23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
23 ARALIK 2012 PAZAR CUMHURİYET SAYFA İNCELEME 9 Atatürk diktatör müydü? şansı yoktur. Çünkü bilimsel düşüncenin yaygınlaşmadığı ülkelerde, egemen kuvvetin yani devlet otoritesinin, köklerini ulusun kendi iradesinden almasının koşulları ortadan kalkar. Kendilerini halkın temsilcileri olarak sunan çeşitli güçlerin iradesi, ulusun iradesinin yerine geçmeye başlar. Bilimsiz cumhuriyet olmaz on yıllarda çeşitli çevreler tarafından yürütülen, Atatürk’ü kötüleme ve eserlerini küçümseme girişimlerinin yoğunlaştığını görüyoruz. Bazı tarihçiler de bu girişimlere öncülük ediyor. Tarihçiler Erik J. Zürcher ile Touraj Atabaki, birlikte editörlüğünü yaptıkları Türkiye ve İran’da Otoriter Modernleşme, Atatürk ve Rıza Şah Dönemleri (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012) adlı kitabın giriş bölümünde, “Atatürk’ün diktatör olduğu şüphe götürmez” (s.10) demektedirler. Öncelikle belirtmeliyiz ki, daha önce başkaları tarafından da ileri sürülmüş bu sözlerin sosyal teori veya hukuk teorisi açısından hiçbir anlamı ve değeri yoktur. Atatürk’ün kim için, kimler üzerinde ve ne ölçüde bir diktatör olduğu belirtilmedikçe bu iddia anlamsız kalmaya mahkumdur. Çünkü her demokrasi aynı zamanda bir diktatörlüktür. Eğer bir gün insanlık, sosyal eşitsizliklerin ortadan kalktığı ideal demokrasi koşullarına ulaşabilirse, ancak o zaman, diktatörlük koşullarının ortadan kalkmış olması nedeniyle, aynı zamanda diktatörlük de olmayan bir demokrasiden söz edilebilir. Ama gerek geçmişteki, gerekse günümüzdeki tüm demokrasiler, aynı zamanda diktatörlüklerdir. Dolayısıyla bir rejimin demokrasi mi, diktatörlük mü olduğuna bakarken, kimin için demokrasi, kimin için diktatörlük sorusunun sorulması gerekir. Ayrıca hem demokrasinin, hem de diktatörlüğün sınırlarına ve düzeylerine de bakmak gerekir. En demokratik bir rejim bile, örneğin caniler veya hırsızlar için diktatörlüktür. Ulusun ve halkın barış veya güvenlik içinde yaşayabilmesi için bunlar üzerindeki diktatörlük zorunludur. Ama diktatörlükler, suçlular için olmanın ötesine geçerek, belirli zümreler, sınıflar veya tüm ulus için de geçerli hale gelebilirler. Gerçekte olan da budur. S Bütün ulusa demokrasi Atatürk, Cumhuriyet düşmanları ve yıkıcıları üzerinde diktatörlük uygulamıştır. (Bu diktatörlüğün niteliğinin, ülkenin o günkü özgün tarihi koşulları çerçevesinde oluştuğunu unutmamak gerekir). Ama o bunu yaparak bütün ulus için demokrasinin koşullarını yaratmaya ve geliştirmeye çalışmıştır. Örneğin 1926’daki büyük hukuk devrimi ve 1928’deki büyük harf devrimi, ülkemizin tarihi boyunca görmediği genişlikteki bir demokrasi zemininin koşullarını yaratmıştır. İnsanlar bir padişahın değersiz kulları olmaktan kurtularak eşit haklara sahip yurttaşlar konumuna yüksel miş, köle durumundaki kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip olmuş ve yeni harflerle kolayca okuyup yazan insanlar, kendi çıkarlarının bilincinde aydın bireyler olabilme ortamına ve araçlarına kavuşmuşlardır. Atabaki ve Zürcher’in bu nitelemeyi yapmaları, eğer hukuk teorisinden habersiz olmalarından kaynaklanmıyorsa, o takdirde, Atatürk için diktatör kelimesini, olumsuz popüler anlamında kullanmışlar demektir. Bu elbette özellikle tarihçiler için bağışlanamayacak daha taraflı ve haksız bir nitelemedir. Atatürk, keyfi, haksız ve zalim bir yönetim mi sürdürdü? Diktatör, en uç noktada kendisi veya ailesi ve yakınları için, başka durumlarda belirli bir zümrenin çıkarlarını korumak için, daha yaygın olarak da bir veya bazı sosyal sınıfların başka sosyal sınıflar üzerindeki tahakkümü için iktidarı elinde tutan ve bu yolda baskı ve zulüm uygulayan kimse demektir. Atatürk hangi zümrelerin çıkarlarını diğer zümrelerin aleyhine olarak ön planda tuttu? Hangi mal varlığına sahip oldu? Toplumun hangi bölümünün geleceğine kaygısız kaldı? Atatürk kimin çıkarları için diktatörlük yaptı? Bu soruları sormak zorundayız, çünkü onun var olduğu iddia edilen diktatörlüğünün temellerini başka türlü bulamayız. Gerçek şu ki, Atatürk, yoksul, aç, eğitimsiz, sana yisiz, işçisiz ve tıbbi olarak hasta bir toplum devralmıştı. Kısa iktidar süresi içerisinde de böyle bir toplumun bilimin kılavuzluğunda bağımsız ve modern bir toplum haline gelmesine öncülük etti. Cumhuriyetin kurulması ve güçlenmesi, Atatürk için büyük bir hedefti. Fakat onunla yetinmedi, sosyal ve siyasal süreçler için kısa sayılabilecek bir zaman dilimi içerisinde cumhuriyetin daha demokratik olması için girişimlerde de bulundu. Fakat gerek cumhuriyetin korunması, gerekse onun daha da demokra tikleştirilmesi ancak bilinçli yurttaşların eseri olabilir. Demokrasi sadece siyasi demokrasi değildir Atatürk’ü diktatör olarak nitelendirenler, demokrasiyi sadece siyasi demokrasiden ibaret olarak görmektedirler. Dünyanın hangi ülkesinde diktatörler, uluslarını kölelikten, cahillikten ve hastalıktan kurtarmak için canla başla çalıştılar, onlara öğretmenlik ettiler? Bütün bu saydıklarımız ve daha saymadığımız birçok şey, toplumsal demokrasinin önemli bölümleri değil midir? Atabaki ve Zürcher’in elbette cumhuriyet kavramıyla da sorunları var. Cumhuriyet, egemen kuvvetin kaynağının ulusun kendisi olduğunu kabul eder. Cumhuriyet rejiminde ulus, egemenliğini, seçilmiş temsilcileri aracılığıyla ifade eder ve sürdürür. Cumhuriyeti diğer bütün devlet biçimlerinden ayıran temel fark, bu yönetim tarzında egemen kuvvetin, kutsal güçlerden veya monarklardan vb. değil, ulusun iradesinden kaynaklanıyor olmasıdır. Ulusun bireylerinin tek tek iradelerinin ve bütün olarak ulusun iradesinin oluşumu ve temsil edilmesi ise esas olarak bilim ve demokrasi ile olur. Eğer bilim ve bilimsel düşünce yeterince gelişmemişse, cumhuriyetin de yaşama Atatürk’ü diktatör olarak görenlerin ortak bir özelliği, toplumsal gelişimimizde bilimin ve bilimsel düşüncenin oynadığı ve oynayacağı büyük rol hakkında hiçbir fikir ileri sürmemeleridir. Bunun nedeni, cumhuriyetin bilimle ilişkisi hakkında en iyimser yorumla, hiçbir fikirlerinin olmamasıdır. Başka bir yorumla da cumhuriyet kavramını çarpıtmak istemeleridir. Atabaki ve Zürcher, Atatürk’ün ‘bilimcilik’ (scientism) yaptığını ileri sürüyorlar. Şunları söylemektedirler: “‘Bilimcilik’, bilim vasıtasıyla ilerlemeye duyulan sarsılmaz bir inanç anlamına geliyordu. (Atatürk’ün daha sonra söyleyeceği ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ sözünü anımsayın)” (s.5). Öncelikle, ‘bilim vasıtasıyla ilerlemeye duyulan sarsılmaz inanç’, ‘bilimcilik’ anlamına gelmez. Bilimin, gerçekten ilerlemenin en güçlü etkeni olduğunun kavranıldığı anlamına gelir. İkincisi, Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, yazarların iddia ettikleri gibi onun ‘bilimciliğini’ değil, tam tersine ‘bilimcilik’ yanlısı olmadığını gösterir. Atatürk bilime büyük bir önem veriyordu ama ‘bilimcilik’ yanlısı değildi. Çünkü ‘bilimcilik’, bilimin toplumsal yaşamdaki rolünü abartır. Her soruna bilimsel olduğu ileri sürülen öğretiler çerçevesinde çözüm arayan ideolojik bir yaklaşımdır. Atatürk ise karşısına çıkan soruna bilimsel analizler yoluyla çözüm bulmaya çalışan bir insandı. Zaten bu ünlü sözündeki “en” sözcüğü de onun ‘bilimcilik’ten ne kadar uzak olduğunu göstermeye kâfidir. “Hayatta tek hakiki mürşit bilimdir” dememiştir. Başka aydınlatıcıların olduğunu da kabul etmektedir. Felsefe ve sanat da mürşit (aydınlatıcı) olabilir. Ama bilimin daha hakiki bir mürşit olduğunu düşünmektedir. Bunun neresi ‘bilimcilik’? Yazarlar hiçbir temele dayanmadan ve bilimsel düşünmek ve bilimi savunmak ile ‘bilimcilik’ arasındaki fark hakkında hiçbir fikre sahip olmadan, Atatürk’e taşımadığı nitelikleri atfetmektedirler. Atatürk için bilim, doğaya ve topluma ilişkin, bir anlama ve sorun çözme yöntemi ve aracıydı. Son olarak, Atatürk’ün diktatör olup olmadığı sorusunun cevabını, ulusun hafızasında da aramamız gerekir. Siz hiç insanlık tarihinde, öldüğünde bütün bir ulusun günlerce yas tuttuğu, ölümünden 74 yıl sonra da mezarını milyonlarca insanın ziyaret ettiği bir diktatör gördünüz mü? Atatürk ne hukuki, ne de popüler anlamda diktatördür. Hukuki anlamda, demokratik olmayı hedefleyen genç bir cumhuriyetin lideri, popüler anlamda ise halkını, ulusunu seven, halkçı, ulusçu bir liderdir. 21 milyonluk kupon yıkanmış ? Haber Merkezi Süper Loto’nun 22 Kasım çekilişinde 21.7 milyon liralık ikramiyenin çıktığı Kayseri’de oynanan kuponun, İzmir’de oturan dar gelirli bir talihliye ait olduğu, ancak pantolonun cebinde fark edilmeden yıkandığı için bazı rakamlarının okunamadığı ileri sürüldü. Talihli, Milli Piyango İdaresi’ne başvurup ikramiyeyi alma girişiminde bulundu. Sayısal devretti ? ANKARA(AA) Sayısal Loto’da kazanan numaralar “1, 9, 22, 29, 32, 35” olarak belirlenirken, 6 bilen çıkmadı, 1.4 milyon lira devretti. 5 bilen 2 bin 767 TL, 4 bilen 37 TL, 3 bilen 5 TL 40 kuruş kazandı. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear