24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
9 AĞUSTOS 2007 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Tarihi Kentler Birliği seminerinde ‘barış ve dostluğun geleneksel kenti’ de ziyaret edildi 15 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Elazığ’da bir de Palu var TARİH VE DOĞANIN GİZEMLİ ÜLKESİ Elazığ’a yukardan bakan Harput Kalesi, kentin tarihi dokusunu yok eden ‘imarcı’ları hep kaygıyla izledi... (1) Murat Nehri, Palu’nun içinden kıvrıla kıvrıla akıyor. (2) “Öyle bir şehre vardım ki adına diyorlar Palu, Kimi Zaza, kimi zozo, kimi lo…” Elazığ’ın “gözden ırak” ilçesi Palu’yu böyle tanımlamış Evliya Çelebi… Farklı kültürlerin “Anadolulu” kimliğini ne de güzel özetliyor… Bu tarihsel kimliğin günümüzdeki “ayrılıkçı” politikalara karşı çok daha önem kazandığını; hatta demokratlığın “ırk”çılık olmadığını görebilmek için de Palu “ders” vermeyi sürdürüyor. Yeter ki Elazığ ile tanışanlar, Van Gölü Ekspresi’nin Tatvan’a varmadan önce çığlık çığlığa selamladığı Palu’yla da buluşabilsinler… Nitekim Tarihi Kentler Birliği (TKB) de öyle yaptı; 45 Ağustos 2007’deki “Elazığ Semineri”nin ikinci günü Palu’da gerçekleşti… Belediye Başkanı M. Sait Dağoğlu, bu daveti tüm Anadolu adına yaptıklarını belirtirken özetle şunu da söylüyordu: “Bizler için barış ve dostluk, sadece amaç değil, hayatın kendisidir. TKB’nin bu ziyareti, aynı geleneğin daha da güçlenmesinde tarihsel bir aşama olacak…” Elazığ’ın kültürel zenginliği de işte bu insanlığın şiirlere, türkülere, oyunlara ve edebiyata coşkuyla yansıtılmasından oluşuyor. Bu nedenle seminer de alışılagelmiş seremonilerle değil, A. Tevfik Ozan’ın sunduğu “şiir”lerle başlıyor. “Harput’ta, Buzluk’ta: yaylada, Ardıç rüzgârın önünde kolsuz, kanatsız…” dizelerinin ardından söz alan herkes, tarihin kolsuz kanatsız bırakıldığı imar düzenini sorguluyor. Örneğin Elazığ Belediye Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu diyor ki: “Kültürel mirası yaşatarak çağdaş kenti yaratabilmeliyiz…” TKB Başkanı ve Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki de diyor ki: “Belediyeler yıllarca kaçak ve özensiz yapılaşmaya teslim oldular. Tarih gündemlerinde bile değildi. Şimdi bu büyük ihmalin tahribatını durdurmaya, kentlerimizi kimlikleriyle yeniden buluşturmaya çalışıyoruz…” Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hamdi Muz ile Elazığ Valisi Muammer Muşmal da kültürel değerleri gözetmeyen kentleşmeyi sorgularken TKB’nin kurucularından eski Kastamonu Valisi, Birinci Cumhuriyet’in Suyu mu Çıktı? “İkinci Cumhuriyet” söyleminden bu yana uzanan yolun –şimdilik– vardığı son nokta belli: Atatürk ilke ve devrimlerinin, Kemalizmin artık anayasada yer almaması gerektiğinin akademik ağızdan talep edilmesi. Herhalde hatırlanacağı üzere, “İkinci Cumhuriyet”in doğal eşlikçisi, “Artık Atatürk ve Kemalizm de eleştirilmelidir” söylemiydi. Gözlerin çoğundan kaçan nokta ise, bu söylemin gereksizliğiydi. Çünkü doğrudan sözü edilen ilkelerin, devrimlerin ve Kemalizmin yaratıcısı, yani Mustafa Kemal Atatürk, bir zamanlar şöyle demişti: “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır… Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur… Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.” Cumhuriyet’in Bilim Teknoloji ekinin ilk sayfasında her hafta çıkmakta olan ve Mustafa Kemal’in, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in sorusuna verdiği yanıtı içeren bu alıntı, konu ‘Mustafa Kemal’i ve Kemalizmi eleştirmek’ olduğunda farklı bir önem kazanmaktadır. Çünkü bu yanıtında Mustafa Kemal, dünya tarihinde çığır açıcı rol oynamış pek çok liderin aksine, kendisinden sonraki kuşaklara ilke ve düşüncelerini dogmalaştırmayı değil, fakat eleştirmeyi bir miras ve yükümlülük olarak bırakmakta, sürekli değişen bir dünyada bunun tersi bir davranışı ise: “ …asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur…” sözüyle mahkum etmektedir. Özetle söylemek gerekirse, Mustafa Kemal ilke ve düşüncelerinin eleştirilmemesini değil, eleştirilmesini koşul kılmıştır. Ancak, yapmak istedikleri ve başarmaya çalıştıkları bağlamında değerlendirme anlamındaki bir eleştirinin nasıl olması gerektiğini: “…akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse” sözüyle gösteren de yine Mustafa Kemal’dir. Biz de şimdi o yoldan giderek, O’nun kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin ardından neden bir ‘ikinci cumhuriyet’ hevesinin ortaya çıktığını, akılcı sorularla anlamaya çalışalım ve örneğin şöyle soralım: Birinci Cumhuriyet, kuruluşu sırasında ayakta kalabilmesi için gerekli tüm koşullar yerine getirildikten ve tüm önlemler alındıktan sonra, yolunun belli bir dönemecinden başlayarak bu toplumun ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz mi kalmıştır? Hayır. Olay, Birinci Cumhuriyet’in değil, fakat onun ayakta kalabilmesi için gerekli koşulların ödünsüz yerine getirilebilmesi bakımından Atatürk’ten sonrakilerin yetersiz ve aciz kalmasıdır. Bir yönetim biçiminin kalıcı olabilmesi için gerekli koşullara özen göstermemek, dolayısıyla masanın ayaklarını yerine takmamak veya takılmışken çıkarmak, ondan sonra olanlardan da o yönetim biçimini masayı sorumlu tutmak ve bir yenisini aramak, herhalde sağlıklı bir tarih bilincinin işi olamaz! Türk aydınının kendini hep ilerici sayan taklitçi kesimi, gerçekte özentilerin yanılsamaları içersinde yaşayan bir kesimdir. Bu kesimden olanlar, bugün’ü dün’ün devamı ve yarın’ın da başlangıcı olarak görebilecek, bütünsel bir tarih bilincinen yoksundur; bu nedenden ötürü de tarihsel olayları kendi zamanının koşulları bağlamında değil, fakat bugünün beklentileri açısından eleştirmek, anılan kesimin en temel alışkanlıkları arasındadır. Türkiye Cumhuriyeti’ni, çok gerçekçi bakış açılarının egemen olduğu, haklı umutlarla dolu bir Kuruluş’un ardından bugünün bunalımlarına sürükleyen nedenler arasında, yukarıdaki anlamda tarih bilincinden yoksunluk, önemli yer tutar. Birinci Cumhuriyet’i aklın ve bilimin rehberliğindeki bir eleştirel düşünce açısından değerlendirip, zamanın değişen koşulları doğrultusunda bugün nasıl daha güçlü kılabileceğimizi araştırmak yerine, onu daha tamamlamadan bir yana bırakıp ikincisini aramak, hem tarihe, hem de toplumbilimin gerçeklerine ters düşmekten başkaca bir sonuç doğuramaz! acem20@hotmail.com 1 Çalışma Bakanlığı Müsteşarı Enis Yeter şunları öneriyor: “Eski yapıların onarımı için ustalık eğitimine ve atölyeler kurulmasına biz de destek veririz…” Bütün bu sözlerin “umut” için yeterli, ama “başarmak” için az olduğunu vurgulayan ÇEKÜL Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen de uygarlık değerlerinin daha fazla ilgi beklediğini şu sözleriyle vurguluyor: “Ne olur, doğduğunuz ve yaşadığınız toprakların kimliğini unutmayın…” Sözen’in bu dileği dakikalarca alkışlanırken, aynı zamanda “memleketi” olan Elazığ’da elde kalan “dört” eski evi anımsadım. Sokağa da adını veren Kâzım Efendi Konağı ile üç eski komşusunun yıllardır kurtarılmayı beklemeleri “tarihsel vefasızlık” değil midir? Üstelik, Mimarlar Odası Temsilciliği Başkanı Mithat Coşkun ve arkadaşlarının çabasıyla röleveleriyle projeleri de tamamlanmış. Yani geriye yerel yöneticilerin “kültüre para ayırma”ları kalıyor… Seminerin sunuculuğunu üstlenen, tiyatro sanatçısı Rıdvan Çağlar, konuşmalar arasında Elazığ’ın insanı sarsan şiirlerini de okuyor: “Marifet mânâyla bakmaktır, görene ise canımız kurban…” Kazımefendi’deki işte o “son” dört ev de Elazığlılara manayla bakıyorlar, ama “gören” var mı dersiniz? Eğer görülebilseydi, örneğin kentin en sıkışık merkezinde, PTT meydanına açılan en dar sokağın köşesinde, belli ki “ayrıcalıklı imar”la inşa edilen o devasa ve ezici “belediye rant kulesi” yükselir miydi? Ya da yine Elazığ’ın tarım alanını ve bahçelerini oluşturan “Sürsürü Ovası” öylesine yoğun ve yüksek apartmanlaşmaya açılır mıydı? Tarihsel dokularla birlikte yaşam kaynaklarını da tüketen bu gibi sözde çağdaş imar uygulamaları arasında, meğer şu trafiği rahatlatma adına kentlerimizi delik deşik eden “batçık” projesi de varmış. Neyse ki Mithat Coşkun kentin dengelerini etkin bir şekilde savunarak, PTT Meydanı’nın adeta “viyadük”e dönüştürülmesini durdurmuş... TKB Elazığ Semineri’nin konusu “Geleneksel Kent Dokularının Yeni Gelişme Alanla 2 rıyla Buluşması”ydı. Yrd.Doç. Dr. Erkan Uçkan ile Şehir Plancısı Faruk Göksu’nun akademik sunuşlarını, İzmirKonak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman ve Kemaliye Belediye Başkanı Mustafa Haznedar, kendi kentlerindeki uygulamalardan örneklerle yorumladılar. Elazığ’daki Eski Hükümet Konağı’nın “kent müzesi ve arşivi” işleviyle restorasyonu çalışmaları ise katılımcıların yüreklerine su serpen uygulamaydı. Mimarlar Odası’nın “Elazığ Cumhuriyet Dönemi Yapıları”, Havrak ve ÇEKÜL’ün “Geçmişte Harput” ve yerel sanatçılar Recep Bağcı, A. Tevfik Ozan, Yaşar Sabri Şanlı’nın karma fotoğraf, şiir, rölyef ve suluboya sergileri de seminere anlam kattılar… Sözü yine Palu’yla noktalayalım… BARIŞ, YAŞAMIN İÇİNDE KAZIMEFENDİ SOKAĞI KENT MÜZESİ VE ARŞİVİ Belediyenin içten ve gerçekçi davetinde “henüz otel yok, ama öğretmenevi ve belediye misafirhanesi var” denilen bu tarihsel yerleşme, Hititler çağının “Palahodiv” bölgesinde... Urartu Kralı Menuas’ın MÖ 9. yüzyılda yaptırdığı Palu Kalesi, Osmanlı mescitleri, 18. yüzyıla ait Ulu Cami, hamamlar, kiliseler, çeşmeler ve Selçuklu kültürünün simgesi Palu Köprüsü önemli anıtları... İçinden Murat Nehri geçen bu gizemli kent, “Palu üç dağ içinde / Gülü bardağ içinde, Hak gülümü saklasın/ Bir yârim var içinde…” gibi sevda yüklü mânileriyle de yolunuzu gözlüyor... CUMHURİYET 15 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear