25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 7 KASIM 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Güngör Uygurer: “Adalet Bakanlığı‘na bağlı Adli Tıp Kurumu’ndan, anneanneme acilen bakire raporu verecek birini arıyorum.” Yeni bir bakanlık kurulsun: Sosyal Hezimetler Bakanlığı! Değişiklik Muhsin Salman: “Kemal Atatürk’ün adını Mustafa olarak değiştiren belgesizin adı Gülcantayyip Dündar olarak değiştirilmiştir.” Kiriş Arif Çelik: “Başbakanın geçecek dediği kriz merkezden geçecek kiriş olmasın!” Ortak Sami Aktaş: “RTÜK’çü Zahid, Kanal 7’ci Zekeriya’ya genel vekalet vermiş... Ak- man, Kara-man ortaya çıktı!” YağmurDeniz OrhanPamuk,MilanKundera,CanDündar TÜRKLERİ, Ermeni ve Kürt soykırımcısı ilan ettikten sonra Nobel’i alan Orhan Pamuk, yazar Milan Kundera muhbirlikle suçlanınca ‘şüphe götüren bir iddiaya dayanılarak hayattaki en büyük yazarlardan birinin onuruyla oynanmakta olduğu’nu söylemiş. Bunun üzerine Hakan Muran da bakın ne diyor: “Cımbızla seçilmiş anılardan, objektif olmayan belgelerden oluşan malum filminin gerçek amacı açıktır: Türkiye’nin vazgeçilmez ulus yapısını zedeleyecek iletileri genç beyinlere doldurmak ve Sevr meraklılarına dayanak oluşturmak. Bu yüzden el yapımı filmi yakında yurt dışından söz verilen ‘sinema ödülü’nü mutlaka alacaktır. Ama unutmayalım, ödül sonrasında Can Dündar doğru ölçütü bulabilir. Belki o zaman filmin yapımcı ortaklarından televizyon kanalındaki programında Atatürk‘ün ‘paranoyak’ bir hayat sürdüğünü, ‘Süper Türk’ olduğunu sırıtarak söyleyen kinci, fırsatçı, birikimsiz, komedyen taklitçilerine (programcının muhterem valideleri Atatürk hayranı bilinir) bu belgesiz filmi neden yaptığını açıklayacaktır. Taraflı bir filmle artık hayatta olmayan büyük bir liderin onuruyla oynamanın sadece Türkiye’ye zarar vermeyi amaçladığını itiraf edecektir. Yeter ki Orhan Pamuk’u örnek almaya devam etsin. Koş Can koş; bak Can bak; işte sana ödül; al Can al!” - Beyaz Saray’a siyah başkan seçilmiş... “Emperyalizmde gri dönem!” BİZİM memleketin dinci ve i-kinci takımından demokrat geçinenler biliyorsunuz, oldum olası memleketteki cumhuriyetçilerden nefret eder fakat okyanus ötesindeki cumhuriyetçilerin de kucağından inmez. Amerika’nın Cumhuriyetçi Partili Başkanı George W. Bush ve onun babası George Bush kısaca “buşoğlubuş“ ne kadar cumhuriyetçi varsa hepsine, bizim sözde demokratlar büyük bir aşk ile bağlıdır. Ama şimdi bakıyoruz ki, Amerika’da başkanlık seçimini Demokrat Parti kazanmış. “Değişim” vaat eden siyahi demokrat aday Barack Obama Beyaz Saray’ın yeni patronu olmuş. Bizim demokratlar da hemencecik fil amblemli Amerikan cumhuriyetçiliğini bırakıp eşek amblemli Amerikan demokratı oluverdiler. Bizdeki “değişim” ve bir bakıma “eşeklik” ilgisi Amerika’daki “değişim”i şimdiden solladı valla. Darısı Amerika’nın başına diyeceğiz ama neyi değiştirecekler anlamak o kadar kolay değil. Kendini ayakta tutmak için dünyayı sömüren bir sistem var karşımızda. Bush bu sistemi silahla, kan dökerek, zorbalıkla yürütüyordu; istediğini almak için karşısındakine diz çöktürüyordu. Obama ise sistemin başına geçtiğinde bu işi zorbalıkla değil güzellikle yapacak. Karşısındakinden istediğini onurunu kırmadan alacak; gönlünü yapıp kucağına oturtarak becerecek. Emperyalizmin doğası bunu gerektiriyor. Sömürü olmazsa sistem yok olur. Obama, oyların yüzde 52’sini almış. Bizde başkanlık sistemi yok ama kıyaslamak gerekirse bizimkinden 5 puan fazlası var. Yüzde 47 oy ile küçük dağları kendisinin yarattığını sananlar şimdi dönüp okyanus ötesine iyi bakmalı: “Değişim” diyerek yüzde 52 oyla iktidara gelen Obama Amerikan anayasasının bir tek satırını değiştirebilir mi? Amerika’nın ulusal çıkarlarından bir gram ödün vermeye kalkışabilir mi? Amerika’nın siyasi rejimini sarsacak küçük bir adım atabilir mi? Amerika’nın ekonomik varlığını yabancılara peşkeş çekebilir mi? Amerikan halkından beyaz, siyah veya melez herhangi bir kimseye “ananı da al git” diyebilir mi? Evet, Amerika’da bir “değişim” olacak ama iktidar koltuğunda; çünkü “eşeklik” parayla değil sırayla! Değişim BAKIŞ AÇISI GÜRBÜZ ÇAPAN Ben ‘Öteki’yim Ben bir zamanlar, ötekilerle arkadaştım. 1977’den 80’e kadar Diyarbakır Tıp Fakültesi’nde okuma hakkı elinden alınmış MTTB’lilerle (Milli Türk Talebe Birliği başkanları Tahir’di) arkadaşlık ettim. Hem okumalarını sağladık, hem de dostluk geliş- tirdik. Bizim mahalle pek hoşnut olmasa da ben ar- kadaşlığımı sürdürdüm. 1997’de, 28 Şubat sürecinde arkadaşlığımı sür- dürdüm, hatta bu sürecin, tekelci sermayeyle Ana- dolu sermayesi arasında bir çatışma olduğunu ilk söy- leyen de bendim. Bir TV kanalında, bizim mahalle- den yemediğim küfür kalmamıştı. Petlas’ı Kombas- san alınca kıyamet kopmuştu. O süreçte; Ahmet Hakan’la (Tanıdığıma her zaman mutlu olduğum arkadaşımdır, dostumdur. Arka- daşlığını sürdürdükçe, bende mutlulukla sürdüre- ceğim) arkadaşlığımı, dostluğumu sürdürdüm. Hakeza Mustafa ile… Tayyip Erdoğan hapisten çıkınca evinde ziyaret edip, dostluğumu (küçük de olsa) sunabilme cesa- retini göstermiştim. Zira o günler Tayyip Erdoğan ve- balı bir zenci idi. Kendisini severdim. O da beni se- verdi… Şimdi bir grubun beyaz bayrağı oldu. Alıp gittiler onu bizden… Hatta Abdurrahman Dilipak’la, Şanar Yurdata- pan’ın barış projelerine sponsorluk da yaptığım ol- du. Şimdi Dilipak’ta beyaz fes takmakta… Ben bu arkadaşlarımı da, diğerlerini de erginleş- memiş fikirlerinden dolayı hor görmedim hâşâ… Son- ra, erginleşip, gelişip değişeceklerini umdum. Öyle de oluyor, olacak da, doğrusu bu. Geçmişte çok yaşadım, önce sloganları keşfedip, sonra altına fikir yazmayı bilirim. Soru sorunca “dönek” olmayı da bilirim Ömrüm boyunca, temel haklardan saydığım oku- ma hakkını hep savundum. Zaten okuma özürlü bir toplumuz. Türbanlı diye okuma hakkının gasp edilmesine hep karşı çıktım. Burada Hasret’e selam. (Bizim türbanlı okul ar- kadaşımızdı) Türbana değil ne okuduğuna bakmak lazım. Değerlerimizi, renklerimizi, fikirlerimizi, etnik kim- liklerimizi koruyarak, birbirimizi boğazlamadan bir ara- da yaşayabiliriz. Başkaca da bir ilkem yok, asgari müşterek bu! Size ironik bir hikâye: Metris’ten aldılar bizi, Silivri ‘kampus’una nakle- diyorlar. Ring aracında kelepçelendik. Aramızda şişman, kruvaze yakalı, laci’li kırmızı kravatlı, bir Laz arkadaş vardı. - Hayrola gardaş? - Hayurdur başkanum, beni yanlışlukla aldular. - Kimsiniz babam? - Ben milletvekili… ANAP’tan aday… Yani ya ya- ni aday adayı - İyi maşallah babam Duruyor, gene, - Başkanım seni niye aldular? - Ergenekon mevzusu babam - Senin Ergenekon’la ne işin var başkanum? Biz birbirimize bakıp gülüşüyoruz. Ondan sonra Tuncay’a göz ederek, adamı sor- guluyorum. - Hemşerim benim Kürt olduğumu biliyorsun di mi? - Pilmez muyum Başkanum, dünya âlem pilur... - Peki, Alevi olduğumu biliyor musun? - Pilmez muyum başkanum... Bizim dandik “Ergenekon”u aldı bir gül- me…ha…ha…hi… Ne gülüyorsunuz ulan durum bu? Ben bu devletin, “atanmış”, “kadrolu” Kürt’üyüm. Alevi’siyim, ballı Ermeni’siyim. İstanbul’da Çinge- ne’siyim. Daimi ve doğal suçlusuyum (üzerime hangi suçu yazsanız olur, şık durur). Yani ben elit’lerin ötekisiyim. İktidar beyazlatır, semirtir, asalet arayışına sokar (Osmanlı paşası resmi yapsın ressamlar, Galata Köp- rüsü’nde satsınlar, rekor para kazanırlar). O gün ma- samdan kalkanlar soluğu ilk karakolda, muhbirlikte alırlar: - Gürbüz zenci, biz beyazız. Oysa ne güzel demiş Özdemir Asaf: “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu. Birinciliği be- yaza verdiler.” gurbuzcapan@eksev.org.tr/Faks: 02126727171 MERİÇ VELİDEDEOĞLU Sanırım yirmi ya da yirmi beş yıl önceydi. Bir Atatürk fil- mi yapılması gündeme otur- muş, büyük bir “coşku” dal- gası ortalığı kaplamıştı. Kendimizden geçtiğimiz bu ortamda baş “konu”, Ata- türk’ü kimin canlandıracağıy- dı. Dönemin ünlü oyuncuları üzerinde bir bir duruluyor, hangisinin Atatürk’e daha çok benzediği konusunda, gaze- teler okuyucusunun oylarına başvuruyordu. Bu rol için hazırlanan ünlü- lerden biri Velidedeoğlu ile görüşmek istedi. Bizim evde buluşuldu. Görüşme sırasında sanatçı, okuduğunu söylediği konusu Atatürk olan 8-10 cildi masa üzerine yayıverdi. Velidedeoğlu tümüne dik- katlice bir göz gezdirdi ve: “Güzel!” dedi. Rahatlayan sa- natçıya bakarak da: “Ama yetmez; Osmanlı tarihini de okumalısınız. Böylece o dö- nem ‘dünya’ tarihini de az çok gözden geçirmiş olursu- nuz”, dedikten sonra biraz durdu: “Zor bir işe girişmişsi- niz!” diye noktaladı konuş- mayı. Bu görüşmeyi Mustafa fil- minin daha başlarında yer alan, Sovyet Rusya’nın yardı- mını gösteren bölümü izlerken anımsadım. Çünkü filmde Lenin’in Ata- türk’e yardımı, günümüz Rus- yası’nın -iktidar iplerini hâlâ elinde tutan- Putin’inin, kü- resel krizden beli bükülmüş İz- landa’ya yaptığı “yardım” gi- bi algılanmıştı. Oysa bilindiği gibi Lenin, Atatürk’ün “emperyalizm”e karşı savaştığını çok iyi görm- üştü. Ne var ki, film ilerledikçe ki- mi yorumların çok “sığ” ve “çiğ” kaldığını, olayların özü ve bağlantıları dikkate alınmadı- ğı ya da kavranamadığı için, saptırıldığını üzüntüyle izli- yorduk. Örneğin, Atatürk Sofya’da görevli; Bulgar sosyetesine girmek için çırpınmaktadır. Sonunda girer. Ve sabaha dek süren eğlencelerde o da yer alır artık. İşte kadınlı erkekli bu Sofya gecelerinin, Atatürk’ün ileride Türkiye için düşlediği -filmin diliyle- “sosyal yaşama” bir “esin” kaynağı olduğu, izleyi- ciye usta bir incelikle ulaştırı- lır. Kuşkusuz filmin bu tutu- mu, gececi, içki düşkünü Mustafa’nın, kadınları “ikin- ci” sınıf “insan” olmaktan çı- karan Mustafa Kemal’le ça- kıştırılması, hem bu düzenle- meye, hem de Atatürk’e 85 yıl- dır saldıran dincilerin ekme- ğine yağ sürmüştür. Apaçık bir örnek de “Eğitim Birliği” devrimine yaklaşım- dır. Eğer Atatürk küçükken ho- cası Kaymak Hafız’dan tokat yemeseydi, medreselerin ka- patılıp, eğitimin çağdaşlaştı- rılmasını düşünmezdi bile. Bu köklü düzenlemenin o “to- kat”ın “rövanşı”nı almak için yapıldığı, tatlı tatlı dalga ge- çerek “buğulu” (!) bir sesle ak- tarılır izleyiciye. Karanlıktan korkan, ürkek, sarhoş bir adamın bu gibi “neden”lerle gerçekleştirdik- lerine “devrim” denemezdi haklı olarak. Dolayısıyla “1923 Devrimi” ya da “Atatürk Dev- rimi” diye anılamazdı. Ama yine de bir “kadirşi- naslık” yapılıp, “devrim” kul- lanılmış. Şöyle ki, Atatürk’ün “birlik- te” yola çıktığı arkadaşlarından kimilerinin, bir süre sonra, ona inanılmaz “engel”ler çı- karmasından, karşısına dikil- melerinden, sırtından vurma- larından hiç söz edilmeyip, ama onlarla arasının ne den- li açıldığını sergilemek için “devrim”e başvurulmuş: “Dev- rim önce evlatlarını yer!..” “1923 Devrimi”ni bu yolla, daha dğrusu bu konu üzerin- den “1789 Devrimi” ile ilişki- lendirmeyi “ancak” bu film yapabilirdi... Gerek bu birkaç örnek, ge- rekse yine filmde yer alan diktatör suçlamaları, kentleri heykelleriyle donatma tutku- su olduğu, olur olmaz ağladı- ğı, yalnızlığa mahkûm olduğu, halkından habersizliği, günde kaç fincan kahve, kaç paket sigara içtiği, rakı şişesinin bo- yutu v.ö.’lerin yazılıp çizilme- si, beyaz perdeye aktarılma- sı, Mustafa Kemal’i filmdeki “Mustafa” gibi algıladıkça hep sürecektir. Çünkü Kemal Atatürk’ü ger- çek boyutta anlayıp kavra- mak, dünya tarihindeki “dö- nüşüm”lerin, özellikle Refor- masyon’un, Aydınlanma’nın, 1789’un, 1917’nin bilincine erişip, “1923 Devrimi”ni “in- sanlığın tarihsel serüveni”nde- ki yerine oturtmakla olanaklı- dır. Dün Velidedeoğlu’nun, bu- gün İlhan Selçuk’un pek çok kez söylediği gibi. Acil SESSİZ SEDASIZ (!) Zor Bir İş m.velidedeoglu@hotmail.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com7 Kasım OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Açõktaki bir duvarõ hava ko- şullarõndan ko- rumak için üs- tüne konan ör- gü öğesi. 2/ Mübalağa... Uğraş. 3/ Har- man savurmak- ta kullanõlan, çatal biçiminde tarõm aracõ... Düzgün sarõl- mõş halat yumağõ. 4/ Hastalõklõ, sakat... Yüz metrekare tuta- rõnda yüzey ölçüsü bi- rimi. 5/ Hastalõk et- kenlerini zararsõz du- ruma getirmek için vücudun çõkardõğõ madde. 6/ Japon lirik dramõ... Bir tür yangõn bombasõ. 7/ Yaprakla- rõn düz ve parlak bölümü... Doğu Anadolu’da bir dağ ve geçit. 8/ Kolsuz erkek fanilasõ... İtalya’nõn en uzun õrmağõ. 9/ Şöhret... Aşõrõ olmama durumu, õlõm. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Başõboş hayvanlarõn salõndõğõ çayõrlõk. 2/ Eski Türk güreşlerinden biri... Başkomutan, serdar. 3/ Fas’õn başkenti... Satrançta bir taş. 4/ Bademli kek... Lityum elementinin simgesi. 5/ Utanma duygusu... Bir yerde oturma. 6/ “Çılbır” da denilen, yoğurtlu yumurta yemeği... Boru sesi. 7/ Üzerine yazõ yazõlan tabaklanmõş ceylan derisi. 8/ Verdi’nin tanõnmõş bir operasõ... Kupes balõğõna verilen bir başka ad. 9/ Ka- rayollarõnõn kenarõnda, yol düzeyinden aşağõda kalan bölüm. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Y A S E M İ N M A V A R E İ K A S A L K E Ş A N E R L E V A N T M E K E İ N I İ E V İ N A V N İ Ş A N İ M A K A N A M O R M A N T I V A R 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 TÜRK BÖBREK VAKFI 03 - 09 KASIM ORGAN BAĞIŞ HAFTASI Tel: 0212.557 70 70 www.tbv.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear