25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 KASIM 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Değişmeyenler ve Değiştirilemezler KARŞI DEVRİMCİLER hiç değişmiyorlar; devrimci cumhuriyet kuruldu kurulalı, ille şurasından bura- sından kurcalayıp kuşa çevirecekler. Anayasa’da “değiştirilemez, değiştirilmesi öneri- lemez bile” denen maddeler yine gündemde. Ge- riciler, onlara yakın birtakım hukukçular ya da hu- kukçu olmadıkları halde hukuk koltuklarında oturanlar bu maddeleri değiştirmek üzere paçaları sıvamış du- rumdalar; “kökü dışarıda” İkinci Cumhuriyetçiler boş durur mu, onlar da katıldılar. “Değişmez madde olur mu?” demekteler. Anayasa değiştirebilecek sayıdaki Meclis çoğunluğunun değiştiremeyeceği hukuk kuralı olmazmış. Unutuyorlar ki, cumhuriyet döneminin ilk anaya- sası olan 1924 Anayasası bile devlet şeklinin cum- huriyet olduğuna ilişkin madde “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” demekteydi. 1982 Anayasası da. 1982 metni ise “değiştirilmez- ler”i çoğalttı: Bölünmez bütünlük, devlet dili, bay- rak, ulusal marş; bir de uzunca bir “ikinci madde”. Şimdi, olsa olsa, bu maddedeki “toplumun huzuru, ulusal dayanışma ve adalet anlayışı, insan hakları- na saygı, Atatürk milliyetçiliği, başlangıç ilkeleri” gi- bi her türlü yoruma açık ibarelerin hukuk metnin- den çıkarılması önerilebilir. Ama, Anayasa’nın başka maddeleriyle de tanımlanan “demokrasi, laiklik, sosyal devlet ve hukuk devleti” ilkeleri için aynı şeyi söyleyebilir misiniz? Bunlar devletin temel ilkeleri değil mi? Onları silmeye kalkmak, devletin öz nite- liğini değiştirmek değildir de nedir? Oysa, değiştirilmesi asıl istenen de tam bunlardır. Sık sık “Böyle yasak olur mu” diye soranlar, mil- yonlarca vatandaşımızın da yaşadığı bir başka ülkeye, Almanya’ya bakmalıdırlar. “Değiştirilemez- lik” oranın anayasasında da var: Birinci ve 20. mad- deleriyle birtakım ilkeleri sayan, bunlarda yapılacak değişikliklerin geçersiz sayılacağını belirten bir anayasa o: İnsan onuru, insan haklarına saygı, dev- let gücünün bunları korumak için var olduğunu vur- gulayan, land’lar, yani eyalet devletçikleri üzerindeki birleşik devlet yapısını ve yasama yetkisinin pay- laşımını belirleyen ilkeler bunlar. Peki, İkinci Dünya Harbi sonrasının Almanları ve o yıllarda onlara yol gösteren Amerikalılar niçin is- temişler bu değiştirilmezlikleri? Herkes biliyor ki, Almanya ulusal birliğini ancak 19. yüzyılda ve çok zor sağlayabilen ve Hitler döneminin feci sonuçlarını da yaşayan bir ülkedir; 1949 Temel Yasası’nın koyduğu bu değiştirilemez ilkeler, yakın zamanlarda Batı ve Doğu Almanya birleşince tam anayasaya dönüşen metinle de saklı tutulmuştur. Çünkü onlardaki temel dertlerin ilacı bu ilkelerde saklı. Bizim temel dertlerimizin ilaçları da bizim değişti- rilmezlere konmuş. Değiştirmeye kalkın ya da bu ilaçları içermeyen yeni bir anayasa getirip uygulayın da, hangi hasta- lıklardan nasıl gideceğinizi bir görün bakalım. mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Laiklik Tehdit Altında... ‘Aydınlanma’ deyiminin isim babası Immanu- el Kant’tır. Kant, Adolf Hitler’den yüz elli yıl önce yaşa- mış bir felsefeciydi; demokrasinin “olmazsa olmaz” koşulu sayılan akılcılığın ve laikliğin tarihinde unu- tulmaz bir konuma sahiptir. Hitler, ‘Aydınlanmış’ bir Almanya’da seçimle ik- tidara geldi... Nasıl?.. 1933’te oyların yüzde (47’sini değil) 44’ünü top- layarak... Peki, “Führer” lakabını nasıl aldı?.. 1934’te yapılan bir halkoylamasında (referan- dumda) ‘evet’ oylarının yüzde 88’ini alarak... Hitler Almanya’yı felakete sürükledi... Ancak yıkıldığı zaman Almanya tekrar de- mokrasiye geçebildi... Nasıl ve niçin?.. Çünkü Almanya Avrupa’nın göbeğinde Imma- nuel Kant’ı yetiştirmişti, yüzyıl öncesinden baş- layarak ‘Aydınlanma’yı yaşamış; kilisenin siya- sadaki gücü kırılmıştı... Nazi partisinin ‘ılımlı Hıristiyan modeli’ diye bir derdi ya da amacı yoktu, toplumun bireyleri de dincilikle şartlanmamışlardı. Türkiye 21’inci yüzyılda dünyanın en büyük em- peryalist gücü Amerika’nın desteklediği dinci- İslamcı tehdit altındadır. Yukarda belirttiğimiz gibi Nazi Partisi Alman- ya’da yüzde 44 oyla iktidara gelmiş, Hitler hal- koylamasında yüzde 88 oyla ‘Führerleşmiş’, sı- radan bir onbaşı seçimle faşist diktasını kur- muştur... Bugün Meclis’te, hükümette, devlette, Cum- hurbaşkanlığı’nda ağır basan AKP’nin dinci-İs- lamcı modeli ise ‘Aydınlanma’ ve ‘laiklik’ karşıtı bir donanımlı hareketin içeriğini taşıyor... Seçimle iktidarı ele geçirmesi bu gerçeği ört- bas edecek bir olgu değildir. Amerika diktatör Hitler’i savaşla yıktığı zaman Almanya’da demokratik düzen kuruldu ve işledi... Aynı Amerika diktatör Saddam Hüseyin’i sa- vaşla devirdiği zaman Irak demokrasiye geçe- medi... Neden?.. Çünkü Irak ‘Aydınlanmamıştı’; laiklikten çok uzaktaydı, dincilik ağır basıyordu, akıl değil inanç toplumda geçerliydi, şeriat ve mezhep dü- zeninde yaşanıyordu... Dinci-İslamcı siyasa Türkiye’de önce laikliği son- ra da demokrasiyi yıkacaktır. Seçim, tek başına demokrasi gerçeğini vur- gulayamaz, Aydınlanma’nın ürünü laiklik olmadan demokrasi olmaz, sandıktan dinci çıkar... Yüzde 47 oyla iktidara gelmiş ılımlı İslam mo- deli peşindeki AKP iktidarı, şimdi gözünü ana- yasanın değiştirilemez maddelerine dikmiştir... Derdi gücü laikliğe dayanan Cumhuriyeti yık- maktır... Değiştirilemez anayasa maddelerine bakınca, Gül-RTE ikilisinin başını çektiği AKP’nin amacı- nı anlamak çok kolaydır... Laik Türkiye Cumhuriyeti karşıdevrim tehdidi al- tında yaşıyor... Yineleyelim ki tehdidin sandıktan çıkması, se- çimle örgütlenmesi demokratik içerikte olduğu- nu göstermez... Dinci-İslamcı tehdit faşizmden de beter bir çağ- dışılığın ve ilkelliğin ürünüdür... Laiklik bir kez elden gitti mi geri gelmesi ola- naksızdır... Türkiye İslam coğrafyasındaki tekliğini ve ay- dınlılığını koruyabilecek mi?.. “İşte bütün mesele” budur... “Patronun özel ilgisine erişenler, onun ‘terbi- yeti’ sayesinde iyi mev- kiler elde ederler, onun ‘mürebbâ’larından (ye- tiştirmelerinden) sayı- lırlardı. Yalnız sanatçılar için değil, genelde, Os- manlı patrimonyal top- lumunda terbiyet, kul- luk, intisab, sosyal iliş- kilerin temeli olmuş, hem patron hem kul için gerekli bir sosyal bağ oluşturmuştur. Patron için şöhretini ve mevkii- ni yüceltmek, kul için hayatta kalmak, ilerle- mek için bu bağlılık esas- tı. Bu patrimonyal pren- sip, patron-kul ilişkisi, Osmanlı Devleti’nin te- mel yapı ve menşeinde görülür... Patrimonyal devlette her türlü nimet ve mertebe, yalnız ve yalnız hükümdardan kaynaklandığı için, buna erişmek isteyen namzet- ler arasında kıyasıya bir rekabet, hased, entrika ve yaltakçılık egemendi ve toplumun ahlakını yahut ahlaksızlığını oluş- tururdu.” Güngörmüş tarihçimiz Halil İnalcık’õn satõrlarõ- dõr yukarõda yansõttõkla- rõm; Şair ve Patron kita- bõndan (Doğu Batõ Ya- yõnlarõ, 2003). Yaltaklan- manõn ve birilerine ya- manmanõn kurumlaşmõş biçimini dile getirmekte- dir. Himayesi altõnda bu- lunduğu kişinin (sultanõn, sadrazamõn, başka devlet büyüklerinin ve mal-mülk sahiplerinin) arzusuna gö- re, ona övgü dolu sözlerin süslediği eseri veren, şii- ri yazan, onu göklere çõ- karan, bundan dolayõ da il- tifat ve dirlik bekleyen sürecin yansõmasõdõr. Böyle bir âlemde sul- tanõn tebasõ olan Fuzuli dünyaya küsmüştür; fele- ğe, padişaha lanet yağ- dõrmõştõr; zorla toplanan paralarõn iane gibi dağõ- tõlmasõndan, cennete (bi- hişt’e) rüşvet ile girmek is- teyenlerden yakõnmõştõr: Zulm ile akçalar alub zâlim Eyler in’am halka minnet ile Cenneti almak olmaz akça ile Girmek olmaz bihişte rüşvet ile Bu satõrlar yukarõda baş- lõkta yer alan “şehnâ- me”ye (“şahnâme”ye) veya benzer türdeki tarih edebiyatõnõn günümüzde taklidini yapan “med- ya”ya, bir o kadar da böy- le bir yazõm ve sunum tarzõyla pohpohlanan ikti- dar sahiplerinin eleştirel tavõr sergileyen kişi ve kuruluşlara karşõ göster- dikleri tepkilere bir giriş mahiyetindedir; Şehnâ- me yolundan gitmeyenle- rin, “biat medyası”nõn dõşõnda kalanlarõn, Os- manlõ’da kelleye mal olan veya sürgün ile sonuçla- nan cezalandõrõlmalarõ gi- bi olmasa da, iktidar sa- hiplerinin ‘gazab’õna uğ- rayanlarõn, içinde yaşadõ- ğõmõz 21. yüzyõlõn öncü yõllarõnda örneği bol olan tavõr ve yaptõrõmlarõ anõm- satma niyetindedir; geçen eylül ayõ içinde yaşanan ve bir medya patronuyla hü- kümet patronu arasõnda gidip gelen atõşmalarõn anõmsattõğõ tarihsel sürecin adeta özetidir; günümüz- deki kopyasõdõr. Şehnâmecilik, Osman- lõ İmparatorluğu’nda 1550’lerde yerleşen, sü- rekli ve maaşlõ bir görev- linin yaşadõğõ sürecin ve- ya ona yakõn dönemlerin olaylarõnõ kayda alan bir memuriyetti; benzer amaçlarla ortaya çõkan “vakanüvis”likten aşağõ yukarõ 150 yõl önce ku- rulmuştu. İnşa (nesir yazma) sa- natõnõn güzel örneklerin- den sayõlsalar bile, ‘şeh- nâmeci’lerin amacõ geç- mişin ve yaşanõlan çağõn gerekli ve doğru kayõtla- rõnõ vermelerinden ziyade, sultanlar için güzel bir imge yaratmak olmuştur. Ne de olsa sultan, ‘şeh- nâmeci’nin patronuydu; kulunun boynu kõldan in- ceydi. Kimi şair ve bilge kişilerin kelleleri övgüde kusur ettiklerinden dolayõ uçmamõş mõydõ? Son zamanlarda tanõk olduğumuz olaylarõn kay- da geçiriliş biçimlerini dü- şündüğümde geleceğin ta- rihçilerini düşlemeye ça- lõşõrõm; kaynaklarõnõn sağ- lamlõğõna nasõl inanacak- larõ ve onlar üstüne ne tür yorum yapacaklarõnõ tah- min etmeye çalõşõrõm. Böylece, mesleğimin geçmişinde doğruyu yan- lõştan, sağlamõ çürükten, içtenliği iftiradan, görevi dalkavukluktan kõsacasõ tarihi tahriften ayõrmada çektiği güçlüklere, gele- cekte ne tür cambazlõklar içerecek olan karanlõk, karmaşõk ve tek yanlõ söy- lemlerin ekleneceğini dü- şünür dururum. Adõnõn ne gerekçeyle konulduğunu bilemedi- ğim, ancak bir cumhuriyet savcõsõ tarafõndan 600 yõl- lõk geçmiş ile ilintilendi- rildiği bildirilen ve hükü- mete karşõ bir darbe ha- zõrladõklarõ ya da teröre bulaştõklarõ şüphesiyle tu- tuklananlarõ içeren, lakin “suçlular”õn kim ve ne- den suçlu olduklarõ açõk- ça ilan edilmeden ortaya çõkan bir toz bulutunu ya da “tasavvur edilen olay- lar” tablosunu tarihçilerin nasõl bir elekten geçirebi- leceklerini sorar dururum kendi kendime. Bu tablonun gerçek ya da bindirilmiş medya kõ- talarõnca yakõştõrõlmõş bir süreç olduğunu geleceğin tarihçileri ortaya koymaya çalõşacak tabii. İşte Tür- kiye’de yaşanmakta olan böyle bir süreç bana Os- manlõ’daki tarih ve güncel yazõm biçimlerini hatõr- lattõ bir kez daha. Öte yandan, Alman- ya’da din duygularõnõn is- tismar edilerek toplanan paralarõn akõbetine ilişkin ve “Deniz Feneri” olarak ün salan, Alman mahke- mesince cezalandõrõlan, merkezinin Türkiye oldu- ğu iddia edilen bir yol- suzluk saptamasõnõn çeşitli basõn ve yayõn organla- rõnda yansõmasõnõn ve şu an işbaşõnda bulunan Tür- kiye Cumhuriyeti Hükü- meti’nin takõndõğõ tavrõn, gelecek kuşaklarda nasõl yanõlsamalar yaratabile- cek bir medya borazancõ- lõğõ ve siyaset polemikçi- liği olabileceği beni dü- şündürmektedir. Zor durumda kalan - daha doğrusu çõkarõnõn gereği- gazeteci patronu ve ona kol gerenler, aynen “şehnâmeci”nin sultanõ övdüğü, imparatorluğun yüceliğini onun kişiliğin- de simgelediği gibi iş gö- rürler. İşte böyle bir övgü, methiye, intisab beklen- tisi tehlikenin en büyük işaretidir. Tarafsõz yaz- maya çalõşanlarõ mõ keş- fedecektir tarihçi? Yap- tõklarõ hatalarõ görmeye çalõşan yarõ uyanmõş med- ya sorumlularõnõn bu yarõ uyanmõşlõklarõnõ mõ göz önünde tutacaktõr; yoksa altõ yõla yakõn bir süredir devrede olan icraatõn far- kõna varamadan iktidar övgüsü ile “şehnâme” yazmõş olan “medya tel- lallığı”nõn döktürdüğü sayfalara, seslendirdiği methiyelere mi inanacak- tõr? Medya yetkilileri de- rin derin düşünmelidir: İktidarõn, hükümdarõn “nam-u-şanını” yücelt- mek için şehnâme yaz- mayõ mõ sürdürecektir ger- çekten, yoksa gözlemle- diği olaylarõ yõlmadan, çõ- kar gözetmeden yansõt- mayõ mõ yeğleyecektir? Burada vurgulanmasõ gereken nokta, Osmanlõ sultanõnõn “şehnâme” beklentisi gibi, TC Hükü- meti’nin başbakanlõğõnõ yapan, yürütmenin başõn- da bulunan bir yetkili ve sorumlunun ağyara doku- nan yayõnlara karşõ gös- terdiği tepkidir; “şehnâ- me” dõşõndaki kitaplara ve sözlü değerlendirme- lere karşõ takõndõğõ “pa- dişah” tavrõdõr. Böyle bir tavra karşõ gösterilen tepkilerin -ge- rek medya mensuplarõnõn gerekse başka kuruluş sözcü ve yetkililerin sil- kinme çabalarõnõn- biraz anlamlõ olduğunu düşün- mekle birlikte, bu tepkiyi gösterenlerin çok büyük bir çoğunluğunun altõncõ yõlõna girecek olan bir ik- tidarõn karşõsõnda takõn- dõklarõ tavõrlarõn ne denli munis ve “Bana dokun- madığına göre bin ya- şasın” felsefesinin so- rumsuzluklarõ içinde ola- geldikleridir. Padişah bir kez daha gürlemiştir 21. yüzyõlõn başlarõnda; sosyal devletin içi boşaltõlma yolundadõr; din alabildiğine istismar edilmektedir; “fetva”nõn “mesele”si ve “el-cevab”õ yüzyõllar öncesindeki ye- rinden kalkõp çağdaş hu- kukun içine nüfuz etme gayreti gösterme hevesini her fõrsatta ifade eder ol- muştur. “Batı” hiç bu ka- dar sõradan bir vatandaşõn yaşamõna etki eder duru- ma gelmemiştir eline ge- çirdiği “modern kapitü- lasyonlar” ile; Türkiye Cumhuriyeti hiç bu kadar sarsõntõya açõk bõrakõlma- mõştõr din sömürüsüyle, kültür kargaşasõyla, gelir dağõlõmõnõn bu denli çar- põklõğõyla. Kimi medya patronlarõ biraz ürkmüş göründüler son aylarda; kimi köşe yazarlarõ da pişmanlõk ifa- de eder oldular, sanki “gü- nah” çõkardõlar. Oysa bu ürküntü ve piş- manlõk -tepki olarak- yõl- lar önce Türkiye Cumhu- riyeti’nin (Batõ kapitaliz- minin sendromlarõna de- ğinmeyeyim) laik rotasõ- nõn kõrõlmaya başladõğõ günlerde, kararlõ biçimde gösterilseydi bugünkü va- him konuma gelinmezdi. Halil İnalcõk’õn sözleri boş değil; Osmanlõ’yõ özle- yenler için hiç değil. ‘Şahnâmecilik’ten ‘Medya Tanõklõğõ’na Salih ÖZBARAN Emekli Tarih Profesörü Kimi medya patronlarõ biraz ürkmüş göründüler son aylarda; kimi köşe yazarlarõ da pişmanlõk ifade eder oldular, sanki “günah” çõkardõlar. Oysa bu ürküntü ve pişmanlõk -tepki olarak- yõllar önce Türkiye Cumhuriyeti’nin (Batõ kapitalizminin sendromlarõna değinmeyeyim) laik rotasõnõn kõrõlmaya başladõğõ günlerde, kararlõ biçimde gösterilseydi bugünkü vahim konuma gelinmezdi. 39YTL’YE SADECE AVEA’DA Renkli ekran FM radyo her yöne 250 kontör + 500 SMS hediye! 109 YTL’lik hediye!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear