23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 29 TEMMUZ 2011 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bölüşümle Gelişim GAZETE sütunlarında yeni yeni “arzı endam” etmeye başladığı için neyin nesi olduğu pek bilinmiyordu. Merak edip internetten arayanlar da tam bilgi edinemiyor. “Demokratik Gelişim Enstitüsü” denen kurumu kim, nerede, niçin kurmuş, amacı ne; bu konularda internette verilen sözde bilgi de fazla öğretici değil. Niteliği, galiba etkinlik haberleri izlenilerek yavaş yavaş öğrenilecek. Ama şimdi hep beraber biliyoruz ki bir “heyet” halinde İngiltere’ye gidilmiş, MHP dışındaki partilerden birtakım milletvekilleri, gazetecilerden Cengiz Çandar’la Hasan Cemal, profesörlerden Mithat Sancar ve bir de şair Bejan Matur. Kim çağırdı, kim yolladı, kimin konuğu olarak gittiler, o da bilinmiyor. Ama, haberden öğreniyoruz ki “demokratik özerklik” nasıl olur, onu yerinde görmek ve anlamak için, herhalde bölünme konusunda fazla kuşku uyandırmasın diye “birleşik” bir ülke olarak U.K’ye, yani “United Kingdom” (Birleşik Krallık) denen yere gitmişler. Böylece, kendi parlamentoları ya da “assembly” denen meclisleri bulunan Kuzey İrlanda ile Wales’e, yani Galler bölgesine giderek “demokratik gelişim”in alfabesi olarak bölünmeyle işe başlamanın doğru olacağı sonucuna varmış olacaklar galiba. ngiliz, daha doğrusu “British” demokrasisinin bin yıllık geçmişi olduğunu, Norman istilasından ve Topraksız John denen kraldan beri o topraklarda yüzyıllar süren bir demokrasi mücadelesi verildiğini, bunun çeşitli aşamaları olduğunu, mezhep ve sınıf kavgalarının yaşandığını, kutsallaşmış özgürlük ve katılım belgelerinin neredeyse anayasa düzeyine yükseldiğini, “ulus” sözü bile kullanılmadan temel ilkeler çevresinde kenetlenmiş bir toplum yaratıldığını ve ancak bu sayede, birazcık da turistik çekicilik de olsun diye, on on beş yıldır birtakım eski bölünmüşlükleri sandıktan çıkarıp hem kendilerini hem de dünyayı eğlendirecek “yenilikler” bulmaya çalıştıklarını daha iyi öğrenerek sağ salim dönerler, inşallah. ine dua edelim de öğrendiklerini uygulamaya Anadolu’nun güneydoğusundaki Demokratik Toplum Kongresi’ni Kürt Parlamentosu’na dönüştürmeyi isteyerek öyle bir anayasa değişikliği için kolları sıvayıp icraata girişmezler inşallah. Burası İngiltere mi? Üniversitelerde Yabancı Dilde Eğitim Doğru mu? Siz bir üniversite ortamını yabancı dille eğitim veren bir bilgi alanına dönüştürürseniz bu, o bilim dalında Türkçenin öldürülmesi anlamına gelir. Bu da bilimin kendi dilimizde yok edilmesidir. Nedeni başka yerde aramaya gerek yok; kendi ellerimizle dışarıya doğrudan bağlı insan gücü ve teknoloji oluşturmanın temellerinin atılması demektir bu. Prof. Dr. Coşkun TEC MER niversitelerde eğitim dilinin yabancı dilde olmasını savunan hocalarımızdan birinin söyledikleri hâlâ kulağımda: “Fakültelerimizde eğitim dili İngilizce olmalı. Çünkü çocuklarımız ilk ve ortaöğretimde yeterli derecede yabancı dil öğrenemiyor. Üniversitelerde tıp ve fen bilimleriyle ilgili yazılan kitapların çoğu ise İngilizce. Öğrenciler bir yandan meslek eğitimlerini alırken İngilizcelerini de geliştirir, böylelikle literatürü izlemeleri kolay olur.” İlk bakışta bir taşla iki kuş vurmayı amaçlayan bir yaklaşım. Hem yabancı dili öğreteceksiniz hem de mesleklerini. Ortaöğretimde kazandıramadığınız dil eğitimini üniversitede mesleği öğretirken vereceksiniz. Kulağa hoş geliyor, pratik bir öneri gibi görünüyor. Bu nedenle bugün birçok fakülte İngilizce dilinde eğitim veriyor, üstelik bu bölümlerin puanları da daha yüksek. Oysa ki üniversiteler yalnızca bilimsel bilginin paylaşıldığı yerler değildir. Bilginin yanı sıra bir kültürün, yaşam ve düşünce biçiminin, araştırma duygusunun aktarıldığı yerlerdir. Tüm bu aktarımlarda ayrıntılar, nüanslar çok önemlidir. Bunların verilebileceği en iyi yol da anadildir. Üstelik yabancı dilde eğitim verdiğini söyleyen üniversitelerin birçoğunda hocaların İngilizceleri ders anlatmak için yeterli değil. Çoğunun anadili İngilizce olmadığından yabancı dilde konuya hâkimiyetleri tam olamıyor. Vermek istedikaşamın anlam ve amacı nedir? Her insan bu soruya kendine göre bir yanıt verebilir. Robert Byrne, yaşamın amacı, amacı olan bir yaşamdır der. Amacı olmak her şeyden önce bir işe yaramak, bir şey için savaşmak ve yaşamda fark yaratmaktır. İnsan olmanın amacı ise anlamsızca var olmanın karanlığında bir ışık yakabilmektir (Cari Cump). Yaşama kendimizden ne katıyorsak yaşamdan onu alırız. Yaşam bir define avı değildir, yaşamın kendisi bir definedir. Ü İ lerini tam aktaramıyorlar. Dersi hakkıyla verenler olsa bile bu kez de öğrencilerin birçoğu konuyu özümseyemiyor. Ders hiçbir zaman anadilde verilen eğitim gibi olmuyor, kuru ve yüzeysel kalıyor. Tıp fakültesindeyken oldukça esprili, konuyu fıkralarla, ilginç örneklerle anlatan bir hocamız vardı. Dersi zevkle dinler, ders sonunda da konuyu tam anlamış olurduk. Yıllar sonra İngilizce tıp fakültesi kurulup da konular İngilizce anlatılmaya başlandığında hocanın derslerinin verdiği keyfin azaldığını duyduk. Bir keresinde anlatmak istediği konuyu esprilerle güçlendirmek istemiş, bakmış ki kimse anlamıyor, kendisi de anlattığından yeteri kadar tatmin olamıyor, dersin ortasında kısa bir duraksamadan sonra, “Çocuklar bu iş böyle olmayacak, iyisi mi ben bunu Türkçe anlatayım” demiş ve öylece sürdürmüş konuşmasını. Siz bir üniversite ortamını yabancı dille eğitim veren bir bilgi alanına dönüştürürseniz bu, o bilim dalında Türkçenin öldürülmesi anlamına gelir. Bu da bilimin kendi dilimizde yok edilmesidir. Nedeni başka yerde aramaya gerek yok; kendi ellerimizle dışarıya doğrudan bağlı insan gücü ve teknoloji oluşturmanın temellerinin atılması demektir bu. Böyle bir eğitimden geçen öğrencilerin bu ülke insanlarıyla tasada ve kıvançta aynı duyguları paylaşması ne ölçüde mümkün olabilir? Türkçe düşünce biçimini yok ettiğinizde kendi insanına ve giderek kendi kültürüne yabancı bir nesil yetiştirirsiniz. Örneğin böyle bir tıp fakültesin den mezun olan doktor kendi insanının dertlerine ne denli hâkim olabilir? Ya da bir mühendis, teknik eleman kendi ülkesinin endüstrisine nasıl uyum sağlayabilir? Hep bir şeyler eksik kalacaktır. Hem öğrenci için, hem ülke için. Sonuçta olacak olan beyin göçüdür. Şöyle bir dünyaya bakın. Almanya, Fransa, İspanya gibi gelişmiş ülkelerde eğitim genelde anadilde veriliyor. Ama Afrika ve Asya’nın geri kalmış birçok ülkesinde İngilizce eğitim veren çok sayıda üniversite bulursunuz. Bu örnekler bile neyin doğru, neyin yanlış olduğunu söze gerek bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır. Öğrencilerin mesleki literatüre hâkim olmalarını sağlamak için İngilizce eğitim veren fakülteler kurmak işe yarıyor gibi görünebilir. Böylelikle dünyayla daha çok entegre olunduğu iddia edilebilir. Ancak uzun vadeli düşünmek zorundayız. Böyle bir yaklaşım, ülkede bilim ve teknolojiye filizlenmeye başladığı yerde ket vurmak demektir. Oysa ki eğitim dili İngilizce olmadan da öğrencilerin kendi alanlarıyla ilgili dünya literatürünü takip edebilmeleri sağlanabilir. Bunun için ayrı saatler halinde mesleğe yönelik yabancı dil eğitimi verilmelidir. İngilizce yayın yapma, konuşma hazırlama gibi yabancı dil bilgisi gerektiren teknik konular için meslek dersleri dışında zaman ayrılmalıdır. Yabancı dil eğitimini üniversiteye gelinceye değin büyük ölçüde tamamlamış olmamız gerekirdi. Ancak ilk ve ortaöğretimdeki yetersizliği biliyoruz. Bunu da dikkate alarak yeterli düzeyde yabancı dili olmayan öğrencilere genel İngilizce eğitimi de meslek eğitimine paralel olarak düşünülebilir. Üçüncü dünya ülkesi olmak istemiyor, Türkçe bilim dilinin, dolayısıyla bilim ve teknoloji üretiminin sinsice elimizden kayıp gitmesine engel olmak istiyorsak üniversitelerde eğitim dili Türkçe olmalıdır. lam kazanır. Diğer insanların yaşamında var mısınız? Onların yaşamında iz bıraktınız mı? Onların yaşamında olumlu olarak neyi değiştirdiniz? Yaşam bir oyundur. Bu oyunda birkaç rolümüz olabilir. Bu rolü nasıl oynuyoruz? Kimin için oynuyoruz? Ya da kime karşı oynuyoruz? Yaşamın anlamını kavramış insanın içine güneş doğmuştur. Korkularının kaynağını görür. Sevmeden sevilmeyeceğini anlar. Kendini ve düşüncelerini gözlemler. Yaşamın anlamını kavramaya, kişi kendini tanımakla başlar. Kriz Neremize Değse Anlarız?.. 15 milyon yoksul ve aç var... Hâlâ “kriz gelir mi?” diyorsanız... Gelmez... Krizin varlığını aslında “kriz gelmez” diyen iktidar her sene televizyona çıkarak süregelen krizin boyutunu uzun uzun açıklıyor... Her dört aileden birisine yaşam yardımı yaptığını söyleyerek... Eğer bu kriz değilse... Kafalarına kaya düşse az gelir... Şu ramazan çadırları... Nedir?.. Kriz çadırlarıdır aslında... Evinde tencere kaynatamayan onca insanın, bir kase çorba için ezile büzüle gittikleri o çadırlarda belki çorba içerken birbirlerine sorarlar: “Diyorlar ki kriz gelecek?..” Öbürünün ağzında lokma: “Geliryşe götyhüyymü yeyssin kryiz...” Bu sene çadırları büyüttüler... Yine de kriz çadıra sığmaz... Zenginler için kriz demek kazanma fırsatı demek aslında... Doları katlar, Avro’su zıplar, altını fırlar, TL’si faiz getirir... Yoksul; zaten kriz içinde yaşadığının farkında değil... Orta halli; kredi kartını ödeyemedi, canı sıkkın, bekliyordur ki banka batsın, müdürü içeri atsınlar ki borcu istemesinler... Kısacası; zengin krize hasret... Fakirin hali zaten felaket... Ortadakiler krizden ibaret... Badem bıyıklının “Biz krize hazırlıklıyız” dediği aslında bu... Mesela Batı ülkeleri böyle bizim gibi “hazırlıklı” değiller... Onlar yandı... Diyelim ki Amerika’da her beş kişiden birisi aç ya da yoksul... Almanya’da borcunu ödeyemeyen 2 milyon kişi bankalara 8 milyar taktı... İngiltere’de her dört kişiden birisi işsiz... Belçika’da evlere nohut dağıtıldı... Roma’da kömür veriyorlar... Paris’te meydanlara çadır kurdular... Bu oralarda krizdir... Yaşamlarına bu gibi şeyler girdiği an anlıyorlar ki kriz... Ama bizde belli olmuyor... Bu krizden ziyade “istikrar sürsün” olduğu için zaten... Kafalarına taş yağsa az... Y Yaşamın Anlamı... Ataner YILDIRIM Yaşamımız ona kattığımız güzelliklerle anlam kazanır. Zira her bir insanın iç dünyası diğer insanlara göre sonsuz farklılıklar gösterir. Bu da insanın mükemmel bir varlık oluşunu işaret eder. Ve insanlar ‘yaşam’ kavramına farklı anlamlar yüklerler. Kimi insan yaşamın bir anlamı ve amacı olduğu bilinciyle yaşar, kimi insan da ot gibi yaşayarak koca bir ömrü heba eder. Peki, gerçek nedir? Gerçek, tüm var oluştan tamamen özgür kalarak, yaşamın anlamına özgür gözle bakabilmektir. Doğarız, bir şeyler yaşarız ve ölürüz. Doğum ve ölüm; başlangıç ve son. Kendi yaşamımız ancak diğer insanların yaşamıyla ilişkiye girdiğimizde an Y C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear