26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 4 AĞUSTOS 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Atatürk’süz Cumhuriyet Bugün ya da yarın sivil bir anayasa yapma bahanesiyle Atatürk ilke ve devrimleri ile Atatürk milliyetçiliği gibi kavramların anayasadan bir an için çıkarıldığını varsayalım.Hemen belirtelim ki; ortaya ulusal kimliği olmayan, renksiz ve çağdaş felsefesi yönünden de kurak bir anayasa çıkacaktır. Sonuçta laik rejimin rengi solacak ve azgelişmiş demokrasimiz daha da cılızlaşacaktır. PENCERE Biz Hep Yenildik... Daha önce de bu köşede yazmıştım, ‘ben’ sözcüğünden hoşlanmıyorum, bu yüzden yazının başlığında ‘biz’i yeğledim: “Biz hep yenildik!..” ? En tatsız yenilgilerden birini ünlü köprü tartışmasında tatmıştık; bu konuda dedik ki: Aman ha, İstanbul Boğazı’na köprü yapmayalım!.. Hem dünya güzeli manzarayı bozarız, hem kent trafiğini kördüğüme dönüştürürüz; hem ‘köprüler tuzağı’na düşeriz, hem otomobil petrol falan derken ayvayı yeriz... Dinleyen kim?.. Yenildik.. Ama, İkinci Köprü de yetmedi... Üçüncüsü yolda.. İstanbul trafiği cehennem!.. ? Çok partili rejimde bir ömür boyu en çok yinelediğimiz laf: 141 ve 142’nci maddeleri Ceza Kanunu’ndan kaldırın!.. Bunlar komünizmi engellemek gerekçesiyle fikir özgürlüğünü yok ediyor; sola açılışı baltalıyor... Yanıt: Sen komünistsin!.. Yenildik... Sovyetler yıkılıp da sözde komünizm tehlikesinin gerekçesi kalmayınca, bu işi Turgut Özal yaptı.. Ama iş işten geçmiş, sağın şemsiyesi altında palazlanan dinci akım Üsküdar’ı çoktan aşmıştı... ? Amerika’nın desteğinde karayolları politikası seferberliğe dönüşmüştü; demiryollarına dönüp bakan yoktu... Uyardık: Karayolları ulaşımı dışarıya bağımlıdır, pahalıdır; demiryollarını baltalamayın!.. Yenildik... Bugün dünyanın en zengin ülkelerinde ulaşım iki sistem arasında yarı yarıya!.. Bizde yüzde 95 karayolu (otobüs, kamyon, otomobil, benzin, mazot, kazalar, ölenler, kalanlar); yüzde 5 demiryolu... ? Öğretim Birliği (Tevhidi Tedrisat) vardı Türkiye’de... Din adamı yetiştirmek gerekçesiyle imam okulları açıldı... Dedik ki: Din okulları temel öğretimin yerine geçmesin!.. Yalnız din adamı yetiştirsin!.. Yenildik... Bugün imam okulu din adamından çok yargıç, üniversite hocası, öğretmen, savcı, polis, her tür devlet memuru vb. yetiştiriyor; ülke birbirine zıt iki temel öğretimde yetiştirilenlerin cepheleşmesindeki ikilemin bunalımına girdi... ? Devlet Planlama Teşkilatı kapsamında sanayileşmeye dönük bir Türkiye vardı... Dediler ki: “ Biz plan değil, pilav istiyoruz...” Amanın yapmayın, dedik, azgelişmiş bir ülkede kalkınmanın en azından bir pusulası olmalı... Yenildik.. Rant, faiz, vurgun, satıp savma, borçlanma, ülkeyi yağmalama üzerine bir ekonomi karmaşası ağır bastı; “paradan para kazanma” piyasada egemenleşti... İtiraf edelim: Yenildik... ? Yıllarca ve yıllarca anlatmaya çalıştık: Bu ABD’nin dostluk propagandasına kanmayın!.. Devlet ilişkilerinde dostluk düşmanlık lafügüzaftır. Amerika Türkiye’yi avucunun içine alıyor. Teslim olmayın!.. Bedelini çok ağır öderiz... Dinletemedik.. Yenildik.. Amerika’nın maskesi düştü... Yerli işbirlikçileri ortada!.. ? Çok uzun yıllar dedik ki: Böyle giderse Türkiye Atatürk düşmanı dincilerin eline geçecek!.. Dinletemedik.. Yenildik.. ? Daha nice örnek var; say say bitmez... Lafı daha da uzatmazsak, diyebiliriz ki: Yenildik.. yenildik.. yenildik... Son seçimin lafı mı olur... Hep yenildik.. Yenile yenile bugüne geldik... Biri çıkıp sorsa: İyi de, hiç yenilmediğiniz bir alan yok mu?.. Var.. Cumhuriyet gazetesini dimdik ayakta tutmak sınavında yenilmedik; fikir alanında yenilmedik; haklı çıktık... Bilmem ki haklı çıkmanın günümüz dünyasında bir değeri var mı?.. Orsa Politika SEÇİM sonuçları daha bir süre gündemi meşgul edecektir. Çözümleyici değerlendirmelerle, tartışmalarla ve kuşkularla... Bu kapsama göre, pupadan alınma rüzgârla gidilmiş bir seçim sonrası gündemde tutulması gereken konuların bir bölümü hukukla ve teknik sorunlarla ilgili. Ama hukuk deyince akla hemen anayasa değişikliği gelmemeli. Şu günlerde apar topar bunun ortaya atılması, olsa olsa, iki nedenle açıklanabilir. Birincisi, bu konuda uzman olduğu düşünülenlerin içinde ya da yakınında bulundukları partide kendi rollerini vurgulama gereği duymaları; ikincisi de ekim ayında yapılacağı yasalaştırılmış gibi gözüken halkoylamasından önce, birkaç haftalık bir çalışmayla “halk tarafından seçilmiş devlet başkanı”na uygun bir anayasa yapma hevesi. Oysa, böyle bir anayasa değişikliğine gitmek, birkaç haftada becerilebilecek iş değildir. Zira, Cumhurbaşkanlığı için yeni bir seçim modeli önermek, genellikle sanılanın aksine, devlet sisteminde anayasanın başka yönlerini de ilgilendiren değişiklikler yapmayı gerektiren bir adım atmak demektir. Bunlar yapılmadan böyle bir seçim yapmak kadar yanlış bir iş olamaz. Anayasa değişikliği, söz konusu uzmanlıklardan yararlanmakla kalmayıp toplumdaki çeşitli çevrelerin katılımını da isteyen ciddi bir girişimdir; o kadarcık zamana sığdırılamaz. Halkoylamasını ertelemekten, daha doğrusu o konudaki anayasa değişikliğini “kadük” kılıp bırakarak konuyu bütünüyle ele almaktan başka makul yol yoktur. slında, hukuk denince bir an önce ele alınması gereken iki konu, çok tartışmalı olan “baraj” sorunu ile seçim sonuçlarının toparlanıp derlenmesi ve hesaplanması sorunudur. Bu alanda elektronik yöntemlere ve bilgisayar kolaylıklarına geçildiği söylenmekte ise de bütün bunların nasıl yapıldığı ve teknik bakımdan nerede, nasıl denetlendiği konusunda hiçbir saydamlık yoktur. Belki, artık iyice gelişmiş olduğu söylenen kamuoyu yoklama şirketlerinin, kendi değerlendirmelerine güvenilirlik kazandırmak açısından da, Yüksek Seçim Kurulu dışında ortaklaşa özel bir denetim mekanizması kurmaları düşünülebilir. unlar, başlatılması gereken tartışmaların ancak bir yönü. Cumhuriyetçi ya da “sol” denen cephe açısından asıl tartışılacak nokta, başarısızlığın kabahatini CHP’ye ya da Sayın Baykal’a yıkıp tartışmayı kapatma eğilimidir. Daha da sakıncalı ve hatta tehlikeli olan ise uğranılan başarısızlığın dünyadaki küreselleşmeci, neoliberal rüzgârın dışında kalıştan kaynaklandığını iddia eden ve başarı için tam tersine o rüzgârı arkaya alma gereğini vurgulayan yaklaşımdır. Asıl başarısızlığın tam da böyle yapmış ya da yapmaya çalışmış olmaktan kaynaklandığını unutarak... Türkiye’deki sözde solun büyük hatası bu değil midir? Genel rüzgâra karşı çıkmanın hiç mi başarı şansı yoktur? Asıl başarı, o karşı çıkışta ve ters rüzgârı göğüsleyerek, hatta bu karşıtlıktan yararlanıp onu yenerek, yelkencilik deyimiyle “orsa giderek” sonuca erişmek olamaz mı? Mustafa Kemal’in, Birinci Cihan Harbi sonrasının Mütareke koşullarında yaptığı bu değil miydi? Cumhuriyet bu göğüsleyişten doğmadı mı? M. Naci ÜNVER A B Yargıtay Onursal Daire Başkanı ünyada, ülkesini işgalci güç deni Kanun evlilikte tekeşliliği ve mirasta lerden kurtarıp ulusuna in kadınerkek eşitliğini getirdi. Ayrıca yapısanca bir yaşamın kapılarını lan hukuki düzenlemelerle kadınlarımıza açan bir önderi ve getirdikle birçok Batı ülkesinden önce, seçme, seçilrini silip de mutlu olan bir me ve kamu görevlerine atanabilme haklaulus gösteremeyiz. Bu sosyolojik gerçeğe rı tanındı. Kuruluş felsefesi Atatürk ilkelerine dayakarşın bizdeki kimi okuryazar, unvanlı ve de anlı şanlı (!) insanların, Atatürk’ü ve ge nan Cumhuriyet ile başlayan çağdaşlaşma tirdiklerini silme çabalarını anlamakta güç süreci, kimi zaman ortaya çıkan engellemelere karşın durmadı. Çünkü Cumhurilük çekiyoruz Neler yaptı, yok etmek istedikleri Atatürk? yetin dokusu Atatürk ilkeleriyle oluşturulÖnce ulusça emperyalist güçlere karşı gi muştu. Bu yüzden sağlamdı. Bu sayede Türk riştiğimiz bir kurtuluş savaşında bize önder ulusu çağdaş uluslar topluluğu içinde onurlik etti. Bununla da kalmayıp bizleri kulüm lu yerini alabildi. Tüm bu gerçekler ortadayken kimi zamet olma niteliğinden çıkarıp yurttaşbirey man birileri çıkıp “anayasanın başlangıç olma yolunu açan Cumhuriyeti kurdu. Kurduğu Cumhuriyetin kuruluş felsefe kısmından ve maddelerinden Atatürk si, onun Kemalizm (Atatürkçülük) olarak ifa milliyetçiliği ve Atatürk ilke ve inkılapde edilen tam bağımsızlık, ulusalcılık, ulu ları (devrimleri) gibi kavramların yer alsal birlik, laiklik, emperyalizm karşıtlığı, ulu masının gereksiz olduğunu” söylerse onsal egemenlik gibi ilkelerine dayandırıldı. lardan şu soruların yanıtını istememiz geSonuçta çokuluslu Osmanlı devletinden rekmektedir: Ne yapmak istiyorsunuz? Siz ulusdevlete geçildi. Böylece Türk ulusu Cumhuriyetin kuruluş felsefesini yok sayalım mı diyorsunuz? Bunun üstünü örteulusal kimliğine kavuştu. Hiç kuşkusuz, iş bununla kalmadı. Ata bilir misiniz? Anayasanın değiştirilemez ve türkçülüğün devrimci niteliği gereği çağdaş değiştirilmesi bile teklif edilemez maddelaşma ve uygarlaşma süreci kesintisiz sür leri arasında yer alan ve laiklik ilkesini de dü. Devrimler süreci başladı. Harf devrimiy içeren 2. maddesinden Atatürk milliyetçile Arap alfabesi kaldırılıp Latin alfabesine liği kavramını hangi yöntemle çıkaracaksıgeçildi. Okumayazma ve uygar dünya ile nız? Cumhuriyetle özdeşleşmiş Atatürk’ü, iletişim bu sayede kolaylaştı. Kıyafet dev onun ilke ve devrimlerini, devrim yasalarırimiyle Türk kadını çarşafı atıp modern gi nı ortadan kaldırabilir misiniz? Atatürk ilyime kavuştu. Erkekler fes yerine şapka kelerini Cumhuriyetin dokusundan söküp çıgiydi. Dine dayalı hukuk sistemi yerine la karabilir misiniz? Tüm bunların da ötesinde, 83 yıl Atatürk ik hukuk sistemine geçildi. Önce Medeni Kanun kabul edildi, sonra da Ceza Kanunu. Me okuyup Atatürk yazan nesillere bunları unu D tun diyebilir misiniz? Şu gerçeği burada açıklamakta yarar görmekteyiz: Bugün ya da yarın sivil bir anayasa yapma bahanesiyle Atatürk ilke ve devrimleri ile Atatürk milliyetçiliği gibi kavramların anayasadan bir an için çıkarıldığını varsayalım.Hemen belirtelim ki; ortaya ulusal kimliği olmayan, renksiz ve çağdaş felsefesi yönünden de kurak bir anayasa çıkacaktır. Sonuçta laik rejimin rengi solacak ve azgelişmiş demokrasimiz daha da cılızlaşacaktır. Ve bunun da ötesinde, rejim laiklikten uzaklaşıp geriye doğru yön değiştirecektir. Böyle bir anayasaya da sivil değil ancak “sefil” (yoksul) anayasa diyebiliriz... Şayet anayasanın sivilleştirilmesinden, daha demokratik yapıya kavuşturulması ve ülkede demokrasinin geliştirilmesi amaçlanıyorsa böyle bir girişimin ulusça onaylanacağı açıktır. O zaman işe demokratik hukuk devleti olmanın koşullarının oluşturulmasından başlamamız gerekir. Bunun için de öncelikle hukuk devletinin olmazsa olmazı sayılan kuvvetler ayrılığı ilkesini yaşama geçiren değişiklikler yapılmalıdır. Bu bağlamda siyasal erkin yargı üstündeki yetkileri kaldırılıp yargı bağımsızlığı mutlaka anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır. Ayrıca milletvekili dokunulmazlığı, suç işleyeni koruma kalkanı olmaktan çıkarılıp sadece yasama faaliyetleriyle sınırlı hale getirilmelidir. Kamu çalışanlarına onaylanan uluslararası sözleşmelere ve ILO sözleşmelerine uygun olarak toplusözleşmeli, grevli sendikal haklar tanıyan değişiklikler yapılmalıdır. Siyasi Partiler Kanunu’nda ve Seçim Kanunu’nda değişikliklere gidilerek aday belirlemede lider iradesi yerine sadece halkın iradesinin esas alınmasının yolu açılmalıdır. Tüm bunların da ötesinde, eğitimdeki geriye gidiş durdurulup ülke, ulusal kimliği öne çıkan, çağdaş bir eğitim sistemine kavuşturulmalıdır. Tabii, istiyorsanız... Ve yapabiliyorsanız... Su Savaşları ve Türkiye Ali BULUNMAZ u kesintilerinin gündemde olduğu ülkemizde, bu yaşamsal unsurun kıtlığı önemli bir sorun niteliğine bürünmeye başladı. Türkiye ve dünya genelinde küresel ısınma, buna bağlı iklim değişiklikleri ve su yoksulluğu, varoluşsal bir kaygıyı da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla su zengini ve fakiri ülkeler arasındaki gerilimin, yakın gelecekte bir çatışmaya dönüşme olasılığı da artıyor. BM verileri, temiz su kaynaklarının küresel ısınmaya bağlı yağış azlığı, buharlaşma, ölçüsüzbilinçsiz tüketim ile kirlilik yüzünden azaldığını gösterir ve bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına tüketimin yıllık 8 bin ile 10 bin metreküp arasında olması gerekirken 2025’te 2 milyar, 2050’de ise 7 milyar insanın susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor. Yapılan araştırmalarda, gelecekte su ihtiyacı yüzünden gerilimin tırmanacağı bölgeler arasında İsrail, Ürdün ve Filistin (Ürdün Irmağı); Çin ve Hindistan (Bramaputra Nehri); Hindistan ve Bangladeş (Ganj Nehri); Amazon Nehri’nin geçtiği tüm ülkeler ile Etiyopya ve Mısır (Nil Nehri) gösteriliyor. S mumtazsoysal@gmail.com KOOPC KÜLTÜR ETKİNLİKLERİ3 2007 SEÇİMLERİ SONRASINDA TÜRKİYE Sunuş Dr. Erdal ATABEK Konuşmacı Dr. Erdinç ÜNAL Tıp Doktoru ve Ekonomist 5 Ağustos 200 Pazar Saat: 14.00 SilivriÇanta Cumhuriyet Mahallesi Kır Kahvesi NOT: Etkinlik günü saat 11.00’de Taksim AKM önünden araç kaldırılacaktır. İletişim Tel: 0212 291 89 82/83 Ancak risk haritasında, su kıtlığının en çok hissedileceği yer Ortadoğu olarak gözüküyor. Hızlı nüfus artışı ve iklim değişikliklerinin bölgede suya ihtiyacı sürekli artırması; 2050’lerde önce kriz, sonra da yeni çatışmaların çıkma olasılığını güçlendiriyor. Buna karşılık, İsrail’in Nil Nehri ile ilgili projelerini bilen Mısır, silahlı kuvvetlerinde bataklık savaşları konusunda asker eğiterek önlem alıyor ve böylece Nil’in çıkış noktasında nehrin akışını engelleyecek bir durum oluşması halinde, savaşa giren ve üstünlük kuran ilk birlik olmayı hedefliyor. Yine BOP’un gizli gündemini oluşturan su sorunu ve yeni su havzalarına açılım doğrultusunda İsrail’in şimdiki Irak topraklarına doğru yayılımı veya yeni işgallerle bölgedeki suyun kendine aktarılması için çabalama olasılığının da ileride gündeme gelmesi bekleniyor. Kısacası bugün Ortadoğu’da petrol adına gerçekleştirilen işgallerin rotasının, yakın gelecekte suya dönme olasılığı yükseliyor. Kişi başına 1430 metreküp yıllık tüketimiyle su fakiri olan ve 2030’da 80 milyona ulaşması beklenen nüfusuyla tüketimin 1100 metreküpe gerileyeceği öngörülen Türkiye için durum nedir? Bilindiği gibi, hem AB hem de BM, Fırat ve Dicle’yi “uluslararası su” kabul etme eğilimindedir. Aynı zamanda Suriye, GAP nedeniyle “mağdur” gösterilerek ileride yaşanabilecek gerilime kapı aralanmaktadır. BM 2006 Su Raporu’nda, 2025’ten itibaren Türkiye’deki su sıkıntısının üst noktaya ulaşacağı ve 2040’larda ise elindeki su rezervleri nedeniyle Türkiye’ye savaş açılacağı öngörülmektedir. Aynı dönemde, Suriye ve Irak’ta da büyük su kıtlığı yaşanacağı; Dicle ve Fırat’ın öneminin daha da artacağı ve Suriye’nin “uluslararası su” kapsamında değerlendirdiği bu iki kaynaktan ötürü Türkiye ile savaş ihtimalinin yüksek olduğu vurgulanmaktadır. Yine Suriye’nin Asi Nehri ile ilgili olarak, kendi topraklarındaki sulanamaz nitelikteki bölgeleri, sulanan alan şeklinde gösterip kullanımı yüksek rakamlara taşıyarak daha fazla hak talep etmesi, ileride yaşanabilecek sorunlardan biri olarak belirtilmektedir. Ayrıca su dağıtımının özelleştirilmesi çalışmaları da Türkiye adına büyük bir risk. Daha önce bölge ülkelerinin yönetimindeki yolsuzluklar ve yerli sermayenin düşük yatırımları nedeniyle ben zer bir özelleştirme Latin Amerika’da denenmişti. Bölgeye gelen şirketlerin, Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlarla çalışan çokuluslu yapısı, kaynakları sömürmesi ve geçimini bu alandan sağlayan halkın yoksullaşması, direniş hareketlerini doğurmuş ve Bolivya’da Morales’i iktidara getiren sürecin ardından özelleştirmeler de durdurulmuştu. Şimdi aynı özelleştirme harekâtı, Türkiye’de iktidar ve kimi yerel yönetimler eliyle başlatılmak isteniyor; bunun altyapısının ve anlaşmaların ana çerçevesinin de Mart 2009’da İstanbul’da toplanacak 5. Dünya Su Forumu’nda oluşturulması hedefleniyor. Sonuçta Türkiye, hem coğrafi konumu ve küresel ısınmanın etkileri nedeniyle hem de küreselemperyalist sermaye aracılığıyla, olası su savaşlarının tam ortasında kalmaya; hatta tehdit edilmeye ve savaş açılmaya “uygun” bir durumdadır. Enerji savaşlarının yerini gelecekte su savaşlarının alacağı düşünülürse Türkiye bundan en çok etkilenecek ülkelerin başında gelmektedir. Bu anlamda Türkiye’nin, gerek kaynakların akılcı kullanımı ile ilgili gerekse çatışma riskine dönük bir öngörü ve kapsamlı politikasının olup olmadığı da tartışmalıdır... Açık Konuşmak Dr. Ferruh DEMİRMEN çık konuşalım, kafamızı devekuşu gibi kuma gömmeyelim. Türkiye’nin Atatürk ilkeleri 22 Temmuz’da tarihe karıştı. Kurtuluş Savaşı’nda akan şehit kanlarını düşünmemek olanaksız. Bu ülkede tarikatçılık, ümmetçilik, yeşil sermaye ve din bezirgânlığı sorun değilmiş. Şaibeli ihaleler, bakan ve yakınlarının bir çırpıda zengin olmaları, dokunulmazlıkla ilgili gün ışığında sergilenen ikiyüzlülük, “seçim paketi” rüşvetleri, devlet kurumlarını ablukaya almak.. normal imiş. Kamu varlıklarını ve vatan topraklarını yabancılara peşkeş çekmek, son dört yılda ulusal borcu 2 kata ve dış ticaret açığını 2.5 kata çıkarmak sorun değilmiş. Hele dışarıdan güdümlü bir politika yürütmek ve bölücülüğü umursamamak hiç sorun değilmiş. Türkiye’nin kırmızı çizgileri artık geride kaldı; renkler soluk pembe olma yolunda. Yıllar önce Köy Enstitüleri’ni ve Halkevleri’ni kapatan, Türkçe ezanı yasaklayan, karılarını ve kızlarını eve kapatmak isteyen, yavru çocuk beyinlerini karanlığa gömmekte direnen Atatürk karşıtı politikacılar ve halefleri muratlarına erdiler. Hele bir zamanlar, “güçlenmemiz” için nüfusumuzu 70 milyona çıkarmayı hedefleyen, bu hedefle nüfus planlaması programını yasaklayan, fötr şapkasıyla anı A mızdan çıkmayacak olan o kıdemli politikacı, bugün konuşmasa da zevkinden dört köşedir şüphesiz. Nasıl olmasın ki, nüfus 75 milyona merdiven dayamış. O zamandan bu zamana nüfusun ikiye katlanmasıyla ne kadar da renklendik ve “güç” topladık! Bizler renklendik ve “güçlendikçe” AB de bizden o kadar uzaklaştı. O renkli ve “güçlü” halk 22 Temmuz’da oyunu kullandı. AB’den hâlâ umut bekleyen aç ve işşiz seçmen, pembe gelecek vaatlerine inandı. Rant ekonomisinden fazlasıyla payını alan zengin, “yola devam” dedi. Seçim sonuçlarından kimler memnun? Ermeniler, Rumlar, Kürtçüler, AB, ABD, Barzani ve Talabani. Seçimi kazanan AKP; kaybeden zavallı Türkiye. Aslında bir bakıma Batı da kaybetti, ama Batı’nın bunu algılaması zaman alacak. Kemal Atatük ve silah arkadaşları Türk halkını çağdaş uygarlığa ulaştırmak ve onu bağımsız yapmak için savaş verdi. Son seçimde seçmenin yüzde 47’si Atatürk vizyonunu reddetti; karanlık ve dış güdümlü bir geleceği tercih etti. Laiklik tanımını dejenere ettikten sonra laiklik savuncusu olduklarını halka ilan eden AKP liderleri, son dört buçuk yılda yaptıkları gibi yavaş yavaş, ama sistemli bir şekilde ülkenin laik düzeninin altını oy maya ve bu arada da orduyu yıpratmaya devam edecektir. Mütareke basını gereken desteği verecek, dış baskılarla ülkenin üniter yapısı zorlanacak, kimi ödünler birbirini izleyecek. On yıl sonra Türkiye’nin nasıl bir Türkiye olacağını düşünmek istemiyorum. Açık konuşmak gerekirse, Kemalizm devri 22 Temmuz’da ülkemizde sona ermiş, İslama dayalı bir rejim raya oturtulmuştur. Başlangıçta ılımlı görünen bu dinci rejimin zamanla radikalleşmesi büyük olasılık. Demokratik olarak paketlenen, ancak ruhu gerici bir Türkiye. Atatürk’ün anısı bundan böyle “Dostlar alışverişte görsün” örneği sadece bir vitrin malzemesi olarak kullanılacak. Acaba fazla kötümser miyim? Bazılarına göre halk er geç uyanacakmış. O zamana kadar iş işten geçecektir. Kaldı ki halk yeterince uyarıldı; o görkemli Cumhuriyet mitingleri bile fayda vermedi. Merak ediyorum: Seçmenin yüzde 47’si Atatürk’ün mirasını bilinçli olarak mı reddetti? Ülkenin gidişatından ne ölçüde haberdardı? Saflık, eğitim eksikliği, yoksulluk, vurdumduymazlık ve gerçek AKP sevgisi.. olası sebepler. Beğen beğen yorumla; ancak sonuç aynı. Şurası bir gerçek ki, laik, demokratik, aydın, bağımsız ve saygın bir Türkiye’nin özlemini çekenler için 22 Temmuz 2007 unutulması zor bir kara gündür. İDAKÖY ÇİFTLİK EVİ Kazdağı/İda Geçmişe gidiyoruz, Sarıkız/Karataş Zirvesi (Gargaron) yürüyüşü: Komşularımız Türkmenler, yüzyıllardır süren gelenekleri gereği, 1525 Ağustos günlerinde Kazdağı/İda’nın zirvesinde konaklayarak, “Sarıkız Hayırı”nı yapacaklardır. İliada ve Troya öyküleri ile yoğrulan bizler de, binlerce yıldır sürdüğüne inandığımız bu geleneğe uyarak, Zeus’un yanına yerleşen Sarıkızana’yı ziyaret edeceğiz. Etkinliğimiz 4 gün üzerine kurulu (2225 Ağustos) ve katılımcı sayımız 10 kişi ile sınırlıdır. Uyku tulumu ile ufak çadır getirilmesi zorunludur. 1. Gün/Çar. Otelimize giriş, Çamlıbel ve Tahtakuşlar’ı tanıma. 2. Gün/Per. Zeytinliçayı/Kanyonu’nda dere safari. 3. Gün/Cum. Zirve yürüyüşü (78 saat) ve dağda konaklama. 4. Gün/Cmrt. “Sarıkız Kurban Hayırı”nı izleme ve dönüş. Ayrıntıları öğrenmek üzere lütfen telefon ediniz. Sevgiyle, Semaİskender Azatoğlu www.idakoy.com / idakoy@idakoy.com ÇamlıbelEdremit/0266 387 34 020532 636 34 50 CUMHURİYET 02 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear