26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 29 AĞUSTOS 2009 CUMARTESİ 16 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN HARBİ SEMİH POROY 29 Ağustos GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Ekonomik Bunalım ve Rantlar Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) bilgi sitesinde (to- ki.gov.tr) verilen bilgilere göre 1984’teki kurulu- şundan 12 Ağustos 2009’a kadar bu kuruluş; 81 il, 603 ilçede kurulan 1346 şantiyede 369 bin 547 konut üretmiş (bir bölümü henüz bitmemiş) idi. 12 Ağustos’ta bu konutlardan 41 bini satışa sunulmuş bulunmaktaydı. Bunlardan, İstanbul’da satılmak- ta olan 17 bini (yüzde 41.5’i) de dahil olmak üze- re yüzde 65’ten fazlası, Ankara, Adana, Bursa ve Gaziantep gibi iç göç aldıkları için nüfus yoğunluğu nedeniyle hızla “ekonomik rant” yaratan bölgeler- de yoğunlaşmış bulunmaktaydı. Büyük şehirlerde nüfus yoğunluğunu özendiren başka devlet uygulamaları da olduğu için, bir de konut yatırımları ile bu yoğunlaşma hızlandırılmıştı. Üçüncü Boğaz köprüsü için ülkenin en kalaba- lık kenti İstanbul’a yapılacak yatırımın boyutları ka- dar, yaratılacak olan “ekonomik rantlar” da kor- kulacak boyutlardadır. Devlet eliyle burada oluşacak rantların paylaşılması için üçüncü köprünün geç- tiği alanlara büyük bir nüfus ve para akımı olaca- ğı ve bu para akımının da bu alanlardaki rant olu- şumunu ve paylaşımını hızlandıracağı bellidir. Rant paylaşımı için yarışma şimdiden başlamıştır. Bu boyuttaki bir yatırımın, Anadolu’nun gerice yö- relerine dağıtılmasının daha ekonomik olacağı, hat- ta İstanbul Boğazı’nın iki yakasını demiryolu ile birleştirecek “Tüp Geçit” için yapılmasının daha ekonomik olacağı da kanıtlanabilir. Ülkemizin ge- lecek 10 yılı için yapılabilecek bir “On Yıllık Ulaş- tırma Ana Planı”nda, üçüncü boğaz köprüsü ya- tırımının ön sıralara geçmesi olasılığı çok küçük- tür; çünkü yatırımın yaratması kaçınılmaz olan kentleşme, yerleşim, altyapı sorunları ve bu so- runların çözümü için yapılacak harcamaların bo- yutları çok büyüktür. Hükümet, doğrudan yatırımları ve yatırım teş- vikleriyle ilgili uygulamalarıyla, belediyeler de ken- dilerine, Hazine’ye ve kişilere ait arsalar üzerinde yaptıkları imar durumu değişiklikleriyle, şehirlere gö- çü ve ekonomik rant oluşumunu hızlandırmakta iken, bir de TOKİ’nin konut yapımı ile bu oluşumu hızlandırması, büyük kentlerimizin sorunlarını çö- zümsüzlüğe götürmektedir. İçinde bulunduğumuz bunalımın, konut yapımı ile ilgili alanlarda yaratılan “ekonomik rantlar”dan ve bu rantların paylaşımından kaynaklandığı or- taya çıkmış bulunmaktadır. Çünkü, ekonomide ya- pay olarak oluşturulan rantların, sonraki dönem- lerde büyük ekonomik sorunlar ve hatta bunalım- lar yarattığı da ekonomi tarihinde çok görülmüş olaylardandır. Ekonomik rantı, “haksız kazanç” olarak tanım- layan ekonomi uzmanlarının sayısı fazladır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü ‘rant’ı “Bir işe yatırılan paranın ve- ya kiraya verilmiş taşınmaz malların, belli bir süre içinde emek verilmeden sağladığı gelir” olarak ta- nımlamıştır. Terimi yaratan ve ilk kullanan İngiliz ekonomi uzmanının tanımlaması da böyledir. Ekonomi uzmanları, üretimden elde edilen ge- lirleri ücret, faiz, kâr ve rant olarak sınıflandırarak incelemekte ve “doğal kaynak rantı” ile “ekonomik rantı” birbirinden ayırarak açıklamaktadırlar. Çağ- daş ekonomistler, rantın sadece doğal kaynaktan oluşan bir gelir olmadığına, herhangi bir biçimde kazanılabilecek ayrıcalıklı bir durumun da rant ya- ratabileceğine inanmaktadırlar. Onlara göre, bir mal ya da hizmete talep olağanüstü artar ve üretim mik- tarı artan talebi karşılayamazsa, “ekonomik rant” ortaya çıkar ve bu da o üretimi yaratanlarca pay- laşılır. Bu özellikleri nedeniyle ekonomik rantı, ba- zı uzmanlarımız, “Devletin, çeşitli uygulamalarla, bireysel, endüstriyel veya sektörel olarak özel te- şebbüs lehine herhangi bir çıkar avantajı yaratması, bu avantajın realizasyonu ve paylaşımı” biçiminde tanımlamaktadırlar (K. Boratav). Ekonomi içinde yaratılan rantlar nedeniyle, milli gelirimizin yakla- şık olarak yüzde 30 oranında gerçek değerinden fazla hesaplandığını öne süren uzmanlarımız da var- dır. (Z. Hatipoğlu) Ekonomik rantlar nedeniyle tarım dışı oluşan alanlarda uygulanan mal ve hizmet fiyatlarıyla el- de edilen ücret, faiz ve kâr biçimindeki gelirler ile kişi başına düşen milli gelirin, tarımdaki değerle- re kıyasla, 2.5 kat şişirildiği de öne sürülmektedir. Bu gelir farklarının ve nüfusun yoğunlaştığı kent- lerde yaratılan ekonomik ve sosyal sorunların, eko- nomimizi sık sık çıkmaza soktuğu yadsınabilir mi? maysan@cumhuriyet.com.tr maaysan@superonline.com Atlantik Konseyi’nin Açılımı Deniz Baykal’ın, AKP’nin Kürt açılımına yol haritalığı yaptığını açıkladığı Atlantik Konseyi necidir, kimin fesidir? Soruyu, dünya egemenlerinin örümcek ağlarını çözmede usta Mustafa Yıldırım’a yönelttik. Ayrıntılı bir döküm çıkardı: “Atlantik Konseyi; NATO’ya toplumsal destek vermek, ABD önderliğini pekiştirmek, NATO üyesi ülkelerde ortak ideoloji oluşturmak, yönlendirici ve güdücü propaganda için 1954’te kurulmuş olan çeşitli örgütlerin 1961’de merkezileştirilmesiyle oluşturulmuştur. Bir ‘düşünce topluluğu’ değil, ABD’nin yarı- resmi kuruluşudur. Yöneticileri arasında, deneyimli generaller, dışişleri görevlileri, CIA direktörleri, ABD başkanlarının ulusal güvenlik danışmanları, Savunma Bakanlığı uzmanları bulunur. Konseyin son başkanı, Obama’nın güvenlik danışmanıdır. Konsey üyelerinin çoğu, aynı zamanda CFR, Bilderberg, Trilateral Komisyon, Amerikan vatandaşlarını fişleyen CPD (Şimdiki Tehlike Merkezi) üyeleridirler. Bazıları da gizli- gizemli Scull and Bones (İskeletler ve Kemikler) üyesidirler. Konseyin çalışmaları, ABD yönetimine olduğu kadar NATO’ya da yol gösterir. Örneğin ‘Genişletilmiş NATO’nun Kumanda Yapısı’ çalışması gibi. Konseyden ödül alanlar arasında baba George Bush, Afganistan ve Irak İşgal Kuvvetleri Komutanı General David Petraeus, Tony Blair, Rupert Murdoch, Amiral Michael Mullen yer alır. Konseyin Avrupa ayağını Atlantik Antlaşması Birliği (ATA) oluşturmuştur. ATA’nın Ankara’da da bir şubesi vardır. Şube yönetiminde eski diplomatlar da vardır. Basında yer alan ‘Kürt Raporu’, Doğu Ergil’in kurduğu TOSAV’ın Türk-Kürt uzlaşma çalışmalarında ve ABD Dışişleri’nde danışmanlık yapan David Phillips’e ait değildir. Nisan 2009’da ABD’de yapılan toplantının Phillips tarafından toparlanan sonuç belgesidir. Toplantıya Türkiye’den, Irak Kürdistan Devleti’nden (Kürdistan Bölge Yönetimi) temsilciler katılmıştır. Toplantının amacı; Irak’ta kurulan Kürt devletini Türkiye’ye kabul ettirmek; Türkiye’de Kürt milliyetçiliğini desteklemektir. Toplantıda, Açık Toplum Enstitüsü (Quantum Bankerleri- Soros kuruluşu) yöneticisi, ABD’nin eski Ankara büyükelçileri, generaller de katkıda bulunmuşlardır. Atlantik Konseyi’nin Türk- Amerikan ilişkilerini geliştirme çalışmalarına; Sabancı Üniversitesi, eski Washington büyükelçileri ve Türkiye’den akademisyenler, Sabri Sayarı, Çağrı Erhan, Mustafa Aydın, Sedat Laçiner, Ersin Kalaycıoğlu, Yasemin Çongar, Yavuz Baydar, Şahin Alpay gibi isimlerin katıldıkları bilinmektedir.” Kılavuzu Atlantik Konseyi olanın... Varın haritasını düşünün... Sahneye Konan Sevr Olup biteni izlerken her nedense aklımıza Sevr düşüverdi. Hani, “Türklerin paranoyası” var ya, işte o... TİHAK Başkanı Muzaffer İlhan Erdost ile bu konuda söyleşiyorduk. Bilim adamı geçinen yazarların temcit pilavından söz etti: “Onlara göre; Kemalistler, Ermenilerin, Kürtlerin, Rumların yurtlarını işgal etmişlerdir. Ulusal Kurtuluş Savaşı, ulusal savaş değil, işgal savaşıdır.” Abdullah Öcalan’ın da “Lozan Antlaşması’nda dört halk haritadan silinmiştir: Grekler, Ermeniler, Asurlar ve şimdi Kürtleri silmek istiyorlar” dediğini anımsatan Erdost, Sykes-Picot ile Sevr antlaşmaları ile Üçlü Anlaşma haritalarını önümüze koyup bakmamazı önerdi: “Trakya dahil Anadolu’yu, Suriye’yi ve Irak’ı, önce Rusya, Fransa ve İngiltere kendi aralarında, sonra İngiltere, Fransa ve İtalya arasında ve kendi aralarında paylaştıklarını göreceğiz. Sevr’de, bu paylaşıma Yunanistan katılacak, İtalyanlara verilmiş olan İzmir ve Manisa Yunanistan’a verilecek. Rusya’nın kendisine ayırdığı Trabzon dahil Doğu Anadolu Ermenilere sunulacak. Sıvas’a kadar uzattıkları Kürdistanı, Dicle boyunca kesip, Kürtlere Kürdistan’ın kuyruğunu bırakacaklar, onun da bir kısmını Nesturi ve Keldanilere ayırmak koşuluyla... Ege Denizi ve Akdeniz, Batı Akdeniz’in sahilleri, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında paylaşılmış. Bir başka şey, Akdeniz, Müslümanların egemenliğinden Hıristiyanların kuşatması altına alınmış. Bu bir haçlı paylaşımı, din savaşı, harita ise din haritası. Mersin’den Sıvas’a, Trabzon’dan Erzincan’a inen çizgiyle buluşan zikzaklı bir hattın doğusu Hıristiyan egemenliği altında. Zavallı Kürtler, bugünkü haritaya göre (ve PKK’nin ikide bir kurtarmak için sınırdan savaş açıp saldırdığı) Eruh ve Şemdinli’den (yani Şırnak ve Hakkâri’den) oluşan ‘kocaman’ bir Kürdistan’a kavuşmuş olmanın çanını çalıyorlar. Sevr’i halkların kimlik kartı, Lozan’ı faşizm olarak niteliyor ve Batı’nın, Lozan’ı, Kürtler için revize etmesini istiyorlar. Sevr’in Kürtleri yurtsuz bıraktığının, Lozan’da Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit, özgür ve bağımsız üyeleri olarak kocaman bir vatanın ortaklaşa sahibi olduklarının Kürtler bilincine varmıyor. Bilmem gördünüz mü, İmralı açıklamasını: Türk ordusu kendisine o kadar güvenmesin demiş, 40 milyon Kürt ayaklandığında... Aparda bekleyen Ermenilere ve Greklere afiyet olur. Ama olur mu? Bugün, emperyalist amaçlarla ve küresel egemenlik hedefiyle sarmaş dolaş olmuş Beyaz Saray, Hıristiyanlığın küresel egemenliği ile sermayenin küresel egemenliğini kaynaştırmış ABD, yedeğine aldığı Avrupa Birliği ülkeleriyle birlikte, Sevr’in ikinci versiyonunu, İslamı kullanarak, sahneye koymuş bulunuyor.” Ramazan Sofraları ve Oruç Tutma… SADIK ÇELİK Ramazan ayı gelince özel- likle büyük şehirlerde iftar vaktinden önce bir koşuş- turmadır başlar. Herkes iftar sofrasında yiyeceği pidenin, etin, tatlının, kuruyemişin, kaymağın, pirincin, pastır- manın, sucuğun en iyisinin, en lezzetlisinin, en tazesinin peşindedir. İftar vakitlerinde en ünlü, en lüks restoranlardan esnaf lo- kantalarına kadar yer bul- mak mümkün olmaz. Ramazan ayında iftar sof- ralarına böyle heyecanla otu- rulmasının, iftar saatinin sa- bırsızca beklenmesinin, iftar için yemeğin en iyisinin, en güzelinin pişirilmesinin, su- nulmasının, abartılmasının ne kadar doğru; orucun tu- tulma gerekçesine, ibadetin gizliliği ilkesine ne kadar uy- gun ve sağlık açısından ne kadar yararlı olduğunu, sağ- lığımızı nasıl riske ettiğimizi bu yazının konusu olarak ele alıyoruz. Oruç, esas itibarı ile her dinde nefis terbiyesinde kul- lanılan bir uygulamadır; asıl amacı insanın kendi benli- ğinden sıyrılması, nefsini kontrol altına alması, sürek- li daha fazlasını isteyen ego- sunu oruç haliyle engelle- mesidir. Bütün dinlere göre insana en çok zarar veren kendi egosudur; oruç da, in- sanların Tanrı’nın varlığını kabullendikleri günden bu- güne egoyu kontrol altına almak için kullanılan ve de- ğişmeyen en etkili ve yaygın dinlerin vecibesidir. Oysa ki günümüz Rama- zanlarında oruçtan çıkar çık- maz oturulan mükellef, gös- terişli sofralar, normal gün- lerde olsa her gün belki de hazırlayamayacağınız veya yemeyeceğiniz iftara özel ya- pılmış yemekler bu anlayışa tamamen zıttır. İftar sofralarının özel kabul edilmesi ve o şekilde hazır- lanmasında elbette ki bir ara- ya getirici ve özendirici taraf göz ardı edilemez ancak bu abartılı iftar sofralarının da hem orucun temel ruhuna hem de sağlığa aykırı olduğu unutulmamalıdır. Bütün dinlerde yer alan oruç, Müslümanlıkta ayrı bir boyut daha kazanmıştır. Oruç vasıtası ile “tok”un “aç”ın halinden anlaması, “komşu- nuz açken siz tok uyuyamaz- sınız” hadisinin sosyal hayatta yerini bulması ve de nefsin terbiyesi hedeflenmiştir. Oruç, İslamiyette başkaları ile empati kurabilmenin, kendi- sini başkalarının yerine de ko- yabilmenin aracı haline gel- miştir. Yine iftar sofraları temelde zenginle fakirin bir araya ge- lebildiği sosyal ortamlar ol- ması gerekirken, günümüzde maalesef bu niteliğinden çı- karak ticari bir kimliğe, gös- terişe ve statüye bürünmeye başlamıştır. Zenginle fakirin bir arada olması ilkesi tama- men atlanmakta, iftar sofra- ları zengin-fakir arasındaki uçurumu kapatacakken, da- ha da derinleştiren bir görü- nüm arz etmektedir. Bir ta- rafta 5 yıldızlı otellerin, res- toranların kuşsütü eksik Ra- mazan mönüleri; diğer ta- rafta ise hijyenik olmayan koşullarda, hatta zaman za- man insan onuruna aykırı şekilde hazırlanan, sunulan kalitesiz, sağlıksız, dengesiz iftar yemekleri verilen Ra- mazan çadırları yer almakta- dır. Bir de orucun sağlık boyu- tu var tabi ki: vücut için bir nevi detoks görevi gören ve aslında sağlıklı bir uygulama olan oruç, ağır iftar yemekleri ile sağlığı tehdit eder bir ha- le gelmiştir. Her Ramazan iftar vaktin- den sonra kalp krizi, beyin kanaması gibi nedenlerle ve- fat eden birçok kişi olmak- tadır. Bu nedenle, oruç sıra- sında sağlıklı beslenme kadar vücutta yaşanan değişimler konusunda da bilinçli ve dik- katli olmak gerekmektedir. Beslenme düzeninin birden- bire değişmesi, altüst olma- sı ile orucun ilk günlerinde kan şekerinin düşmesi, vücut ısısının azalması, üşüme, ba- şağrısı, uyku hali ve halsizlik gibi sorunlar yaşanabilmek- tedir. İşte bu nedenle iftarda mideye aşırı yüklenmeyip doğru beslenmek gerekiyor. Oruç tutmak, doğru bes- lenildiği takdirde sürekli ça- lışan bedenimizin toksin atı- lımını sağlamak için iyi bir fır- sat olabilir. Vücut, bu dö- nemde zararlı fazlalıkları ata- rak kendini yeniler, mide- bağırsak sistemi istirahata çekilir. Görüldüğü gibi oruç ruha, bedene, bireye, topluma sa- yısız katkısı olabilecekken günümüzde tam tersine za- rar verebilecek bir forma gir- meye başlamıştır. Orucun özünün, amacının ve uygulanış şeklinin tekrar hatırlanması gerekmektedir. Ramazan’da ekranları dol- duran din âlimleri ve teravih- lerde cemaate vaazda bulu- nan din adamları halka bu noktaları hatırlatmalıdır. Orucun esası hatırlanma- dıkça “oruçlu denize girilir mi, sakız çiğnesem orucu bozar mı” gibi soruların sorulması ve yanıtlanması bir toplu- mun kendi kendini kandır- masından öteye gidemeye- cektir, ibadetin özünden uzaklaşılacaktır. Ramazan ayının tüm Müslüman âlemi- ne barış, kardeşlik getirmesini temenni ederim. sadik.celik@keyveni.com.tr BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ İki kişi arasõn- daki soğukluk. 2/ Toprak, kum ve saman elemeye yarayan iri delikli kalbur. ... Kaz Da- ğõ’nõn antik dö- nemlerdeki adõ. 3/ Hava basõncõ biri- mi... Denizde kul- lanõlan halka biçi- minde cankurta- ran. 4/ Rütbesiz asker... Olta ya da tuzağa konulan yem... Bir gös- terme sõfatõ. 5/ Güzel ko- kulu çiçekleri olan bir ağaççõk. 6/ Küçük erkek kardeş... Orhan Han- çerlioğlu’nun bir roma- nõ. / Kibrit çöpleriyle oy- nanan bir oyun... Türkü eşliğinde oynanan bir halk oyunu. 8/ “Sana kâ- fir dediler --- biledim Hakka bile” (F. N. Çamlõbel)... Meyve koparmak için ucuna üçlü ya da dörtlü bir çatal geçirilmiş sõrõk. 9/ Er- zurum’daki “Çifteminareli Medrese”nin bir başka adõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Padişah sarayõ. 2/ Saban demirinin tarla sürülürken açtõğõ çizgi... Uluslararasõ Kalkõnma Ajansõ’nõn simge- si. 3/ Kaplarda su nedeniyle oluşan tortu... İnce bulgur. 4/ Erken... “Ak gerdan üstüne bir de --- gerek” (Kara- caoğlan)... Pasta hamuru. 5/ Uzun taneli ve kokulu bir pirinç türü. 6/ Kayõnbirader... Yüce, yüksek. 7/ Yarõ, yarõm... “Yok” anlamõnda argo sözcük. 8/ Sarmõsak ta- nesi... Eskiden ağõr hapis mahkûmlarõnõn boynuna ge- çirilen demir halka. 9/ Mardin’de bir medrese. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 F İ L D E K O Z O Y A M İ L E T R İ N G A A K A M D A Y A N A K İ D O L L A T A K A N E Ş K T A Ğ R A Y S U A L İ N A Z İ K A R A Ç L A M A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear