25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
5 MART 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Güdümlü Süleyman Tüzün: “BOP’un adını GOP olarak değiştirmişler. Projeye bizim de katkımız olsun; Ilımlı İslamın adı bundan böyle Güdümlü İslam olsun!” Ya ğ m u r E k i m YÖK Başkanı’na zırhlı araba veriliyormuş... “Türban da bir zırh!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Yeni durum: AB yolu Bülent Ersoy’dan geçer! Osmanlı Ruşen Dora: “AKP’li gençler ‘Biz Osmanlıyız’ diyormuş. Türk olmadıklarını açıklamak mı istemişler!” GENELKURMAY Başkanlığı’nda bir birim vardır: Basın Yayın Halkla İlişkiler ve Tanıtım Daire Başkanlığı. Bu birim, Genelkurmay Genel Sekreterliği’ne bağlı olarak çalışır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin medya ile ilişkilerini düzenler, sıradan yurttaşla iletişim kurar; özetle askerin kamuoyuna açılan penceresidir. Gazeteci haber kaynağını açıklamaz ama Cumhuriyet gazetesinin 24 Şubat’taki manşetine bakarsanız, Ankara’daki arkadaşlarımızın bu haberi yazarken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin medya ile iletişim kuran kanallarından yararlandığını anlarsınız. Haberde Irak’ın kuzeyine düzenlenen operasyonun Zap vadisinde 50 kilometre kadar içerideki teröristlerinin temizlenmesini hedefleyen şekilde ve bir hafta veya on gün olarak planlandığı anlatılıyordu. Ve harekât, sekizinci gününde Yaşar Büyükanıt bitince; bir de bakıyorsunuz ki ortalık birbirine girmiş; “ABD istedi Türkiye çekildi” yorumları, “Kandil’e niye gidilmedi?” soruları birbirini izliyor. Ankara temsilcimiz Mustafa Balbay, “Biz yazdık” diye yazıyor ama dinleyen yok. İzafiyet teorileri ile süslendirilmiş operasyon, sonunda “ayıkla pirincin taşını” demeye kadar dayandı. Bu köşede, sınır ötesi operasyonun magazinleştirilmesi eleştirilmişti. O eleştiri işte bugünlerin habercisiydi. Anlayan çıkmadı! Türk Silahlı Kuvvetleri medya tarafından fena halde magazinin ve hamaset edebiyatının içine sokuldu. Irak’ın kuzeyini “Biri Bizi Gözetliyor evi gibi seyrettiğini” açıklayan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt da sanırım bundan hoşnuttu! Fakat ortalık karışınca, Büyükanıt önce “tereyağından kıl çeker” gibi bir gazeteci arkadaşımızla konuştu ve sonra bir basın toplantısı düzenleyip “ABD istedi Türkiye çekildi” iddiaları için “Kanıtlasınlar, üniformamı çıkartırım” meydanını okudu. Yetmedi ve üstüne bir de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a laf yetiştirdi. Böylece hem İslamcı iktidarı hem de bu iktidarın cumhurbaşkanı seçtiği kişinin elini rahatlattı. Atasözleri ve deyimlerden yararlanarak konuşmayı seven Büyükanıt’a şunu hatırlatmak gerekir. Türk askeri, “Kanıtlasınlar, üniformamı çıkartırım” diye konuşmaz. Üniformasının içinde öyle bir konuşur ki kullandığı her sözcük atom bombası gibi patlar. Bunu da en iyi Genelkurmay Basın Yayın Halkla İlişkiler ve Tanıtım Daire Başkanlığı’nın bilmesi gerekir! Yeni Bir Sol Program Sağcısı ve solcusuyla okumuşyazmışlarımız çok daha önemli memleket meseleleri üzerine kafa yorduklarından olacak, Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) kongresi tarafından 28 Ekim 2007 günü kabul edilen yeni ‘temel ilkeler programı’nın Türkiye’de sözünü eden pek olmadı. Oysa dünyanın en köklü ve en büyük sosyal demokrat partisi bu programıyla emperyalist küreselleşmeye karşı çıkacağını ilan ediyordu. SPD’ye göre 21. yüzyıl ya insanlara daha fazla refah, adalet ve demokrasi getirecek toplumsal, ekolojik ve ekonomik gelişmelerin ya da korkunç paylaşım savaşları ile dizginlerinden boşanmış şiddetin yüzyılı olacaktı. Yeni program, 1959 Bad Godesberg ve 1989 Berlin programlarından faklı olarak ‘temel değerler’ bölümünde ‘demokratik sosyalizm’e şu cümlelerle yer veriyor: “Bizim tarihimiz, temel değerlerimizin gerçekleştiği özgürlerin ve eşitlerin toplumu demek olan demokratik sosyalizm düşüncesi tarafından belirlenmiştir. Bu düşünce, yurttaş haklarının, siyasal, toplumsal ve ekonomik temel hakların tüm insanlar için güvence altına alındığı, tüm insanların sömürüden, baskıdan ve şiddetten arınmış, yani toplumsal ve bireysel güvencelere sahip bir hayat sürdürebilecekleri bir ekonomi, devlet ve toplum düzenini öngörmektedir. Sovyet modeli devlet sosyalizminin sonu demokratik sosyalizm düşüncesini yanlış çıkarmamış, tam tersine sosyal demokrasinin temel değerlere yönelimini etkili bir biçimde onaylamıştır. Demokratik sosyalizm, bizim için özgür, adil ve dayanışmacı bir toplum vizyonu olarak geçerliliğini korumaktadır. Bizim davranış ve tutumumuzun dayandığı ilke sosyal demokrasidir.” Programda belirtilen Alman sosyal demokrasisinin kaynakları arasında Almanya işçi hareketinden çıkarılan deneyimlerin ve Karl Marx’ın toplum analizinin de yer aldığını bir not olarak buraya düşüyorum. ??? Daha önceki yazılarımda da altını çizmiştim, bir ideoloji ancak kendisine seçenek oluşturan bir başka ideoloji tarafından karşılanabilir. İslamın da egemen olduğu toplumlar için belli bir yaşam biçemi öngören, kendinde hayatın her alanına müdahale etme yetkisi gören bir ideoloji/dünya görüşü olduğunu biliyoruz; bunu da giderek daha yoğun bir biçimde yaşıyoruz. İslamın dayandığı zemin kapitalizmdir; milliyetçiliğin de. O zaman kendimize soralım: Elimizde İslam yayılmacılığına/kadrolaşmasına karşı durabilmek için başvuracağımız hangi seçenek vardır? Benim aklıma sosyalizmden başka bir seçenek gelmiyor. O halde kollarımızı sıvayıp 21. yüzyıl Türkiyesi’ni kucaklayacak, bizi özgürleştirecek, her türlü sosyal belanın üreme kaynağı olan kapitalizme karşı geleceğimizi güvence altına alacak ‘evrensel’, fakat ‘Türkiye’ye özgü’, ‘farklı’ bir sosyalizmi kurmak için yola koyulmak gerekiyor, diye düşünüyorum. Nasıl bir sosyalizm? Bunu biz belirleyeceğiz, bunu geleceğe ilişkin hayallerimiz belirleyecek. ‘Sosyalist modeller’ dönemi 1980’li yılların sonunda yoksul insanlığa büyük acılar yaşatarak sona erdi; bundan dersler çıkardık, bir ülkenin sosyalizminin bir başkasına örnek oluşturamayacağını öğrendik. Kendi sosyalizmimizi kendimiz kuracağız, kendi modelimizi yaratarak. Önce tartışacağız, çok tartışacağız, Türkiye’nin dört bir yanında, üçer kişi, beşer kişi tartışacağız, on kişi olduk mu sevineceğiz, fakat ‘bir an önce kitleselleşelim’ düşüncesine beyinlerimizi uzunca bir süre kapalı tutarak. Yine oldukça uzun bir süre ‘iktidar kurdunun’ beyinlerimize girip bizi yoldan çıkarmasına izin vermeyeceğiz. Türkiye’de irili ufaklı birçok ‘sol’, ‘sosyal demokrat’, ‘sosyalist’ parti var; ne var ki bir partinin sol, sosyal demokrat ya da sosyalist olması için bu kavramlardan birini kendine yakıştırmış olması, gerçekten de ‘öyle’ olması için yeterli değil. Bu partilere karşı uzaklıkyakınlığımızı, oluşturacağımız ‘ortak bilinç’ belirleyecek. Latin Amerika’da bir süredir umutları yeşerten sol rüzgârlar esiyor. O toplumların başardığını bizler niçin başarmayalım? Üzerinde düşünmeye değmez mi? (Not: Pazar akşamına kadar Bursa Kitap Fuarı’nda Can Yayınları ve Literatür Yayıncılık standlarında kitaplarımı imzalıyorum; ilgilenen okurlarıma duyururum.) (eposta: dkavukcuoglu?superonline.com) SESSİZ SEDASIZ (!) Pilotlar, yorgun uçmak istemeyince! TÜRKİYE Sivil Havacılık Sendikası kısaca Havaİş, “Sıfır kaza için aktörler göreve” başlıklı bir toplantı düzenleyip kamuoyunun dikkatini uçuş güvenliğine çektikten sonra bu kez de “Yorgun uçmak istemiyoruz biz” adı altında uçuş ekipleri için yeni bir çalışma başlattı. Bu çalışmayı yolculara duyurmak için de bazı broşürler hazırladı. Sıra broşürlerin yolculara dağıtımı için havaalanında stant açılmasına geldi. Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’nde stant açmak için Emniyet Müdürlüğü’ne, Devlet Hava Meydanları İşletmesi’ne ve havaalanı işletmesine resmi başvurular yapıldı. İstenen bütün belgeler verildi. Üç günlük çalışma için talep edilen stand kirası bankaya yatırıldı. Her şey Gidişat Necati Yıldırım: “RTE, türbanlılara ‘Çoğu gitti, azı kaldı’ demiş. Doğrudur; ‘demokrasi tramvayı’ yavaş gidiyor!” Kurt Selim Sümen: “Aşırı soğuklarda bir kurt donarak ölmüş, çünkü kafasına türban geçirmemiş!” tamamlandı fakat izin alınamadı! Neden izin verilmediğinin gerekçesi bile açıklanmadı. Havaİş’in yolcuları bilgilendirme çalışması engellendi. Birileri Havaİş’in duyurmak istediği şu gerçeklerden nedense rahatsız olmuştu: “Uçuş emniyeti ile insan faktörü arasında bilimsel verilere göre önemli bir bağ vardır. Çalışma koşullarının kuralsızlığı ve yorgunluk ise uçuş emniyetinin düşmanıdır. Sendikamız bilimsel raporlarla açıkça tespit edilmiş bu konu hakkında kamuoyunu bilinçlendirmek ve uçuş operasyonunun en önemli unsurları olan uçucu ekipler üzerinde yorgunluk oluşmasını engelleyecek yasal düzenlemelerin ülkemizde de geçerli olmasını sağlayacak bir kampanya başlatmıştır.” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Rejans “Şunu kavramak lazım; sadece binasıyla, mimarisiyle, dekorasyonuyla değil; bütün anılarıyla, yaşanmışlıklarıyla, İstanbul’a katkılarıyla ve tüm zamanlarıyla bir mirastır…” 75 yaşını geride bırakan Rejans lokantası için Şakir Eczacıbaşı bunları söylüyor. Son zamanlarda kapanması gündeme gelen bu görmüş geçirmiş “Beyoğlu Klasiği” için bir şeyler yapmaya çalışırken, nedenini de şöyle açıklıyor: “Rejans İstanbul demektir; onu yaşatmak, kente karşı sorumluluğun gereğidir.” ‘Kont’ ve ‘Kontes’ler.. Cumhuriyetin ilanından sonra Beyaz Ruslar kurmuş Rejans’ı.. 1930’ların İstanbul’unda, şef garsonuna “kont”, kadın garsonlarına da “kontes” denen bir lokanta açılmış. Balalayka orkestrası eşliğinde ikram edilen Rus yemeklerinden ve limonlu sarı votkadan kimler tatmamış ki… Başta Atatürk… Kuşkusuz rakıdan vazgeçmese bile iki tek votkanın, ‘elmalı ördek’e pek yakıştığını o bilmeyecek de kim bilecek?.. Yemeğini Dolmabahçe’de yemiyorsa ‘mutlaka Rejans’tadır’ dedirten Atatürk’ün yanı sıra ressam Çallı İbrahim, tiyatromuzun önderi Muhsin Ertuğrul, hatta Pera Palas’ın efsanevi konuğu Agatha Christie, Alman faşisti Von Papen ve daha niceleri… Rejans kısa sürede İstanbul’un evrensel değerleri arasına girmiş, Beyoğlu’nun vazgeçilmezi olmuştu. Şakir Eczacıbaşı devam ediyor; “Kültürle ve sanatla o kadar iç içeydi ki sergiler bile açılırdı. Her masa farklı konularda birer fikir yuvası gibiydi. Konular ne kadar sert olursa olsun, en heyecanlı sözler bile yan masadan duyulmayacak tonda söylenirdi. Çünkü orası Rejans’tı…” İşte böylesi bir “çağdaş uygarlık zarifliği”ni neredeyse günümüze dek sürdüren bilge lokantamız, neden zor durumda biliyor musunuz? Bulunduğu binanın sahibi, “artık çıkın” diyor da ondan! Çünkü Rejans, yıllardır sadece kazanmak için değil, dost bir kültürün temsilciliğini sürdürebilmek amacıyla hizmet verdi. Her gecesi dolu dolu 75 yıllık geçmişine rağmen, hâlâ kiracı… Sayısız kebapçının, hatta “dürüm”cünün, kısa sürede “köşe” olduğu; lahmacuncu zincirlerinin her yanı sardığı, belediyenin kolladığı işportacıların boğaz sırtlarında kaçak apartmanlar diktiği bir kentte, Rejans’ın bunca yıl “mülk sahibi olamaması” nasıl cezalandırılabilir? Binanın yaşlı sahibi ilk ihtarnamesinde demiş ki: “Burayı müzik okulu yapacağım; piyano dersleri verilecek...” Neyse ki mahkemeyi kaybetmiş. İkinci “tahliye” isteğinin gerekçesi ise sağlık merkezi kurmak.. Binanın bulunduğu çıkmaz sokağa cankurtaranın girmesi bir yana, 3 kişinin bile yan yana geçemediği görülmüş olacak ki yargı bunu da geçersiz saymış. Ne var ki Rejans’ın işletmecisi Erdal Sezener yine de kaygılı. CNNTÜRK’te Başak Çubukçu’nun sorularını yanıtlarken demişti ki; “3. bir dava daha açıldı. Bu kez kaybedersek, Rejans elbette bitmez; ama taşınmak zorunda kalırız.” Peki, bu olabilir mi? “Anı”lar taşınabilir mi? Bulunduğu mekânla bütünleşen, hatta Beyoğlu’ndaki konumuyla kimliğini oluşturan ve yaşanmışlıklara tanıklık etmiş 75 yıllık Rustik dekorasyonuyla belleklerde yer eden bir Rejans, başka bir binada “Rejans” olabilir mi? Söz yine Eczacıbaşı’nda: “Olamayacağı için Belediye Başkanı’nı da yanıma alarak gittim. Bir Cumhuriyet mirası olan bu kültür değerinin, mal sahibine değil İstanbul’a ait olduğunu ‘orada’ anlattım.” Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan acaba ne düşünüyor? Umarız, şu bilinen “mülkiyete bağlı yasal engel”ler artık ileri sürülmez. Dileyenin dilediği amaçla ve hatta “acil” (!) bakanlar kurulu kararlarıyla kamulaştırma yapabildiği şu “işbitirici dönem”de, ‘yasal engel’in sözü mü olurmuş?.. Örneğin Koruma Kurulu, Rejans’ın binasını, sadece mimarisiyle değil; 75 yıllık “işlev”iyle de “kültür mirası” olarak “tescil” edebilir. Belediye de bu kararın eksiksiz yaşama geçmesini sağlayabilir. Çünkü İstanbul için artık “gelenek”tir Rejans… ekinci?cumhuriyet.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 5 Mart www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Nevşehir ilinde bir ye 1 raltı kenti. 2/ 2 Yunan rakı 3 sı... Lifleri dokumacılık 4 ta kullanılan 5 bir bitki. 3/ 6 Ulusal ya da 7 yöresel konulardan esinle 8 nerek oluştu 9 rulmuş mü1 2 3 4 5 6 7 8 9 zik yapıtı. 4/ Melih E Cevdet Anday’ın, si 1 K U N D U R U Ş A T A F nemaya da aktarıl 2 A R A A L E mış bir romanı. 5/ 3 P A R S A C A K A EM Cennet ile cehen 4 L R UM İ nem arasında bulun 5 I Ş I K N duğuna inanılan 6 C İ L A V U Z yer... Kemirgen bir 7 A N R İ S A L E hayvan. 6/ Takılmış 8 E P İ D EM İ ad. 7/ Halk dilinde 9 O L A N A K F A ayrana verilen ad... Bir peygamber... Bir nota. 8/ Antibiyotik bir ilaç. 9/ Eskiden Müslüman olmayan yangın tulumbacılarının giydiği bir tür ipekli mintan. YUKARIDAN AŞAĞIYA: l/ Bingöl’ün Solhan ilçesinde, içinde yüzen iki adacığı da bulunan bir göl. 2/ Üye... Aynı şeyi elde etmek için çalışan kişi ya da gruplardan her biri. 3/ “Gözümüze kara / Dolmadan bir dem sürelim” (Karacaoğlan)... Bir nota. 4/ Mehmet Akif Ersoy’un toplu şiirlerini içeren yapıtı. 5/ “Gizlice söyleme, haber verme” anlamında argo sözcük... Yırtıcı bir hayvan. 6/ “Kışlanın önünde sesi var / Bakın çantasında acep nesi var” (Türkü)... Eğik olmayan. 7/ Alışkanlık... Asker. 8/ Bir soru sözü... Rütbesiz asker... Tarih öncesine dayanan efsane. 9/ Çıplak vücut resmi... Çanakkale’nin, peyniriyle tanınmış ilçesi. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear