Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
1 AĞUSTOS 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA DİZİ 7 Kör edici bir yangının ortasındaydılar. Ve ateş harlandı, derilerine yapıştı Dört yanı yangın sarmıştı ki otobüs jandarma özel timi, 30 otobüs jandarma komando ekibi, ikisi minibüs olmak üzere 4 jandarma aracı Bayrampaşa Cezaevi’ne giriş yapmıştı. “Hayat güzeldir, canınıza kıymayın” anonslarının yapıldığı hayat sonlandıran operasyona katılan yaklaşık dört bin askerden birinin anlatımı: “…O an gördüğüm tek şey insanların karşılıklı asker çemberine alınmalarıydı. Vurulup düşen insanlar gördüm, çığlık sesleri duydum. Yanarak ölenler gördüm. Hissettiğim tek şey kindi! Nefret! İnsanlar ‘yakmayın’ diye bağırıyordu. Ama bizlere denilen tek şey de, ‘Ateş serbest, gördüğünüz herkesi vurun, sağ çıkmasınlar’ idi. Bu arada ölen asker vardı. Yalnız asker askeri vurdu. Karşılıklı yaylım ateşinde vuruldu. Operasyon bitiminde 4 bin askerin tamamı ve gardiyanlar birlikte çıkanları dövüyorlardı. Aklımda kalan en kötü şeylerden biri de insanların tazyikli suya tutulmaları, çırılçıplak soyularak dayaktan geçirilmeleriydi…” Eski Türkiye Komünist Emek Partisi (TKEP) Genel Sekreteri Teslim Töre, bir döneme damgasını vuran önemli isimlerden... 11 Eylül 2001 günü tahliye edildi. Operasyon sırasında Bayrampaşa Cezaevi’nde bulunduğunu söyleyen Töre, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “C–11 koğuşunda 16 kişiydik. Aramızda ölüm orucu ve açlık grevi yapan kimse yoktu. Balyozla duvarları kırdılar ve ateş ettiler. Ardından da bomba yağmuru başladı. Yan koğuşun yanması üzerine duman altında kaldık. Öleceğimizi sanıp birbirimizle helalleşmeye başladık. Cehennem ortamında saatlerce kaldıktan sonra bizi dışarı çıkardılar. Ancak koğuşta beslediğimiz kediler baskın sırasında öldü.” Ressam Sait Oral Uyan, aynı zamanda arkeolog... Cezaevine girmeden önce tam 5 resim sergisi açan içeride de 50’ye yakın tablo çizen bir sanatçı. Örgüt davasından müebbet hapis cezası aldı ve ölüm orucunun 205. gününde bilinci kapandı. Ölüm orucu eylemine başlarken 80 olan kilosu daha sonra 30’a indi. Zorla müdahale onun WernickeKorsakoff hastalığına yakalanmasına neden oldu. Tahliyesi ardından geldi. Uyan, düşüncelerini zor da olsa ifade edebilenlerden... Operasyonu şöyle anlatıyordu: “Çizgi filmlerde kurgulanan silahlarla taradılar bizi… El bombaları, lav silahları, gaz bombalarıyla üzerimize geldiler. Garip silahlar kullandılar. Çünkü 3 milimetre kalınlığında 2 ayrı sacı delen kurşun, bizim kapının arkasına koyduğumuz dolabı delip geçiyor. Her türlü hileli savaş oyununu oynadılar. Bir ordu vardı orada.” İ Hukukumuz Gelişirken (2) Türkiye’nin demokratik bir ülke değil, çok partili bir ülke olduğuna ilişkin inancım her gün biraz daha pekişiyor. “Türkiye demokratik bir ülke olsa, son dönemlerde yaşadıklarımızı yaşar mıydık” sorusuna açık yüreklilikle verilecek yanıt sanırım “yaşamazdık” olurdu. Siyasal iktidarların her istediklerini yapmalarına olanak sağlamak için oluşturulmuş bir hukuk sistemimiz olduğu her gün biraz daha sırıtıyor. “Benim canım böyle istiyor” diyerek karşılarındakilerin yasalardan kaynaklanan hak ve yetkilerini kullanmalarını engellemek ancak bizim demokrasimize (!) özgü bir yaklaşımdır. Hukukumuzun başını alıp gitmesine ses çıkarmak bir yana adeta özendiren bir ortamın geçerli olduğunu söylemek, abartılı bir yaklaşım olmasa gerek. İktidar partisinin cicim aylarında, 7 Mayıs 2004 günü anayasada çok önemli bir değişikilik yapıldı. Uluslararası antlaşmalarla ilgili düzenlemeyi içiren 90’ıncı madde, bunların Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylanması halinde geçerli olacağını vurguluyordu. Değişiklik yapılmadan önce maddenin son iki fıkrası şöyleydi: “Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü antlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır. Usulüne uygun yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz.” Andığım tarihte yapılan değişiklikle maddeye şu bölüm eklendi: “Usulüne uygun yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Gelelim yanıtlanması gereken ikinci soruya: “Türkiye demokratik bir hukuk devleti idiyse, anayasanın bu kuralı, kâğıt üstünde kalmayı sürdürebilir miydi?” En azından, her olumsuzlukta “Devlette devamlılık esastır” sözüne sarılmayı yeğleyen yetkililer, konuyla ilgili olarak da Türkiye Büyük Millet Meclisi “Benim koyduğum anayasa kuralı nasıl yok sayılıyor” deyip, uygulanan anayasa karşıtlığına çözüm bulma görevini yerine getirmeye niyetlenmezlik eder miydi? Gazetecilerin üzerinde dolaşan tehlikelere, hukukumuz sayesinde bir yenisi daha eklendi: “Meslekten men cezası.” Hapse düşmek bile gazetecinin mesleğini yapmasını engelleyemiyor. Gelen giden olmasa bile, “Görülmüştür” damgalı zarflarda gazeteciliğinin gereğini yerine getirebiliyorsun. Bu kez gazeteci serbest, ama mesleğini yapmaktan men edilmiş durumda. Nedeni de Türk Ceza Yasası’nda yer alan “Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakma” başlıklı 53’üncü madde. Madde, devlet memurları ile kamu kurumu niteliğinde ve yasayla kurulmuş, kimi meslekleri yapanlar için zorunlu üye olmayı gerektiren meslek örgütlerini kapsar biçimde düzenlenmiş. Peki gazetecilerin mesleklerini yapabilmeleri için üye olmak zorunda bulundukları kanunla kurulmuş bir örgüt var mı? 1946 yılından bu yana yok. Bizler yetişemedik ama önceki tek partilerden birinin döneminde ve 1938 ile 1946 yılları arasında vardı. Umarım karar, o günlere dönüşün bir işaret fişeği değildir. Dileğimiz Adalet Bakanlığı’nın kanun yararına bozma yetkisini kullanması ve anayasanın 90’ıncı maddesinde yer alan kuralı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırılık yönüyle de önemsemesidir. ÇANAKKALE… T DURMAZ… Aynı Nazi toplama kamplarının ‘gaz daları’nda olduğu gibi, tavandan ölüm kusan gazlar püskürüyor; insanlar birbirlerinin üstüne düşmüş… Kimisi kriz geçiriyor, ellerini kollarını çırpıyor, kimi boğazını tutuyor iki eliyle, kimi kendinden geçmiş, anlamsız sözler haykırıyor… Tam bir vahşet görüntüsüydü…” Eski ölüm orucu eylemcisi Gamze Turan, Ümraniye’deki Hayata Dönüş’ün tanığıydı: “Üzerimize incecik bir sıvı sıktılar. Bir süre sonra sıvının değdiği yerler yanmaya başladı. Sonra tazyikli su, sonra yine aynı sıvı... Bu bir süre böyle devam etti. Ardından ateş etmeye ve gaz bombaları yağdırmaya başladılar. Çok yakıcı, kas gerilmesi yaratan bir duman arasında kaldık. Ölüm orucundakileri ve yaralılarımızı ayırdık. Asker kurşunuyla ölenler oldu. Ercan’ı o cehennemden çıkarıp aldığımızda ölmüştü. Rıza için ise çok uğraştık.” Cezaevinden çıkınca uzun bir tedavi maratonuna giren ölüm orucu direnişçisi Nezahat Turan Gündoğan yaşananları aktarıyor: “Silah sesleri ve ‘saldırı var’ haykırışlarıyla uyandık. Askeri helikopterler, taciz ateşi, kesilen su ve elektrik. Adeta bir psikolojik savaş… Önce plastik kurşunlar, ardından da gerçek kurşunlar sıkıldı üzerimize… Gaz bombaları yağıyordu dört bir yandan. Sinir gazları, içeride durulamayacak kadar çok yoğunlaşmıştı. Vücutlarımızda kontrol dışı hareketler ve kasılmalar başladı. Bu sırada bombanın isabet etmesi nedeniyle kardeşimin eli parçalandı. Bizler düşünen birer insan olarak meşru müdafaada bulunduk, bu da bizim en doğal hakkımızdı. Kendini yakarak koridora çıkan Ahmet İbili, karşılıklı olarak siper alan jandarmaların yaylım ateşiyle yaşamını yitirdi.” Gardiyan Yıldız Ercan, 1922 Aralık baskını sırasında Ümraniye Cezaevi’nde görevliydi, daha sonra “yaşadıklarına daha fazla dayanamadığı” gerekçesiyle istifa etti. Ercan, kanlı operasyonu anlatıyor: “Uzun bir askeri aracın üzerine yerleştirilmiş iki ayrı silah vardı. Öndeki silah topa benziyordu. Namlusu yaklaşık 1.5 metre boyundaydı. Ana gövdesi ise aşağı yukarı 1.70 metre idi. İkinci silah üç ayrı bölümden oluşuyordu ve namlusu yine topa benziyordu. Cezaevinin avlusunda bir vincin ucunda asılı olarak gördüğüm şey ise her şeyden farklıydı. İçinde mutfak tüplerine benzeyen ama alakası olmayan bir tüp vardı. Bende bıraktığı izlenim bir kimyasal silah olabileceğiydi.” Hayata Dönüş Ümraniye Kör edici bir yangının ortasındaydılar. Ve ateş harlandı, derilerine yapıştı. Korlaştı bedenleri, köze çevrildi yürekleri. Oysa aylardan aralık, iliklere dek işleyen bir ayaz, buz gibi soğuk, dışarısı kış, karakış… Zemheri yangına dönüşmüş. Nasıl bir cehennemdi bu? Karbonmonoksit havada asılı duruyordu. Nefes almak bile mümkün değildi. Soludukları tek şey dumandı. Bağırtı, cayırtı, gürültü, patırtı, korkunç bir hengâme… Bir yandan da ölüm orucundaki tutuklu ve hükümlüleri koruyorlardı. Kucaklarında, sırtlarında, omuzlarında taşıyorlardı onları… Yangından, gaz ve kurşun yağmurundan uzak tutmak için… Yerlerde kan birikintileri vardı ve pompalı tüfekler susmuyordu. Saçmalar bedenleri delik deşik etmişti. Ve onlarca insan yaralanmıştı şarapnel denizinde… Bu, 83 saat süren Ümraniye Cezaevi baskınında meydana gelen olayların sadece kısa bir özetiydi. Hüseyin Akpınar, Ümraniye Cezaevi’nde yatıyordu. O, operasyon sırasında yaşadıklarını hayal meyal anımsıyor: “Yaklaşık 30 metrekarelik bir alanda 300 kişi kadardık. Bizi korkutmak için dışarıdan ‘Sizin için 200 ceset torbası hazırladık’ diye sesleniyorlardı. Biz de onlara ‘Az hazırlamışsınız. Burada 300 kişiyiz’ diye seslendik. Tavandaki delikten içeri gaz sıkıldığı an, ‘Herkes kıvranmaya başlamıştı. Ben o an şu gaz öldürecekse öldürsün, bayıltacaksa bayıltsın’ diye düşündüm” Mehmet Akdemir de Ümraniye Cezaevi’ndeydi: “Nefes aldığımda boğazımdan mideme kadar aynı yanmayı hissettim… Bir ara geriye dönüp baktım… Tablo korkunçtu… Çanakkale E Tipi Cezaevi, “ t Durmaz” Tepesi’nin yamacına kurulmuştu. Bu cezaevinde kullanılan gaz bombası sayısı 5 bin 48 adetti. Operasyona İstanbul ve Balıkesir’den takviye gelen jandarma timleri de katıldı. Dışarıda toplanan bine yakın tutuklu ve hükümlü yakını, siperlere yatmış eli tetikte bekleyen askerler, havada uçan helikopter… Tam 56 saat sürdü operasyon… 1’i asker 5 kişi yaşamını yitirdi, 26 ağır yaralı hastanelere kaldırıldı. Ölüm orucu 1. ekip eylemcisi hemşire Fidan Kalşen, , Hayata Dönüş baskını sırasında Çanakkale Cezaevi’nde kendini yaktı. 36 yaşındaydı. Tunceli doğumluydu. 1995 yılında tutuklanmıştı. “Fidan Kalşen’i arkadaşları yaktı, sonra çevresinde Afrika kabilelerinin üyeleri gibi ayin yaptılar” yazdı gazeteler… Operasyonda kolu kopan Vefa Serdar da söz: “Fidan Kalşen’i arkadaşlarının yaktığı iddiaları tamamen yalandır. Olayın tanığıyım. Fidan, operasyonun durdurulmaması halinde kendisini yakacağını söyledi. Baskın devam edince de kendisini yaktı.” Jandarma Kameraman Mehmet Küçük anlatıyor: “Fidan Kalşen barikatların önüne geldi. Alev aldı. Alevlerin içinde iken ellerini havaya kaldırıp marşlar söyledi. Daha sonra fiziki yapısı bozuldu ve yere düştü.” Fidan Kalşen’in babası Kekil Kalşen, , yakalandığı kanser hastalığı sonucu yaşamını yitirdi. Vasiyeti üzerine kızı Fidan’ın mezarının yanında defnedildi. Fidan Kalşen’in ölmeden önce babasına hediye ettiği ve üzerinde “Biz kazanacağız” yazılı karanfil işlemeli mendil ve kızının hırkasının bir parçası ailesi tarafından tabutun içine konuldu. Çanakkale Cezaevi’nde Hayata Dönüş’e yakalanan Semra Askeri’nin ’ ablası aktarıyor: “Kardeşimle karşılaştığımda onu tanıyamadım. Yüzü şiş, ağız bölgesi yanıktı. Nefes almakta zorlanıyordu. Bunun atılan bombalardan kaynaklı olduğunu söyledi. Ayrıca bilekleri sevk sırasında sıkılan kelepçeden dolayı morarmış, işlevini göremez hale gelmişti… Aslında şu anda insanların yaşadıklarını anlatacak kelime bulamıyorum. Tam bir Nazi kampı… nsanlıkla bağdaşacak bir yanı yok.” Ölüm orucunda yaşamını yitiren ’ Fatma Ersoy’un tanıklığı: “Hem üst kattaki spor salonunun tabanı deliniyordu, hem de pencerelerden ateş açılıyordu. Çok sayıda yaralımız vardı. Arkadaşlarımızın tümü biz ölüm orucu eylemcileri için kendilerini siper ediyorlardı. Üzerimizde ıslak çarşaflar, etrafımızda etten bir duvar vardı. Gaz bombaları yüzünden ciğerlerimizin iflas edeceğini sandık. Gazlar insanın halüsinasyon görmesine neden oluyordu. Ortamla hiçbir ilgisi olmayan pek çok görüntü geçiyordu gözlerimin önünden…” Çankırı, Bursa, Uşak, Adana… Daha hangi cezaevini, hangi acıyı anlatalım? Hayata Dönüş operasyonunda Çanakkale ve Ümraniye cezaevlerinde iki de asker yaşamını yitirdi. Jandarma Nurettin Kurt, “yüksek kinetik enerjili” bir silahla vuruldu. Ancak tutuklulardan ele geçirildiği iddia edilen 5 tabanca bu kapsama girmiyordu. Jandarma ’ Mustafa Mutlu’nun ölümü de uzun namlulu yüksek enerjili bir tüfek nedeniyle olmuştu. Mermi, asker Mutlu’nun bedenini delip geçmişti. YARALILAR, YARALILAR, YARALILAR… ayata Dönüş’te yaralanan tutuklu ve hükümlüleri anlatmayı deneyelim. Çünkü baskın sırasında eli, kolu, kafası, burnu kırılanları; kulak zarı patlayanları; yüzü, gözü, bedeni moraranları yazmak sayfalar sürer... Diğer yaralanmalardan bahsedelim. Sadece Bayrampaşa Cezaevi’nde 77 kişi yaralanmıştı. Ümraniye Cezaevi’nde yaralanan, ölüm orucu üçüncü ekip üyesi Mızrap Ateş’in sol bacağını diz kapağından kestiler. Özlem Civelek’in bedeninde üç şarapnel parçası vardı. Birini arkadaşları çıkardı. Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırılan Bülent Özdemir’in dalak ve bazı iç organları alındı. Zeki Demir, elinde patlayan gaz bombasıyla yaralandı. Ayhan Engin, sırtından yedi mermiyi... Serdar Salman sağ omzundan, Veysel Bulut elinden, Feyzi Saygılı sol bacağından, Aslan Bahar sağ topuğundan, Dinçer Otluçimen ve Erol Arıkan sağ bacaklarından, Engin Çoban sol kolundan, Bekir Şimşek kalçasından, Serdar Karaçelik sağ ayak bileğinden kurşunlandı. Muhabbet Kurt, kulak ve bacaklarından, Düzgün H Demirpençe omzundan, Gülay Boran sol diz altından, Dursun Önder kafasından, Işıl Eylem Bardak göğsünden bomba yarası aldı. Doğan Çelik, Hanım Harman ve Binali Sarıelmas, şarapnel yağmuruna yakalandı. Serdar Turan’ın sağ elinin üç parmağı koptu. Hücresinde kendisini yakan ölüm orucu eylemcisi İbrahim Erler’in parmakları da... Songül İnce’nin sol koluna önce bomba pimi, sonra kurşun isabet etti. Aylarca tedavi görmediği için neredeyse kolunu kaybediyordu. Ölüm orucu Y A R I N : C A N G I N TS A S A V Ş T I S O N R A B I RMY A N IA R A . . . ANZ Y BLOK’ A RMIAŞ DÖRT S C MY B C MY B eylemcisi Bülent Özdemir, üç kurşunla ağır yaralandı. Hasan Türkal’ın kalbinin yakınına girdi kurşun... Ciğerlerindeki kanı tüple boşaltabildiler. Mehmet Kulaksız’a beş kurşun isabet etti, Kenan Taybora’nın kafasına saplandı kurşun... Karnından yaralanan Okan Barış Ekinci, bazı iç organlarını ameliyat masasında bıraktı. Aslan Aksoy’un sol ayak topuğundan giren kurşun ayak parmaklarını parçalayarak çıktı. Orhan Dağdelen, Özgür Sağlam ve Mehmet Doğan birer gözlerini yitirdiler. Çanakkale’de Vefa Serdar’ın kolu koptu. Cuma Şat’ın dirseği parçalandı. Kurşun Rasim Öztaş’ın sağ bacağının kalça hizasından girip çıkmıştı. Başının üstünde bomba patlayan Yıldız Baguş iki kere beyin ameliyatı oldu. Kısmi felç geçiren Baguş’un tedavisi yıllarca sürdü. Ölenleri nasıl anlatalım? Fırat Tavuk’un bedeninin yüzde 90’ı yandı, Özlem Ercan’ın bedeni kömüre dönüştü, ailesi üç hafta kızlarının yaşadığını düşündü, acı gerçek, ancak DNA testiyle ortaya çıkabildi. 300 YILLIK AĞAÇLARI KESECEKLER ‘Uzay zaten siyah, bırakın dünya yeşil kalsın’ MUSTAFAKEMALPAŞA (AA) Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesine bağlı Ömeraltı köyünün sakinleri, bir maden ocağının ormanlarındaki ağaçları kesmesini engellemek amacıyla kendilerini ağaçlara zincirledi. Özel bir şirkete ait krom maden ocağının, ayrıştırma tesisi yapmak istediği ormanlık alandaki ağaçları kesmesi, bölge halkının tepkisine yol açtı. “Ömeraltı köylüleri ağaçlarından vazgeçmeyecek”, “Uzay zaten siyah, bırakın dünya yeşil kalsın”, “Kurt yürüdü izi kaldı, artık kurt da evsiz kaldı” yazılı pankartlarla ormana gelen köylüler, kendilerini ağaçlara zincirledi. Uzun bir süre bu şekilde kalan köylüler, kendilerini çözdükten sonra yürüyüşe geçti. Köylüler, ormanlık alanda “Orman bizimdir bizim kalacak”, “Ormanına sahip çık” sloganlarıyla yürüyerek eylemi sonlandırdı. Ağaçların kesilmesine tepki gösteren bazı köylüler, ormanda çıkan yangınları kendilerinin söndürdüğünü, canlarını tehlikeye attıklarını belirtti, gözyaşlarına hâkim olamadı. Köylüler adına açıklama yapan Yoldaş Seki, ağaçların kesilmesini istemediklerini ifade ederek “Bizler köyümüzü ve ormanları korumakta kararlıyız. Bunun için gereken yasal, hukuksal ve eylemsel girişimlerimizi her gün daha da artan azim ve kararlılıkla sürdüreceğimizi duyururuz” dedi.