29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 8 EYLÜL 2011 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ortadoğu’da Sonun Başlangıcı mı? ‘Kişi Adaletle Büyür...’ Gençliğimde sık sık duruşmaları izlemeye giderdim. Babam avukattı, çocukluğumda beni de götürürdü adliyeye. Dinleyici sıralarına oturur, sanıkları, avukatları, yargıçları, savcıları seyrederdim. Kendi kendime yargılar verir, kararlar çıkarırdım. Konuların, sorunların üzerinde düşünmek, yargılamaktan çok, anlamak ya da anlamaya çalışmaktı benim için önemli olan... İşte yine bir duruşma. Tepede bir yazı: “Adalet mülkün temelidir.” “Mülk” ne demek? Arapça bir söz, anlamı ne? Ev, dükkân, arazi gibi taşınmaz mal! Devletin egemenliği altında bulunan toprakların tümü, ülke... Vakıf olmayıp, doğrudan doğruya, birinin malı olan yer, ya da yapı... Eskiden tüm ülke padişahın “mülkü” sayılırdı, şimdi cumhuriyet dönemindeyiz, bu topraklar hiçbir kişinin ya da topluluğun değil, ulusun, halkın!.. Öyleyse şu sevimsiz, anlamsız “Adalet mülkün temelidir” sözünü değiştirsek daha iyi olmaz mı? Adalet gerçek bir temeldir, yaşamın temelidir, insanlığın temelidir, ülkenin temelidir. Bir dava ne kadar sürmeli? Ne çok uzun, ne çok kısa! Gereğinden çok uzatıldı mı sanıklar da usanır, yargıçlar da, izleyenler de! Ben her duruşmada yargıçları izlerim, tek tek yüzlerini seyrederim, kafalarından o anda neler geçmektedir, ellerindeki kalemle kâğıt üstüne ne gibi çizgiler karalamaktadırlar? Avukatın ya da sanığın sözlerini dinliyorlar mı, yoksa başka şeyler mi düşünüyorlar? Kimileri büyük bir ilgiyle eğilmiştir dosyanın üstüne, kimileri de sanıkları izler dikkatle... Hele savcı, en çok odur merak ettiğim? Nasıl bir şeydir savcı olmak? Savcı olmak nasıl bir şeydir, sorusunun en güzel yanıtını, Albert Camus’nün “Veba” adlı romanında buldum. Romanın baş kişisi Tarrou’nun babası, ağır ceza savcısıdır. Bir gün oğlunu alır duruşmaya götürür. Camus, şöyle anlatıyor: “Babam kırmızı cüppesi içinde değişmiş, o babacan, o şefkatli halinden eser kalmamıştı. Ağzından sonu gelmez cümleler birbiri ardına yılanlar gibi dökülüyordu. Toplum adına bu adamın ölmesini, hatta kafasının kesilmesini istediğini anladım. O günden sonra babamla aramız bir daha düzelmeyecek biçimde bozuldu.” Camus şunları da eklemiş: “Adalet görevlilerinin işi gerçekten çok güçtür. Kendilerine, yakınlarına, suçladıkları kişilere, tarihe karşı sorumludurlar.” Yazımı, Boileau’nun “Kişi adaletle büyür”, Diderot’nun “Tek bir erdem var, o da adalettir” sözüyle bitirsem mi? Türkiye, dış politikanın en temel kuralının “ülkenin seçeneklerini açık tutmak” olduğunu unutmuş gözükmekte ve her geçen gün, her alanda kendisini daha da köşeye sıkıştıracak adımlar atmaktadır. Süha UMAR Emekli Büyükelçi avi Marmara gemisinin, büyük ölçüde iç politika, bir ölçüde de neye hizmet edeceği anlaşılamayan, Arap kamuoyuna oynamak amacıyla, Türk vatandaşlarının ateşe atılması pahasına Gazze’ye gönderilmesi girişimi vahim sonuçlara yol açmış, daha da açacağa benzemektedir. Türkiye’nin, Filistin sorununun, Filistin halkının çıkarlarını koruyacak biçimde çözümüne destek vermesi ve ağırlığını bu yönde kullanması doğrudur. Gazze ablukası ve İsrail’in açık denizde korsanlık yapmasının kabul edilemez olduğu da doğrudur. Ancak, Gazze hatta Filistin, bir Kıbrıs, Ege sorunu, daha açık deyişle, Türkiye’nin sorunu değildir. İsrail’in yanlış politikaları ile mücadelenin yöntemi ise “one minute” ile başlayan, Mavi Marmara ile devam eden tutum, hiç değildir. Mavi Marmara, dış politikada “kontrollü bunalım yaratma” politikasının bir uygulaması olarak düşünülmüş ise olay yaratanların denetiminden çıkmıştır. Sonuçta, Türkiye, en azından engel olabilecekken bunu yapamayarak veya yapmayarak kendi vatandaşlarını ateşe atmış, sonra da onları koruyamamıştır. Bu vahim bir durumdur. Dış politikada her adım, belirli bir amaç için atılır. Başarı bu amacın gerçekleşmesi halinde vardır. Mavi Marmara girişiminin amacı Gazze ablukasını kırmak idiyse bu gerçekleşmemiştir. Türkiye ablukayı kıramamış, olay sonrasında öne sürdüğü üç koşulun özür dilenmesi, tazminat ödenmesi ve Gazze ablukasının kaldırılması hiçbirisi gerçekleşmemiştir. Bu AKP’nin İsrailGazze politikasının amacına ulaşamadığının, dolayısı ile başarısız olduğunun açık kanıtıdır. Türkiye’nin, Gazze ablukasının kalkmasını sağlayamaması bir yana, Palmer raporu, ablukanın hukuka uygun olduğunu hükme M bağlamıştır. Türkiye’nin Mavi Marmara girişiminin bir sonucu olan bu gelişme, Filistin davasına ciddi zarar vermiştir. (Palmer raporunun niteliğini kimsenin dinlemek ve anlamak istemeyeceğini görmeden raporu tartışmaya çalışmak, yalnız dış politikayı değil dünyayı hiç bilmemektir.) Raporu takiben açıklanan “B” Planı’nda, Gazze ablukasının Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) götürüleceğinin belirtilmesi, Türkiye’nin Filistin’e yeni ve daha büyük bir zarar verebileceği endişesini yaratmaktadır. UAD ve yargıçlarının bağımsız ve özellikle büyük devletlerin siyasi etkisinden uzak olduğunu düşünmek ciddi bir yanılgıdır. Dışişleri Bakanlığımızın 1970’li yılların ikinci yarısına ait dosyalarında, zamanın UAD’ye ait, bu açıdan örnek olacak çok aydınlatıcı bilgiler vardır. UAD ve yargıçları UAD’nin, Sırbistan’ın isteği üzerine, BM Genel Kurulu’nun aldığı karar sonrasında, 2010 yılında, Kosova’nın bağımsızlık ilanı konusunda verdiği, ibret verici “Danışsal Görüş” de göz açıcı niteliktedir. Bu gerçekler ve geçmiş örnek kararlar dikkate alındığında, UAD’nin de Gazze ablukasının hukuka uygun olduğuna karar vermesi halinde bunun Filistin’e vereceği zararı kimse ortadan kaldıramaz. Korkarım UAD böyle bir karar aldığı takdirde, bugün, İsrail’e karşı takındığı tavır nedeniyle belki de Türkiye’nin Ortadoğu’da kendi kendisini yok etmesine yardımcı olacağını düşündükleri için Türkiye’ye alkış tutan bazı Ortadoğu ülkeleri ile Arap Ligi gibi kurumlar, UAD’nin böyle bir kararının vebalini Türkiye’ye yüklemek için birbirleri ile yarış edeceklerdir. B Planı’nın diğer unsurları ne yazık ki çok geç kalmış politikalardır. Türkiye, İsrail ile ilişkilerinin düzeyini hemen Mavi Marmara olayını izleyen günlerde düşürmüş, askeri iş birliğini o zaman askıya almış olsaydı hatta B Planı’nda söz edilmeyen ekonomik ilişkileri gözden geçireceğini açıklasaydı, bunların İsrail ve ABD, dolayısıyla Palmer Komisyonu üzerinde bir etkisi olabilirdi. Şimdi İsrail, Sayın Davutoğlu istediği kadar niteliğini tartışsın veya Sayın Cumhurbaşkanı “yok” saysın BM Palmer raporunu da arkasına almışken B Planı’nın bu unsurlarından ürkmeyecektir. Aksine, özellikle planın “Doğu Akdeniz’de seyir güvenliğini sağlamak” bölümünü, Türkiye’nin uluslararası hukuka saygısız davranma hazırlığı olarak göstermeye çalışacaktır. Nitekim İsrail tarafının ilk açıklamalarında, bu konu ile ilgili olarak “Türkiye’nin Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin hükümlerine uymasının beklendiği” ifadesinin kullanılması geleceğe ışık tutmaktadır. Yunanistan’ın yaptığı “Türkiye’nin tavrının, komşularla sıfır sorun politikasına uymadığı” açıklaması ise İsrail kervanına daha şimdiden kimlerin nasıl büyük bir hevesle katılacağını göstermektedir. AB Polonya toplantısında, kimsenin Türkiye’nin tutumunun haksızlığını dile getirmemesi, eğer doğru ise Türkiye’nin başını derde soktuğuna için için sevinen basit bir diplomatik nezaket sonucudur. Diplomasinin bu incelikleri, deneyimi olmayanlar için yanıltıcı mesajlar verir. Türkiye, dış politikanın en temel kuralının “ülkenin seçeneklerini açık tutmak” olduğunu unutmuş gözükmekte ve her geçen gün, her alanda kendisini daha da köşeye sıkıştıracak adımlar atmaktadır. Ulusal çıkarlardan vazgeçilmesi düşünülemeyeceğine göre, bu adımlar sonuçta Türkiye’yi sıcak çatışma riski ile karşı karşıya bırakabilir. Gazze ablukası konusunda, başta, bugün Türkiye’ye alkış tutan Arap âlemi olmak üzere tüm dünya kılını kıpırdatmazken Türkiye’nin bu nedenle Doğu Akdeniz’de İsrail ile sıcak bir çatışmaya doğru yol alması, üzerinde ciddi biçimde düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu irdeleme yapılırken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesinin bugün içinde bulunduğu sıkıntılar da dikkate alındığında, AKP hükümetinin dış politikada her adımını her zamankinden daha da dikkatli atmasının şart olduğu görülecektir. Genç otoriteye bağımlı hale getirildiğinde yaşamda etkin bir varoluş sergileyememekte ve bunu ilerideki yaşantılarına da taşımaktadır. Toplumda en küçük birim olan ailede kaybedilen demokrasinin toplumda olabileceğini düşünmek saflık olur. Yanlış eğitimin kurbanı bütün bir toplumdur. Kendi gücünün farkında olmayan, kendi dışında güç odakları arayan, inisiyatif kullanamayan, çevresinde olup biten olumsuzluklara karşı kör ve sağır olan, tam bir teslimiyet tutumu gösteren insanlar giderek artıyorsa suç kimin olacaktır? Böyle toplumsal riskler oluşturan eğitim anlayışından ne zaman vazgeçeceğiz? Resepsiyon Dediğiniz, Ayakta Rakı çilen Yer... Dinci siyasetçi resepsiyona gittiğinde tepsiyle garson karşısına dikilir... Renk renk içki bardakları; rakı, votka, şarap, konyak... Arka sıralarda limonata, kola, gazoz olsa da bardaktan bardağa geçer... İçinden garson gitsin diye okur, garson gider, öbürü gelir... Kapıyı ittirir gibi avucunu uzatır “almam” der ki, bunu duymayan öbür garson gelip önünde durur... İki elini cebine sokar... Göz ucu ile bakar... Diğer garson gelmektedir... Adanalıyı resepsiyona davet etmişlerdi... O sormuştu: “Şu ayakta rakı içilen yer mi?..” Ve resepsiyonlar devlet hayatından yavaş yavaş çıkıyor... Önce Cumhurbaşkanı resepsiyonları ikiye böldü, yarısını öğlen saatine aldı... Kimse öğlen öğlen rakı içip de kendi makam arabası yerine polis otosunun arkasına gidip oturmak istemeyeceğine göre... Arkasından bu sene 30 Ağustos resepsiyonu iptal edildi... “Artan terör olayları” nedeniyle... 40 yıllık terör ilk kez görüldü çünkü... Önceki gün, adli yılın başlaması resepsiyonu yapılmadı... “Artan terör olayları” yanında içine “Somali’deki açlık nedeniyle” gerekçesi konuldu ki, daha da kuvvetli olsun... Somali’deki açlığı yeni duydular tabii... Ya da Somali’deki açlar rakı ve kanepe bulamadıkları için diyelim... Dün... TBMM’nin bu sene açılış resepsiyonunun yapılmayacağı açıklandı... “Ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle” dediler... Başbakan; Mısır’ı, Libya’yı, Gazze’yi kurtarma seferine tam çıkarken “ülkenin içinde bulunduğu durum” resepsiyon iptal edecek kadarsa... Biz bilemeyiz... Resepsiyonları yavaş yavaş devlet hayatından çıkartıyorlar... Oysa resepsiyonlar bir eğlence değildir... Modern devletin tüm kurumları ve kesimleri ile duygusal bütünlüğünü anlatır... Ve bir Cumhuriyet geleneğidir... Ama resepsiyonda garson rakı tepsisi ile dikiliyor karşısına imamın... Eeee olmaz... H ep merak eder, düşünürüm. Neden toplumumuzda insanlar güç figürlerini kendi arar konuma geldi? Çok yaygın ve yerleşik hale gelmiş güç tapınmacılığının nedenleri nelerdir? Kurtar bizi baba, Hakkı babanın yeri, Müslüm baba, baba öğretmen gibi deyimlerin yabancısı değiliz. Bugün ülkemizde babalara, kurtarıcılara duyulan ilgiyi ailede verilen korku ve güç odaklı eğitimde, terbiyede aramalıyız. Neredeyse güç figürlerine bağımlılık söz konusudur. Aslında güç tapınmacılığı öğretilmektedir. Eğitim özde bir ilişkidir. İlişkilerimizde bağlanma sorunla Babalara Bu Denli Merak! Muzaffer GÜRBOĞA EğitimciYazar rı yaşayan bir toplumuz. Yaşamın her alanında ne bağlanmayı becerebiliyoruz ne de ayrılmayı, özerk birey olmayı. Okulda olsun, ailede olsun verilen eğitim bireyin kendine yetmesini, kendi farklılığıyla yaşamda varoluşunu gerçekleştirmesini sağlayamıyor. Bizde eğitim denince farklılaşmayı sağlama yerine benzetme, hizaya getirme, burnunu sürtme ve asıpkesme olarak algılanıyor. Eğitimin amacı çocuğun etki alanını genişletmesine olanak sağlamadır. Bu gerçeğe rağmen okulda öğretmen, evde anababa bu yönde eğitiminden sorumlu olduğu kişilere destek olacakları yerde, kendi yetki alanlarının genişlemesini sağlayan tutumlar içine girebilmektedirler. Onları anlamaya çabalamaları gerekirken, yetişkinler kendi güçlerini sınama ve gösterme peşine düşünce, eğitimin içine bolca korku ve şiddet sinmektedir. Eğitim çoğu kere yetişkinlere tanınan bir keyfiyet olarak da algılanmaktadır. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear