17 Mayıs 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
4 MART 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 Dünyanın oluşumunda başrol oynayan suyun müzesi göllerdir... ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Gölleri unutmamak... Arkadaşları Harvard Üniversitesi’nin kuralı gereği siyah ceket giyerken, o sırtında yeşil ceketiyle geliyordu okula. Mezuniyet diplomasının koyun derisine basıldığını görünce şunları söylediği bilinir: “Keşke her koyun kendi derisine sahip çıksa” Henry David Thoreau, 1862 yılında öldüğünde 45 yaşındaydı ve son yıllarını Walden Gölü kıyısındaki kulübesinde yaşamıştı. Tarihin en büyük doğa âşıklarından biri olan Thoreau’nun gölün adını verdiği kitabı, günümüzde doğa bilimcilerin baş ucundan eksik olmuyor. İşte, o kitaptan bir bölüm: “Ne zaman bir tilkinin, sanki dünyada hiçbir derdi yokmuş gibi, tam bir özgürlük içinde buz tutmuş gölün üstünden geçişini veya güneşli bir havada tepelerde koştuğunu görsem, güneşin ve dünyanın gerçek sahibinin o olduğunu düşünürüm.” Suyun belleği... Gerçekler, Kurgular, Baskınlar... Gönül, Fırat’ın sularına atılıp boğulmuştu... Fırat’ın sularına eteklerini dayamış köyler, kasabalar, kentlerin hiçbirinde Erkek Milletimizin “Nedir bu rezalet, utanın ulan” diye ortaya çıktığını duymadım... Sevgi, Urfa’nın orta yerinde en işlek meydanda günün en kalabalık saatlerinde babasının bıçak darbeleriyle can vermişti. On altı yaşında ya vardı ya yoktu... O işlek meydana, yeniden yeniden dönen, baskın yapmak için değil, kan lekelerini kırmızı karanfillerle donatmak için dönen biz kadınlardık. Her karanfil, Sevgi’ye sevgimizi, onu öldürenlere öfkemizi bilerken Erkek Milletimiz seyirci kalmayı yeğlemişti... Rabia, Kısas köyünde traktörün altına atılarak canlı canlı ezilmişti... Kısas köyünün Erkek Milleti, traktörlerini olay yerine sürüp nedir bu vahşet diye hesap sorabilirdi. Ama böyle bir şey yaşanmadı. Sanki Rabia da hiç yaşamamıştı... Şemse, Mardin’de ailesi tarafından taşlanarak ölüme terk edilmişti... Mardin’in Erkek Milleti sus pus. Görmediler, duymadılar, bilmiyorlar. Şemse’nin cenazesini kadınlar kaldırdı. Kadriye de 16 yaşındaydı. Dayı oğlunun tecavüzüne uğramıştı. Hamile kaldığı anlaşılınca, aile meclisi kararıyla, ağabeyi önce başını taşla ezmiş, sonra satırla doğramıştı... Diyarbakır’da Mardinkapı’daydı... Diyarbakır’ın Erkek Milleti anlaşılan o ki olaydan hiç “rencide olmadı”, “Diyarbakırlılığa halel geldiğini” düşünmedi... Güldünya, İstanbul’da sığındığı hastanede... İstanbul’un Erkek Milleti, ne hastaneye, ne karakola, ne onu korumakla görevli olan yetkililere baskın yapıp yaşam hakkını aramadı... Sonra, onlarcası, yüzlercesi, binlercesi... Kadınların adları değişti, yöreler değişti, cinayet yöntemleri değişti, ama bu şiddet, bu dehşet, bu cinnet, bu rezillik değişmedi. Yukarıdaki olayları ben uydurmadım. Hayal gücü değil, roman, sinema hiç değil... Yaşananların, yaşanmakta olanın yalnızca birkaç örneği... Ama gelin görün ki, Erkek Milletimiz, bu yaşananlara değil de, yaşanmakta olan üzerine eğilen, “töre cinayeti”ni gündeme getiren, eleştiren “Yaralı Yürek” adlı televizyon dizisine “tahammül” edemedi! Vay sen bizim anlı şanlı Urfa’mızı küçük mü düşürmeye çalışıyorsun! Yoo bu kadar da olmazdı! Şanlıurfa’nın şanını korumayı görev edinen Urfa sever, millet sever, namus sever, vazife sever gençler (4050 kişilik bir grup) film setini bastılar; sille tokat giriştiler. İki yönetmen hastanelik oldu... Düşünebiliyor musunuz, Belediye Başkanı bile, sözüm ona baskını kınamak üzere ağzını açtığında, “İnsanımızı rencide eden bir yapımın gerçekleştirilmesine izin vermeyeceğiz” diyebiliyor! Adama sormazlar mı, bırak filmi, sinemayı, televizyon dizisini, önünde sonunda bunlar birer kurgu, kurmaca... Töre adına, namus temizleme adına insanlar öldürülürken, satırla doğranırken, boğazlanırken hiç mi rencide olmadın? Millet onurun, kent sevgin, ahlak anlayışın hiç mi aşağılanmadı? Ağırına gitmedi mi? Peki Belediye Başkanı’ndan “sokaktaki adama”, bu Erkek Milleti bunca rezillik, ilkellik, dehşet ve şiddet karşısında bunca aşağılanmaya nasıl tahammül etti de, şimdi gerçeğin, gerçeğin ta kendisinin yeniden kurgulanmasına “tahammül edemiyor??? ??? Bir başbakan düşünün ki, hiçbir eleştiriye tahammülü yok. Her fırsatta gazetecileri azarlıyor, onları “Vatan haini” diye nitelendiriyor... Bir adalet bakanı düşünün ki, “Türk aydını omurgasız ve ikiyüzlü” diyebiliyor... Bir eski paşa düşünün ki, ellerinde hâlâ yüzlerce gencin kanı varken, geri dönüşü olmayan binlerce yok etme, zayiat, hasar varken hâlâ konuşuyor... Bir medya düşünün ki, hâlâ bu eski paşaya bilirkişi muamelesi yapıyor... Bir ülke düşünün ki, çocuklar sokakta yürürken tedbir alınmadığı için üstü örtülmeyen rögara düşüp ölebiliyor... Ve bir erkek milleti düşünün ki, utanç verici gerçeklerden utanmayıp, o utanç üzerine düşünenlerin kurguladığı filme tahammül edemiyor... Nasıl çıkacak bu karanlıklar aydınlığa?.. eposta: [email protected] faks: 0 212 257 16 50 Ünlü denizcimiz Barbaros Hayrettin Paşa anılarında denizden hiç söz etmez! Hal böyleyken, göllerimizin tarihi konusunda bilgi sahibi olduğumuzu söylemek, iyimserlik olacaktır. Göl, suyun belleğidir oysa. Dünyanın oluşumunda başrol oy nayan suyun müzesi göllerdir... Ve Türkiye, Jeomorfoloji’nin (yeryüzü şekilleri bilimi) pek çok alanında olduğu gibi göller konusunda da büyük bir mirasa sahiptir. Edebiyatımızdaki gölleri gezecek olsak, Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi’ni elimize almalıyız. Roman, Küp Gölü’nün kıyısında oturan çobanların kaval çalmasıyla başlar... Kemal Tahir, Göl İnsanları’nda bir gölden çakıl taşıyan işçileri anlatır. Şiirde ise dizeleri bir çubuk gibi göl suyunda en çok gezdiren şair Melih Cevdet Anday’dır. Bafa Gölü için bir şiir yazan Anday’ın kitaplarında her an bir göl duyarlığı göz kırpabilir okura: Gün doğuyordu erken erken Uyuyakalmış üç martı var gölde. Ülkü Tamer, “Sıragöller” adını verir bir şiir kitabına; Cemal Süreya bir şiirinde Gazali’nin gölü bilgisayar olarak kullandığını yazar... Örnekleri çoğaltabilir miyiz? Birkaç şairi, yazarı da anabiliriz ama, göllerimizin güzelliğinin hakkını verebildiğimizi söyleyemeyiz. Edebiyatımız yalnızca deniz değil, göl kaç kınıdır aynı zamanda. Ne de olsa Barbaros’un çocuklarıyız!.. Ne dersiniz, bu kısırlığın, yetersizliğin nedeni Kaliforniya Üniversitesi’nde ders veren Sargun A. Tont’un “Sulak Bir Gezegenden Öyküler” kitabında dile getirdiği şu eleştiri olabilir mi: “... Şairler bisiklete atlayıp kırlara, ormanlara açılırlarsa o zaman yazılacak öykülerin, şiirlerin haddi hesabı olmaz. Üstelik ‘rakı şişesinde bir balık olmak’ gibi düşünceleri akıllarından çıkararak, masmavi bir göl kıyısında bembeyaz bir zambak olmayı düşünebilirler.” En çok sevdiğim su ülkesi denizdir… Irmakları da, gölü de severim ama “en çok” denizden yanadır gönlüm. İşte, bu tercihimi anlatan dizeler: Denizi sever en çok bendeniz bir ırmak ya da gölü değil ama sıragöller bana hep denizi anımsatır Gölde boğulan şair var mıdır? Olmaz olur mu?.. İngiliz romantiklerden Shelly’nin ciğerleri göl suyuyla dolmuştur örneğin. Li Po’nun öyküsü ise çok daha trajediktir! Çinli şair mehtaplı bir gecede sandalıyla göle açılır. Ayın sudaki görüntüsü o denli büyüleyicidir ki, Li Po kollarını açarak suya sarkar... Şair, o gece haylice içmiştir! Edebiyat coğrafyasının gölü Üç dizelik Japon şiirleri olan Haikai’de dağlar kadar göller de önemlidir. Az sözcükle çok şey anlatmak, yani derinlik yaratmak ustalığı olan bu şiir türü edebiyat coğrafyasının gölüdür. İşte, Buson’dan bir örnek: Yaşlı ufak bir gölde Bir kurbağa sıçrıyor Suyun sesi… Van Gölü’nde canavar, Sapanca Gölü’nde piranha, Bafa Gölü’nde ölü balıklar... Bunlar da olmasa göllerimiz bir yer bulamayacak kendilerine, gazete sayfalarında!.. Köşe yazarları ise birbirlerini bir kaşık suda boğmak için yarışıyor. Oysa, yazılacak, okuru bilgilendirecek o kadar çok konu var ki!.. Mimar Sinan’ın ilk eserinin, Kanuni’nin Bağdat seferi sırasında Van Gölü’nün kıyısındaki ağaçlardan yaparak yüzdürdüğü üç gemi olduğunu kaç kişi biliyor ki!?. 7 MART’TA KÜLTÜR KOLEJİ’NDE Duygu Asena anılıyor Kültür Servisi “Kadın Hakları” konusundaki öncü adımları ve geniş kitlelere ulaşan yazılarıyla mücadeleci kadınların başını çeken Duygu Asena, 7 Mart Çarşamba günü Kültür Koleji Ataköy yerleşkesindeki konferans salonunda düzenlenecek etkinlikle anılacak. Çarşamba günü saat 16.30’da başlayacak etkinlikte İpek Çalışlar, Oral Çalışlar, Ayşegül Sönmez, Nazım Alpman gibi önemli isimler Duygu Asena’yı anlatacak. Ayrıca etkinlikte Kültür Lisesi öğrencilerinin Duygu Asena’yla ilgili yaptıkları sokak röportajları, Asena’nın geride bıraktığı yapıtlardan ve hayattayken yaptığı röportajlardan kesitler gösterilecek. Etkinliğin onur konuğu ise İnci Asena olacak. CUMHURİYET 15 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear