23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 17 N SAN 2011 PAZAR 18 bazen de kadın, sevdiğini başkasından kıskandığı için öldürür. Sevgisine karşılık vermeyeni başkasına yâr olmasın diye öldürür. Sevip de terk edildiği için öldürür, falan… Cinayete kadar sürükleyen “kıskançlık” duygusunun, “yalnız benim olacak, benim kalacak” takıntısından kaynaklandığı düşünülürse; ezici çoğunluğu erkek canilerin gerçek sorununu cinsel bir özgüven eksikliğine bağlamak ve sözde aşk adına işledikleri cinayetleri de “seks cinayeti” olarak tanımlamak mümkündür. Üstelik böyle bir olasılık, özellikle Türkiye’de istisnai olmaktan çıkacak kadar yaygınlaşan kadına yönelik şiddeti de açıklar. Özellikle Türkiye diye vurgulamamın nedeni, ülkemizde kadına şiddet ve aşk/seks cinayetlerinin, alınan tüm yasal önlemlere rağmen artışı. Kadına yönelik suç oranı, cezalar sertleştikçe çoğalıyor ve yasaların caydırıcı olamadığını ortaya koyuyor. Böyle bir durum, cinsel kökenli şiddet ve cinayet olgusunun, yasamanın çerçeveleyemediği boyutlarda sosyolojik bir fenomen haline geldiğini gösterir. Devlet politikasının toplumsal eğilim tarafından aşılması demek olan her sosyolojik fenomenin, elbette birden çok etkeni vardır, ama hepsi de bir topluluğu toplum yapan ortak payda, “sosyal kültür” ürünüdür. İşte bu kapsamda, Türkiye’de olağanüstü artan kadına yönelik şiddet ve seks cinayetleri, hangi “sosyal kültür” yaygınlaşmasına denk geliyor, diye sorgulanabilir. Ülkemizde tabanda yaygın sosyal aşk cinayetlerinin tek bir Dünyanın her yerinde, nedeni vardır: Kıskançlık. Çoğu kez erkek, ulemadan geçilmiyor. Bunların çoğu da devletin maaşlı imamları! Kadına şiddete yönelik yasal yaptırımlarda, yargılayanların bile eğitilmesi gereken, çünkü bazılarının iğfal, tecavüz, dayak ve cinayet suçlusu erkeğe sözünü ettiğim “kültür” doğrultusunda hafifletici neden aradığı, yasaları erkek dayanışmasıyla yorumladığı bir ülkede yaşıyoruz. Yasaların ağırlaştırılmasına rağmen kadına yönelik şiddetin artmasını ve kimi kez yargılayan kafalarda bile yerleşik “şiddet bağışlayıcılığını” önleyemeyen devlet, erkek toplumu kadın dövmesin diye eğitmekle aynı imamları görevlendirince, elbette sonuç alınamaz, zaten de alınmıyor! Sonuç verecek çözüm, kadın erkek ilişkilerinde dinsel verileri referans olmaktan çıkarmak ve cinsiyet ayrımcılığıyla dinden bağımsız insan hakları temelinde mücadele etmektir. Çözüm, toplum eğitimini erkeklerin erkeklere vaaz verdiği camilerde değil, kız ve erkek çocukların aynı sıralarda, yan yana eğitildiği okullarda başlatmaktır. Kadına şiddeti önlemekte gerçek ve kalıcı çözüm, erkeklere hitap eden erkek imamlar değil, çocukları anaokulundan öteye “cinsiyet ayrımcılığı”na karşı eğitecek ve onlarda birbirlerinin hakkına eşit saygı duyarlığı geliştirecek öğretmenlere yatırım yapmaktır. Vay efendim, kadına şiddeti önlemek uğruna dinden imandan mı çıkacağız, diye naralanacaklara yanıtım tektir: Ekonomide dinin gösterdiği yoldan nasıl çıkıp faizi kabul ediyorsanız, eğitimde de öyle çıkıp kadın erkek eşitliğini kabul edersiniz! Tabii erkek nefsi için kadın dövüp öldürmek, faizin tersine caiz değilse… “Kadın yüz günah işlese, bir çiçekle bile vurmayınız!” AVADANAS (Hint masalları) Faiz Helal, Eşitlik Haram Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN Beklentiler Geçen çarşamba günkü bir eleştiri yazısıydı, bugünkü ise CHP’den beklentilerin dile getirildiği bir yazı olacak. Bir kez daha yinelemekte yarar var, CHP 12 Eylül 1980 darbesine kadar ülkenin en örgütlü siyasal yapılanmasıyken, sonrasında darbeciler tarafından içine itildiği koşullarda küçülmeye, erimeye yüz tuttu. 1983 genel seçimlerinde Anavatan Partisi (ANAP) yüzde 45.14 oy oranıyla birinci parti olurken, CHP yerine kuruldu diyebileceğimiz Halkçı Parti (HP) yüzde 30.46 oranıyla ikinci parti oldu. 1987 seçimlerinde ise ANAP önemli ölçüde oy yitirmesine karşın yüzde 36.31’lik bir oranla yine birinci parti olurken, HP yerine kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) yüzde 24.74’lük bir payla ikinci oldu. Üçüncü parti olan Doğru Yol Partisi (DYP) ile arasında yüzde 5.60’lık bir fark vardı. 1991 seçimlerinde sıralama değişti: DYP yüzde 27.03 ile birinci, ANAP yüzde 24.01 ile ikinci, SHP de 20.75’lik oranla üçüncü parti oldu. 1995 seçimlerinde sıralama yine değişti. Refah Partisi (RP) yüzde 21.38, ANAP yüzde 19.65, DYP yüzde 19.18, Demokratik Sol Parti (DSP) yüzde 14.64 ve yeniden kurularak SHP’yi bünyesine katan Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 10.71’lik bir oy oranıyla ancak beşinci parti olabildi. 1999 seçimlerinde seçmen CHP’yi altıncı sıraya itti. DSP yüzde 22.19, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yüzde 17.98, Refah Partisi’nin yerine kurulan Fazilet Partisi yüzde 15.41, ANAP yüzde 13.22, DYP yüzde 12.01. CHP ise yüzde 8.71 oranında oy alarak TBMM’ye giremedi. 2002 seçimlerinde “merkez sağ” partiler küçülerek, yüzde 10’luk barajın altında kaldılar. TBMM’ye kapatılan Fazilet Partisi’nden ayrılanlar tarafından kurulan ve yüzde 34.43 oranında oy alan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile oylarını yüzde 19.41’e yükselten CHP girmeyi başardılar. 2007 seçimlerinde ise TBMM’ye üç parti girdi. Bu seçimlerde AKP oranını yüzde 46.58’e, CHP 20.88’e yükseltti; MHP de yüzde 14.27’lik bir oranla TBMM’ye girdi. Ayrıca bu seçimlere Türkiye genelinde yüzde 5.32 oranında oy alarak 26 milletvekilliği kazanan bağımsızlardan 22’si TBMM’de DTP/BDP çatısı altında bir grup kurdu. Eski CHP yönetimi kapatıldığı 1980 darbesinden sonra çeşitli evrelerden geçerek oylarını yüzde 20.88’e yükseltmesini önemli bir “başarı” olarak vurgulamıştır. CHP’nin 1973 seçimlerinde yüzde 33.29 ve 1977 seçimlerinde yüzde 41.39 oranında oy alarak her iki seçimden de birinci parti olarak çıktığı düşünülecek olursa bu değerlendirmenin pek gerçekçi olmadığı görülecektir. Türkiye’de “sol seçmen potansiyeli” hiç kuşkusuz yüzde 20.88’in çok üzerindedir. Ne var ki bu potansiyel gerektiğince değerlendirilmemiştir. Parti yönetimi içe dönük işleyen bir mekanizmaya dönüşmüş, örgütle delege hesapları dışında hiç ilgilenilmemiştir. Oysa seçmen potansiyelini doğrudan değerlendirecek olan örgüttür. Merkez, örgüte danışarak gerçekçi eylem planları üretecek, örgüt de bunları uygulayarak seçmeni partiye bağlı tutacaktır. Bu yapılmamıştır. Öte yandan ülke koşullarının zorlamasıyla CHP merkezi uzman kişileri görevlendirerek “Güneydoğu Raporu, Demokratikleşme Raporu” gibi kapsamlı raporlar hazırlatmış, ne var ki bu raporlar raflarda tozlanmaya terk edilmiştir. Bu nedenledir ki CHP’nin Doğu ve Güneydoğu’daki gücü sıfır düzeyine inmiştir. CHP merkezi kendisinden önceki yönetimin yanlışlarına düşmemelidir. Seçim kazandıracak olanın örgüt olduğu gerçeğini aklından çıkarmadan örgütü güçlendirmelidir. Ülke sorunlarına çözümler üreten güncel raporlarla takviyeli kısa, orta ve uzun erimli eylem programları hazırlayarak il, ilçe ve belde örgütlerini seferber etmelidir. Bunun için alt kadrolar sürekli ve düzenli parti içi eğitim çalışmaları yoluyla bilgilendirilmeli, ülke genelinde çeşitli konularda ortak söylem sağlanmalıdır. “Aile Sigortası” bu bağlamda atılmış önemli bir adımdır. CHP kendini bir sosyal demokrat parti olarak tanımlıyorsa taşıdığı “lider partisi” kimliğinin yanı sıra mutlaka bir “program partisi” kimliğine kavuşturulmalıdır. Partiye kimlik kazandıran salt lider değil “ilkeler programıdır”. Seçim sonuçları nasıl olursa olsun “yeni” CHP’nin “yenileşme” yolunda önündeki temel görevleri bunlardır. Beklentilerimiz de… kültürün zaten muhafazakâr, tavanda yükselen sosyal kültürün de dindar muhafazakâr olduğunu düşününce, ortaya çıkan tablo açıktır: Genelinde tüm dinlerin, ama çağımızda en çok İslami kültürün kadına ilişkin bakışında bir sorun var. Sorun büyük, çünkü insanlığın yarısını kadınlar oluşturuyor. Sorun büyük, çünkü dindar olsun olmasın, İslami kültür etkisindeki toplumlar, çoğu kez kadının da rızasıyla, ne kadar yüceltir görünürse görünsün kadının erkeğe eşitliğini reddeden, kadını bir erkeklik mülkü ya da malı olarak algılayan erkekçi toplumlar. Erkek çocukların kız çocuklara yeğlenmesinden tutun, “Kadını seviniz,” diye başlayıp ekilip sulanması gereken bir tarla olduğuyla biten dinsel öğütlere kadar pek çok tutum, zaten bu mülk ve mal algısını yansıtıyor. Tarlaya indirgenen kadın ekilip sulanarak ödüllendirilince, bu “sevgi”nin karşılığında beklenen ürünü vermeyeni cezalandırmak farz oluyor, tabii. Cezanın da tarifi var: “Görünmeyen yerlerine vurunuz!” Üstelik, işe bakınız ki güya “Tanrı ile kul arasına girilmeyen” İslam dininde, kadının nasıl ekilip sulanacağından nasıl dövüleceğine kadar icazet veren ve erkeğin kadına muamelesine en ince ayrıntısına kadar karışan “biçerdöver” görebilirsiniz: İsrailli sarışın manken Orit Fox, kocaman bir yılanla sarmaş dolaş gösteri yaparken, hayvanı öpüp yalıyor. Öpücüğe bir şey demeyen sürüngen, galiba yalanmaktan pek hoşlanmamış olacak ki bir ara güzel yıldızın epeyce cömert dekoltesinden içeri dalıp göğüslerinden birini ısırıyor. Sonuç: Orit Fox’un küçücük bir ısırık izinden başka zararı yok, ama yılan yıldızı ısırdıktan iki gün sonra “silikon zehirlenmesi”nden sizlere ömür! Olayın video çekimini, Youtube’da K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr Köy Enstitülerinin 71’inci Yılında Anadolumuzu Savunmak “Bağımsız” Cumhuriyetimizin çocuklarına “onurlu ve üretken çağdaşlaşma”yı öğreten “yurtsever öğretmenler”i yetiştirmeyi hedefleyen ‘Köy Enstitüleri’nin 71’inci yaş günü bugün... ve yurdun yaşam kaynaklarını “sömürgeci yatırımlar”ın tahribatına karşı savunmak üzere tüm bölgelerden Ankara’ya yola çıkan yurtseverler “Büyük Anadolu Yürüyüşü”ndeler... 17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı yasayla kurulan Köy Enstitülerimiz, denebilir ki hiç bu denli anlamlı bir eylemle “eşzamanlı” anımsanmamış; mezunların yürekleri hiç bu denli kabarmamış; ölenlerin ruhları belki de hiç bu denli şad olmamıştı... çünkü “Doğu Karadeniz’den, Doğu’dan, Güneydoğu’dan, Batı ve Doğu Akdeniz’den, Güney ve Kuzey Ege’den, Mezopotamya’dan, Trakya’dan, İç Anadolu’dan” ve her yerden, “Anadolu’yu yeceğiz!” 1954’te “karşıdevrim” tarafından kapatılıncaya dek Köy Enstitülerinde 17 bin 250 öğretmen yetişti. Cumhuriyetin ünlü yazar ve düşünürlerinden Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam.. bu okulların mezunlarıydılar... İnanıyorum ki Türkiye’yi yeniden cumhuriyet devriminin kazanımlarıyla buluşturacak nice fikir insanımız, edebiyatçımız ve hatta siyasetçimiz de bugünlerdeki “yürüyüş”e katılan gençlerin arasından yetişecekler. Onlarla el ele yürüyen yetişkinlerimiz ise Anadolu sevdasını kuşaktan kuşağa aktarmanın onurunu yaşayacaklar... 40 gün, 40 gece Tarihsel yürüyüşün tanıtım metinlerinde deniyor ki; “Bu eylem, Anadolu insanının suyunu, doğasını ve köklerini yaşatmak için başlattığı bir harekettir. Herkesin katılımına açıktır. Tümüyle bireysel ve gönüllü çabalarla gerçekleşmektedir. Hiçbir kurum veya kuruluş bu hareketin paydaşı, ortağı veya düzenleyicisi değildir.” Eylemin “gerekçe”lerinde ise özetle şu vurgulamalar yapılıyor: “Son on yıl içinde tüm sularımız enerji şirketlerinin eline geçti; üzerlerine binlerce HES ve baraj kuruluyor. Dağlarımız maden şirketleri tarafından parsellendi, delik deşik ediliyor. Yaşamımız, nükleer ve termik tehlike altında... Feryadımızı duyan yok! Binlerce yıldır ekip biçtiğimiz tohumlar, yok olmaya başladı. Ormanlarımız kesiliyor. İnsanımız, doğduğu bereketli topraklarda artık doyamıyor; köyünü, ata toprağını terk ediyor… Binlerce insan şehirlere göç ediyor ve kadim Anadolu kültürleri yok oluyor.” Bu nedenle Anadolu insanımız, “kendi iradesi”ni kullanmaya karar verdi. Vicdan sahibi herkes, yedi ayrı koldan, 40 gün 40 gece Anadolu’yu arşınlayarak, nehirler gibi akarak Ankara’ya yürüyor... Siz de “Anadolu’yu vermeyeceğiz” diyorsanız, nasıl katılacağınızı ve nasıl destek verebileceğinizi hareketin aynı adlı sitesinden öğrenebilirsiniz... Ç ZG L K KÂM L MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN Vermiyoruz” diyerek yola çıkanlar, hiç kuşkusuz Köy Enstitülerinin ruhundaki “Anadolu ve Cumhuriyet sevdası”nı yüreklerinde taşıyarak bu tarihsel yürüyüşü gerçekleştiriyorlar. Efsanevi Milli Eğitim Bakanımız Hasan Âli Yücel’in önderliğinde kurulan bu “Türkiye’ye özgü” eğitim yuvalarında, sadece ilk 6 yılın kazanımı 15 bin dönüm kıraç arazinin verimli tarlalar haline getirilmesiydi… 210 öğretmen evi ve 20 uygulama okulunun yapımına koşut olarak 1200 dönüm bağ yaratılmış, 750 bin fidan dikilmişti... Hem üretime hem de uygulamaya dönük bu “devrimci” eğitim modeli, UNESCO tarafından “gelişmekte olan ülkelerin ulusal kalkınmalarına örnek” de gösterilmişti. İşte o efsanevi coşku ve çalışkanlıkla bezenen Anadolu’nun doğasını, yaşam kaynaklarını ve kültürünü daha da geliştirmek yerine tutup sömürgeci yatırımlara teslim edenlere karşı, şimdi yurdun tüm yörelerinden başkente doğru yola çıkanlar diyorlar ki: “Anadolu’yu verme UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K fhakancelik@mynet.com KADIKÖY İFLAS DAİRESİ MÜDÜRLÜĞÜNDEN BASİT TASFİYEDE ALACAKLILARI DAVET İLANI DOSYA NO: 201090 İFLAS Müflisin adı, soyadı ve: CAN FIRAT PETROL GIDA NAKLİYE TURİZM SANAYİ VE TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ Yerleşim Yerindeki Adresi: Ataşehir 42 Ada Gardenya 3/13 D:46 Gardenya 7/1 Ataşehir/İstanbul Yukarıda adı yazılı müflisin, iflas dairesince defteri tutulan mallarının bedellerinin tasfiye giderlerini koruyamayacağı anlaşıldığından basit tasfiye usulünün uygulanması kararlaştırılmıştır. Bu sebeple alacaklıların bu ilan tarihinden itibaren 30 gün içinde alacaklarını ve iddialarını bildirmeleri, bu müddet içinde alacaklılardan birinin giderleri (5.000,00TL) peşin vermek sureti ile tasfiyenin Adi tasfiye şeklinde yapılmasını isteyebileceği İcra ve İflas Kanunu’nun 218’inci Maddesi gereğince ilan olunur. (Basın: 26007) KADIKÖY İFLAS DAİRESİ MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN İFLASA İLİŞKİN İLAN DOSYA NO: 201112 İFLAS Müflisin Adı, Soyadı: AKTİF YAPI DEKORASYON İNŞAAT VE TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ Ve Adresi : Kavacık Mah. Fatih Sultan Mehmet Cad. Yaya Beyi sk. No: 11/2 Beykoz/İstanbul Ticaret Sicil Memurluğu’nun sicil 24896/B sayısında kayıtlı yukarıda unvanı ve adresi yazısı şirketin Kadıköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2009457 esas sayılı dosyasından 07.04.2011 günü saat 16.15’ten itibaren iflasına karar verilmiştir.11.04.2011 İ.İ.K. 166. Maddesi gereğince keyfiyet tebliğ ve ilan olunur. (Basın: 26006) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Tüylü toplarla 1 oynanan, tenise benzer bir spor da 2 lı. 2/ Avrupa Birli 3 ği’nin ortak para bi 4 rimi... Saç kıvrımı. 3/ Mimarlıkta, yapı 5 öğelerini birbirine 6 bağlamakta kulla7 nılan iki ucu dirsekli kenet... Tuzak, 8 kapan. 4/ Güvenilir 9 kimse... Bir nota. 5/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Kumaşlardaki benek... Yüzyıl. 6/ Kat kat çakıl ve 1 T A N R I K U T kumdan oluşmuş yer kıv 2 A T A R O Z E T rımı... Bağ budamaya ya 3 R E V N A K L U da ağaç kesmeye yarayan 4 H Ç E K E L E Z bir tür eğri bıçak. 7/ Le 5 A Y A R R EM tonya’nın para birimi... 6N A ĞME F E S “Yakın arkadaş, dost” an7 K A İ N A T S lamında argo sözcük. 8/ İ L E T İ Gelir... Eğilimi olan. 9/ 8 K I N A NO R A K Finlandiya’ya özgü, do 9 İ M kuzar kişilik iki takım arasında oynanan, beyzbola benzer bir spor. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Avcı kulübesi... Bir mukozayla kaplı boşluklarda gelişen yumuşak ur. 2/ Sarp bölgede kurulmuş Kafkas dağ köylerine verilen ad... Özsu. 3/ Tiyatro niteliği taşıyan radyo ya da televizyon yayını... İçine sulu şeyler koymaya yarayan kap. 4/ Bir kuvvetin, uygulandığı kütleyi bir eksen etrafında döndürme eğilimi... Uzaklık işareti. 5/ Siper, hendek... Bir renk. 6/ Hollanda’nın plaka imi... Balık yumurtasıyla yapılan bir tür meze. 7/ Hafif ve gözenekli bir çökelti taşı... Gerçekte yeri olmayıp zihinde tasarlanan. 8/ Görünüşe göre olacağı sanılan... Geçirimsiz bir toprak cinsi. 9/ İslam inancına göre, ölüleri mezarında sorguya çekecek olan iki melekten biri... Telefon sözü. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear