eğitim sisteminde tamamen yeni bir anlayışı getirmeyi amaçlayan AKP’nin yasa tasarısının, elbette kamuoyunda, uzmanlar arasında ve tabii ki TBMM’de büyük bir titizlik ve sorumluluk duygusuyla tartışılması gerekir. Buna gerek görülmemesi ve hatta olanak verilmemesi ancak ve sadece otoriter ve antidemokratik rejimlerde söz konusu olabilir. Sayın Başbakan’ı ve AKP’yi, Türkiye için büyük sorunlara ve kutuplaşmalara yol açacak olan bu politikalardan ivedi olarak vazgeçmeye çağırıyorum. Türkiye’nin çözüm bekleyen sorunları, farklı düşünenleri ve muhalefeti susturma yöntemleriyle çözülemez. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve halkının geleceğini, parti ve partililerin çıkarlarının üstünde görenlerin ve gerçek demokrasiyi isteyenlerin politikası, bu yöntemlerle ülkeyi büyük bir kutuplaşmaya taşımak olamaz ve asla olmamalıdır!.. Ve Dün Adaleti Yaktılar... 1938... Dersim olayları zamanaşımına uğramadı... Badem soruyor hesabını... 1945’te savaş yıllarında ekmeğin karne ile verilmesi zamanaşımına uğramadı... Karne mühürlü sararmış nüfus cüzdanları zulasında, arada bir çıkartıp gösteriyor... 27 Mayıs 1960, zamanaşımına uğramadı... 12 Mart 1971, zamanaşımına uğramadı... ? Kenan Evren evde yargılanmayı bekliyor... 33 sene geçti... Zamanaşımına uğramadı... ? Ama 19 yıl önce 35 kişiyi otel odalarına doldurup yakanların suçları zamanaşımına uğradı, dün dava düştü... Başbakan “Memleketimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun” dedi... Sanki okul açtı... Ya da sanki hastane temeli atıyor... ? Madımak suçlularını savunanların avukatlarının tümü AKP’den milletvekili oldular... Firardaki suçlular yakalanamadı... Bu arada karakola gitti, iyi hal kâğıdı aldı, ehliyet çıkarttı, araba aldı... Sonra sıra geldi evlenmeye... Kalanları Almanya’ya kaçtılar... Malum Almanya’da dindarları dolandırmaktan arananlar Türkiye’ye kaçıyorlar... Türkiye’de insanları yakanlar Almanya’ya tüyüyorlar... Kesiştikleri nokta ise; iktidarın kanatlarının altı... ? Ve dün adalet yandı... İnsanları otel odalarına doldurup ateşe vererek yakanların “insanlık suçu işlemedikleri” karara bağlandı... Dava düştü... Sevgili, hâlâ o can ozanın resmini bağrına basmış, hukukun merhemini bekliyordu mahkeme kapısında... Polisler gelip dağıttılar... Coplar ve tekmeler indi... Yerde bir kırık çerçeve ve gülümseyen sevgili kaldı... ? Buraya kadar normal yazabildim yazımı... Burada... Bilgisayarın üzerindeki ellerim yumuldu... Gözlerim harfleri seçemez oldu... Parmaklarım klavyedeki harfleri bulamadı... Bağırdım... Çağırdım... Ağladım... 19 yıl öncesinden gelen alevler yeniden yükseldi... Perdeleri tutuştu odamın... ? Canları odalara kapatıp sevinç çığlıkları ile yakmanın “insanlık suçu” olmadığını mahkeme kararına bağladınız ya... Keşke insan yakmayı “insanlık onuru” da saysaydınız utanmadan... Türkiye için yüz karası Milli Eğitim Komisyonu toplantısında, AKP’li yüz kadar milletvekilinin muhalefet partisi milletvekillerinin yerlerini işgal etmeleri ve hatta salona girmelerini engellemeleri ve de konuyu tartışmadan oylamaları, parlamenter demokrasiyle bağdaştırılamaz. Bu durum, Türkiye gibi uzun bir parlamenter geçmişi olan bir ülke için yüz karasıdır. AKP’lilerin ve partisini demir yum Zorunlu Eğitim Nereye Gidiyor? Hikmet ALTINKAYNAK Öğr. Gör. / Yazar G azetelerde çıkan haberleri okuyoruz: “ CHP’li Engin Altay yerde tekmelendi; Engin Özkoç yumruklandı, boğazı sıkıldı, sandalyeler kırıldı. 4+4+4 komisyonda 30 dakikada kabul edildi.” Tam bunların yaşandığı dakikalarda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul’da “eğitim” konulu toplantıda uzmanların, akademisyenlerin görüşlerini dinliyordu, gazetecilerin sorularını yanıtlıyordu. Yirmi dolayında uzman ve akademisyen ile bir o sayıda gazeteci, yazar, genel yayın yönetmeninin katıldığı toplantı Swissotel’deydi. Yanında genel başkan yardımcıları Gürsel Tekin, Sencer Ayata, Ayten Kayalıoğlu ile İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın vardı. Bir ara kendine iletilen şu notu duyurdu: “Milletvekili arkadaşlarımızın, AKP milletvekillerinin tüm salonu doldurmasıyla içeri girişleri engellenmiş, konuşturulmamış ve teklif komisyondan geçmiş.” Hemen söz alan gazeteciyazar Güngör Mengi, “O zaman bu toplantının anlamı da kalmadı” değerlendirmesini yaptı. Kılıçdaroğlu ise, “Hayır” dedi, “Tam aksine konunun ne kadar önemli olduğu böylece belli oldu.” Görüldüğü gibi, AKP sekiz yıllık zorunlu kesintisiz eğitimi, 90 yıllık Cumhuriyet’in çağdaş eğitim anlayışını 30 dakikalık bir komisyon savaşıyla ilk raund olarak kazanmış görünüyor. 28 Şubat’ın ürünü olduğunu ileri sürüyor, neden olarak da yasanın 28 Şubat sonrası yürürlüğe girdiğini savunuyor. Acaba öyle mi? Ben de toplantıdaydım. Gitmeden önce de o dönemin Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ı aradım, telefonda konuştum. Yasanın yapım sürecini sordum. Uluğbay, kesintisiz eğitim programının ve yasasının 1961 yılından başlayarak çok uzun süreli bir hazırlık çalışmasına dayandığını ve bu durumun 222 sayılı Eğitim Öğretim Yasası’nda ve daha sonraki 1739 sayılı 14 Haziran 1973 günlü yasada ve 16 Haziran 1983 gün ve 2842 sayılı yasada yer aldığını ve milli eğitim şuralarında görüşülüp karara bağlandığını söyledi. Bunu birinci elden saptamakla birlikte aslında tüm bunlar günlerdir basında da defalarca yazıldı. O zaman sormak gerekir, AKP eğitimden ne istiyor, Türkiye’yi nereye götürmek istiyor? Bunun yanıtını Kılıçdaroğlu toplantıyı açış konuşmasında verdi; uzmanlar, akademisyenler konuşmalarında bunu çeşitlendirdi. Zaten günlerdir de tekrarlanıyor. AKP Türkiye’yi karanlığa götürmek istiyor. Başta kız çocuklarının okumasını engellemek istiyor. Toplantıda özellikle, ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi önceki Dekanı Prof. Dr. Cem Alptekin, Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ayla Oktay, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Baykal, Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi Koordinatörü Batuhan Aydagül, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar, eğitimci İbrahim Arıkan, eğitimci Nazmi Arıkan, Öğretim Üyeleri Derneği’nden Esen Arslandoğan, Sarıyer Koç Vakfı Lisesi Müdürü Maksut Balmuk, yasanın çocuklar üzerinde büyük zararlara yol açacağını dile getirdiler, çok önemli noktaların altını çizdiler. Cem Alptekin, “Yeniden çocuk sahibi olmam söz konusu olsaydı, onu böyle bir eğitim sisteminde kesinlikle okutmazdım” dedi. Kılıçdaroğlu da “Aslında bunu bilen AKP’liler de var, bunun için ne Milli Eğitim Bakanlığı’nda, ne bakanlar kurulunda ne de toplum tarafından bu teklif tartışıldı. Bu teklif ansızın getirildi. Bu teklif yasalaşırsa, en çok zararı yoksul halkın çocukları görecek. Çünkü varlıklı kesim özel koşullarda daha iyi eğitim olanağına, yurtdışında eğitim olanağına sahip. Olan yine yoksul halkın çocuklarına olacak. Bunun için de basından dileğimiz konuya daha büyük önem vermesi, halkı bilgilendirmesidir. Herkesin, sağcısı, solcusu, ortacısının bu yasayı tam olarak öğrenmesinin sağlanmasıdır, öğrensinler ki kendi zararlarına çıkarılan bu yasaya tepki gösterebilsinler” dedi. 4+4+4 komisyondan geçti ama yasalaşma serüveni bitmedi. Önümüzdeki günlerde meclis genel kurulunda yeni süreç yaşanacak. Dileriz bu süreç Kılıçdaroğlu’nun ilk süreç için vurguladığı gibi “demokrasi tarihi açısından kara bir leke” olarak devam etmez. Türkiye’nin geleceğini karartacak bu yasaya dur denir. Zorunlu eğitim sorunlu hale gelmez, parçalanmaz, 1+8+4 ile birlik ruhu devam eder. ‘İlim Kendin Bilmektir’ Adil İZCİ Yazar “Y azılı basın”, “sözel basın”, “sözlü basın”, bunlar “gazete” yerine; “görsel basın”, “görüntülü basın”, bunlar da “televizyon” yerine kullandığımız sözcükler. Daha da var usuma gelmeyen! Ne kadar sık duyuyoruz, ne kadar sık görüyoruz bu sözleri… “Yazılı basın” adıyla bir televizyon izlencesi bile var! Hanidir sürüyor bu tuhaflık. Bize kalırsa, “medya” sözcüğü dilimize girdi gireli. Bir bakıma “basınyayın” sözcüğünü hor görerek neredeyse unuttuğumuzdan beri. Önce bu ikili sözcüğün ayrı ayrı anlamlarına bakalım. “Basın”, “basmak” eyleminden türemiş bir addır, “gazete, dergi gibi düzenli aralıklarla çıkan süreli yayınların tümü” anlamındadır. En temel özelliği ise “basılı” olmasıdır. “Yayın” ise “yaymak” eyleminden türemiş bir addır; “basılıp satışa çıkarılan kitap, gazete, dergi gibi okunan ya da radyo, televizyon aracılığıyla halka sunulan, duyurulan, iletilen şey” de mektir. Dolayısıyla yukarıda sıraladığımız tüm adlandırmalar, anlamsızdır! Bir de “televizyon gazeteciliği” var, onun da tuhaflığı ortada! Çoğumuzun karıştırdığı “deyim” ile “deyiş”in ayrımına da değinelim: “Deyim”genellikle “gerçek anlamından az çok ayrı bir anlam taşıyan kalıplaşmış anlatımdır.” Yani kişiden kişiye değişmez; kişiye özel olamaz. Kamu malı gibi diyelim en iyisi. “Deyiş” ise “sözlü ya da yazılı bir metne ayırıcı nitelik kazandıran özellikler”dir. Bu durumda da “kişisellik” taşır. Yani şu ya da bu yazarın “deyiş”iyle denir de “deyim”iyle denemez. Basın yayından söz ettiğimize göre, o alandan bir iki örnekle bitirelim: “Yeni bir yağışlı hava dalgası, Balkanlar üzerinden yurda giriş yaptı” diyor bir sunucu. Öbür kanaldaki neden eksik kalsın? Ona göre de diyelim “Soğuk hava, bir süre daha etkisini sürdürmeye devam edecek.” Hani bir kez olsa, dil sürçmesi diyeceğiz ama öyle değil, tam bir kötü alışkanlık! C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear