24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 6 ARALIK 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Darbeler ve Yeni Darbeciler!.. “Biz İslamı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz” diyenlerin cumhurbaşkanı, “Bu millet isterse laiklik tabii ki elden gidecek ” diyenlerin başbakan olduğu bir ülkede, laiklik ve çağdaşlığı dışlayan bir hükümet tarafından gerçekleştirilen “Cumhuriyet karşıtı darbe”nin bir “meşru girişim”le yok edilmesinden başka çıkar yol kalmamıştır!.. PENCERE Hayrünnisa Hanım’ın Ayağı ve Başı... Gazetelerimiz ‘olay’ı, manşetlerinden büyük fotoğraflarla yansıttılar... Cumhuriyet’te ise ‘haber’ yoktu... Atladık mı nedir?.. ? Manşet: “First Lady, starların tercihi ‘ünlü kırmızı taban’ı seçti...” Kırmızı taban neydi?.. Öğrenelim: “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Hanım meşhur Fransız modacı Christian Louboutin hayranı çıktı; Pakistan ziyaretinde modacının ünlü kırmızı tabanlı ayakkabılarını giydi. Uzun topuklu siyah iskarpinlerini gri giysi takımının altına giyen Hayrünnisa Gül, kırmızı tabanlı şık ayakkabılarıyla dikkat çekti. Fransız modacı Louboutin’in ayakkabıları 500 dolardan başlıyor. Louboutin’in tasarımlarını aralarında Madonna’nın da bulunduğu çok sayıda Hollywood ünlüsü tercih ediyor. Nicole Kidman, Sharon Stone, Jessice Parker, Christina Aguilera, vb. kırmızı tabanlı ayakkabıları yeğliyorlar.” ? Eh, demek ki Fransız modacı Louboutin, türbanlı Hayrünnisa Hanım sayesinde Çankaya’ya da çıktı... Çağdaşlaştık mı?.. Hayrünnisa Hanım Fransız modasını ayağının tabanının altına alacağına, saçında başında yeğleseydi ne olacaktı?.. Ama, Hayrünnisa Gül’ün kafası, Batı dünyasının modasını, başında değil, ancak ayağında izlemeye elverişli... First Lady’nin ayak modası, Fransa’da Louboutin’de... Baş modası Suudi Arabistan’da tesettürde... Kırmızı ayakkabı tabanına ruhsat var... Kırmızı şık bir şapkaya var mı?.. ? Hayrünnisa Hanım’a yürekten acıdım; erkek tahakkümünün tesettür güdümündeki yasaklarıyla baskı altına aldığı kadın ruhunun dışavurumu, ‘First Lady’nin ayağının tabanında kendini gösterebiliyor... Afganistan’dan İran’a, Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye dek kadını yasaklara mahkum eden şeriat, İslamiyetten kaynaklanmıyor... Erkek tahakkümünün pençesinde şartlanmış kadın, tesettürü Müslümanlık gereği saymak zorunda kalıyor... İçinde tomurcuklanan özlemini uzun topuklu ayakkabısının tabanındaki kırmızı renkle gidermeye çalışan Çankaya’daki tesettürlü hanımın ikinci sınıf yurttaşlık bilincine şartlanması, Türkiye Cumhuriyeti açısından ne kadar acıdır ve ibretliktir... Gel de ‘Büyük’ Sözlerine İnan! Her şeyi yazarak, konuşarak, tartışarak çözümleriz, diye şartlandırılmışız! Zamanla insanoğlu kendini bağlayan yönlendirmelerden kurtuluyor... Yoksa kurtulamıyor mu? Boşa giden yıllara bakınca, geçmişteki özgürlük, demokrasi, çağdaşlık, uygarlık atılımlarını ya da yarıda kalan birtakım iyi niyetli girişimleri anımsadıkça, büsbütün umutsuz oluyorum! ??? Her ilde, nerdeyse ilçede üniversite adında okullar kurmakla ülkeye, ulusa gerçek bir eğitim, öğretim getireceğimizi sandık mı, yoksa birtakım politikacıların kişisel çıkarlarına hizmet mi ettik? Anımsayanlarınız olacak, DP döneminde, yine böyle seçim bölgelerinde bir şeylerin yapılması rüzgârı eserken, sanırım bir Konya milletvekili kalkmış; “Ben de Konya’da bir liman kurulsun istiyorum” demişti! Bir ulusun yetmiş beş milyon insanını önce yurttaş yapmak gerekiyordu. Kendi başına düşünen, anlayan, arayan, bir şeyler öğrenmek hevesini duyan bireyler haline getirmek!.. Bunun için okullar kurmak, okuma yazmayı yaygınlaştırmak... Ama yalnız harfleri tanıtarak, sokak adlarını falan okuyabilecek duruma getirmek değil, hemen her gün evine bir gazete, bir dergi, arada bir kitap girebilen, yani gerçek anlamda okuryazar, bilinçli insanlar yaratabilmek... ??? Her milletvekili kendi bölgesinde üniversite kurmaya kalkıştı. Kurdu da!.. Ama yeterli bilim kadrosu var mı güvenilir, bir kitaplığı, bir laboratuvarı var mı, gereken araçları var mı diye düşünüldü mü? Üniversite, evrensellik anlamı taşıyan bir bilim yuvası... Seksen mi, doksan mı üniversite var, ama çağdaş bilime, sanata, kültüre sahip olan hangileri?.. Yine milletvekilleri tutturdular; “benim ilime de uçak gidebilsin, benim ilimde de havaalanı yapılsın.” Yaptılar da, hiç mi hiç gerekli olmayan yerlere korkunç giderler harcandı, havaalanları yapıldı, ama günde kaç uçak gitti geldi? İşte son acı örnek, Isparta. Başbakan Demirel’in doğum yeri diye bu ilimizde de havaalanı var, ama sorarım, günde kaç uçak gidip geliyor? İşte başına gelen, gitti gider 57 yurttaş... Yazılmadı mı, söylenmedi mi, tartışılmadı mı? Hepsi oldu! Ama sonuç değişmedi. Demek bizler konuşarak, tartışarak, yazarak hiçbir yaşamsal sorunumuzu çözemiyoruz, bu gidişle de çözemeyeceğiz.. Yaşımız ilerliyor, kırk yıl önce yazdığımızı yeniden yazmak, duyurmak, bir insan için, hele hele bir yazar için acının acısıdır. ??? Bu arada, Türkiye’yi bir satılık mal haline getirmedik mi? Onu sat yabancılara, bunu ortak et, öbürünü politika cambazlarıyla paylaş! Bir bakan kalkar yasadışı yapılmış evi yıkılırken, bu kez aynı yere üç köşk daha yapar! Bir bakanın oğlu daha çocuk yaşında şirket ortağı olur! Bir başkası oğluna gemi alır! Daha bir başkası gözler önünde en utanılacak işleri yapmaktan çekinmez! Say, say, say!.. ??? Evet, ne demişlerdi; “Her şey tartışmakla, konuşmakla, yazıp çizmekle çözümlenir...” Kavgayla, başkaldırmayla, darbeyle marbeyle olmaz! Demokrasidir işin özü!.. Haydi şimdi gel de, büyük laf eden o çokbilmişlere inan!.. Ülke gitti giderken, insanlık, özgürlük, ulusal onur bozuk para gibi harcanıp dururken!.. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU T ürkiye’de geçmişte yaşanmış olan darbelerin ya da siyasal yönetim karşıtı müdahalelerin kendine özgü bir şekli ve yöntemi vardı!.. Ülke siyasal sosyal ya da ekonomik koşullarla şekillenen bir açmaz içine düştüğünde, askerler ya bir muhtıra ile hükümeti uyarırlar ya da yönetime el koyarlardı!.. Belli bir süre sonra ülkede istikrarsızlığa yol açan koşullar yok edilir, muhtıra ya da darbenin nedenleri ortadan kalkar, askerler de kendi işlerine bakarlardı!.. Ne var ki yönetimi geçici olarak üstlenen ya da bir süre sonra eski sahiplerinin benzerlerine teslim eden bu müdahalelerin, ülkeyi düzlüğe çıkaracak sonuçlar almaya yetmediği, daha sonra gerçekleştirilen darbeler ve muhtıralarla ortaya çıktı!.. Darbelerin ve muhtıraların zamanla yönetimdeki siyasal partiler ya da ardılları lehine yeni bir durum ortaya çıkardığı anlaşıldı!.. Darbeye ya da muhtıraya muhatap olanlar, aslında iktidarı yitirecek durumda bulunmalarına rağmen yaptıklarının hesabını vermeden, çoğu zaman da yargı karşısına çıkmadan sorumluluktan kurtuluyorlardı. Daha sonra da kendileri ya da peşlerinden gelenler mağdur ve mazlum rolüne bürünüyor, halkın karşısına çıkıp iktidarın zorla ellerinden alındığını, bu nedenle ülkeye hizmet edebilme olanaklarının kalmadığını söylüyor, yeniden işbaşına gelmenin yollarını arıyorlardı!.. Bunu yaparken de ülkedeki istikrarsızlığa laiklik ve demokrasi karşıtı tutum ve davranışlarının neden olduğunu unutmuş görünüyorlardı!.. oynattı!.. “Yeni darbeciler”in ortak özelliği, laik rejime, “Atatürk İlke ve Devrimleri”ne karşı olmak; çağdaş ve laik Cumhuriyetin ardında duran anayasal kurum ve kuruluşlara karşı tavır almaktı!.. Kamu personelinin istihdamında, yükselmesinde, atanmasında İslami yaşam tarzı temel ölçüt haline getirildi!.. Cumhuriyetin kazanımları;Türkiye’nin gelenekselleşmiş kurumsal değerleri tümüyle yok edildi!.. Tek parti dönemi Türkiye bugün artık ardında hükümetin yer aldığı, bir Cumhuriyet karşıtı darbe süreci içindedir!.. Türkiye Cumhuriyeti laik ve çağdaş niteliğini günbegün yitirmekte; Türk halkının ulusal bilinci yok edilmektedir!.. Tek parti yönetimi, yasama, yürütme, yargı alanında gerçekleştirdiği darbelerle Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal niteliklerini eylemli şekilde değiştirmeye yönelmiştir. Cumhuriyetin kuruluş sonrasındaki 23 yıllık “Tek Parti Dönemi”ni her fırsatta karalamaya kalkan ve Atatürk Cumhuriyetini “Birinci Cumhuriyet” olarak tanımlayan “İkinci Cumhuriyetçiler” ne gariptir ki, bugünün tek parti yönetimi yanında yer almaktadırlar. Bu kesimin hükümete yönelik övgüleri ekranlardan taşmakta, sütunlara sığmamaktadır!.. Bu arada hükümet, laiklik ve demokrasi dışındaki uygulamalar önünde, hiçbir kurum ve kuruluşu engel olarak görmemekte, ısrarlı şekilde yoluna devam etmektedir!.. Anayasal kurum ve kuruluşlar yapılan bu darbeye tepki gösterirken bugüne kadar darbeler ve darbeciler karşısında yer alan belli bir kesim ise siyasal yönetimin neden olduğu yıkımları görmezden gelmekte, yeni darbecilere destek vermektedirler. Bütün bunlar olurken kimi siyasal yöneticiler, çağdışı ideolojik uygulamalara karşı çıkan anayasal kurum ve kuruluşları başarısız kılmak için yeni koşullar oluşturmanın peşine düşmüşlerdir. Hükümetin TBMM’den aldığı sınır ötesi harekât uygulamasına olanak tanıyan yetki, askerlere ancak 43 gün sonra, o da zorlu mevsim koşullarının başladığı bir dönemde iletilmiştir. Bazı siyasal yöneticilerin, bir kısım anayasal kurum ve kuruluşların başarısından mutluluk duymayacak kadar kin ve garez içinde oldukları zaten bilinmektedir!.. Bu çevrelerin inanmadan söyledikleri, sahte tebessümler ardında saklanmış olan gerçek yüzleri bunu göstermektedir!.. ve çağdaş” bir Türkiye yerine “şeriat” devletini savunan “yeni darbeciler” işbaşındadır!.. “Biz İslamı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz” diyenlerin cumhurbaşkanı; “Bu millet isterse laiklik tabii ki elden gidecek” diyenlerin başbakan olduğu bir ülkede, laiklik ve çağdaşlığı dışlayan bir hükümet tarafından gerçekleştirilen “Cumhuriyet karşıtı darbe”nin bir “meşru girişim”le yok edilmesinden başka çıkar yol kalmamıştır. Türkiye’de bugün iktidarı yönetimden uzaklaştıracak bu “meşru girişim” gündemi oluşturmaktadır. Şimdi bu girişimle yönetimi devralacak olanların Türkiye’nin geleceğini güven altına alacak yeni bir nesil yetişinceye kadar yönetimde kalabilmeleri için gerekli olan siyasal koşulların nasıl yaratılacağı tartışılmaktadır. Benzer gelişmeleri yaşayan Cezayir’de olanlar hatırlanmaktadır!.. Peki, bu “meşru girişim” nasıl yapılacaktır?.. Göz göre göre bir felakete doğru sürüklenmekte olan Türkiye’de “hükümetin darbesi” karşısında bu “meşru girişim” nasıl başlatılacaktır?.. Bu soru zihinlerde yer tutmaktadır!.. Bu sorunun yanıtını, herhalde rejimi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal niteliklerini korumakla görevli ve sorumlu olan muhalefet partileri başta olmak üzere tüm anayasal kurum ve kuruluşlar ve siyaset bilimciler ortaya koyacaklardır!.. Bu meşru girişime, Türkiye’nin geleceğinden sorumlu olan kişiler, kurumlar, kuruluşlar destek sağlayacaktır!.. Laiklik, demokrasi ve çağdaşlık çizgisinden çıkarılmaya zorlanan Türkiye, yeniden bu çizgiye sokulacaktır!.. Bu ülkede dinsel eğitimden geçen küçük çocuklar, ulusal, laik ve çağdaş eğitim olanaklarına kavuştuğunda; yardımla yaşayan yoksul kitleler özgür iradelerini kullanabilecek konuma ulaştığında; inanç yerine aklın egemenliğini savunan beyinler yönetim kademelerini oluşturduğunda Türkiye yeniden yaratılacaktır!.. Gelinen nokta Bugün Türkiye’de, “hükümetin darbesi” karşısında laik Cumhuriyeti, çağdaş demokrasiyi ve hukuk devletini savunan büyük bir kesim, bu hükümeti işbaşından uzaklaştıracak demokratik nitelikli bir “meşru girişim”in yollarını aramaktadır. Hükümet kanadında ise yeni bir nesil yetişinceye kadar yönetimde kalmayı amaçlayan böyle bir girişimin, siyasal İslam adına edinilmiş tüm kazanımları yok edeceği düşüncesi yüreklere korku salmaktadır!.. Türkiye şimdi bir arayış aşamasındadır!.. Türkiye, çıkmazdan önceki son yol ayrımına doğru hızla yaklaşmaktadır!.. “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin tüm kurum ve kuruluşlarına sızmış olan “Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları” ya da şimdilerde “Cumhuriyet ve Atatürk yandaşı” gibi görünmek zorunda olanlar, hıyanet ve melanet sergileyebilecek konumlarından uzaklaştırıldıkları an, Türkiye’de yeni bir dönem başlayacaktır!.. Yeni darbeciler Zamanla darbelerin ve müdahalelerin şekli ve yöntemi değişti!.. Bu kez “sivil darbeler”, “yeni darbeciler” dönemi başladı!.. Hükümet darbeleri değil, “hükümetin darbeleri” ortaya çıktı!.. Türkiye Cumhuriyeti, Mart 2002 sonrasında, kurulduğu tarihten bu yana en kapsamlı tehdit ve tehlikeyle karşı karşıya kaldı. Bu tehdit ve tehlike “siyasal İslam”dı. Türkiye’de siyasal yönetimi ele geçiren parti, dinsel bir yönetimin altyapısını oluşturmak üzere yola koyulmuştu!.. Devletin, hükümetin, anayasal kurum ve kuruluşların kadroları, olabildiğince çok sayıda “Cumhuriyet karşıtları” ile dolduruldu. Kendi çıkarlarına göre Türkiye’yi şekillendirmek isteyen ABD ve AB’nin yönlendirmesiyle hareket eden hükümet, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını askıya aldı!.. Devlet içinde gerçekleştirdiği darbelerle akıl almaz uygulamalara imza attı!.. Cumhuriyetin tüm taşlarını yerinden Bizim Gençliğimizde Buraları Yemyeşildi TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr Meşru girişim Türkiye’de bugün; “ulusal bilinç” yerine “ümmet” anlayışını yeğ tutan, “laik CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear