23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
12 EKİM 2011 ÇARŞAMBA HABERLER CUMHURİYET SAYFA 7 AB’nin strateji belgesinde ‘basın özgürlüğü’ ön planda. Belgede orantısız güç ve yolsuzluk da var Türkiye’ye zorlu ödev ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Avrupa Komisyonu’nun İlerleme Raporu’nun yanı sıra bugün yayımlayacağı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde ev ödevi niteliği taşıyan Strateji Belgesi’nde de basın özgürlüğü konusu öne çıktı. Belgede, polisin orantısız güç kullanımına ve yolsuzluğa da vurgu yapıldı. Türkiye’nin yapması gerekenlerin sıralandığı Strateji Belgesi’ne, hükümetin eksiklikleri damgasını vurdu. Bugün açıklanacak belgelerde şu noktalar öne çıktı: Siyasi kriterler: Temel hakları güçlendirmek için belirgin adımlar atılması gerekiyor. Hukukun üstünlüğü: Savunma hakkını ve davaların meşruiyetini etkileyen soruşturmaların yürütülmesi ve yargı süreci konusunda ciddi kaygılar bulunuyor. Yargılama süresinin AİHM içtihatlarına uygun şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Askersivil ilişkileri: İç güvenlik sektörü, özellikle de jandarma konusunda, sivillerin denetimini güçlendirecek daha fazla reform gerekli. Askeri yargı alanında ilerleme sürmeli. Yargı: Ceza davalarına yığılma var. Alınan önlemlerin yargı dünya Basın özgürlüğü: Gazetecilere yönelik davalar otosansüre neden oluyor. Otosansür ve basın üzerindeki aşırı baskı ciddi kaygı yaratıyor. Mevcut yasal düzenlemeler ifade özgürlüğünün Avrupa standartlarında korunması için yeterli değil. Gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. sı ve sivil toplum arasında bölünme yarattığı da dikkate alınarak uygulama izlenmeli. Mahkeme ya da savcılık, kamu çıkarına olan konularda yeterli bilgilendirmede bulunmuyor. Yolsuzluk: Birçok alanda yolsuzluk yaygın olmayı sürdürüyor. Siyasi partilerin finansmanı konusundaki şeffaflık eksikliği ve dokunulmazlıkların kapsamı sorun olmayı sürdürüyor. Demokratik açılım: 2009 açılımının devamı gelmedi. Seçilmiş politikacıların ve insan hakları savunucularının tutuklanması endişe yaratıyor. Mayınlar ve koruculuk sistemi hâlâ endişe unsuru. Kötü muamele: Orantısız güç kullanımı sürüyor. Özellikle tutuklama sırasında uygulanan aşırı güçle bağlantılı fiziki kötü muamele olayları konusunda inandırıcı suçlamalar mevcut. Kötü muamelede bulunan yetkililerin cezalandırılması konusunda ilerleme yok. Kıbrıs: İyi komşuluk ilişkilerini ve sorunların barışçıl çözümünü engelleyecek her türlü tehdit, sürtüşme ve eylemden kaçınılmalı. Dış politika: İran, Libya ve Suriye konusunda AB’nin aldığı yaptırım kararlarına Türkiye uymadı. Yunanistan, Irak ve bölgesel Kürt yönetimiyle ilişkileri normalleştirme konusunda adım atılırken Ermenistan’la ilerleme sağlanmadı. Kadın hakları: Yasal çerçevenin siyasi, sosyal ve ekonomik bir gerçeğe dönüştürülmesi gerekiyor. Namus cinayetleri, zorla evlendirme ve kadına yönelik şiddet ciddi sorun olmayı sürdürüyor. Azınlıkların korunması: Özellikle ifade özgürlüğü ve dini özgürlükler alanında önemli çaba harcanması gerekiyor. Azınlıklara yönelik kısıtlayıcı bir yaklaşım sergileniyor. Dilsel, kültürel ve temel haklara tam saygı seviyesine ulaşılmadı. Dini özgürlükler: Dini azınlık mensupları aşırı uçların tehditleriyle karşı karşıya. Sendikal haklar: Mevcut yasal çerçeve Avrupa standartları ve Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmesi’yle uyumlu değil. Niçin Hâlâ 442 Milletvekiliyle? 24’üncü dönem TBMM’nin 1 Ekim’de ikinci yasama yılı çalışmalarına başlarken 450 milletvekilinden 8’i Genel Kurul salonundaki sandalyelerinde değillerdi. Niçin olmadıklarını bildiği için olmalı, Meclis Başkanı Cemil Çiçek, ad okutarak yoklama yapmadı. Kimi yaramaz üyelerin, örneğin Mustafa Balbay’ın ya da Mehmet Haberal veya Engin Alan’ın adları okunduğunda “Silivri zindanındalar!” türünden bir yanıt vermesini ve bu seslerin yazı halinde tutanaklara geçmesini, öylelikle önlemeye çalışmış oldu. Ancak, Meclis Başkanı’nın bu çabasının, gerçeğin üstünün siyah bir şal ile örtülmesine yetmediğini öncelikle Sayın Cemil Çiçek’in görmesi gerekiyor. Başkanı olduğu Meclis, milli iradenin tek temsilcisidir. O irade, 30 Haziran’da sandık başına giden seçmenlerin özgür iradeleri ile kullandıkları oylar aracılığı ile tecelli etmiştir. Bu ikisi CHP’li, birisi MHP ve beşi BDP’li parlamenterin tümü de Terörle Mücadele Yasası’na dayanılarak tutukludurlar. Özellikle Balbay ile Haberal’ın demir parmaklıklar arkasındaki tutsaklıkları dört yıla yaklaşmıştır. Hemen söylemeliyim. Ben, yargı kararı ile özgürlükleri geçici olarak alınmış insanlara tutsak denmesinden hoşlanmam. O deyimin esir anlamına geldiğini, bizim devletimizin yasalarının da, yargı erkinin de kişileri esir etmeyeceklerini savunmak isterim. Ama gerçeklerin, milletvekili seçimlerine katılmalarına yine yargı organının izin verdiği kimselerin seçilip mazbatalarını aldıkları halde, gardiyanlar tarafından horlanmalarına ses çıkartılmayışını sindirmekte güçlük çektiğimi de söylerim. Sayın Başbakan, bu durumdan adeta hoşnutmuş gibi bir söylem izliyor. Bu sekiz milletvekilinin de kendisinden, AKP’li parlamenterlerden farkları olmadığını görmek istemiyor. Dahası onları aday yapan siyasi partilere, kendilerine oy veren yüz binlere, hatta milyonlara, “yapmasaydınız, vermeseydiniz” diyen bir yönteme sahip olmaktan geri kalmıyor. Ama bu durumun asıl sorumluları sadece kendisi ile sınırlı değildir. Meclis’in en deneyimli ve kıdemli milletvekillerinden olan Sayın Cemil Çiçek, bir öğretmen duyarlığı ile hukukun siyasetin gölgesinde olmasına alet olmakta sakınca görmeyen yargıçların inatla savundukları bu ucu açık tutukluluk kararları karşısında, “Ben Meclis Başkanı olarak bu arkadaşlarımın kaçmayacaklarına kefilim” demiyor. Diyemiyor. Derse fincancı katırlarını ürküteceğinden mi korkuyor yoksa? Benzer ve daha büyük bir sitem de CHP’nin genel başkanına. Böyle bir olay seleflerinden İsmet İnönü ya da Bülent Ecevit döneminde yapılmış olsaydı, o liderler yeri göğü ne hale çevirirlerdi, hiç düşündü mü? Liderler deyimini bilinçli olarak kullandım. Çünkü günümüzde siyasal partilere kolayca genel başkan olunabiliyor. Ama lider olmak için, masallardaki kırk canavarı yenip, kırk dağı aşmak gerekiyor. ASKERİ BAŞSAVCI ALBAY ÜÇOK, BÜYÜKANIT VE BAŞBUĞ’U SUÇLADI ‘Süreci yönetemediler’ ‘Tecrit ve şiddet sürüyor’ İstanbul Haber Servisi Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD), cezaevlerinde hak ihlallerinin aralıksız devam ettiğini belirterek tutuklu ve hükümlülere uygulanan şiddeti protesto etti. Taksim Tramvay Durağı’nda bir araya gelen grup adına açıklama yapan Nagihan Kurt, cezaevlerindeki görevlilerin siyasi tutuklu ve hükümlülere yönelik fiziksel şiddeti arttırdığını belirterek “Bakırköy Kadın Cezaevi’nde Yasemin Karadağ, Kandıra F Tipi Cezaevi’nde Kemal Avcı, Alanya L Tipi Cezaevi’nde Gülay Efendioğlu son dönemde ileri derecede hasta olmalarına karşın, bir de görevlilerin şiddetlerine maruz kaldı. Sadece bunlar değil, cezaevlerindeki fiziksel şiddet artarak devam ediyor” dedi. Sohbet hakkının da uygulanmadığını anlatan Kurt, “İşkence yapan, saldıran değil, saldırıya uğrayanlar cezalandırılıyor.‘İşkenceye sıfır tolerans’ söylemini dilinden düşürmeyen AKP, hapishaneler tarihinin en ağır ve en çok işkencelerini yapıyor” diye konuştu. HATİCE TUNCER “Balyoz Planı” davasında ikinci iddianamenin tutuklu sanığı Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesi Başsavcısı Albay Ahmet Zeki Üçok savunmasında, Ergenekon, Poyrazköy ve Balyoz davalarının askeri mahkemelerin konusu olduğunu savunarak Beşiktaş’taki özel yetkili savcı ve hâkimlerin görev alanı ve yetkilerini aştığını savundu. Ahmet Üçok, eski Genelkurmay Başkanları emekli Orgeneraller Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ ile halen İnternet Andıcı davasından tutuklu bulunan Tümgeneral Hıfzı Çubuklu’yu sert bir dille eleştirerek Ergenekon ve Balyoz davalarında 300’e yakın askerin yargılanmasına varan gelişmelere göz yummakla suçladı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından iki iddianame kapsamı birleştirilerek bakılan 134’ü tutuklu 224 sanıklı “Balyoz Planı” davasının dün 47. duruşması yapıldı. Balyoz Planı davasında birinci iddianame kapsamındaki 192 sanığı savunma ve çapraz sorgu işlemleri tamamlandı. İkinci dava kapsamındaki tutuklu sanıkların savunmasına geçildi. Üçok, savunmasına “Beşiktaş Mahkemeleri federal mahkemeler midir” sorusuyla başladı. “Asıl olan suçun işlendiği yerdir” diyen Üçok, Beşiktaş Adliyesi’ndeki ağır ceza mahkemelerinin bu kuralı çiğnediğini söyledi. Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı olarak “karargâh evleri” soruşturmasını yürüttüğünü ifade eden Üçok, “Beş teğmen ile ilgili soruşturmanın da hukuki irtibat bulunması nedeniyle askeri savcılık olarak bana verilmesi için Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği’ne gittim. Ancak bu ikazlarım, Büyükanıt tarafından dikkate alınmamıştır. Bana ‘biz bu işe karışmayacağız’ denilerek soruşturmanın Beşiktaş savcılarınca sürdürüleceği bildirilmiştir” dedi. Başbuğ’un da Büyükanıt’ın tutumunu devam ettirdiğini söyleyen Üçok, şu ağır suçlamalarda bulundu: “Askeri yargıyı ısrarla soruşturmaların dışında tutmuştur. Sayın Başbuğ’un dönemi, kanaatimce, TSK tarihinde, personelinin en acımasız hukuksuzluklara, aşağılanmalara ve zulümlere maruz kaldığı dönem olmuştur. Bu süreci Genelkurmay Başkanlığı ve Adli Müşavirliği ne yazık ki iyi yönetememişlerdir. Bu krizi yönetememelerinin yanı sıra, Bü Meclis Başkanı ‘Balyoz’da tatmin edecek kanıt yok’ demiş ANKARA (ANKA) WikiLeaks belgelerinde yer alan, 26 Şubat 2010 tarihli, eski ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey imzalı bir telgrafta geçen yıl başında Balyoz operasyonunda birbiri ardına gelen gözaltı dalgaları anlatılırken “AKP’nin eski Meclis Başkanı da, bize kamuoyunu gözaltıların geçerliliği konusunda ‘tatmin edecek’ bir kanıtın ortaya çıkmadığını anlattı” ifadesi yer aldı. 2010 başında dalgalar halinde gelen Balyoz gözaltı ve tutuklamaları konusunda ABD Dışişleri Bakanlığı’na çekilen telgrafın özet bölümünde şöyle denildi: “Bir İstanbul mahkemesi 26 Şubat’ta hükümete karşı ‘Balyoz’ darbe planı iddiasıyla gözaltında bulunan on bir subayı suçladı ve tutukladı (toplamı 31’e ulaştı). Ayrıca, 13 şehirde yeni gözaltı dalgası 18 yeni subayın hapse konulmasını getirdi. Bununla beraber yükanıt ve Başbuğ döneminde yapılan değişikliklerle askeri mahkemelerin bütün yetkileri elinden alınmış ve adeta görev yapamaz hale getirilmeye çalışılmışlardır.” 2010’da kuvvet komutanlarına mektup yazdığını anlatan Üçok, “Fakat Başbuğ tarafından, bu önerilerimin hiçbirisi dikkate alınmamıştır. Kaderin ne acı oyunudur ki, sessiz kalarak, bu süreci kötü yöneterek, asılsız suçlamalara ve iftiralara hedef olan yüzlerce muvazzaf ve emekli askerin tutuklanmasına katkıda bulunan Genelkurmay Adli Müşaviri de, benzer suçlamalara maruz kalmış ve tutuklanarak Hasdal Cezaevi’ne konulmuştur.” Üçok, Genelkurmay Adli Müşavir Hıfzı Çubuklu’nun Hasdal’da tutuklu askerlerin soruları üzerine “Başbuğ’un emir verdiğini ve askeri yargının bu sürecin dışında tutulmasını istediğini söylediğini” öne sürdü. Üçok şöyle devam etti: “Eğer bu doğru ise TSK’nin başkomutanı olan İlker Başbuğ, Türkiye’de tansiyon görünürde, Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Başbuğ arasında 25 Şubat’ta yapılan, kamuoyuna iyi bir şekilde duyurulmuş bulunan toplantıdan ve üç üst düzey emekli komutanın bırakılmasından sonra azaldı. Başbakan Erdoğan’ın ertesi gün kamuoyuna yaptığı sert açıklamalar, hükümetin ayrıntılı ‘Balyoz’ planını içeren 2003 semineriyle bağlantılı askerlerin büyük bölümüyle ilgili kapsamlı kovuşturmayı daha ileri götürmeye kararlı olduğunu ortaya koyuyor. AKP’nin eski Meclis Başkanı da bize kamuoyunu gözaltıların geçerliliği konusunda ‘tatmin edecek’ bir kanıtın ortaya çıkmadığını anlattı.” Telgrafın “Yorum” bölümünde ise Başbakan Erdoğan’ın dev gözaltı dalgası sonrası yaptığı açıklamalar konusunda görüşler belirtildi. bu kahraman askerlerini satmış demektir. Kendi elleri ile bu kahraman askerlerini, hukuksuz uygulamaları Yargıtay tarafından tazminat ile cezalandırılmış, AİHM’de dava konusu yapılmış, görevsiz ve yetkisiz olan Beşiktaş Adliyesi hâkim ve savcılarının insafına teslim etmiş demektir.” Tutuksuz sanık emekli Jandarma Astsubay Embiya Şen, savunmasında “Ben ve sülalem AKP’ye oy verdi. Ben oy verdiğim partiye neden darbe planı içinde olayım” dedi. Şen’in sözleri izleyiciler ve sanıklar arasında tepkiyle karşılandı. Tutuksuz sanıklardan Musa Farız’ın “Bitlis’te görev yaparken İstanbul’a tayin edildim. İstanbul’da geldiğimde görevli olduğum taburu bulamadım. Sonunda Kırklareli’ne gittiğimde ‘Siz kuracaksınız böyle bir tabur yok’ dediler” sözleri de duruşmada uzun süre tartışıldı. Ağır suçlamalar FAİLİ MEÇHULLER SORUŞTURMASI İbrahim Şahin tutuklandı ALİCAN ULUDAĞ Gerçeği AİHM’de arıyor OZAN YAYMAN OĞLU İNTİHAR EDEN EMEKLİ POLİS ‘Sülalem AKP’ye oy verdi’ C MY B C MY B ANKARA Ergenekon davası tutuklularından eski Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin, Ankara’da yürütülen faili meçhul cinayetler soruşturmasında şüpheli sıfatıyla 4 saat ifade verdi. Özel harekât polislerinin işlediği cinayetlerin “talimatlarını vermekle” suçlanan Şahin mahkemece tutuklandı. Ergenekon davası kapsamında Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan İbrahim Şahin, dün jandarmalar eşliğinde saat 10.30’da Ankara Adliyesi’ne getirildi. Elleri kelepçesiz olan Şahin, soruşturmayı yürüten özel yetkili savcı Hakan Yüksel tarafından 4 saat şüpheli sıfatıyla sorgulandı. Soruşturma kapsamında tutuklanan Ayhan Çarkın, özel harekât polisleri tarafından gerçekleştirilen cinayetlerin dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin’in bilgisi dahilinde işlendiğini söylemişti. Edinilen bilgiye göre Şahin’e söz konusu faili meçhul cinayetlerde “talimatları vermekle” suçlaması yöneltildi. Şahin’in Susurluk olayı için “üzerime kaldı” ifadesini kullandığı belirtildi. KIVILCIMLI ÖLÜMÜNÜN 40. YILINDA ANILDI İstanbul Haber Servisi Türkiye sosyalist hareketinin önderlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı, ölümünün 40. yılında Topkapı’daki mezarı başında ayrı ayrı düzenlenen törenlerle anıldı. İlk olarak Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP), mezarlığın girişinde toplandı. SODAP’lılar, “Varlığın varlığımızı yarattı. Varlığımız fırtınalar yaratacak” pankartı taşıyıp, “Doktoru anmak savaşmaktır”, “Kıvılcımlı öncümüz yaşatıyor gücümüz” sloganları attı. SODAP adına yapılan açıklamada, Kıvılcımlı’nın çok sayıda devrimci gencin bilinçlenmesinde büyük bir pay sahibi olduğu belirtilerek “Kıvılcımlı’nın fikirleri bizim için rehberdir” denildi. İZMİR Oğlu, dört yıllık polis memuru Sinan Özkılınç’ın görevi başında intihar ettiği bilgisini kabul etmeyen baba Süleyman Özkılınç, hukuk mücadelesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. Özkılınç, oğlunun İzmir Emniyet Müdürlüğü Motorize Ekipler Amirliği’nde göreve başlamasından kısa bir süre sonra yaşamını yitirdiğine dikkat çekerek “Olayın aydınlanması için savcılığın kapsamlı bir soruşturma başlatması gerekiyordu, ancak takipsizlik kararı verildi. Yurtiçinde başvurmadığım yer kalmadı, ancak şüphelerimizi giderecek adım atılmadı. Bunun üzerine AİHM sürecini başlattık” dedi. 1981 doğumlu olan Sinan Özkılınç, 5 Ekim 2010 tarihinde İzmir Emniyet Müdürlüğü Motorize Ekipler Amirliği Spor Salonu’nda, beylik tabancasıyla, başından tek kurşunla vurulmuş halde ölü olarak bulundu. Mesai arkadaşlarının bulduğu Sinan Özkılınç ile ilgili Adli Tıp Kurumu yetkilileri ve savcılık inceleme yaptı. Süreç, savcılığın 6 Ocak 2011 tarihinde, olayın intihar olduğu ve ayrıca soruşturulacak bir durum olmadığı yönündeki takipsizlik kararıyla işledi. Bunun üzerine kendisi de emekli polis memuru olan baba Özkılınç, avukatı aracılığıyla Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne, savcılık kararıyla ilgili itirazda bulundu. Mahkeme, 3 Mart 2011 tarihinde itirazı reddetti ve iç hukuk yolları kapandı. Şikâyetçi, herhangi bir hukuki sürece karşılık gelmese de İzmir Valiliği, Yargıtay’a da başvurdu ve soruşturmayla ilgili şüphelerini dile getirdi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear