23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
26 EKİM 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 Ekim ayı başında katıldığım Toulouse Kitap Fuarı’ndaki bir tartışma platformu, şu sözlerle açıldı: “Ülke, kısa ve uzun vadede uluslararası yükümlülüklerini yerine getiremeyecek, borçlarını ödeyemeyecek, iç ya da dış yatırımlar batacak ve bu durum, tüm dünya ekonomisini sarsacak. Başka bir deyişle, zaten yerine oturmamış küreselleşme süreci ırgalanacak. Borsalar altüst olacak ve gerek ABD, gerekse AB ülkeleri, en çok da AB zarar görecek…” Sözler, tartışma konusu “Bir Gün Gece” ve “Destina*” romanlarımın birincisinden alıntıydı. Yönetmen bana dönüp, “Kehanet diyebileceğimiz bu görüşü 2003 yılında, büyük bir deprem sonrası Türkiye için yazmıştınız. Yıl 2011, öngörünüz küresel anlamda doğrulandı. Çöküşü Türkiye değil Yunanistan tetikledi, hem de deprem olmadan…” dedi. Ne diyeyim? Kâhin tanımına alıştım. “Bir Gün Gece”nin kurgusu, Haiti depremi sonrası da anımsandı ve yabancı basında referans gösterildi. Biliyorum ki Türkiye’de de doğrulanacak ve korkarım “Destina”nın kurgusuna bile sıra gelecek… 17 Ağustos 1999’dan öteye deprem olgusuna hem bir kitap hem de bir kitap olacak kadar yazı adadım. Konu hakkında çaba harcayan yüzlerce bilim adamı kadar olmasa da, depremi anlamak, sonuçlarını yorumlamak, felaketin boyutlarını ölçmek ve uyarmak için çok çalıştım, kendi çapımda. Ama aradan geçen 12 yılda, kurtarma ve yardım çalışmalarında iyileşme sağlansa da felaketi önlemekte hiçbir ilerleme İrticanın Deprem Güncesi sağlanmadığını, Van depreminin yıkıcılığı kanıtladı. Dayanılmaz acıların, sönen yaşamların, büyüyen çocuk gözlerindeki korkunun, travmanın, öksüzlüğün, yetimliğin, yavrusunu yitirmişliğin görüntüsü, 1999’da neyse, 2011’de aynı. Türkiye’nin görece şansı, bunca şiddetli bir depremin daha yoğun, daha büyük bir yerleşim bölgesine henüz, şimdilik vurmaması. Van’daki depreme “Allah’ın günahkârlara gazabı” da diyemezler. Yıkılan camiler, Kur’an kursları ve “Camii Kebir” öğrenci yurdu, dini bütün Müslümanların da pek sağlamcı müteahhit olmadıklarını ortaya koydu. Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN Ne garip raslantıdır ki, tam 5 yıl önce bugün şöyle bağlı bir “deprem masası” yazmışım: bulundurmak zorunludur. İlericilik “İrtica gericilikse, geri kafalılıksa, de budur. cehaletse, depremi eli böğründe Yarısı yıkılacak bir kentte, beklemek, irticanın ta kendisidir. tapusuz, izinsiz, çürük ve çarpık San Andreas fay hattı üzerindeki yapılaşmayı bir yana bırakıp, hiç San Francisco’da, bırakın tüm olmazsa hastaneler, okullar, devlet inşaatların “ABD’ye vize almaktan daireleri gibi kamu binalarını beter” deprem talimatlarına uygun depreme karşı dayanıklı kılmak için yapım ve denetimini, ev eşyalarının kullanılacak para kaynaklarını, rant bile deprem standartları vardır. Her uğruna gökdelen dikmeye evde eni boyu, kalınlığı kurallara harcamaktır, irtica. Her yeni yapılacak “izinli” inşaata otopark zorunluluğu uygulamak yerine, otopark mafyasının talanından pay alıp, depreme hazırlık fonlarını, kavşaktı, yavşaktı diye trafik sorununu çözmeyecek işlerde heba etmektir, irtica. Tamamı yıkılacak bir bölgede, çoluğu, çocuğu, kadını ve erkeğiyle binlerce kişinin yıkıntıları altında kalacağı bir belediye, kent merkezine çadır kurulabilecek yeşil alanlar açmak gerekirken, var olan az sayıda parkları, bahçeleri bile imar rantına açıyorsa, irtica budur! İrtica, kümes kurmaktan aciz vasıfsızların ‘müteahhit’ kartvizitidir. İrtica, ucube inşaatlara verilen ‘izin’ ve vurulan ‘uygunluk’ damgasıdır. Olmayan plana atılan mühendis imzasıdır, irtica. Rüşveti alıp gözünü yuman belediyedir. Temeli derme, tavanı çatma, demiri çürük, çimentosu eksik apartmanın eğri kapısına ‘Allah korusun’ levhası asıp, mavi boncukla kötü nazar kovalamaktır, irtica. İrtica, Türkiye’yi zaten ve çoktan yıkmaya başladı. Ancak büyük Marmara depremine hazırladığı enkaz, son marifeti olacak. Çünkü o deprem, irticanın doğayla terbiyesi ve ergeç kesilecek cezasından başka bir şey değil.”** Beş yıl önce bugünkü Van’ı, yarın Edirne’den Ardahan’a ülkemizin deprem gerçeğini anlatan bu yazı beş yıl sonra eskir, tek bir satırı eksilir mi, dersiniz? Keşke. *Literatür Yayınları/2008 (Birinci baskı 2003) *İrtica’nın Güncesi, 20.10.2006 mgkmedya.com “Somali hamisi Ajda Pekkan, Nihat Doğan ve Sertap Erener’den Van’a da hamiyet bekliyoruz… ” ANONİM BİLGE “şeriatçı demokrat” hükümetinin ilk kararı, erkeklere çokeşlilik özgürlüğü vermek oldu. Tunus’taki Arap Baharı’nın ilk demokratik seçimleri, şeriatçı Ennahda Partisi’nin zaferiyle sonuçlanmak üzere. Mısır’da ordunun bahçevanlığındaki Arap Baharı da Müslüman Kardeşler’in demokratik çiçeklenmesine yaradı. Irak’a bizzat ABD getirmişti, baharı. Sırada Suriye var. NATO’nun tankla, topla, copla getirmeye kalktığı bahardan baharat, demokrasiden şeriat anladı, şaşkın Arap. Demokrasinin Türkiye’den nasıl götürüldüğüne bakılırsa, şeriatçının hası, emperyalist Batı. Arap Baharı, Libya’ya şeriat getirdi. Libya’daki Takke Düşüp Kel Görününce… Şu sözler HaberTürk TV’nin spikeri Duygu Canbaş’ın: “Her ne kadar Van’da olsa da acımız büyük.” Şu sözler de ATV’de “Tatlı Sert” adlı bir program sunan Müge Anlı’nın: “Her fırsatta küçücük çocuklar tarafından taş attırılan polisler, olay yerine gelip ilk müdahale edenlerdi. (…) Allah askerimize, polisimize zeval vermesin. Onlara taş atanların da elleri kırılsın. Canımız istediğinde kuş avlar gibi taş atıyoruz. Dağlarda vuruyoruz. Sonra bir şey olunca da asker gelsin, polis gelsin diyoruz. Dengeleri kuralım. Zor günlerde canım cicim. Kuş avlar gibi avlamayalım bunları. O kadar kolay değil. Herkes haddini bilecek...” Bu noktada, “Bu sözler ne anlama geliyor?” diye sormak gerçekten abes, çünkü ne demek istendiği açık! Van depremi toplumun en zirzop, en beyinsiz bireylerinin ırkçılık duygularını kabartmış. Kafacıklarında biriken cerahat patlayıp söz olmuş, dillerine vurmuş. İyi de olmuş, çünkü takkeleri düşüp kelleri görününce onları gerçek kimlikleriyle tanıyabiliyoruz. Sayıları hiç de az değil. Ne yazık ki değil… Lafa bakın, “Van da olsa…” Van bu yurdun, yurdumuzun bir parçası, orada yaşayanlar da bu ülkenin yurttaşları değil mi? HaberTürk Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, “Ben Vanlıyım. 10 yılı aşkın ekran tecrübesine rağmen, böyle bir dil sürçmesinin kurbanı olan Duygu Canbaş’ın yaptığı hatayı, büyütmemek, farklı anlamlar yüklememek gerekir” diyor. Büyütmüyoruz, olduğu gibi aktarıyoruz. Sözler ortada, söz ise beyinden geçenin dile yansımasından başka bir şey değil. Öyleyse… Müge Anlı’nın sözleri hiç kuşkusuz çok daha vahim; kadıncağız Kürt sorununa ilişkin hiçbir şey bilmiyor. Irkçılık onun algı gözeneklerini körleştirmiş, her Kürt’ü PKK militanı ya da yandaşı sanıyor. Oysa deprem felaketi ülke genelinde Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Boşnak’ı, Roman’ı seferber etmiş, herkes “ne yapabiliriz” diye çırpınıyor. Be zavallı kadın, be cühelanın cahili… Felaketin, afetin milliyeti, ırkı olur mu? “Askerimiz” diyorsun. Aralarında kadim tarihten bu yana kaç Vanlı delikanlı Mehmetçik olmuş, kaç Vanlı delikanlı bu vatan için can vermiş, hiç düşündün mü? Şu anda kaç Vanlı delikanlı askerlik yapıyor biliyor musun? Bu vatanı PKK’ye karşı savunurken şehit düşen Kürt gençlerinden hiç mi haberin yok? Ayıptır! Ekranlarda gözükmek için “hoş fotoğraf vermek”, yazılı medyada köşe kapmak için “zirzop olmak” ölçüt olunca ortalık bunlarla doluyor. Teneke kafacıklarıyla kamuoyunu etkiliyorlar. Kamuoyunun genel “bilgi donanımı”, yürürlükteki eğitim sistemine bağlı olarak Kıbrıs’ı “Karadeniz’de, Sicilya’nın hemen yanı başında” sanma düzeyinde… Dolayısıyla başarılı da oluyorlar. Yaşadığımız başlı başına bir dram. Bazen kendimi dangalaklar arası bir maraton yarışının seyircisiymişim gibi duyumsuyorum. Amansız ve bir türlü bitmeyen bir yarış bu! Yarış süresince yarışmacılar bir yandan koşarken bir yandan da yeni dangalaklar, dangalaklıklar üretiyorlar… Korkunç bir süreç yaşanıyor bu topraklarda, kendini tükettikçe yeniden üreten tuhaf, ölümcül bir diyalektik yaşanıyor… Böyle giderse sonumuz toplumsal cinnet! Mutlaka bir şeyler yapmalı, toplum olarak aklımızı başımıza toplamalıyız. Milliyete, ırka, kana, kan bağına, kökene, dine, dile değil, insana odaklanmalıyız. Hele bizim yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız, ister terör, ister savaş deyin, çatışmalı, kavgalı bu menhus ortamda… İnsana odaklanmak! Irkçı dangalaklara vereceğimiz en güzel yanıt bu olur sanırım. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI 1999’dan 2011’e... Van’da 7.2’lik sarsıntıyla yerle bir olan yapılar ve köyler için başta mimarlık, mühendislik, şehircilik ve yer bilimleri meslek odaları olmak üzere, akademik ve uzman kurumların açıklamalarını okuyor musunuz? Özeti şu: “Denetimsizlik, plansızlık, umursamazlık, proje ve uygulamada teknik hizmet eksikliği...” Peki, 1999’da aynı büyüklükteki BoluİzmitMarmara depremi için başta mimarlık, mühendislik, şehircilik ve yer bilimleri meslek odaları olmak üzere, akademik ve uzman kurumların açıklamalarını da anımsıyor musunuz? Özeti şuydu: “Denetimsizlik, plansızlık, umursamazlık, proje ve uygulamada teknik hizmet eksikliği.” İzleyen yıllardaki sayısız panel ve sempozyumda ele alınan “temel sorun” da aynıydı… “Denetimsiz”lik giderilmeli; “plansız”lık sona ermeli; “umursamazlık”ın yerini kamusal sorumluluk almalı; “teknik hizmet eksikliği”ne, özel yasalar çıkartılarak artık izin verilmemeliydi. “Emlak rantı uğruna ülkeyi imar başıboşluğuna teslim eden çıkarcı siyasetin deprem manzaraları..” Anımsarsanız, depremin büyük darbesinden sonra ilk yürürlüğe giren “yapı denetim” yasası oldu. Van dahil, ülkenin yoksul kesimlerindeki illerin “dışarıda” tutulduğu, sadece yapı denetim şirketlerine para ödenebilecek zengin illerde zorunlu kılınan bu yasa ile adeta “denetim pazarı” kuruldu. O kadar ki kimi kentlerimizde, yapı denetim şirketlerini “belediye meclis üyeleri” kurdular. Böylece “belediyecilik ile imar tüccarlığı” eşanlama gelebilecek inşaat ve emlak piyasaları yaratıldı. Sonuç? Bazı iyi niyetlidürüst şirketlerin dışında, sayısız firma hakkında açılan soruşturmalar, soruşturmalar... Son yıllardaki; hatta haziran seçim sürecindeki yeni düzenlemelere de bakın… “İmar disiplini” yerine, başta köylerde olmak üzere kent merkezlerinde bile “özensiz ve kuralsız yapılaşma özgürlüğü”nü adeta kutsayan yasalar nasıl da yazılıp onaylanabildi? Dahası, belediyelerin teknik olanakları ve denetimleri güçlendirmek dururken, “eğer bir yatırıma imar olanağı ve ruhsat verilmezse, 3 ay sonra inşaat ve yapı kullanma iznini Bakanlık verir” gibisinden, dünyada eşi benzeri görülmemiş talan yasaları KHK’lerle (Kanun Hükmünde Kararname) yürürlüğe sokuldu. TBMM’yi bile devre dışı bırakan o KHK’ler ki aslında “faşist” bir dönemin; 12 Mart 1971 “muhtıra”sının ürünüydüler... Sonra da 12 Eylül 1980 darbesinin anayasasında yer aldılar! Gelin görün ki darbelere karşı Cumhuriyet tarihinin en etkin mücadelesini verdiği söylenen bir iktidarın, özellikle “imar başıboşluğunu kurumlaştırma” konusunda dört elle sarıldığı yöntem oldular… Hem de “ileri demokrasi” sürecinde! Şimdi eminim ki tıpkı 99 sonrası gibi, önümüzdeki günlerde de hep şunu söyleyecekler: “Depreme karşı dayanıklı yapılaşma için yasal düzenlemeleri güçlendireceğiz.” Ben sadece sırıtacağım; ya siz? Fiyasko yasalar HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN ‘ G ’ N O K T A S I kamilmasaraci@gmail.com hetiyatrosu@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN Aradan geçen 12 yılda ne yapıldı; nelere çözüm getirildi? Yanıtın koskocaman bir “hiç” olduğunu Van depremi ve uzman kurumların açıklamaları kanıtlamıyor mu? Eğer bir ülkenin sözde en gelişmiş bölgesi ile en yoksul coğrafyasında, aynı büyüklükteki iki depremin yarattığı sonuç “aynı” ise; üstelik aradan 12 yıl geçmesine rağmen “depremi felakete dönüştüren nedenler”i giderecek hemen hiçbir yasal ve yönetsel adım atılmadıysa; dahası aynı sürede yürürlüğe giren yeni imar düzenlemelerinin de felaketleri önleyici değil, daha da körükleyici oldukları söyleniyorsa; Van’da sayısını henüz bilemediğimiz can kaybımızın, taş taş üstünde kalmayan köylerimizin ve “betonarme mezarlığı”na dönen kentlerimizdeki yürek burkan görüntülerin adı ne olabilir? Yine, 99’da yaptığımız tanımı “aynen” yinelemekten başka bir yanıt bulamıyorum; T.C. AYVALIK SULH HUKUK MAHKEMESİ Dosya No: 2010/688 Davacılar Nurdoğan Erünal ve Erdoğan Erünal vekili tarafından davalı Tasfiye Halinde Setaş Sanayi Mamulleri Paz.Tic.A.Ş.ve Tasfiye memuru Abdullah Nevzat Sert aleyhine açılan ipoteğin Kaldırılması davasının duruşmasında verilen ara kararı gereğince; Davacı vekili tarafından mahkememize verilen dava dilekçesinde davacıların Balıkesir, Ayvalık, Alibey Mah. Mezarlık mevkii 1356 ada 4 parselde hisseleri oranında malik olduklarını, tapu kaydında davalı şirket lehine her bir davacı hissesi üzerinde 500.000,00 TL bedelli ipotek bulunduğunu, günümüz parası ile her iki davalı için ipotek miktarının toplam 1,00 TL olduğunu, artık bir değer ifade etmeyen ve zaten bedeli de ödenmiş olan ipoteğin kaldırılması için bu davanın açılmasının zorunlu hale geldiğini, davalı şirketin izmir 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16/03/2010 tarih 2009/276 E.2010/87 K.sayılı kararı ile ihya edildiğini, böylece davalı şirketin unvanının Tasfiye Halinde Setaş Sanayi Mamulleri Pazarlama Ticaret AŞ olarak ihya olduğunu, bu nedenlerle ipoteğin Fekkine karar verilmesini talep edilmiştir. Mahkememizce Davalıların bilinen adresine tebligat yapılamamış, adresi de tespit edilememiş olduğundan, davalı Tasfiye Halinde Setaş Sanayi Mamulleri Pazarlama Ticaret AŞ ve davalı Tasfiye Memuru Abdullah Nevzat Sert’e ilanen tebliğ yapılmasına karar verilmiştir. Davalı Tasfiye Halinde Setaş San. Mam. Paz.Tic. AŞ’nin ve davalı Tasfiye Memuru Abdullah Nevzat Sert’in duruşma günü olan 30/11/2011 günü saat 14.15’te Mahkemede, bizzat hazır bulunması veya vekille kendisini temsil ettirmesi gerektiği, aksi takdirde yokluğunda karar verileceği hususları HUMK’nin 213 ve 317. maddeleri uyarınca İLANEN TEBLİĞ OLUNUR. 12/11/2011 (Basın: 65903) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ “Öksürükotu” 1 da denilen otsu bir bitki. 2/ Afrika kö 2 kenli öldürücü bir 3 virüs... Işık kayna 4 ğının 1 saniyede çevresine yaydığı 5 ışık enerjisi. 3/ İnsan 6 sesiyle ezgili sesler 7 çıkarma ve müzik yapıtlarını seslen 8 dirme sanatı... Ta 9 pınak. 4/ Belirti... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Şeker üretiminde, billurlaşan şeker alındıktan sonra 1 H O R A V E L B kalan posa. 5/ Aptal, ser 2 Ö D E M Ş İ L E sem, budala. 6/ “O” adılı 3 Ş A K M A V A N nın yönelme durumu... Din 4 M L A VMA N adamlarının simgesi sayı 5 E T A N O R U K lan başlık. 7/ Hastalıktan 6R OM E T GO kurtulma, iyileşme... Kü7 İ N K R E T ON çük mağara. 8/ Haberci... L A A Itırlı bir bitki. 9/ İzmir ve 8 M O D A Z OMA Y A K Ayvalık yöresinde çokça 9 bulunan ve kumun 56 cm altında yaşayan lezzetli bir midye türü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Karabaş” da denilen ıtırlı bir bitki. 2/ Argoda, uzun süre cinsel ilişkiden uzak kaldığı için aşırı istek içinde bulunan kimseye verilen ad... Bir nota. 3/ Her iki Kore’nin de para birimi... Kürkü değerli yırtıcı bir hayvan. 4/ Bir renk... Fas’ın plaka imi... “ kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece” (Âşık Veysel). 5/ Dolambaçlı, eğri büğrü, çapraşık. 6/ Balık avlamakta ya da yük taşımakta kullanılan büyük kayık. 7/ Kimi Afrika kabilelerinde krala verilen ad... Peygamberleri Hud’u dinlemedikleri için Tanrı tarafından yok edilen kavim. 8/ Genellikle yakmak için kullanılan iri saman... Metal eşya üzerine vurulan renkli cam katmanı. 9/ “Kazma ile dövmeyince verdi / Benim sadık yârim kara topraktır” (Âşık Veysel)... Süs olarak kullanılan, altın taklidi sarı tenekeden pul. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear