25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA 16 KÜLTÜR CUMHURİYET 8 ŞUBAT 2011 SALI kultur@cumhuriyet.com.tr ‘Geleceğe Perde Açan Gelenek’ pek çok tiyatro topluluğuna, sanatçıya mekân olmuş tiyatro yapılarını belgeliyor KARŞILAŞMALAR İNCİ ARAL Geçmişle geleceği buluşturmak Yoğun bir emek ve araştırma ürünü olan ‘Geleceğe Perde Açan Gelenek’ üç cilt olarak hazırlandı. Kentin, Anadolu ve Avrupa yakalarını kapsayan çalışmanın araştırmacı yazarlarından Doç. Dr. Kerem Karaboğa “Suriçi İstanbul’u, Bakırköy ve Çevresi” üzerine odaklandı. eğerli dostum “Kulis” dergisinin sahibi Agop Ayvaz’ı 1970’li yıllarda tanımıştım. Cağaloğlu yokuşundaki o küçük matbaaya gittiğim günü hiç unutmam. “Kulis”in nasıl bir “Kulis” olduğunu o gün görmüş, anlamış, tanımıştım. O kıymetli matbaayı sıkça ziyaret etmek, resimler, dergiler ve anılar arasında Agop Bey’le birlikte dolaşmak zevk olmanın ötesinde bir ders Keyif Evi Geçen ay okuduklarım arasında en çok etkilendiğim kitap Edith Wharton’ın “Keyif Evi” adlı romanı oldu. Sessiz filmler döneminden başlayarak birçok defa filme de çekilen bu eser, içeriği üzücü olsa da özlediğim bir okuma keyfini yaşattı bana. Wharton, romanında yirminci yüzyılın şafağında, sıradan halkın yoksulluk ve sefaletle boğuştuğu New York’ta, sermaye birikimi sürecinde palazlanmaya başlayan Amerikan yeni zenginlerinin dünyasını temel almış. Onların gösterişli yaşamları ve kaypak, ikiyüzlü ilişkileri çevresinde biçimlenen yapılanma ve baskı mekanizmalarını ayrıntılı olarak göz önüne sermiş. Roman, genç ve güzel bir kadının kaybetme hikâyesi ekseninde yol alıyor. Varlıklı bir ailenin sosyete süsü olarak yetiştirilmiş kızı Lily Bart, kültürlü, zeki ve duyarlıdır. Çevresinin davranış ve iletişim kurallarını, değer ölçülerini, giyinip kuşanmayı ve bol para harcamayı çok iyi bilir. Evli bekâr tüm erkekler hayrandır ona. Kadınlar için de iyi bir arkadaş ve eşlikçidir. Ancak servetini kaybeden ve üzüntüden ölen babasının ardından annesi de ölünce beş parasız kalır ve eli gibi gönlü de sıkı halasının yanına sığınır. Çok geçmeden sıkıntıya düşer. Balolarda boy göstermek, kentteki gösterişli malikânelerle sayfiyedeki oyun ve keyif evlerinin seçkin konukları arasında eski şıklığıyla yer almakta, zengin hayatlara ayak uydurmakta zorlanmaya başlar. Yaşı ise otuza yaklaşmıştır. Mevcut konumunu koruyabilmek için borçlanır ve acilen zengin bir koca bulma gayretine girer. Ne var ki iyi bir evliliğin eşiğine her gelişinde kararsız kalarak şansını tepecek, kalbiyle beyni arasında sıkışıp kalacaktır. Bir yandan zenginliğin kendisi için bir altın kafes olacağını görmekte, bir yandan da parasız pulsuz bir “hiç” olmaktan korkmaktadır. Bu arada yakınlık duyduğu orta halli avukatla gerçek aşkı yakalama fırsatını da kaçırır. Para için evli bir adamla kuşkulu bir borsa işine girişince de onunla ilişki yaşadığına dair asılsız bir suçlamayla toplum ve arkadaşları tarafından reddedilir. Bu süreçte kendini aklama çabasının önüne, dahil olduğu topluluğun acımasız sözleşmeleri, amansız koşulları çıkacak, hızlı bir düşüş sürecine girecektir. Edith Wharton, modası geçmeyen, günümüz okurunun da zevkle okuduğu klasikleşmiş Amerikan yazarlarından biri. Romanda anlatılanlar da aradan geçen yüz yıla rağmen, özünde hiç de yabancısı olmadığımız gerçekler. Bugün de ilişkileri paranın egemenliği belirliyor. Lily’ye benzeyen, aynı açmazlara düşen pek çok genç kadın dolaşıyor ortada. Romanı okurken günümüzle sürekli koşutluklar kurdum ve kitabı elimden bırakamadım. Kadın hareketinin belli bir farkında oluş ve ivme kazandığı dönemde Wharton da çağdaşı başka yazarlar, örneğin Henry James gibi, eşitsizliğin kadın hayatlarına yansımalarını yer yer romanlarında konu etti. Yazarın kısa zaman önce filme aktarılan Masumiyet Çağı ve önceki yıl Türkçede yayımlanan İki Kız Kardeş adlı romanlarında da kişisel kayıp duygusu çok sağlam işlenmişti. Keyif Evi ise soyluluk geleneği olmayan bir sınıfın kof ama yaldızlı hayatına, bencillik ve adaletsizlik üreten ortamına bir kadın üzerinden eğilirken kadınlık durumuna ve ahlaki yargıların parayla biçimlenen göreceliğine daha derin ve acı bir ironiyle yaklaşıyor. Romandaki yoğunluk, ayrıntı zenginliği, kişileri kavrayış hayranlık verici. Wharton’un üst düzey dilini ve edebiyatını, değerli çevirmen İlknur Özdemir’in kusursuz Türkçesinden okumaksa apayrı bir zevk. KEYİF EVİ Edith wharton / Çev: İlknur Özdemir. Kırmızı Kedi Yayınevi / 365 s. aralinaral@gmail.com D ti benim için. Tiyatro binaları, tiyatro sanatçıları bu Ermenice tiyatro dergisinin sayfalarından onun çevirisiyle ulaşırdı bana. Ne yazık ki tam 50 yıl çıkan “Kulis”i koruyamadık, tıpkı binalarımızı koruyamadığımız gibi… Evet, orayı kendilerine uğrak yeri yapan kıymetli tiyatrocular, araştırmacılarla sohbet etmek de cabasıydı o yılların… Aynı şekilde, Ankara’da doktoramı yaparken, başta Sev da Şener, Özdemir Nutku, Metin And olmak üzere onlarca yazar, akademisyen bu kentin tiyatro tarihinin, kültürel yapısının tiyatro mekânları üzerinden değerlendirilmesi ve toplumsal belleğin bu yolla beslenmesi gerektiği görüşünü güçlendiriyorlardı eserleriyle. Bütün bu etkilenmeler, düşünceler sonucunda olsa gerek, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sa Osmanlı fotoğrafı sevmiş ‘Hanedan ve Kamera Osmanlı Sarayından Portreler’ başlıklı fotoğraf sergisi 24 Nisan’a kadar Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi’nde görülebilir MELTEM YILMAZ ehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, 24 Nisan’a kadar, “Hanedan ve Kamera Osmanlı Sarayından Portreler” fotoğraf sergisine ev sahipliği yapacak. Küratörlüğünü Bahattin Öztuncay’ın yaptığı ve Ömer M. Koç’un kişisel koleksiyonundan seçilen fotoğraflardan oluşan sergide; Osmanlı sultanları ile hanedan üyelerinin saray fotoğrafçıları tarafından çekilmiş, bir kısmı imzalı ve ithaflı portre fotoğrafları yer alıyor. Fotoğrafa ve görsel sanata destek veren padişahların tabloları ile başlayan sergide, Sultan II. Mahmud’u Batılı kıyafetlerle gösteren 1836 tarihli yağlı boya tablosu da öne çıkanlar arasında. Sultan V. Murad’ın tahta çıkışı anısına 1876 yılında özel olarak sipariş edilerek yaptırılan ve Sultan’ın portresinin tepsi ile çay fincanlarında basılı olduğu porselen çay takımı ise Londra’daki bir müzayededen alınarak burada sergilenmiş. Serginin küratörü Bahattin Öztuncay, 19. yüzyılda gerek Osmanlı sultanları ve hanedan üyeleri, gerek devlet ileri gelenlerinin portre fotoğraflarının çekimine büyük önem verdiklerini, bu nedenle fotoğrafçılık sanatında İstanbul’un önemli bir yeri olduğunu, hatta İstanbul’un bu alanda “eğitim merkezi” haline geldiğini anlatıyor: “Bilindiği gibi portre fotoğraf sanatı, 1850’lerde yayılmaya başlamıştı. 1861 yılında tahta çıkan ve güzel sanatların çeşitli dallarına ilgi duyan Sultan Abdülaziz döneminde portre fotoğrafçılığı Abdullah Biraderler’in becerisi sayesinde teknik ve sanatsal açıdan en üst düzeye çıkmıştı. Sultan II. Abdülhamid’in iktidara gelişinden iki yıl sonra, 1878’de resmi sıfatla saray fotoğrafçısı olarak atanan Vasilaki Kargopulo da hanedan üyelerinin ve devlet ileri gelenlerinin portre çekimlerine aynı seviyede devam etmişti. İlerleyen yıllarda, 1900’lerin başından itibaren gittikçe yaygınlaşmaya başlayan amatör fotoğraf kameralarının kullanımından hanedan üyeleri de geri kalmamışlar ve özel mekânlarda aile içi fotoğrafların çekimleri de büyük ölçüde artmıştı.” En ‘fotoğrafsever’ Abdülaziz Osmanlı hanedanı üyeleri arasında portre fotoğraflara özellikle ilgi duyan kişilerin, Sultan Abdülaziz, Halife Abdülmecid Efendi, veliaht Yusuf İzzeddin Efendi, şehzadeler Ömer Faruk, Mehmed Selahaddin ve Osman Fuad efendiler olduğunu belirten Öztuncay, bu kişilerin çocukluk dönemlerinden ilerli yaşlarına kadar çeşitli vesilelerle portre V Bahattin Öztuncay, 19. yüzyılda yalnızca Osmanlı sultanlarının değil, hanedan üyeleri ile devlet ileri gelenlerinin de portre fotoğraflarının çekimine büyük önem verdiklerini, bu nedenle fotoğrafçılık sanatında İstanbul’un “eğitim merkezi” haline geldiğini anlatıyor. Hatice Hanımsultan ve ikizi Sultanzade Mehmet Ali ile bebekliğinde ölen Sultanzade Murad. (19091968) fotoğraflarını çektirdiklerini, bu yolla diğer hanedan üyeleri arasında da bu merakın yaygınlaşmasına öncülük ettiklerini söylüyor. “Aynı zamanda, Osmanlı hanedanı üyeleri aile için bağlılıklarını ve dostluklarını kalıcı kılmak amacı ile imzalı ve ithaflı portrelerini karşılıklı olarak hediye etme geleneğini uzun yıllar boyunca sürdürmüşlerdi” diyen Öztuncay, sözlerini şöyle noktalıyor: “Düşünün ki şeyhülislam fotoğraf çektiriyor. Sultan Abdülaziz aynı zamanda halife, kızları başı açık fotoğraf çektiriyor. Sultan Abdülmecid’in kızları da Batılı tarzda kıyafetlerle çektiriyor ki bu durum halk tarafından hiç yadırganmıyor. Sultanların fotoğrafları saray dışında devlet binalarına ve halka açık yerlere de asılıyormuş. Buna karşın halkta, özellikle Anadolu’da, bir çekince varmış kendi fotoğraflarını çektirmeye yönelik.” natları Yönetmeni olarak göreve başladığım 2008 yılında hayata geçirmeyi planladığım ilk projelerden biri İstanbul’da mevcut eski ve yeni tiyatro yapılarını belgelemenin ötesinde, İstanbul’un giderek azalan tiyatro mekânlarına ve tiyatro yaşamına yönelik bilincin oluşmasını sağlamaktı. Proje, yine aynı dönemde bölüm başkanı olduğum İÜ Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü işbirliği ile hayata geçti. İstanbul, salt Avrupa’nın değil, dünyanın kültür başkenti. 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısından başlayarak her anlamda yüzleşmek durumunda kaldığı onca hoyratlığa karşın yine zarif ve görkemli. Ne var ki bu tabloya biraz daha yakından, kentin sanat yaşamı çerçevesinde bakıldığında aynı büyüleyici ışığı yakalamak zor. Opera, bale, tiyatro gibi sahne sanatlarını gerektiğince kucaklamıyor… Nüfusu her geçen gün adeta patlayan, plansız yapılaşmanın kök saldığı bir şehir olarak yatay ve dikey yayılıyor tırmanıyor ama, yukarıda da değindiğim gibi, sanat mekânlarına alan açmıyor, sanat mekânları yaratmıyor, mevcutları korumuyor İstanbul... Yoğun bir emek ve araştırma ürünü olan “Geleceğe Perde Açan Gelenek” üç cilt olarak hazırlandı. Kentin Anadolu ve Avrupa yakalarını kapsayan bu değerli çalışmanın araştırmacı yazarları: İÜ Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü öğretim üyesi olan meslektaşlarım; Doç. Dr. Kerem Karaboğa “Suriçi İstanbul’u, Bakırköy ve Çevresi” üzerine odaklandı. Yrd. Doç.Dr. Yavuz Pekman “Beyoğlu, Şişli, Beşiktaş ve Çevresi” başlığı altında topladı yazılarını. Kitabın III. cildi ise “Anadolu Yakası” olarak Doç. Dr. Fakiye Özsoysal ve Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü Başkanı Prof. Dr. Metin Balay tarafından kaleme alındı. Veri toplama ve belgeleme çalışmaları yine bölümümüzün araştırma görevlileri, doktora ve yüksek lisans öğrencileri, mezunlar tarafından yürütüldü. Çalışmaların koordinasyonunu, İstanbul 2010 Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmen Yardımcısı Ümit Özdemir sağladı. “Geleceğe Perde Açan Gelenek”, yukarda da değindiğim gibi dünden bugüne pek çok tiyatro topluluğuna, sanatçıya mekân olmuş tiyatro yapılarını belgelemenin, buralarda sergilenen oyunlara göz atmanın, kentin çokkültürlü yapısına değinmenin ötesinde, bu konuda bugüne kadar yapılmış olan çalışmalara farklı bir boyut getiriyor. Çalışmanın temel amaçlarından biri de bu alanda yeni araştırma alanları açmak. Bugün, dünyanın belli başlı kentlerinde tiyatrolar o mekânlar üstüne yazılmış belge kitaplarla da koruyorlar varlıklarını. İnanıyorum ki Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Geleceğe Perde Açan Gelenek” bu anlamda da dikkat çekecek bir çalışma olarak anılacaktır. Emeği geçen herkese teşekkürler… ‘DERSİM 38’İN HUKUK MÜCADELESİ Sinemacılardan yasaklamalara tepki Kültür Servisi Yönetmen Çayan Demirel’in Dersim isyanını, belgeler ve tanıkların ağzından anlattığı filmi “Dersim 38”in Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yasaklanmasına Altyazı dergisi, Documentarist İstanbul Belgesel Günleri, SineSen Sinema Emekçileri Sendikası, Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, Yeni Film dergisi ve Yeni Sinema Hareketi’nden kınama geldi. “Sansür ısrarını kınıyoruz” başlığıyla yayımlanan bildiride, Türkiye sinemasının dünya çapında büyük başarılara imza attığı bir dönemde, ülkelerinde sinema alanında yeni sansür mekanizmalarının devreye sokulduğunun altı çiziliyor: “Daha önce Denetleme ve Sınıflandırma Kurulu tarafından dağıtım yasağı getirilen “Dersim 38” belgeseliyle ilgili olarak yönetmen ve yapımcı, kararın iptali için mahkemeye başvurarak davayı kazandığı halde; Kültür ve Turizm Bakanlığı kararı Danıştay’a götürerek bu yüz kızartıcı yasağın tekrar uygulamaya konması için çalışmakta ve söz konusu yasağı hararetle savunmaktadır. Bakanlığın açıklamasında dile getirilen ve “bir belgeselin uyması gereken kurallar” olarak sunulan argümanlar ise ancak baskı rejimlerinde rastlanabilecek bir propaganda film reçetesinden farksızdır. Bu çağdışı ve yasakçı yaklaşımı kınıyor, hem “Dersim 38” belgeselinin üç yıla yayılan hukuk mücadelesinin hem de bundan sonraki bütün yasakçı girişimlerin takipçisi olacağımızı bildiriyoruz.” K A M İ L M A S A R A C I Ç İ Z İ K K Ü L T Ü R Ömer Faruk Efendi Halife Abdülmecid Efendi’nin oğlu. (18981969) Diyarbakır Sur’da ‘Masal Divanı’ kampanyası C MY B C MY B DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) BDP’li Diyarbakır merkez Sur Belediyesi “Serê Şevê Çîrokek, Her Malek Dibistanek (Her Gece Bir Masal, Her Ev Bir Okul)” projesinin ardından, “Dîwana Çîrokan (Masal Divanı)” adlı yeni bir proje başlatarak Kürt sözlü kültürünü canlandırmayı hedefliyor. Kürt sözlü tarihinin mekânlarından olan divanlar aracılığıyla Kürt sözlü kültürünü yeniden canlandırmayı hedeflediklerini belirten Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, “Biz bu projeyi sadece dil öğrenmek için değil, özgür yurttaş bilincini geliştirmek, halkın bir araya gelerek iletişimde bulunmasını sağlamak için uyguluyoruz” dedi. Demirtaş, bu divanların evlerde kurulması için ilçede 130 ailenin kendilerine başvurduklarını belirtti.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear