28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 18 NİSAN 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 18 Nisan GÖRÜŞ Prof. Dr. COŞKUN TECİMER* Medya ve Sağlık Haberleri Haber doğru verildiğinde ne denli bilgilendiriciy- se, yanlış verildiğinde de o denli aldatıcı olmakta. Maalesef günümüz rekabet ortamında tiraj ve rey- ting kaygısı birçok şeyin önüne geçmiş, bilgilerin yan- lış ve tek yönlü verilmesi alışkanlık haline getirilmiş durumda. Son zamanlarda ‘masum’ yanlış ve eksik haberciliğin yanı sıra kasıtlı yalan haberlerle ka- muoyunun yanlış bilgilendirilmesi de dikkatleri çek- mekte. Bilgilerin yalnızca yanlış ve kasıtlı olarak saptırıl- ması değil, eksik verilmesi ve bir yanının öne çıka- rılması, konuyu ilgilendiren diğer unsurların göz ar- dı edilmesi de doğru habercilik değildir. Hatta ko- nunun manşet ya da anonsunun, olayın bütünsel- liğini bozacak şekilde tek yanlı çarpıcılıkla verilme- si de popülist ve yanıltıcı yaklaşımlardır. Televizyondaki haberlere baktığımızda çoğunda fonda sürekli artıp azalan bir müzik, ekrana hızla gi- rip çıkan yazılar sanki çocuğun dikkatini uyanık tut- mak istiyor gibi. Bağırıp çağrılmayla kendine gelen, ancak böylece bir şeyler anlatılabilen insanlara hi- tap ediliyor sanki. İşin kötüsü toplum da bunu be- nimsemiş durumda. Başka türlü bir habercilik biçim ve içeriği olabileceğini düşünmüyor bile. Halbuki top- lumsal alışkanlık ve paradigmaları değiştirecek yak- laşımlara ihtiyacımız var. Bu dönüşümde medyanın da etkisi büyük olabilir. Dolayısıyla gazete ve tele- vizyonların da kendine çeki düzen vermesi toplum- sal yeni anlayışların ortaya çıkmasını hızlandıracaktır. Toplumlar ne denli olgunlaşırsa, sansasyonel diye- bileceğimiz habercilik anlayışı da o denli kaybolma yoluna girecektir. Bir gazete yazısından ya da televizyon haberinden bilimsel bir makaledeki akademik titizlik ve yaklaşımı beklemiyoruz. Ancak bu demek değildir ki gazete ya- zıları, televizyon haberleri konuyla ilgili durumu, bü- tünselliği içinde okuyucu ya da izleyiciye vermesin. Objektif yaklaşımı gazete ve televizyon haberlerin- de de istemeliyiz. Okuyucu ve izleyicilerin buna hak- ları vardır. Medyadaki bu habercilik anlayışı kendini sağlık- ta tüm çıplaklığıyla göstermekte. Sağlık gibi uzmanlık isteyen bir alanda insanların aldatılması daha kolay olmakta. Sağlık hizmetlerinden yararlanmanın zayıf olduğu toplumumuzda bu konunun sömürülmesi de rahatça yapılabilmekte. Hemen her gün gazetelerde ve televizyonda fa- lan bitkinin kansere iyi geldiğini, filan yiyeceğin kalp hastalıklarını önlediğini anlatan haberleri okuyup iz- liyoruz. Sevgiyle kanseri yenen insanların öyküleri ga- zetelerin üçüncü sayfalarını doldurmakta. Ya da acil servis önlerinde, tedavi edilmeyip başka hastane- lere nakledilen hastalar ve bunların sorumlusu ola- rak gösterilen hekimlerin acımasızlığı haber olarak sunulmakta. Bir diğer örnek ülkedeki sağlık hizmetlerindeki ye- tersizliklerden kaynaklanmakta. Acil servislerdeki ak- saklıklar nedeniyle hastaların mağdur olmasının su- çu kolaylıkla hekimlere atfedilmekte ve hastalar ile hekimler karşı karşıya getirilebilmektedir. Birçok uluslararası saygın tıp dergisinde sağlıkla ilgili haberciliğin halkı yanılttığı ifade edilmektedir. Yurtdışındaki tıp otoriteleri bile bundan yakınıyorsa Türkiye’deki habercilik anlayışının ne denli yanıltıcı olduğu daha rahat anlaşılır. Sağlık alanında sözünü ettiğim bu tür yanıltmalar yaşamın diğer alanlarını ilgilendiren uzmanlık alan- larında da yapılmaktadır. Haberlerin verilişindeki eksik ve yanlışların med- yanın doğası gereği hızlı döngüden kaynaklandığı, okuyucu ya da izleyicilerin bu tür haberleri basit ve çarpıcı biçimde istediği iddia edilebilir. Ancak yan- lış haber vermektense haber vermemek daha iyidir. Medyanın habercilik anlayışında paradigma deği- şikliğine ihtiyacı vardır. Televizyon ve gazete yöne- ticilerinin haber ve habercilik felsefesi yönünde düşünce üretmeleri ve düzgün, doğru bir kamuoyu oluşumuna katkıda bulunacak yollar üzerinde kafa yormaları gerekmektedir. * İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Başkanı Zavallı Zorbalık Dizginlenemeyen öfke patlamaları, gözlerden fışkıran kin, surattan dökülen bin parça hınç... Ta çocukluktan taşıyorlar; ellerinde değil, bilinçaltlarından kusup geliyor sallana sallana ezberledikleri korkular. Edip Cansever’in aşkı anlatışını hiç bilmemişler, Beethoven’in “Ay Işığı Sonatı”nın bedende yarattığı titreşimi duyumsamamışlar. Sabahçı kahvesindeki çayın, dost sofrasındaki demin tadına varamamışlar. Sevgiyi üleşmemiş; pısırık, ürkek bastırılmışlığın yasaklarına üşüşmüşler. Usla çözülecek gizi de, gizemden saymışlar. Özlükleri alıkonulmuş, benlikleri sığıntı. Dere kenarında susuz, çağlayan altında sağırlar. Büyüdüler. Düşman bellediklerinden öç alıyorlar, zavallıca, zorbaca. Avdayız CHP Grup Başkanvekili Hakkı Suha Okay, Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Ankara’da kimi yargıç ve savcıların dinlendiğine ilişkin sözlerini anımsattı: “Yargı üzerinde dinlemeden kaynaklanan çok ciddi bir baskı oluşturuluyor. Dinlenen de, dinleten de yargı. Polis güdümünde hukuk yaratılıp yargı çökertiliyor. Bu vahim durum karşısında Adalet Bakanı‘ndan ise hiç ses çıkmıyor.” Okay, ileride bugünleri okuyacaklar için yaşanan ortamı şöyle özetliyor: “İktidara karşı yüksek sesle muhalefet eden her kesim dinleniyor, izleniyor, soruşturmaya uğruyor. Üç kişi bir araya gelip konuşamaz oldu. Bir sürek avı bu. Toplumu sindirmeye yönelik bir av...” Çekinmeden ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in Türkiye’ye getireceği çantada neler olduğu aşağı yukarı belli: Afganistan’da Talibanla savaşmak üzere savaşçı asker istemi. ABD güçlerinin Irak’tan çekilmesi sırasında Türk topraklarının kullanılması. Emekli diplomat- yazar Daver Darende’nin öngörüsünü bir uyarı olarak da algılamak gerekiyor: “ABD Savunma Bakanı Gates ile yapılacak görüşmelerde ulusal güvenliğimizi tehlikeye sokabilecek kimi önerilerin kabul edilemeyeceğinin muhataplarımıza açık bir dille ve çekinmeden anlatılması gerekmektedir. Aksi takdirde, geçmişte ‘Çekiç Güç’le yapılan hataların günümüzde de yinelenmesi, ülkemiz için onarılması güç gelişmelere yol açacaktır.” Soru şu: Muhataplarımıza açık dille ve çekinmeden görüşlerimizi anlatabilecek olan biri çıkar mı? Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Harp Akademile- ri Komutanlığı’nda yaptığı konuş- mada birkaç yerin altını çizelim: “Bugün bazı cemaatler öncelikle bir ekonomik güç olmaya ve daha sonra da sosyo-politik yaşamı bi- çimlendirmeye, dine bağlı bir tek tip yaşam tarzı olarak sosyal kimlikleri ortaya koymaya çalışmaktadırlar.” “Dinsel cemaatlerin siyasal alan- da rol alması, modernitenin çok önemli bir özelliğinin aşındığı anla- mına gelmez mi?” “Modern toplumlarda, kişi artık bir cemaatin üyesi olarak değil, birey ve vatandaş olarak yer almıyor mu?” “Bu çeşit sosyal gruplaşmalar, cemaatleşmeler toplumu ciddi bo- yutta kutuplaşmalara ve bölünmelere götürmüyor mu? Bu bölünmeler ve kutuplaşmalar ciddi güvenlik so- runlarına ileride dönüşemez mi?” Günlük gerçeklere bakalım bir de: Bugün Türkiye aşağıdan en te- peye bir cemaatler koalisyonu ta- rafından yönetiliyor. Devletin üç te- mel erkinden yasama ve yürütme- de cemaatler etkin. Son erk olan yar- gı aynı yolda... Ekonomik ve sosyal alana gelin- ce: O alanlar da cemaatlerin dene- timinde. Cemaat vakıf ve derneklerinin; yoksullara, güçsüzlere, özürlülere ve öğrencilere yönelik açık ve örtük tüm çalışmaları -Deniz Feneri örneğinde olduğu gibi yolsuzluğa bulaşsalar da- serbest. Oysa, Orgeneral Başbuğ’un ko- nuşmasından bir gün önce gerçek- leştirilen Ergenekon’un 12. dalga- sında görüldüğü üzere, Türkiye Cumhuriyeti ilkeleri ile hiçbir soru- nu olmadan çalışan ve benzer sos- yal sorumluluklar üstlenen Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ya- saklı ve suçlu! Bu noktada Orgeneral Başbuğ’un konuşmasındaki o soruya dönmek gerekiyor: “Anayasanın 24. maddesi, herke- se vicdan, dini inanç ve kanaat hür- riyetini sağlamıştır... Yine aynı mad- deye göre kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel dü- zenini kısmen de olsa din kuralları- na dayandıramaz. Anayasanın 24. maddesinde açık- ça belirtilmesine rağmen; dinin sos- yal, ekonomik ve siyasi düzeni kıs- men de şekillendirilmesi kabul edi- lebilir mi? Bu kapsamda din eksen- li bazı cemaatleri, toplulukları, ha- reketleri anayasanın 24. maddesine göre nereye koyacağız?” Biz gazeteciyiz, yalnızca hayatı özetleriz. Cemaatleri anayasaya göre nere- ye koyacağımızı, ancak anayasayı uygulamakla görevli olanlar bilir. Başbuğ’un Sorusu Durulmayan ‘Dalgalar’ ve Çağdaş Yaşam İçin Savaşım SEVGİ ÖZEL Şarkıdaki gibi, “denizler du- rulmaz dalgalanmadan…” Ne ki bizim denizler bir süre da- ha durulmayacağa benzer; birinci, ikinci… Giderek dal- ga boyu yükseliyor. Bu dal- gaların ucu ta Kurtuluş Savaşı öncesine gider… Yurdu işgal edilmiş, silahları elinden alın- mış, halkı yoksulluk ve acı içindeki ülkenin sözde ay- dınları dalga boyunu yüksel- terek ilkin Mustafa Kemal’i suya vermek istediler. Ba- şaramadılar. O, ülkesinin ba- ğımsızlığı ve halkının özgür ol- ması için öyle dalgalar aştı ki; şaşırdılar. Savaş bitince de denediler; yine olmadı. Ba- şaramayacaklarını anlayınca, etkisiz kılmak için Mustafa Kemal’in beş yıl aynı yerde oturmadığını ileri sürerek “se- çilme” hakkını elinden alma- ya çalıştılar. Yine olmadı; akıl- la değil, öfkeyle plan yaptık- ları için tutmuyordu. Mustafa Kemal bu neden- le “Benim manevi mirasım akıldır, bilimdir” dedi; çünkü kurduğu Cumhuriyet akıl ve bilimin öncülüğüyle çağdaş yaşama kavuşacaktı. Bunun temel koşulu aklı ve bilimi te- mel alan eğitimdi; Eğitim Bir- liği Yasası’yla da laik Cum- huriyetin geleceği güvence al- tında olacaktı. Her şeye karşın laik Cum- huriyetin gerçek aydınları, yaklaşık doksan, özellikle son kırk elli yıldır, boyu gittikçe yükselen dalgaları aşma be- cerisi gösteriyorlar. 12 Mart’ta zindanlara dol- duruldular, yetmedi; 12 Eylül geldi; bunun bedelini de yine çoklukla Atatürkçü düşünce doğrultusunda çağdaş ya- şam için savaşım içinde olan- lar ödedi. Yetmedi; yetmi- yor. Karşıdevrimin öfkesi du- rulmuyor; denizi geçtik bir bardak suda aydınları etkisiz kılmaya çabalıyor. Karala- malar, havaya salınan suçla- malar, Türkiye’nin yüzyıllık devrim deneyimini silebilir mi? Sular tersine akar mı? Ne yapmış İlhan Selçuk; Mustafa Balbay? Prof. Meh- met Haberal; Prof. Ferit Ber- nay, Prof. Fatih Hilmioğlu ve ötekiler… Her biri kendi ala- nının yetkin bilimcileri; her biri laik Cumhuriyet için dü- şünen, kaygılanan aydınlar… Ne yapmış Prof. Türkân Saylan? Korku filmlerinin hastalığıyla baş etmiş; hekim kimliğiyle yetinmemiş, çağdaş insanın eğitimle kazanılaca- ğına inanmış… Başka bir ülkede yaşıyor ol- sa, merkezi ve yerel yöneti- ciler, amansız bir hastalıkla boğuşan Prof. Saylan’ın yo- lundaki bütün taşları ayıklar- dı. Arkasında bir kum tanesi bile bırakamayacakları bu- günden belli olan birileri, du- manlı havadan yararlanarak aydınları toplumun gözün- den düşürmek için özellikle basın yayının bütün olanak- larını insafsızca kullanıyorlar. Tıpkı Kurtuluş Savaşı yılla- rında ve sonrasında yaptıkları gibi… Türkân Saylan’lar da karşı- devrimin hastalıklı yanını eği- timle onarmaya çalışıyorlar; yarını kuracak çocuklarımız laik, demokratik, bir sosyal hu- kuk devletinin yeraltı ve yer- üstü çıkarlarına sahip çıksın- lar; ulusal değerleri evrensel bilgiyle harmanlayarak em- peryalizmin önünde eğilmek zorunda kalmasınlar; göz gö- re göre ulusal çıkarlardan ödün vermesinler diye… Evet; hepimiz devletin kılcal damarlarına dek inen bütün karanlık ilişkilerin ortaya dö- külmesini; karanlık ellerin ce- zalandırılmasını sözde de- mokratlardan daha çok isti- yoruz; aydınlar bombalan- dıkça, kurşunlandıkça; akıl ve bilimle çelişen yanlış uy- gulamalar çoğaldıkça, bunu kaç kez haykırdık! Her zaman hukukun üs- tünlüğüne inandık; her şeye karşın inanmayı sürdüreceğiz; ama 13 Nisan günü, akıl al- maz bir eziyetle yorduğumuz Prof. Dr. Türkân Saylan’ın, başarıları dünyaca bilinen Prof. Haberal gibi bilimcilerin bu yorgunluğunun bedelini; İl- han Selçuk’ların aydınlanma dedikleri için cezalandırılma girişimlerinin yükünü nasıl ta- şıyacağız? Bilimcilerini, sanatçılarını düşünmekten, üretmekten alıkoyan bir hesaplaşmanın ağırlığını nasıl, hangi vicdan- la ödeyeceğiz? Günlerdir TV’lere çıkan bir- takım kişilerin düşünce öz- gürlüğünün, demokrasinin arkasına sığınarak yakın tari- hin gerçeklerini, Türk Devri- mi’nin kazanımlarını “inkâr” eden, gerçek aydınları acı- masızca karalayan savlarını şaşkınlıkla izliyoruz. Gösterdikleri adreslerin boşaltılmasının esrikliğini ya- şıyorlar. “Laikçi, ulusalcı” suç- lamalarıyla laik Cumhuriyet savunucularına atıp tutuyor, 2000’li yılların en önemli olay- ları arasına yazılan Cumhuri- yet Mitingleri’ne öfke kusu- yorlar. Görüyoruz ki yasal bi- çimde, halkın coşkusuyla ya- pılan Cumhuriyet Mitingleri amacına ulaşmıştır. Hukukun üstünlüğü de el- bette çok yakında Mustafa Kemal’in “manevi mirası”nın ışığında gerçeği, doğruyu ka- nıtlayacak; bu sıkıntılı günle- ri yine Türk Devrimi unuttu- racaktır. Organ Değini, okurumuz A. Kadir Sev’den geldi: “Ülkenin bağırsaklarını temizlemek amacıyla işe girişmişlerdi. Sanırım organları karıştırdılar. Beyinlere yöneldiler. Birileri, bağırsakların hangi organ tarafından boşaltıldığını söylemeli.” BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SA- ĞA: 1/ Küçük bir ka- vuna benzeyen çok hoş kokulu meyvesi olan bir bitki. 2/ Düş- man topraklarõ- na yağma ama- cõyla yapõlan sü- vari akõnõ... Sa- karya iline özgü bir tür tatlõ. 3/ Röntgenyum elementinin simgesi... Ortaya dikilen bir di- reğin tepesinden bağ- lanõp aşağõ sarkõtõlan kurdelelerle yapõlan Osmanlõ saray dansõ. 4/ Mikroskop camõ... Japonya’daki başlõca dört çiçek düzenleme okulundan biri... İlgi eki. 5/ Bir tür küçük zurna. 6/ Bükerek germek için iki kat edilmiş bir ipin ucuna geçirilen tahta parçasõ. 7/ Çalõlõk, ormanlõk... Ay- nõ ahõr adõna koşan yarõş atlarõna verilen ad. 8/ Uzak... Pirinç ve şekerkamõşõndan elde edilen bir tür rakõ. 9/ Atletizmde atma dallarõndan biri... Yapma, etme. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlõ donanmasõnda kullanõlmõş, çektiri türün- den küçük bir savaş gemisi. 2/ Dizginleri koyuveril- miş atõn dörtnala koşmasõ... Tarõmda kullanõlan azot- lu gübre. 3/ Gine’nin plaka imi... “Eğlenceli, gülünç, hoş” anlamõnda argo sözcük. 4/ Arap abecesinde bir harf... “Geçme namert köprüsünden --- aparsõn su se- ni” (Diyarbakõrlõ Sait Paşa)... Bir bağlaç. 5/ Dervişlerin giydikleri, tiftikten yapõlmõş ince külah. 6/ Kalõn değ- nek, sopa. 7/ Bol ve güçlü olarak çõkan... Birbirinden hiç ayrõlmayan sõkõ arkadaşlar. 8/ Türk müziğinde bir makam... “Çalma, hõrsõzlõk” anlamõnda argo sözcük. 9/ Çivi çakmak, maden dövmek gibi işlerde kullanõ- lan araç... Türk müziğinde “usul” anlamõnda kullanõlan sözcük. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M A N İ F E S T O A S A L A K U N L İ M S O L A K İ T B O L E R O H A Z A N K E L U N İ C E F G O L E N A Ü Ç J Y D A M A N İ A S E L B E N T 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear