26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28 ŞUBAT 2007 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA ÇANKAYA’YI TEMİZ TUT, TÜRKİYE’Yİ KİRLETME! 17 Hizbullah’a ceza yağmış... “Kefil bulamamışlardır!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Açıklama Mehmet Ali Kılınç: “Vatana ihanet edeni açıklamak vatan hainliği olur mu?” Yağmur Ekim Fenerbahçe Antalya’ya niçin gitti? Tatil için! Yanak Kemal Öncü: “Kanaltürk’teki gazeteciler, Başbakan’ın yanağını okşamadıkları için mi Maliye tarafından okşanıyor?” KUZEY Irak’ta kurulmakta olan “Kürdistan” yönetimi ile yani Barzani ile görüşülür mü? İslamcı hükümet “görüşülür” diyor; asker Barzani’nin PKK’ye destek verdiğini belgeleyip “ben görüşmem” diyor. Ankara’dan Mustafa Yıldırım dostumuz ise bizi, Turgut Özal’ın bir koyup üç almak üzere baba George Bush’la yaptığı pazarlık günlerine götürüp şöyle diyor: “Pazarlık sonrası Özal, Talabani ve Barzani ile ilişkiler kurar. Abdullah Öcalan ile aracılarla görüşür. O zamanlar her Başbakan’ın dibinden ayrılmayan danışman İlnur Çevik ve Özal’ın en güvendiği kişi Cengiz Çandar doğrudan aracılık yaparlar. Sonrası bildik şeyler: Barzani ve Talabani’ye pasaportlar, Ankara’da temsilcilik açmaları. Özel Kuvvetler Komutanı’nın Barzani ile aynı karavanaya kaşık salladığı açıklaması. Barzani kuvvetlerine giden silahlar. ABD askeri Görüşmeciler güçlerinin ‘Çevik Kuvvet’ adı altında Güneydoğu Anadolu’ya yerleşmesi. Sonrası mı? Silopi’de irtibat subayı olarak (neyin irtibatıysa) bulunan Albay Martin’in sınırımızın az ötesindeki PKK kamplarında elini kolunu sallayarak dolaşması. Arkasında silahlı PKK elemanları, yanında Irak muhafızları (hangi Irak’ın muhafızıysalar) sınırımızdaki tepeye gelip, gözetleme timimize ‘Ben, ABD’den Albay Martin! Siz ne hakla ABD’nin işgal ettiği toprağa girersiniz’ diye bağırması.” O günleri anımsadınız değil mi? Bugün de Başbakan RTE’nin “Kiminle gerekiyorsa onunla görüşürüz” sözü üzerine Mustafa Yıldırım “Aslına bakarsanız, biz bu hikâyeyi çok gördük. Washington’a gidenler resmi görüşmeleri kapı ağzında yorumluyorlar ama Amerikalı görevlilerden bu yorumları destekleyici en küçük bir açıklama yok” diyor ve ekliyor: “Kürt hareketi adına konuşan kim varsa, Abdullah Öcalan’dan bağımsız davranamaz. Öyleyse aslı dururken taklitleriyle görüşmenin ne anlamı kaldı? Oldu olacak, PKK işlerini onunla görüşsünler. Hem de adam el atındayken! Kuzey Irak’ta takır takır işleyen kurulu devletle görüşmeye gelince: O emir kullarıyla neyi görüşeceklerini anlamak zor. Nasıl olsa asıl patronlarıyla Washington’da, olmadı yetkili askerleriyle Ankara’da görüşülüp durulmuyor mu? Acaba görüşmecilerin derdi, Kürt devletinin, PKK’nin siyasal varlığını Türk ulusuna kabul ettirmek mi?” O Fotoğraf Sanırım hepimize çok şey anlattı o fotoğraf. Yetişkin bir erkeğin de yanaklarının, yeni doğmuş bir bebeğin incecik teninin okşanır gibi okşanabileceğini gösteren, o yumuşak dokunuşu ölümsüz kılan, çıplak, evet çırılçıplak bir masumiyeti simgeleyen o fotoğraf… Büyük medyamızın, başta Ertuğrul Özkök olmak üzere kalemlerinden bal damlayan köşe sahiplerini nasıl da heyecanlandırmıştı… Bir anlık duygu taşması mıydı Mehmet Barlas’ın gözleri gözlerinde, Başbakan’ın yanaklarını ellerinin arasına alıp öylece kalıvermesi? Demek istenen Başbakan’ın da sırasında şefkate muhtaç, bizim gibi bir “insan” olduğu muydu? Yoksa başbakanların da okşanabilir “canlılar” olduğu mu gösterilmek isteniyordu? Başbakan’ın bir gazeteci tarafından “alenen” okşandığı, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık ve yalın bir gerçekti. ??? Bir gazeteci bir başbakanı canı çektiğinde, içinden geldiğinde uluorta okşayabilir miydi, okşayabilmeli miydi? Ballı kalemler ağızbirliği etmişlercesine “Evet!” diyorlar, kendi hayatlarından örnekler vererek kendilerinin de yeri geldiğinde başka başbakanları okşadıklarını söylüyorlar, okşamalarını bir “iftihar vesilesi addederek” bunu ilan ediyorlardı. Ne var ki onlar başbakan okşamalarını kapalı kapılar ardında gerçekleştirmişlerdi, tanıkları yoktu, dolayısıyla bizi inanıp inanmama ikileminde bunalımlarımızla baş başa bırakıyorlardı. Bunalımımız, şiddetini artırıp bir noktadan sonra taşınamazlaşınca yeniden rahat soluk alabilmek, yeniden eski olağan hayatımıza dönebilmek için çaresiz inanıyorduk, içimizde bir parça kuşku kalsa da… ??? Ama hiçbiri Mehmet Barlas’ın yaptığını yapamamış, okşadığını savladığı başbakanı göstere göstere okşamamıştı. Bu bir ilkti. Basın tarihimize altın harflerle yazılacak bir ilk. Peki, ortada bayram yok, seyran yokken neden birden okşanıvermişti Başbakan? Bunun yaklaşan cumhurbaşkanı seçimiyle ve sonrasında gerçekleşecek genel seçimlerle bir bağlantısı, bir ilintisi var mıydı? Mutlaka olmalıydı, çünkü Mehmet Barlas gibi deneyimli bir gazeteci, durduk yerde değil bir başbakanı, değil herhangi bir insanı, bir kediyi bile okşamazdı. Başbakan da kendini okşatmazdı zaten. Öbür ballı kalemler gibi Mehmet Barlas da her iki seçimin de sonucunu tahmin edebiliyordu, bu pek de zor değildi zaten. Parlamento içi ve parlamento dışı muhalefetin tüm çırpınmalarına rağmen cumhurbaşkanının TBMM’deki AKP grubu içinden çıkacağı, genel seçimlerde de AKP’nin birinci parti olarak ipi göğüsleyeceği aşağı yukarı kesindi. Dolayısıyla o okşama, “Biraz daha dayan yavrum, başaracaksın!” anlamında bir yüreklendirme olarak algılanabilirdi. Öyleydi de. “Senin başarın, bizim de başarımızdır!” anlatımıydı özünde. Büyük medyanın, sayfalarını her Allah’ın günü Başbakan’a ve partisine övgülerle doldurması bir rastlantı mıydı? ??? AKP’yi halk seçti. Halk daha önce de bir partinin yüzde 25 oyla TBMM’de mutlak çoğunluğu elde edebilmesine yol açan, yüzde 10’luk barajla sandığa atılan oyların yüzde 40’ını çöpe gönderen o ucube seçim yasalarını çıkaran iktidarlara oy vermişti. Kendi kuyusunu kendi kazan insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyorduk. Yakın tarihimiz aynı zamanda bu çoğunluğun, tehlikelerin farkına varamamalarının, farkında olmamalarının, bu nedenle de başımızın bir türlü belalardan kurtulamamasının tarihiydi. Tarihin kendisi sürekli “tekerrür” etmekten yorgun düşmüş, bizler ise farkında olamamalarımızdan, farkına varamamalarımızdan bir nebze olsun bıkıp usanmamıştık. Sol, sözgelimi, bir türlü umut olamıyordu. Bir araya gelemiyor, birleşemiyor, birlik oluşturamıyor, sağlam bir güç olarak, güçlü bir iktidar seçeneği olarak AKP’nin karşısına dikilemiyordu. Bu ortamda, bu koşullarda ortalık büyük medyanın ballı kalemlerine kalıyor, balları tükenir gibi olunca uzanıp Başbakan’ın yanaklarından bal alıyorlardı. O fotoğraf çok şey anlatıyordu. Anlayanlara tabii… (eposta: dkavukcuoglu?superonline.com) SESSİZ SEDASIZ (!) Terane A. Tarık Emre: “Siyaset tribününden yükselen ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ teranelerine karşı ‘Türkiye sizinle kepaze oluyor’ deme hakkımı kullanmak istiyorum.” Mimar Sinan’ı Kemerburgaz’da boğdular ABD’DE sanat tarihi profesörü olarak görev yapan Bülent Karacadağ, bir İstanbul ziyareti sırasında yolu Kemerburgaz’dan geçiyor ve sonra: “Yol üzerinde Amerikalı arkadaşlarıma göstermek istediğim Mimar Sinan’ın eseri Uzun Kemer’in acıklı durumu beni perişan etmişti. Uzun Kemer işgal altındaydı. Bunu mektupla çeşitli kişi ve kurumlara duyurmaya çalıştım. Kimse ilgilenmedi. Şimdi bu gelişimde gördüm ki her şey daha perişan. 1564’te yapılmış 700 metre uzunluğundaki koskoca abide Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Ömer Karabey: “Hukukçular ve doktorlar; tehlikenin farkında mısınız? 16 Mayıs 2007’den sonra yerinizi ulemalar ve cinci hocalar alacak!” Değişim kemer, bezirganlar tarafından artık tamamen işgal edilmiş. Mimar Sinan’ı boğmuşlar! Garip ticarethaneler, son derecede çirkin yapılar hemen bu tarihi su kemerinin altına yerleşmiş; tarih katledilmiş. Aklım hafızam almıyor. Utancımdan keşke yerin dibine girseydim.” Ne diyebiliriz ki? Kemerburgaz; Eyüp Belediyesi’ne bağlı. Belediye, AKP’lilerin elinde. Adamların şu sıralardaki derdi Pierre Loti’nin adını silmek, Eyüp’ü “gavurlar”dan temizlemek; Uzun Kemer kimin umurunda! Irkçılar yurtseverlere milliyetçilik taslıyor: Tereciye “TR” satıyorlar! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr 12 Eylül talanı yargıda Hükümetlerin ülkeye, topluma, geleceğe bakışı nasıl anlaşılır? “Siyasal söylem” gibi “uygulama” da yanıltıcı olabiliyor. Çünkü, hükümetlerin beğenilen tutumları bile her an değişebiliyor. Demirel’in ünlü “Dün dündür; bugün bugündür” sözü, bu gerçeğin özetidir. Hükümetlerin asıl “niyet”lerini kavramak için en şaşmaz ölçüt ise kendi “yasa”larıdır; çünkü “söylem”in değil, “amacın sürekliliği”ni sağlar. Nitekim 20022007 tarihli hemen tüm yasalar da hükümetin ülkeye, topluma, geleceğe “gerçek” bakışını “kanıtlamakta”dır... Bunlardan biri de 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nda değişiklik yapan 4957 sayılı kanun... Daha doğrusu, turistik tesisçilere “kamu arazileri tahsisi” ile “ayrıcalıklı imar olanakları”nı başlatan 1982 Anayasası’nın “genişletilerek devamı”nı sağlayan düzenleme... Hükümet, “12 Eylül ürünü” olan bu talancı yasayı iptal ederek “Hazine ve orman arazisi yağması”nı durdurabilirdi. Ne var ki aynı yasanın talan alanları olan “turizm bölgeleri”ni ve “merdürdü... Geçici 15. maddenin kalkmasından sonra da yıllarca aynı “himaye”yi görmesi ise elbette ki “ranta düşkünlüğün” hemen tüm iktidarları tutsak almasındandı... Nitekim AKP de kendi imar politikasına pek “denk” düştüğü anlaşılan bu düzenlemeyi “iptal” etmek yerine “güçlendirme”yi yeğledi... Hem “12 Eylül dönemi bitti” deyip hem de “yasalarını sahiplenmek” ise bu yazının amacını aşan etik değerlendirmelerin konusu... Yasa mağduru profesör Bu noktada, örneğin Çevre ve Orman Bakanı’nın “Acarkent kahramanlığı” ile aynı “orman talanı”nı yaratan kendi yasalarını savunmasını tanımlamak da bize düşmüyor... Ama, yine Acarkent gibiler için, yasalardaki “imar hakkı” sürerken bunun “ruhsat”larını soran mahkemeye “Evet.. ne yazık ki bu yasaya göre ruhsat düzenlenebilir” demek zorunda olan Prof. Dr. Zekai Görgülü’nün durumunu da öncelikle medyanın “anlama”sı gerekiyor... Kimi “umarsız”lar tutup hükümete ve bakana, “Önce yasanızı iptal edin” diyeceklerine; YTÜ’nün “çevreye duyarlı” mimarlık ve şehircilik hocası Görgülü’yü “Neden yasal gerçeği yazdın” Kamu yayarına (!) ruhsatlı... diye sorgulamakezler”ini, 2003’teki 4957 sayılı yı “gazetecilik” sanıyorlar. Böylekanunla “kültür ve turizm koru ce hocanın yıllardır engellemeye ma ve gelişim bölgeleri ve turizm çalıştığı “kentsel talan”dan nemalananların ellerini ovuşturdukmerkezleri” olarak genişletti... Böylece, 1980’lerde Turizm Ba ları haberler yapıyorlar... Böylesine bir aymazlığa en gükanlığı’na verilen “kamu arazilerinde kayırmacı imar yetkisi”, zel yanıt ise onu tüm mücadele biyine bu hükümetin yarattığı “Kül rikimleriyle “dekan” görmek istetür ve Turizm Bakanlığı”na yen öğretim üyelerinin “en çok “bölgesel ölçek”lerde tanınmış ol oy”u vermeleri. Buna karşın Tudu... Son zamanlarda Bodrum ve rizm Teşvik Yasası’nın iptaline yöÇeşme’deki “yarımadalar bütü nelik oyu verecek bir tek iktidar nü”nde bakanlık yetkileri, işte bu milletvekilini ara ki bulasın... yasaya dayanıyor. 12 Eylül darbe ‘Nihayet’ sorgulanıyor cilerinin ancak, “Anayasayı askıNeyse ki şimdi bu yasa, “nihaya aldıkları dönem”de yasalaştırabildikleri bu imar anlayışı, şim yet” Anayasa Mahkemesi’nde... Antalya Barosu’nun “orman di “daha da geniş alanlar”da uyyağmasına karşı” açtığı davada gulanıyor... Danıştay 6. Dairesi, bu düzenleYılların ‘himaye’si menin “Anayasayla bağdaşmaPeki, böylesi bir “darbe yasa dığı kanısı”nı yüksek yargıya ilesı”, onca “demokrasi” yanlısı hü tirken dedi ki: “Orman tahsisi kakümetlerce neden yürürlükte tu mu yararına yapılsa bile, asıl öntuldu? Öncelikle 1982 Anayasa celikli ve üstün kamu yararı, orsı’nın sözde “geçici” 15. madde manın kendisinin korunmasısindeki “12 Eylül hukukunu ko dır...” İşte bu sözlerle yargılanan saderuyan” hükümler yüzünden... Bu madde, darbecilerin yasala ce arazi yağması değil; 12 Eyrı için anayasaya aykırılık davası lül’ün bunu başlatan “hukuk”u ile açılmasını yasakladığından, Turiz iktidarın “güçlendirici siyaset”i mi Teşvik Yasası da kendinden olacak... sonra devreye giren anayasayı çiğnemesine rağmen “görevi”ni sür ekinci?cumhuriyet.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 28 Şubat www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Gökova Körfezi’nin 1 güney kıyı 2 sında, doğal 3 güzelliğiyle tanınmış bir 4 koy. 2/ Temel, 5 esas... Yas. 3/ 6 Türk müzi7 ğinde kullanılan zilsiz bü 8 yük tef... 9 Radyum ele1 2 3 4 5 6 7 8 9 mentinin simgesi. 4/ Kâfi gelmeyen... Yu 1 G E D E L E Ç Ç nan mitolojisinde, 2 E Ğ İ R M A M A Zeus tarafından gök 3 D E Y İ M M E T E V İ T A U kubbeyi omuzların 4 E A R A R da taşımaya mah 5 M A T A kum edilen dev. 5/ 6 E R N A K İ S A S A V A N Savaş... Atı, saçı ve 7 Ç İ R sabunu vardır. 6/ 8 Z E N A N A G “Aysberg” de deni 9 K A N A R A S A len, lahana görünümlü bir tür marul... İlgi eki. 7/ Yurdumuzun sulak alanlarında da yaşayan, ördeğe benzer bir kuş... Güzel yazı yazma sanatı. 8/ Geçirimsiz bir toprak cinsi... Kumar oynatan kişinin kazançtan aldığı pay. 9/ Eşanlamlı, anlamdaş. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Denizli’nin Sarayköy ilçesinde bir kaplıca. 2/ Avcının av beklemek için taş yığınlarından yaptığı pusu... “Şu dünyanın imiş kapısı / Geldi geçti ak günümün hepisi” (Karacaoğlan). 3/ Nâzım Hikmet’in soyadı... İnce yapılı. 4/ Yazı makinesi. 5/ Afrika’nın güney ucundaki burnun adı... İlkel bir silah. 6/ Eti lezzetli bir balık... Bir nota. 7/ Bir gıda maddesi... Yüz metrekare değerinde yüzey ölçüsü birimi... Yenecek kadar olgun olmayan. 8/ Tuz Gölü’nün batısında bir göl. 9/ Eski dilde su... Zehirsiz ve çok iri bir yılan. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear