24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 13 NİSAN 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Üniversiteler Neden Susuyor? Prof. Dr. Rauf HAZNEDAR PENCERE Harika Bir Planlama!.. Harika!.. (Bu yazıyı sabah yazıyorum, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın basın toplantısı öğleden sonra...) Harika fiyakalı bir sözcük!.. “Hayranlık uyandıran, şaşırtıcı, etkileyici, olağanüstü” anlamlarına geliyor... Vallahi harika!.. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın basın toplantısı yapacağı duyuruluyor... Hemen o gün eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ya konuşuyor ya konuşturuluyor, ya yaptığı işin anlamını biliyor ya da dolduruşa getiriliyor... Ve açıklaması AA (Anadolu Ajansı) marifetiyle televizyonlarda bangır bangır yayımlanıyor... Bu ne rastlantı?.. Harika bir rastlantı!.. ? Asker 2004’te darbe yapacakmış... “İddia” ne idüğü belirsiz belgeleriyle Fethullahçı cenahtan medyaya pazarlanıyor... Ne zaman?.. 2007’de tam Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde... Harika!.. ? Genelkurmay, gazetecileri, yazarları andıçlamış... Yani değerlendirmiş, ölçmüş, biçmiş... Harika mı harika!.. Peki, bu andıçlamanın açıklaması Genelkurmay’dan sızdırılan belgeyle ne zaman yapılıyor?.. Tam Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde... Bilgi kaynağı kim ve nerede?.. Vallahi orası ‘meşkuk’ !.. Genelkurmay’dan Amerika’ya, Utah’a, tekrar Türkiye’ye Fethullahçı bir trafikten söz açılıyor... Harika değil mi?.. ? Artık herkes biliyor ki AKP iktidarı Amerika’da pazarlandı; Türkiye’nin başına oturtuldu!.. Amerika çekildiği ‘andan itibaren’ bu iktidar bir hafta içinde çözülür... Peki, bu Amerika ne yapıyor?.. Amerika Irak’ı işgal etmiş.. Talabani’yi Devlet Başkanı yapmış.. Kuzey Irak’ta Barzani’yi tutuyor.. PKK’yi koruyor.. Harika değil mi!.. Amerika hem Türkiye’deki iktidarı avucunun içinde tutuyor, hem Kuzey Irak’taki iktidarı... Arada ikisini birbiriyle çatıştırıyor... Amaç ne?.. ? Barzani diyor ki: Ey Ankara!.. Sen Kerkük dersen, ben de Diyarbakır deyip tepene binerim!.. Bizim AKP iktidarı lafügüzaf edebiyatı yaparak Barzani’yle atışıyor... ‘Atışmak’ ne diplomasidir, ne de dış politikadır... ‘Muhatap’ ne Barzani’dir, ne de Talabani’dir... Asıl ‘muhatap’ Amerika’da Bush yönetimidir!.. AKP de Bush yönetimine bağlıdır!.. Amerika, Kuzey Irak’a yerleştikçe, Güneydoğu halkında eğilim o yöne doğru sarkacak... Planlama açık seçik!.. AKP iktidarı tek başına Çankaya’ya çıkacak kişiyi seçti mi Bu kişi ister RTE olsun, ister RTE’nin atadığı bir başkası planlamada bir adım daha atılmış olacak. Tasarım açık seçik ortada!.. Harika değil mi?.. Harika!.. Tartışma SEÇİM, tartışma demektir. Seçimi yapacak olanlar da tartışır, dıştan izleyenler de. Elbet, en önemli olan, seçimi yapacak olanların tartışmasıdır. Ama dıştaki tartışmaların onları hiç etkilemeyeceği de söylenemez. Cumhurbaşkanı seçiminin tartışmasız geçmesi gerektiği söylenebilir mi? Seçilecek kişi “cumhur”un başı olacağına göre, konuyu herkesin tartışmasından daha doğal bir şey olamaz. Nitekim, bu tartışmayı zorunlu kılan, daha doğrusu vatandaşlar için bir ödev, bir görev, hatta bir hak olarak gören sistemler de vardır: Başkanlık ve yarıbaşkanlık sistemlerinde devlet başkanını doğrudan doğruya halk seçiyor. Bu seçimin parlamentoda yapılmasını o sistemlerdeki durumdan çok da farklı sayabilir misiniz? Bizim sistemimizde parlamento üyelerinin adı “milletvekili” olduğuna göre, vatandaşların kendi vekillerince yapılacak bir işlemi tartışmalarını yadırgamak olmaz. Bunun karşılığı olarak, “müvekkil”lerin neler düşündüğünü öğrenmek, söylenenlere kulak vermek milletvekilleri için bir ödev değil midir? Tabii, “millet” kavramını iyi anlayıp bunun “partili seçmenler”den farklı olduğunu bilmek koşuluyla: “Müvekkil”in sadece “kendilerine oy verenler” anlamına gelmediğini anlayarak ve Meclis üyelerinin “seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ettiğini” bilerek. arılacak sonuç şudur: Cumhurbaşkanı seçimi konusunda, adayların niteliği, seçenlerin tutumları, seçimin etkileri konusunda herkesin söz sahibi olması doğalsa, bu bakımdan görevligörevsiz, atanmışseçilmiş, partilipartisiz, sivilasker gibi ayrımlara gitmek yanlıştır. Bu açıdan bakınca, toplumu etkileme gücüne sahip olanların ya da toplumun tam güvenini taşıyanların bu konuda görüş açıklamalarını yadırgamamak, hatta doğal karşılamak gerekir. Böyle olunca, Genelkurmay Başkanı’nın, dünkü basın toplantısında halkın orduya güvenini arkasına alıp bu konuya ilişkin olarak söyledikleri yeterince açık değil midir? O sözler, aynı zamanda, bu gibi konularda askerlerin düşünce açıklamasını hiç uygun bulmayanlara, Cumhuriyetin temel ilkelerini, ülkenin ve toplumun genel çıkarlarını ilgilendiren konularda onları mutlak suskunluğa mahkum etmek isteyenlere açık bir yanıt sayılmaz mı? aten asıl ilginç olan, şu sırada Türkiye’deki tartışmanın başka ülkelerde genellikle rastlananın aksine, adı en çok geçen adayın ekonomik, sosyal ve günlük politika sorunlarındaki görüşleri dolayısıyla değil, devletin temel nitelikleri ve kuruluş felsefesi açısından ortaya koyduğu genel bakış açısından ötürü alevlenmiş olmasıdır. Bu alevlenişin herkes, özellikle de o yüce makama çıkmaya heveslenenler bakımından düşündürücü olması gerekmez mi? M V ustafa Kemal 9 Eylül 1922’de büyük zafer kazanıldıktan sonra, askeri utkuların ekonomik utkularla taçlandırılmazsa ayakta kalamayacağını söyler. Ekonomik utkular nasıl kazanılacaktır? Kurtuluş Savaşı kazanılmıştır ama önderler tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Ulus egemenliğine dayalı, çağdaş bir toplum ve devletin kurulması, Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”, “Benim mirasım bilim ve akıldır” sözleri, çağdaş toplumsal yaşamın, devlet düzen ve işleyişinin temel ilkelerini ortaya koyar. Hedef, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmaktır. Bu nasıl olacaktır? Önce 3 Mart 1924’te halifelik ve Şeriye Vekâleti kaldırılmış, eğitimin birliği ilkesi benimsenmiştir. Toplumu eğitmek, bilinçlendirmek gerekmektedir. Yurttaş bilincini taşıyan gelişmiş özgür bireyler, zaman içinde ulusal egemenliğe en güçlü olarak sahip çıkacaklardır. Çağdaş bir toplum ve devlet yapısına varmanın en önemli yolu, bilim ve eğitim kurumlarının kurulması ve gelişmesinden geçmektedir. İlk ve ortaöğretim kurumları geliştirilecek, mesleki ve teknik okullar ile sonunda sıra Köy Enstitülerinin kurulmasına gelecektir. Cumhuriyetin kurulması, hızla gelişen Türk devriminin birçok önemli aşaması ise o zamanki İstanbul Üniversitesi’ni (Darülfünun) pek etkilememiştir. Darülfünun, 20. yüzyılın en belirleyici olaylarından biri olan Türk devriminin farkında değildir. Sonunda 1933 üniversite reformu yapılır ve İstanbul Üniversitesi yeniden yapılandırılır. Nazi Almanya’sından kaçıp gelen Alman bilim adamlarının İstanbul Üniversitesi’nde bilim, araştırma ve eğitim yaşamının başlamasına katkıları çok büyük olmuştur. Cumhuriyet, çağdaş toplum perspektifinin en önemli araçları olarak bilim ve eğitim kurumlarını görmektedir. Bugün geldiğimiz noktada, Cumhuriyet’in çağdaş toplumu oluşturma doğrultusunda en önemli bir kurum olarak nitelediği üniversite bu yükümlülüğünü taşıyabiliyor mu? İlk 500 üniversite içine kaç üniversitemiz girebiliyor? Ya da, başka bir soru: Bugün Türkiye’de yaşananları algılayan, değerlendiren, tavır alan ve çözüm öneren üniversitelerimiz var mı? Bilimsel ve teknolojik devrimin hız kazandığı, küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz. Küreselleşme, ulus devletleri, ulusal egemenliği birçok ülkede ezip geçti. Ezip geçemedikleri de güçlüklerle boğuşuyor. Ülkemiz ne durumda? Ulusal egemenlikten ne kaldı? Egemenlik, çağdışı kurumların, tarikatların, bunların iç ve dış uzantılarının ve sömürgeci güçlerin eline geçmedi mi? Küreselleşen dünyada devletler ekonomik, teknolojik ve insan gücü olarak bütünlüklü gelişmeyi hedeflerken biz başörtüsü, tesettür, imam hatip okulları, imam hatiplileri üniversiteye sokmak ve fetva işleriyle uğraşıyoruz. Üniversiteler ve TÜBİTAK’a karşı sanki savaş açılmıştır. TÜBİTAK’ın bugün hukuken geçerli bir yönetimi bile yoktur. Bugün iktidara gelen yobaz tarikatçı işbirlikçi, kısaca gerici koalisyon marifetiyle emperyal güçlerin elinde oyuncak olunmuştur. Peki bütün bunlar olurken üniversitelerden bir ses, bir nefes çıkıyor mu? Doğru, bazı bilim adamları, bazı üniversite öğretim üyeleri kişisel olarak tavır alıyorlar. Ama, Cumhuriyet’in bel bağladığı üniversitelerden bir kurum olarak tepki beklemek hakkımız değil mi? Üniversiteler toplumun sorunlarına ışık tutacak, çözümler geliştirecek, gerektiğinde toplumu sarsacak ve en önemlisi karşı ya da farklı duruşları gösterecek kurumlar, düşünce lokomotifleri değil midir? İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun geçen yıl, 2006’da yayımladığı bildiri ile teröre karşı aldığı kesin tutum, ülkenin ve ulusun birliği için umut vericidir. Ama bu tutum yeterli midir? Soruyu belki de şu şekilde sormak daha yararlıdır: Ülkemizin başta gelen sorunu terör müdür? Ya da terör tek sorun mudur? Üniversitelerle birlikte toplumun hemen tüm kesimleri ve kurumları, teröre karşı aynı çizgide çoktan buluşmuştur. Üniversitenin bir kurum olarak bu konuda topluma öncülük etmesine gerek bile kalmamıştır. Çünkü toplumun bütün kurumları teröre karşı, bölücülüğe karşı tepki göstermiştir, insanlar bu uğurda canlarını vermişlerdir. 1984’te başlatılan PKK terörü, toplumun, ulusumuzun ortak tepkisi, özverisi ile geriletilmiştir. Uluslararası terör, Kuzey Irak ve dış destekler, terörün bugün de sürmesinin nedenleri arasında sayılabilir. Kısacası Türkiye’de teröre ve bölücülüğe karşı bir düşünce ve duruş zayıflığı, refleks eksikliği söz konusu değildir. Ne var ki, hep sözü edilen iki tehditten öbürü olan gericilik, bugün, Cumhuriyetin başlattığı çağdaşlaşma yürüyüşünü durdurmuş, devleti de toplumu da tutsak etmiştir. Gericitarikatçıişbirlikçilerin iktidarı, halkın en masum inanç ve duygularını kullanarak; Atatürk’ün kurduğu laik, üniter Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı açtığı savaşta, emperyal güçlerle yaptığı işbirliğini, iç içeliğini gözlerden saklamaya çalışmaktadır. IMF’nin, tarikatlann, emperyal güçlerin, işbirlikçilerin gericitakıyyeci iktidarının elinde Cumhuriyet, devlet ve toplum en sıkıntılı, en zayıf, en acılı günlerini yaşarken Türk devriminin ürünü olan üniversiteler susmaya devam mı edeceklerdir? İç ve dış gerici, yobaz, sömürgeci güçlerin iktidarına karşı mücadele edilmeden Cumhuriyetin ve devletin ayakta kalması olanaksızdır. Üniversitelerin, yaşadığımız olayları ve nedenlerini topluma anlatmak, uyarmak ve aydınlatmak görevleri değil midir? Yoksa üniversiteler, Türk devrimini, çağdaşlığı, bilim ve akla dayalı uygarlığı savunamaz duruma mı düşmüşlerdir? Teröre ve bölücülüğe karşı durabilen üniversitelerimiz, Darülfünun’dan, medreseden farklı olduklarını da göstermelidirler. Z İktidarlar ve Baskı... Ertuğrul KAZANCI EğitimciHukukçu Ç mumtazsoysal@gmail.com İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ MEZUNLARI DERNEĞİ DEMOKRATİK DAYANIŞMA DERNEĞİ AYDINLANMA SÖYLEŞİLERİ Yıl: 8, No: 7 Konu EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ Yönetmen Prof. Dr. BÜLENT BERKARDA İstanbul Üniversitesi Mezunları Derneği Başkanı Konuşmacılar Prof. Dr. YUSUF AVCI İstanbul Üniversitesi Hasan Âli Yücel Eğitim Fak. Dekanı Prof. Dr. TÜRKEL MİNİBAŞ Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkan Yardımcısı MEHMET BAŞARAN Eğitimci, Yazar, Gazeteci Tarih: 14 Nisan 2007 Cumartesi saat 10.30 13.00 arası. Yer: Levent Kültür Merkezi Levent Çarşı içi, Çalıkuşu Sok. (İş Bankası yanında) No: 2 1. Levent İstanbul İletişim: İ.Ü. Mezunları Derneği (Fatoş Taştan) 0 212 238 03 21 Aydınlık Yarınlar Özlemi İçindeki Tüm Yurttaşlarımız Davetlidir. Giriş Serbest ve Ücretsizdir. İngilizceyi İngilizce kaynaklardan ezbersiz öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Business Administration’da master yapmış, ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık Acıbadem /İstanbul 0 536 225 07 80 ok partili bazı siyasal rejimlerde iktidar erki; egemen çevrenin yönetimlerle birlikte oluşturduğu baskılı sömürü düzeninde “hurafe ve safsatalara” dayanılarak pekiştirilmekte ve bir kısım güdümlü basın yaratılırken diğerlerinin üzerlerine gidilmektedir. Devlet yönetim erkini eline geçiren kimi iktidarların baskıyı bir yöntem olarak kullanmaları insanlık tarihi kadar eskidir. “Mutlak monarşi”deki tek yöneticinin sınırsız yetki ve buyurma erki zamanla yerini “meşruti” kurumların kabulündeki açılımlara bırakmıştır. “Magna Carta”nın 1215 yılında; “mutlakiyeti halk lehine sınırlayan sözleşme” olarak Britanya’da yapılması, siyasal tarihte toplumdan yana kazanılmış ilk yönetsel direnç belgesidir. 18. yüzyıla kadar izlenen dönem, monarşinin dünya üzerindeki genel etkinliğini kırmış değildir. Ancak 1789 Fransız İhtilali, geleceği etkileyen bir güçle ortaya çıkınca durum değişmiştir. “Özgürlük, eşitlik, adalet” kavramları, uluslararası alanda geniş yankılar bulan Cumhuriyetçi rüzgârı da beraberinde getirmiştir. Gerçi cumhuriyete dönüşen ülkelerin sayısı hızla artmamıştır. Ama 1789 Devrimi en azından mutlak monarşileri, meşruti ölçütlere çevirmekte kıyasıya etkin olmuştur. Sonraki dönem ise cumhuriyet rejimlerinin genelleştiği bir evredir. İrdeleme: 1215 yılın daki “Magna Carta” sözleşmesiyle mutlakiyetçi erk anlayışının örselendiğini tarih kaydetse bile monarşilerin dışında 20. yüzyılın bazı cumhuriyetleri eylemli olarak kişisel veya oligarşik saltanatlar yansıtmışlardır. Almanya’da ‘Nazi’, Kuzey İtalya’da ‘faşist’ ve onların etkisindeki Norveç’te ‘Quisling’ ile Fransa’daki ‘Vichy’ ve sırasıyla aynı yapıdaki siyasal sahnede yer alan Portekiz’de Salazar, Küba’da Batista, Haiti’de Duvalier, Vietnam’da Madam Nhu, Kongo’da Kasavubu ve Şili’deki Pinochet cumhuriyetlerini mutlakiyetçi örneksemedeki sistemler olarak saymak gerekmektedir. Çünkü iktidar baskısının tek yöneticili, totaliter ve kapitalizmin ezici aygıtsallığına bürünmüş en çarpık olgularına, ekleneceklerle birlikte bu cumhuriyetlerde tarihen rastlanmıştır. Öbür yandan cumhuriyete demokrasi katarak toplumsal aşama gösteren bazı ülkelerde görülen iktidarların biçimi, mutlakiyet devirlerini andırmamış mıdır? Siyasal bilimci Leon Duguit’in: “Devlet Başkanı verasetle gelirse ırsi monarşi, başka yöntemle gelirse cumhuriyettir” tanımlaması yeterli midir? Örneğin günümüzdeki Suriye, Azerbaycan ve Togo cumhurbaşkanları mevkilerine kalıtsal ardıl olarak gelmemişler midir? Bu yönde monarşiden ayrıcalıkları nedir? Ama yine günümüz, Latin Amerika’nın tümüne yayılan antiemperyalist ulu sal direncin ABD işbirlikçisi buyurganlıkları yıkarak demokrasi yoluyla iktidar olmasına da tanıklık etmektedir. AsyaAfrika ülkelerinin çoğunda halk çıkarlarını gözeten yönetimler yükselmektedir. Kamuoyu bilinci uzun yıllar sonrasını bulan bir aşamada emperyalizmi ve onun iç bağdaşıklarını alt etmenin yöntemine ulaşabilmiştir. Baskıcı iktidarlar alaşağı edilmiştir. Böylesine bir gelişme, insanlık dünyasının gerçek bir onurudur. Bizim yakın tarihimiz “demokrasi” adı altında nice dramatik olaylarla doludur. Atatürk’ün 1925 ve 1930 yıllarında önderlik yaptığı demokrasi atılımı, 1945 sonlarında İnönü tarafında tamamlanırken umutlar çoktu. Ama olmadı. Önce 1946 Nisan’ında ABD’nin etkinliği, “Missouri” zırhlısıyla Türkiye’ye girdi. Emperyalizmin dış gücü, içteki yandaşlarıyla “mütareke” sonrası anlamında yeniden bağdaştı. Demokrasi, ilerici ve toplumcu açılımlara olanak tanımayan dar çerçeveye oturtuldu. “Karşıdevrim”in iktidar olduğu 14 Mayıs 1950 sonrasında ise iş çığrından çıktı. Hele 1954 genel seçimlerini izleyen süreçte Bayar’ın; “ince demokrasiye paydos” yaklaşımı iktidarın abartılı baskılarına yol açtı. Basın yasasıyla oynanarak “besleme” yayın organları türetildi. Sansür girişimlerinin ardı kesilmedi. Muhalefet lideri İnönü’ye yönelik linç girişim leri, işin eylemsel yanını sergiledi. Çok partili süreçte en yoğun baskının öncü adı DP iktidarı oldu. Mutlakiyetin yol ve yöntemi hiç aratılmadı. Sonraki yıllar kısa bir süre dışında, koalisyon hükümetleridir. İktidar baskısı azalmıştır. Ama son yılların tek partili çoğunluğu; siyasal, sosyoekonomik ve kültürel açılımlı bir baskının yeni örneğidir. Siyaset; ABABD rotasıdır. Kamuoyuna baskı bu yöndedir. “Halkçıdevletçi” karakterli toplumculuk yoktur. Sermayenin iktidar eliyle kitleleri ele geçirerek sömürme politikası vardır. Toplumsal bozulmayı artıran kirlenme son kertededir. Eğitim ve öğretim müfredatlarını çağdışı yapma çabaları, eleştirel basınla mücadele ve yıldırma görünür uğraşlardır. Memurları görevden alarak sürgün etme baskısı, kamu işçilerini yandaşlara yer bulmak için işten çıkarma işlemleri, spor kuruluşlarına müdahale ve nihayet Cumhuriyet ve Devrim’in aydınlık geleceğine ilişkin karartma çabaları iktidarın yoğun baskıları olarak ülkesel sorunlarımız olmuştur. Türkiye’de çok yaşandığı üzere en çarpıcı ve en olumsuz tablo, çok partili kapitalist siyasal sistemlerdeki iktidar baskısıdır. Çünkü demokrasi koşullarına dayanıksızlık, diktatöral bir rejime özlem uyandırmaktadır. Her antidemokratik yöntem denenerek “kapalı rejim” çabası öne çıkarılmaktadır. Halkın aldatılması için bir kısım güdülür medyaya destek sağlanırken “Cumhuriyet gazetesi” ve “ Kanaltürk TV” gibi ülke ve ulus çıkarlarından yana olanlara verilen aydınlatma amaçlı ilanlarına kadar baskı yapılmakta veya tasfiyeleri gündeme getirilmektedir. “Hurafe ve safsatalardan” medet umulması veya iş olanakları için siyasal iktidara teslimiyetin istenilmesi artık olağan görünümlerdir. Taşradaki toprak ağasından kent sermayedarına kadar maddesel gücün iktidarla birlikte halka karşın sürdürülmesi de bu düzenin gereği olmaktadır. Sonuç: İktidar baskısı altında şekillenen egemen düşünyapı tıpkı Türkiye’de olduğu gibi eğer Cumhuriyet ve Devrim’in tümünü hedef alıyorsa iş felaketlere gidiyor demektir. Kurtuluş, tam bağımsızlıktan yana, hak ve özgürlükleri benimsemiş, antiemperyalist, halkçıdevletçi, laik ve ulusalcı çizgidir. Bu çerçevede iktidar baskısı asla olamaz. Çünkü 1930’ların Türkiye’sinde olduğu üzere halk, doğrudan doğruya ve esasında kendisi iktidarda demektir. 2006/953 Vas. Tayini Mahkememizce verilen 20.03.2007 tarih 2006/953 E., 2007/225 K. sayılı karar ile HasanEmine kızı, 1925 doğumlu MECBURE İÇLİ, TMK 405. maddesi gereğince vesayet altına alınarak kendisine 1950 doğumlu kızı AYŞE NEVAL BÜBERCİ vasi olarak tayin edilmiştir. 26.03.2007 (Basın: 19131) TC KADIKÖY 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear