08 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 8 AĞUSTOS 2011 PAZARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 9. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları ve Halüsinasyon çindeki Yönetimler kındığı gibi, “Sevmesen ölürüm, sevsem öldürürler”, “Ölmek öldürmek kolaydır; zor olan yaşamak ve yaşatmaktır.” Yaşamak ve yaşatmak sevgisi, kişinin sevdiği işi yapmasından çok, belki yaptığı işi sevmesiyle, yani hizmet bilinci ve borcunu ödemesiyle mümkün görünüyor. Sevgi Neye Bağlı? Sorumlu insan, olup biten bitmeyen her davaya hizmet ederek öğrenir sevmeyi. Belki hayata atıldığı ilk yıllarda değil, ama “hayatın anlamı”nı sorguladığı kırklı yaşlarında. O çağında anladıkça bağışlar, bağışlayıp hayata bir şeyler kattıkça sevgiyi yaratır ve özendirir. Aradığı sevgiyi mutluluk gibi uzaklarda değil, hayat yolculuğunda yarattığı kendi kişiliğinde bulur. ktay Akbal, Cumhuriyet’teki bir köşe yazısını şu soruyla bağlıyordu: “Evet, her şey önce sevgiye bağlı ... ama sevgi nerede?” Soruyu, bağlandığı yerden alıp açmayı düşünüyorum: Her şey sevgiye bağlı da... Sevgi neye bağlı? Sahnedeki ya da ekrandaki genç sanatçı, kendini kısaca şöyle tanıtır; inançla, övünçle: “İnsanları ve ülkemi seviyorum.” Kimsenin aklına bu sevginin gerekçesini, kaynağını sormak gelmez. Nedeni sorulmaz çünkü sanatçı, henüz insanları değil de, sanatına gönül ve emek veren özkişiyi sevmektedir. Yazılıp çizilmiş, araştırılmış ama az anlaşılmış bir sevgi sorunudur bu. Yard. Doç. Dr. Çetin KAYA O Bozkurt GÜVENÇ sız kişilerdir. Babalar ise ailesinin geçimini ve güvenliğini sağladıkça, zamanla öğrenirler çocuklarını sevmeyi. Meslek, sanat ve öz sevgisi Vatan sevgisi Sevginin önemli bir türü de vatan sevgisidir. Savaşta ölenler şehitlik mertebesine erişirken gaziler hayatları boyunca ülkelerini severler ve korurlar. Hizmet ettikleri vatan ve millet varlığını eserleri gibi görürler. Bu sevgi, şiir okuyup, nutuk söyleyerek değil, karşılık beklemeden, yakınmadan, hizmet ederek kazanılır. Şair şöyle dile getirmişti tepkisini: “Neler yaptık bu vatan için, kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik!” Vatan sevgisi bebeklere takılan bir takı değil, karşılıksız hizmet edenlerin kazandığı paha biçilmez bir ödüldür. Onun için bilgeler: “Devlet bana ne verdi ki ne bekliyor” sorusu yerine “Ülkeme nasıl hizmet edebilirim sorusunu sorun” derler. Kırk yıllk mesleğimizi, dostlarımızı, öğrencilerimizi, okurlarımızı, hastalarımızı, yapılarımızı, yazılarımızı, kitaplarımızı, bestelerimizi, ödüllerimizi, mal varlığımızı, iyi şöhretimizi ve onurumuzu severiz. Çünkü her birini yaratmaya ve korumaya hayat boyu emek vermişizdir. Herkesin bildiği fakat nedense söylemekten çekindiği evrensel bir gerçeği açıklamaktan korkmayalım: Özümüzü de severiz. Kendimizi bildik bileli, “vicdan ya da varlık bilinci” adını verdiğimiz içimizdeki o buyurgan “ben”e hizmet ettiğimiz için. Uygarlık tarihi boyunca en büyük erdem sayılan “kendini bil”mek geçen yüzyılda kimi varoluşçuların savunduğu gibi kişinin kendini “kendisinden, ailesinden, toplumundan ve türünden” sorumlu görmesiyle gerçekleşiyor. Sorumlu insan, olup biten bitmeyen her davaya hizmet ederek öğrenir sevmeyi. Belki hayata atıldığı ilk yıllarda değil, ama “hayatın anlamı”nı sorguladığı kırklı yaşlarında. O çağında anladıkça bağışlar, bağışlayıp hayata bir şeyler kattıkça sevgiyi yaratır ve özendirir. Aradığı sevgiyi mutluluk gibi uzaklarda değil, hayat yolculuğunda yarattığı kendi kişiliğinde bulur. Refah toplumunun sürekli artan tüketim eğilimlerinde değil, semavi, kitabi ve dünyevi bütün peygamberlerin ortak öğretisinde görüldüğü gibi, almaktan çok vererek, sevmeyi öğrenerek. Yazımın başında, kendini medyada tanıtan genç sanatçımız da sanırım, bir şeyler vermek umut ve coşkusuyla dolup taştığı için söylüyordu toplumu sevdiğini... G Anaların sevgisi Sevgi denince, ilk akla gelen anne sevgisi, annelerin çocuk sevgisidir. Uzun bir yolculuk süresince karnında taşıdığı, analık güdüsüyle besleyip büyüttüğü, kem gözlerden, nazardan hatta kendi gözünden bile sakındığı, korumak, yaşatmak için bazen canını feda ettiği evlat sevgisi. Kaynağı güdüsel olsa da, gelişmesi emeğe bağlı olan, nice çabalar gibi, yaparak, yaşayarak öğrenilen bir duygu ve davranış. Ne var ki çocuk hazır bulduğu bu sevgiye, sevgiyle karşılık vermez. Anneye bağlanır, onu arar, sayar, anar; ödenmez denen borcunu kendi çocuklarını severek öder. “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” ya da, “Su aşağı akar” deriz. Bebeğini kundağa sarıp cami duvarına bırakanlar, sevmeyi öğrenme fırsatı bulamamış ya da verilmemiş baht ş, eş ve aş sevgisi Kutsal sayılan doğal sevgilerden günlük yaşamın iş, eş ve aş ilişkilerine geldiğimizde, sevgiyi yaratan ve yaşatan karşılıksız hizmet ilkesi sanırım değişmiyor. İşyerinde topluma (üretime), ailede üyelere (üremeye), yemek masasında (tüketime) hizmet ederiz. Bu sevgiler birbirinden tam bağımsız değildir. İşi olmayana, kuracağı ailenin aşını kazanacak, ocağını tüttürecek gücü olmayana eş de vermezler. Yaşamak ve yaşatmak için işimizi, eşimizi ve aşımızı severiz. Bu sevgileri hizmet ederek öğreniriz. İşsizlik ve eşsizlik, yoksulluk kadar önemlidir. Şairlerin ya B ugün Atatürk’e saldırmak, deyim yerindeyse saydırmak, bel altı vurmak ve hatta daha da ileri giderek hakaret etmek moda olmuş durumda. Yalanlarla, iftiralarla bezenmiş saldırıların prim yaptığı gün bugün. Amaç açıkça ortada. Atatürk’e olan sevgi ve bağlılığın azaltılması… Sonra da unutturulan Atatürk’ün tarihin tozlu raflarında yerini alması… İşte böylesi bir dönemde; Cumhuriyet’in seksen sekizinci, Ulu Önder’i yitirişimizin yetmiş üçüncü yılını geride bırakmak üzereyken Türk ulusuna Ata’sının değerini anlatmaya ve yeniden hatırlatmaya çalışmak çok acı olduğu kadar da gerekli gözükmekte. Onun önemini ve değerini madem bu ülkede bazıları anlamıyor ya da anlaşılmasını istemiyor, onlara yine bizden birileri değil de dışarıdan tarafsız birileri anlatsın Atatürk’ü ve onun eserlerini. Dünya Lideri... Dr. Gökhan CEBEC Bakın bugün “devrim” deyince ülkemizde birçok devrimci insanın Atatürk gibi bir devrimci varkenilk aklına gelen bir iki isimden biri olan, Küba lideri Fidel Castro ne demiş: “Atatürk, 1919’da Anadolu’dan düşmanları kovmak için Bandırma Gemisi’yle Samsun’a çıktı. Antiemperyalist bir savaş verdi ve zafere erişti. Biz, Atatürk’ün bu devrimci savaşından etkilendik, esinlendik ve tam 40 yıl sonra, 1959’da Granma Gemisi’yle Havana’ya çıktık, ülkemizden emperyalistleri kovmak ve işbirlikçisi faşist Batista rejimini yıkmak için. Biz de zafere eriştik. Bizim ve tüm mazlum halkların esin kaynağıdır devTıp Doktoru rimci Kemal Atatürk. Sağdan sola doğru yazılan Arap harfli alfabeyi bırakıp, soldan sağa doğru yazılan Latin harfli abeceye geçilen Harf Devrimi başta olmak üzere, bir dizi çağdaş ve aydınlanmacı Cumhuriyet Devrimleri’ni bu kadar kısa sürede biz asla başaramazdık.” “Onun yaptıklarını ben başaramazdım. Asıl devrimci Atatürk’tür. Bu kadar büyük bir devrim yaptım ama Atatürk’ün yaptıklarını başaramazdım.” “Sizin Atatürk gibi bir önderiniz var! Ona sıkıca sarılmak, onun yaşamınıza soktuğu değerlere sahip çıkmak ve korumak sizin birçok sorununuzu çözecektir!” 1935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghay Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen bir başka devrimci Mao’nun ise ilk sözleri şu olmuştur: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm.” Üzerinde güneş batmayan bir imparatorluğun Başbakanı D. Lloyd George, dünyada emperyalizme karşı kazanılan ilk savaş olan Kurtuluş Savaşı sonrası Atatürk’ü şu sözler ile değerlendirmiştir: “Yüzyıllar ender olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türklere nasip oldu. Mustafa Kemal’in dehasına karşı elden ne gelirdi.” Kurtuluş Savaşı’nın bir başka kaybedeni olan Yunanistan’ın Başbakanı Venizelos, “Mustafa Kemal Paşa’yı Yüksek Nobel Barış Ödülü için aday göstermek ile şeref kazanırım” sözleri ile Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermiştir. eçen günlerde 9. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları’nı izledik. Çeşitli ülkelerde eğitim veren okullardan gelen çocuklar Türkçe şiirler okudular, şarkı ve türküler söylediler, kolbastı oynadılar. Ne var ki yabancı çocukların okudukları eserler teksesli olup çağdaş müzik dünyasına hiçbir katkısı olmayan arabesk, ağdalı şarkı ve türkülerdi. Ortada ne bir çocuk orkestrası ne bir kemanpiyano ikilisi ne de çoksesli bir çocuk korosu vardı. Dünyaya yayılmış bu okullarla ilgili olarak toplumun çeşitli kesimlerinden değişik görüşler ileri sürüldü. Toktamış Ateş, İlber Ortaylı ve Eser Karakaş adlı profesörler, editörlüğünü yaptıkları “Barış Köprüleri” kitabında, bu okulları göklere çıkarmışlardı. Bir kısım düşünürler de, finansman kaynağı belirsiz olan böylesine büyük yatırımlarla yapılan bu tip paradoksal eğitimin bekleneni vermediğini iddia ettiler. Bir başka kesim yurttaşlara göre de yabancı ülkelerde eğitim veren bu okullara yapılan yatırımlarla, Anadolu’da binlerce okul modern kütüphanelere, piyano ve müzik öğretmenlerine, spor tesislerine kavuşabilir ve yurdumun yüz binlerce yetenekli çocuğu çoksesli korolarla, pırıl pırıl genç sporcularıyla ve yarının bilim adamlarıyla Türkiye’nin uygar yüzünü Avrupa’ya ve dünyaya yansıtabilirlerdi. Kaliforniya Üniversitesi’nden Dr. Gordon Shaw ve psikolog Frances Rauscher gibi bilim adamları ve Hacettepe Üniversitesi Odyoloji Profesörü Erol Bilgin’in araştırmaları çoksesli müzik dinleyenlerin zekâlarında yükselme ve uzamsal mantık becerilerinde gelişme olacağını kanıtlamışdır. Erdal Atabek bir yazısında toplumun klasik müzik eğitimiyle uygarlaşacağını vurguluyor. Çinli bir anneye göre çocukları mutlak olarak piyano ya da keman çalmaları ve günde 3 saat etüt etmeleri zorunludur. Bunun sonucu olsa gerek, bugün Çin’de 60 milyon Mozart çalabilen Çinli piyanist bulunmaktadır. Bugün resim, heykel sanatına ve çoksesli müziğe soğuk bakanlarla, trafik kurallarına uymayanlar; Çin’in ekonomide dev sıçrayışıyla, 60 milyon Çinlinin piyanoda Mozart çalması arasında bir korelasyon kuramayanlar, Doğan Kuban’ın değişiyle aynı kimlikte buluşuyorlar. Ortadoğu siyaset bilimleri uzmanı Bernard Lewis’e göre kalıcı bir demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarından birisi de, yine çoksesli müziktir. Bilim adamlarının ve yönetim kuramcılarının ortak paydalarda birleştikleri nokta, temelinde çoksesli müzik olmayan bir kültürle demokrasinin içselleştirilmesinin mümkün olamayacağıdır. Geçenlerde İrlanda’da yapılan ciddi bir zekâ testi araştırmasına göre, Türkiye’nin zekâ düzeyi, Avrupa ülkeleri arasında sondan ikinci olarak belirlenmiştir. Bu veriler gösteriyor ki, Türk toplumu ciddi ve köklü bir kültürel transformasyondan, sabırla geçirilmeden, Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş uygarlık düzeyine varmamız ya da AB’ye asil üye olmamız ancak bir halüsinasyondan ibaret kalır. La Fontain masallarına taş çıkarıp, sırıtarak “AB’ye girmezsek girmeyelim. Tahran, şu, bu ekseninde yerimizi alırız. Zaten AB de batıyor!.” gibi Enver Paşa’vari coşmalar, ülkemizi yine çeşitli felaketlerin kucağına atabilir. Bu çok önemli nedenle, günümüz devlet yöneticileri popülist ve İslamcı içgüdüleriyle hareket etmeyi terk etmeli ve genç kuşaklara evrensel aklın doğruları ile yerel duyguların sentezinin yaratacağı büyük sinerjiyi yansıtmalıdırlar. Çünkü gelişmiş ülkelerin yöneticileri, çoksesli müziğin toplumların uygarlığa taşınmasında önemli bir rol üstlendiğini çok önceden fark ettiler. Büyük Karl (Charlemagne), Karolenj Rönesansı’nı başlattı. Fransa’da, henüz 12. ve 13. yüzyıllarda iki sesli olan koro şarkılarını dört sese çıkarma girişimleri başladı. Emanuel Bach, Büyük Frederik’in saray orkestrasında 30 yıl hizmet verdi. Ne var ki Avusturya elçisi Busbecq, Kanuni’nin sarayındaki orkestrayı kovduğunu ve bütün müzik aletlerini kırdırıp yaktırdığını belirtir. Kanuni’nin bu akıldışı davranışları, bugün devlet adamlarımıza ve toplumun önemli bir kesitine yansımıştır. Günümüzde devletin tepe noktalarındaki sorumlu kişiler tiyatro, bale ve operaya karşı olduklarını açıkça beyan etmişlerdir. Bu düşünce tarzı, Atatürk Kültür Merkezi’nin halen dahi bedevi ayak oyunlarıyla kapalı tutulmasının nedenleri arasındadır. Oysa bu evrensel olguları anlamasalar dahi, ülkenin yüksek menfaatları konu olunca, bu olguları desteklemek devlet adamlığının icaplarındandır. Kaynakça: Tony Buzan, Raymond Keene, Dehanın El Kitabı, s:130131; Bernard Lewis, Ortadoğu, Sabah Yayınları, s: 99; s:195209; John Freely, Osmanlı Sarayı. Remzi Kitabevi, 2002. s. 8384; Mehmet Ali Kılıçbay, Biz Zaten Avrupalıyız, İmge Kitabevi, s.226; Harold Lamb, Kanuni Sultan Süleyman, Kaktüs Yayınları, İstanbul, 2007. S.287; 27.01.2011 tarihli Wall Street Journal; Muammer Kaylan, Kemalistler, İslamcı Hareket ve Laik Türkiye’nin Geleceği, Remzi Kitabevi, 2006. s.397; (Bernard Lewis, What, Whent Wrong, Phoenix, 2002, s:150152; Perry Chase, Jacob Von Laue. Western Civilization, Houghton Mifflin Company, 1989, s:389; J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, 2010, İnkilap Basımevi, İstanbul. S. 274275; Zeynep Göğüş, Hürriyet; Ruhat Mengi, Vatan, 17.05.2009; Ali Çuimen, Tarihi Değiştiren Askerler. Sistem Matbaacılık, 2008, s.168169; Aytaç Yalman, Hürriyet, 31.10. 2004 C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear