26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28 ARALIK 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Kömürcü Memduh Menekşe: “Valilerin sicil notu, bundan böyle dağıttıkları kömürle belirlenecektir!” Ya ğ m u r E k i m Beş kişiden biri yoksulmuş... “Oyların yüzde 20’si AKP’nin cebinde!” “SINIR ötesi operasyonlar kapsamında ABD’den alınan desteğin, verilen bazı sözler karşılığında olduğu iddia ediliyor” sorusuna RTE’nin yanıtı çok sert olmuş: “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı bir şeyler vermek karşılığı işbirliğine girecek kadar şerefsiz değildir.” RTE’ye şerefsiz diyen oldu mu? Asla. Hâşâ. RTE, şerefsizliği nereden çıkardı? Niye bu kadar kızdı? RTE, “Anlık istihbarat desteğine karşılık ABD’ye birtakım sözler verildi” iddiasını niye alçakça olarak değerlendirdi? Daha düne kadar karşılıklı alışlar ve verişlerle “kazankazan” diyen kendisi değil miydi? Şimdi ne oldu da bu denli sinirlendi? Elin gâvuru, The Economist dergisinde yazmış; BAKIŞ AÇISI GÜRBÜZ ÇAPAN Şerefsiz RTE 5 Kasım’da Oval Ofis’te GWB ile oturup konuştuğunda “Türkiye tarafından Kürtlerin bölgesel hükümetinin tanınması ve PKK için daha geniş kapsamlı ve liberal bir af çıkarılması” yolunda önemli adımlar atıldığını öne sürmüş. Gâvurun medyası bizim medya gibi akıllı uslu değil ki; aklına geleni yazıyor. Kaldı ki ABD Başkanlığı, bu değerlendirmeyi ciddiye alıp herhangi bir açıklama yapmamış. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı, resmi bir açıklama yaparak elin gâvurunun yorumunu yalanlamış ve “dosya” kapanmışken, şimdi kalkıp da “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı şerefsiz değildir” falan demek de ne demek oluyor, anlamak mümkün değil. Genç kızlar dikkat: Sarkozy geliyor! Müslüm Hasan Baş: “Müslüman bir başbakanın Amerika’nın Hıristiyan başkanına hesap vermesinin kitapta yeri var mı?” RTE’nin şekeri yükselmiş olmasın? Ama RTE’nin bu konuda samimi olduğu kesin. Çünkü RTE, 5 Kasım’daki Oval Ofis görüşmesinin şerefli bir şekilde geçtiğini şahitleriyle kanıtlıyor. Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ı, GWB’yi ve GWB’nin resmi tercümanını tanık gösteriyor. İşte bu noktada insanın aklına, RTE’nin Washington’a götürdüğü Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’u da keşke Oval Ofis’teki toplantıya almış olsaydı fikri geliyor; sonuçta şahitlerin sayısı artardı. Neyse artık olmuş bir kere ve zaten yeteri kadar tanığı varken RTE’nin “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı şerefsiz değildir” sözüne inanmayacağız da gâvur dergisinin yazdığına mı kanacağız? Allah RTE’yi başımızdan eksik etmesin ve AKP’nin Cumhurbaşkanını da Celal Talabani ile tez zamanda buluştursun inşallah. Yeni Yıl Yeni yılı atalarım 21 Mart’ta kutlarmış! Toprağın doğuma yattığı, börtü böceğin hayat bulduğu günde... Hayvanları kıra salar, evdeki kuru otları da yeni yıl müjdesi diye yakarlarmış, nevruzmuş adı, dağlılar için bahar müjdesi anlamında... Zor kara kışlar biter, kardan tipiden kurtulur, doğanın verimli kucağına atarlarmış kendilerini. Zor kolaya evrilirmiş... Bu müjdeyle birlikte, çocuklar baca baca dolaşır, sepettorba sarkıtır, hediye alırmış büyüklerden, boyalı pişmiş yumurta, kuru ceviz, yazdan hazırlanmış pestilköme, dut kurusu, yerfıstığı, kete, kurabiye, yani Allah ne verdiyse... Böyleymiş atalarımın yeni yıl kutlaması... Kırk hanelik köyümüzde 34 tane NevruzNoruz isimli amcalar, abiler hatırlarım. Hıristiyanların Noel’i gibi . Adında yaşatırmışlar yeni yıl müjdesini. Sonraları Hıristiyanlık icat olmuş. Yılbaşı, 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece oluvermiş. Takvimi de, saati de (gerçi her şeyimizi onlara uydurduk) kendilerine göre yapmışlar. Kafkas dağlarında 31 Aralık deli zemheridir. Zemheri, yoksulun ölümkalım mücadelesinin pik yaptığı günlerdir. Karla, tipiyle, donla, ölümle imtihan günleridir. Akarsular, göller don altında, toprak ananın gelinlik giydiği, ölüm meleğinin beyaz olduğu günlerdir. İsa’nın doğumu Hıristiyanlığa müjdedir. Ama dağlarda o “müjde” ölümle eşdeğerdir. Neyse yeni yıl, bütün insanlığın iyimserliği ile karşılanır. Umutlar pompalanır, olmadık renkli düşler kurulur. Müşterek bahisler, piyango kumarı, tombala oyunları, yılbaşı kumar partileri hep masum kabul edilir. Eski yılı geride bırakırken yeni yıla şansla girmek gelenek olmuştur. O gece herkes birbirine büyük şans diler. Başka zaman şans olmaz sanki. O gece kader anı gibidir. Herkes birbirine “şans” dilemek zorunluluğundadır. Bir dramatik örnek de; salı günü uğursuz kabul edilir. Salı sallar! Salı bizim en şanssız günümüz kabul edilir. Bakıyoruz tarihe, her günün manası tarih içinde saklıdır. 1453 yılı 29 Mayıs Salı günü İstanbul’un fethi tamamlanmıştır. Salı, Rum diyarı, Bizans için uğursuzdur; İstanbul’u kaybetmişlerdir. İlk onlar salıyı karalamışlar ve uğursuz saymışlardır. Bize n’oluyorsa, biz de salıyı uğursuz saymışızdır. Her şeye rağmen “yılbaşı” yeni umutların beyaz sayfasıdır. Piyangonun büyüğü yılbaşında çekilir. Biletleri karıkoca birbirinden saklar. İronik bir şey; piyango çıkarsa birbirimizden kurtulma hayalleri kurarız. O gece elimizde ne varsa kumara yatırırız. Hatta analarımız hindili pilav yapar, içine demir para atar. Kimin kaşığına denk gelirse talih ona gülecek gibi algılanır. Yani yoksul, yoksun, kimsesiz umuda belenir... Yılbaşında “devlet büyükleri” açıklama yapar; “Her şey iyi olacak!” İşsizlik kalmayacak! Yoksulluğun belini kıracağız! Enflasyonu sıfırlayacağız! Devlet, 1829 yaş arasında çalışanların işveren primlerinin ilk beş yılını ödeyecek! 50’nin üzerinde işçisi olan işyerinde hükümlü çalıştırma zorunluluğu kalkacaak! (Hükümlü suç işlemeye devam etsin.) Çalışan sayısı 500’ü aşan işyerlerinde spor tesisi kurma zorunluluğu kalkacaak! Çalışan kadın sayısı 150’yi aşan yerlerde kreş açma, doktor bulundurma zorunluluğu kalkacaak! (Doğmak ve hasta olmak yasak!) Breh, breh... Her şey işveren için müjde, yoksullara gelince... Kömür devletten. Ayda 20 YTL devletten. Ayda 20 YTL’lik bulgur, pirinç, çay poşeti belediyelerden! Ey yoksul! Noel Baba sana 20 YTL’lik gıda poşeti ve bir torba kömürle gelecek, zemheride kapıyı açık tut. Umut, bir dahaki bahara... İyi seneler, yoksul halkım! İyi seneler zekâtsadaka verenler... İyi seneler... gurbuzcapan@eksev.org.tr/Faks: 0212 672 71 71 SESSİZ SEDASIZ (!) İhaleyle iktidar, ihaleyle sanatçı! İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi’nin Şehir Tiyatroları ve Kent Orkestrası için ihaleyle ve tane hesabıyla sanatçı alımına ilişkin Kemal Öncü’nün bir çift sözü var: “Sonuç alıncaya dek tepki sürdürmek gibi yaygın bir davranış modelimiz olmadığı için sonuçta bu ihale yapılacaktır. Çoğunluğun ‘milli irade’ olarak kabul gördüğü ve yaşamın onun değerlerine ve kararlarına göre biçimlendirilerek azınlığın yok sayıldığı bir toplumda üç beş kişi feryat edecek ve susacaktır. Ben ise bu ihaleye değil, buna şaşanlara şaşıyorum. Şehide ‘kelle’ diyen bir zihniyetin sanatçıya da alınıp satılacak bir ‘kelle’ muamelesi yapmasına niçin şaşılır ki? Sanatın içine tüküren bir zihniyetin sanatçıyı ihale konusu beş ton lahana ile eş tutmasına niçin şaşılır ki? Resmin üstüne tül örttüren bir zihniyetin sanatçı ihalesi açmasına niçin şaşılır ki? Ve yıllarca ABD’nin ihalesiyle iktidara gelenlerin ihale ile sanatçı devşirmesine niçin şaşılır ki? Meclis’te kendisini temsil edecek milletvekillerini kendi seçmeyip, parti patronlarınca belirlenmiş milletvekili adaylarını sandıkta ihaleye giren partileri seçerek Meclis’e gönderenler, ihale ile sanatçı alınıp satılmasına, kiralanmasına niçin şaşarlar ki? Bu ihale yapılacak, o sanatçı ihale ile kiralanıp sahneye çıkacak, bu seyirci de onu bir güzel alkışlayacak... İki gün boyunca gazetelere, ekranlara yansıyan tepkiler de unutulup gidecek. Ne demiş atalarımız? İmam bildiğini okur!” behicak?yahoo.com.tr Üçf Yavuz Kırakalı: “Portekiz’in eski diktatörü Salazar’ın üç f’si fiesta, fado, futbol; Türkiye’de fukaralık, faizcilik, fundamentalizm olarak pek de güzel kullanılıyor!” Dinci Gülhan Elmas: “PKK’nin üzerine dinci örgütlerle gidilecekmiş. Hizbullah uymadı, Fethullah verelim...” 21. Yüzyılda İki Şeriat MERİÇ VELİDEDEOĞLU Kitaplı üç dinin de inananlarının gerek bireysel, gerek kamusal yaşamını düzenleyen birer şeriatları vardır; bunların ilki, bilindiği gibi, Musa dinininkidir. Yaklaşık üç bin yıllık bu dinin şeriatı, insanların giyiminden sakalına saçına, yemesinden içmesine, mutfağından yatak odasına dek uzanır; kamusal yaşamın en ince ayrıntılarını ele alır; yaptırımları, cezaları belirler. Tüm bu düzenlemenin temelinde de “cinsel ayrım” büyük yer tutar; dahası yalnızca kadınlara özgü kurallarla bu ayrım pekiştirilerek, kadın “ikinci sınıf” insana indirgenir; İslamda olduğu gibi, bu eşitsizlik kaldırılırsa, bu şeriat da bir bakıma çöker. Bu dinin halkı Yahudiler, 1948’de Filistin toprakları üzerinde İsrail devletini kurdular; daha doğrusu kurduruldu... Dünyadaki Yahudiler arasında birliği sağlayan, kısacası bu devletin kuruluşunda temel payı olan dinin, “Yahudi Şeriatı”nın, “Halaka”nın (Yahudi din hukuku) yönetimde yeri ne olacaktı? ??? Recm, kısas, mirasta ayrımcılık, birden fazla kadınla evlenme, sınırsız cariye edinme, doğumdan sonra kadının aylarca toplumdan uzak tutulması gibi, Yahudi şeriatının temel kurallarının uygulanmayacağı, devletin kuruluş belgesindeki “eşitlik” ilkesine bağlanabilirse de, “İsrail sivil bir hukuk devleti olarak kuruldu; Halaka devleti olarak değil!” denilse de İsrail’de kimi şeriat uygulamaları hâlâ geçerlidir; ayrıca alanlarının gittikçe genişlediğinden söz edilir. Üstelik anayasanın yokluğunda dincilerin, kutsal, kitabın kimi metinlerinin, devletin anayasası gibi algılanıp onun yerine geçmesini istemelerini kolaylaştırdığı belirtilir. Dinsel hukukun yer almadığı bir “anayasa” yapmak, evliliği devletçe gerçekleştirmek, eğitim birliğini sağlamak, dinsel topluluklara tanınan ayrıcalığı (vergi vermeme, askere alınmama) kaldırmak, eşitliği temel kılmak, cumartesi çalışma yasağını kaldırmak ve ötekiler gibi şeriatı dışlayan değişimleri içeren bir tasarı, yedi yıl önce (2000) Başbakan Ehud Barak öncülüğünde hazırlanıyordu. Bu çalışma topu topu altı ay sürdürülebildi; Ehud Barak, yeniden başbakan seçtirilmeyerek (!) rafa kaldırıldı... Yedi yıl sonra bugünkü Başbakan E. Olmert, geçen temmuz ayında, evlilikte, “medeni nikâh”ın sınırlı bir biçimde uygulanacağını açıkladı. Ne ki bundan, yalnızca 260 bin göçmen Yahudi yararlanacaktı; dolaysıyla bu bir “damlacık” değişim, çoğunluğu sevindirmedi; ama genel bir tepki de olmadı... Bilimin, tekniğin üst aşamalarında dolaşan, bu yolla sorunlarının çoğunu çözümlemiş, düşünsel, sanatsal alanda gerek Aydınlanmanın, gerekse çağının yeniliklerini denemiş bir toplumun, 21. yüzyılda hâlâ üç bin yıllık dinsel kimi yasalarla yönetilmeyi kabullenmesine ne demeli? Dinlerinin yalnızca İsrailoğulları’na özgü olması dincilerin aşılamaz gücü, dış Yahudilerin “desteği keseriz” tehdidi, ABD’nin tutumu ve öteki nedenler, engeller yedi yıl önce de vardı; Ehud Barak, yine de “laiklik” atılımını yapmıştı... Eksik de olsa şu tablo bile, bu ilk şeriatla çok büyük ölçüde örtüşen İslam şeriatının, kamusal yaşam düzenlemesinin, Anadolu’daki altı yüz yıllık geçerliliğine son veren “1923 Devrimi”nin boyutunu bir kez daha gözler önüne getirmiyor mu? Bir buçuk milyarlık İslam dünyasında “tek” oluşunun, 80 yıldır şimdilerde pek çok yara alsa da sürdürülüşünün anlamı katlanarak büyümüyor mu? Batı’nın başta AB olmak üzere, anlamazdan geldiği bu “eşsiz ayrıcalığı” sağlayan, “koruyan” zorunluluklara saldırmasının amacının ne olduğu daha açık anlaşılmıyor mu? 1923 Devrimi’nin temelini oluşturan “laiklik” için, “zihinsel altyapı henüz hazırlanmamıştı”, toplum henüz “zihinsel eleştirel düşünce süreci”ne girmemişti, eğitimsizdi, dolayısıyla “değişmez dogmalardan kurtulup, değişebilen ilkelere” bakmaya geçememişti gibi eleştirilerin, İsrail örneğinde ne kertede bir anlamı olabilir? Az önce de belirtildiği gibi, İsrail toplumunda bunlar genelde gerçekleşmiş değil midir? “Laiklik” için, Atatürk’ün zamanlamasının ne denli “isabetli” olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor sanırım. 1923 Devrimi’ne bir de İsrail örneği penceresinden bakmak, kimilerine yeni bir yaklaşım getirir mi dersiniz? Ama, ne yazık ki artık Türkiye’de böyle bir sorunun anlamı yok... m.velidedeoglu?hotmail.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com BULMACA HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 28 Aralık www.mumtazarikan.com Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. Nurdan DİŞLİTAŞ İstanbul Teknik Üniversitesi’nden almış olduğum mezuniyet belgemi kaybettim. Hükümsüzdür. İsmail ÖZAY 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Söz söyle1 mekten korkma. 2/ Düşün 2 cesizce her 3 işe atılan... Yerölçümün 4 de kullanılan 5 taksimatlı 6 cetvel. 3/ Ka7 radeniz yöresine özgü, 8 mısır ununa 9 çeşitli sebze1 2 3 4 5 6 7 8 9 ler karıştırılarak ya1 R İ S O T T O A pılan ekmek... Eski 2 A A B R A H İ T dilde ok. 4/ Siper, Ş EMS E hendek... Himalaya 3 V İ P T H lar’da yaşadığına 4 İ K A M E T N U R İ Y E inanılan “Kar 5 Y R O K O K O Adam”a verilen ad. 6 O F 5/ Ödeşme, razı ol 7 L İ Y A N R A M ma... Coşkun, esinle 8 İ L A N A G Ç dolu. 6/ Ağrı Da 9 O R A N L AMA ğı’nda bir yayla... Verme, ödeme. 7/ Gözlem ve deneyimler sonucu elde edilmiş şeylerin tümü. 8/ Anlaşma, uyuşma... Bir zaman birimi. 9/ Üstü kapalı olarak anlatma... Marmara Denizi’nde turistik bir ada. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kekelemek ya da söyleyiş hatası yapmaktan çekinerek konuşmaktan korkma. 2/ “Denizayısı” da denilen fok türü... İtici neden, güdü. 3/ “Yine yükünün kervanı geldi / Çekemem bu derdi bölek seninle” (Feryadi)... Bir bilim ya da sanat alanında kullanılan özel anlamlı sözcük. 4/ 106 taşla oynanan bir oyun... Leylak rengi, açık mor. 5/ Güzel söyleme ve yazma yeteneği. 6/ Kemiklerin yuvarlak ucu... Boru sesi... Bir işi yerine getirme. 7/ “Çok hoş” anlamında argo sözcük. 8/ Oylumlu... Köpek... Halk dilinde bulgur pilavına verilen ad. 9/ Güney Amerika ve Okyanusya’da yetişen büyük bir orman ağacı. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear