28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16 ARALIK 2007 PAZAR 2 Montaigne, “Yolda ilk karşımıza çıkan insanla konuşur gibi yazmalı” der, Eyuboğlu’nun büyük başarıyla Türkçeye kazandırdığı “Denemeler”ini okursanız, görürsünüz bunu. 16. yüzyıldan bugüne kalmasında hiçbir zaman güncelliğini, sıcaklığını yitirmemesinde bu özelliğin etkisi büyüktür. Yapaylıktan, bilgiçlikten, sıkıcılıktan kaçmıştır Montaigne. Yalnız kendinden söz etmiştir, ya da yalnız kendinden söz ediyor havasını vermiştir. Oysa çağının, daha doğrusu bütün çağların insanının iç evrenine inmenin yolunu bulmuştur. Yalın, rahat, konuşur gibi, hem de yolda ilk karşısına çıkan insanla konuşur gibi yazarak. Deneme adını verdiğimiz bu türün ilk başarılı örneklerini Montaigne vermiştir. Bizde de Ataç, Eyuboğlu, Yetkin önceki kuşakların etkili deneme yazarlarıydılar. Ataç’ın en çok, yolda karşısına çıkan biriyle konuşur gibi yazma özelliğine uyan, yakışan Anday’la Günyol’un tüm deneme kitapları da bu özelliği taşır. Rahat bir anlatış, bilgiçlikten kaçış, oldukça kısa tümce yapısı, mantığın, zekânın ağır basması, en derin, en karmaşık bir konuyu bile incelerken okurun beğenmesini, ondan bir şeyler almasını olası kılan bir yazış, anlatış biçimi... Bu tür yazılar biriki kez okumakla kalınmaz. Alır saklarsınız o kitabı, arada bir açıp okursunuz. Hem bir çağın rengini verir size, hem de düşünceyi açmanın, en zor en karışık gibi gelen kavramların, anlamların gizlerine girmenin yolunu gösterir. ??? Anday’ın şair, oyun yazarı, denemeci niteliklerini, gerçek bir sanat ve düşün adamı yanlarını yansıtan bir kitap “Yeni Tanrılar”... Bilime önde yer veriyor yazar, ama sanatı, kültürü bilimin gerisinde bırakmıyor. Her şeyin başında sürekli bir kuşku, bir arama, her şeyi ayrıntılarıyla inceleme, hiçbir şeyi ezberden, körü körüne benimsememe... “Doğrusunu söylemek gerekirse’’ diyor, “bilime saygının en yüksek dönemini yaşıyoruz bir bakıma. Belki de buna bilim aptallığı demek daha doğru olur. Her şeyi bilimden bekliyoruz, her sorunumuzu bilim adamlarının çözümleyeceğini sanıyoruz; sanatı, edebiyatı bile onların doğrula OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Anday’la, Günyol’un Anılarına Saygıyla... masını istiyoruz. Oysa yoktur böyle bir bilim adamı.” Montaigne de demiş ya: “Bizler, var olan bilimin bilginleriyiz.” Bilim çağdaş bilgilerin tümüdür, sanatsa çağını aşan bir güçtür. Öyleyse Anday’ın bu kuşkusu yerindedir. Deneme türündeki yazıların bence en önemli özelliği şudur: Kesinlemelere girmeden okuru kendisiyle tartışmaya çağırmak... Okur bizimle aynı görüşte olmayabilir, ama yazımızı okurken bir kuşku büyümeli içinde, o mu doğruyu yazıyor, yoksa ben mi en doğruyu biliyorum diye... Yazarlık yaşantımın en güzel övgülerinden biri sayarım bir genç okurumun bana yazdığı şu cümleyi: “Her düşüncenize katılmıyorum, ama yazınızı okurken sizinle tartışıyorum içimde, sizinle tartışmak o kadar güzel ki.” Ben bunu Anday’ı birbirinden seçkin altmış denemesini ardı ardına okurken yaşadım. O zaman anladım en başarılı yazılarımız, okurları kendi kendileriyle tartışmaya çağıranlar, sürükleyenlerdir. ??? Günyol’un “Devlet İnsan mı?” yapıtının arka kapağında şöyle yazılmış: “Batı’dan edindiği düşünceleri bir süs gibi taşımayıp yurdunda bir işe yaramasını, uygulama alanında kendi koşullarımıza göre bir yer bulmasını isteyen bir yazardır Vedat Günyol.” En soyut konuları bile somutlaştırmak, pratik yaşamda bir anlama kavuşturmak dileği var yazarda. Derin kültürü, yaşam deneyi, zekâsı, mantığı bir bütündür. Her şey insanlar içindir, “Yolda karşımıza çıkan ilk insanla konuşur gibi yazmak”, o karşılaştığımız insana, insanlara yarar sağlamaktır amaç. Boşuna söz yığınları olmamalıdır yazı, deneme, sanat.. insanlara bir yarar sağlamalıdır. Hiç değilse “insan kavşağı”nda buluşturmalıdır, duyan düşünen kişileri... Vedat Günyol’un yazıları “insan kav şağı”nın önemini duyuruyor bize. “Bir insan kavşağına varmıştım, tatları acıları, dertleri sevinçleri ile yirmi sekiz yılımı dolduran, anıları içimde taptaze yaşayan, yaşayacak olan bir sıcak, bir taze insan kavşağına. Yıllar yılı bir kavşakta bulacaktım mutluluğu.” Öğretmen olmak, ama gerçek bir “insan öğretmen” olmaktır bunun adı. Sıcaklığı duyulan bir insan kavşağında yaşamaktır. İnsan olmadan hiçbir şey olunamaz.. ne yazar, ne öğretmen, ne yönetici!.. Bütün yazılar bir insanlık öğretisidir. ??? Yıllar sonra yeniden okuduğum “Yeni Tanrılar” olsun, “Devlet İnsan mı?” olsun, onlara benzer “insanı insan eden” başka yapıtlar olsun, hepsi bizleri bir “insan kavşağı”na götürür. Boşuna dememiş Montaigne, “Yolda karşımıza ilk çıkanla konuşur gibi yazmalı” diye... Bunu insanoğluna yaklaşmakta, sorunlarına eğilmekte en yararlı yol saymalı... Ne dışlarında, ne tepelerinde, ne uzaklarında... Anday’ın, Günyol’un tazeliğini, yeniliğini yitirmeyen kitaplarının gücü burdan geliyor... İki değerli dostumun anılarına saygıyla... PENCERE Ortalık Elbette Karışacak... Anadolu’da topraktan fışkırmış iki mizah dehası var ki tüm Batı dünyasında eşini menendini bulmak olanaksız... Nasrettin Hoca... Ve Bektaşi... ? Bizim şaşkın medyadaki AB’ye ilişkin son yazılar insana parmağını ısırtır... Göbeğinden bağımlı kimi eski diplomatla, kurnaz İslamcı iktidara yamanmış mandacı enteller, apaçık ortaya çıkan gerçeği hâlâ örtbas etmeye çabalıyorlar... Oysa Türkiye’nin AB’deki durumu ne?.. ? Nasrettin Hoca, mahalledeki paşanın konağında verilen ziyafete, davetli değilken damlamış, sofraya ilişip atıştırmaya başlamış... Evin kâhyası usulca Hoca’nın yanına yaklaşıp kulağına uyarısını yapmış, ama, bizimki umursamamış... Kâhya bakmış ki olacak gibi değil, uşaklara işareti çakmış... Uşaklar, koluna girdikleri gibi Nasrettin Hoca’yı konağın kapısının önüne bırakmışlar... Hoca: Eeee.. demiş, bu kadarına da istiskal denir... Fıkranın inceliğini kavrayabilmek için “istiskal”in tam anlamını bilmek gerekir... ? İstiskal’in sözlükteki karşılığı: “Bir kimsenin orada bulunmasından tedirgin olma.. Bir kimseden hoşlanılmadığını belirtmek...” AB’den daha ne bekliyoruz?.. Kapının önüne bırakılmayı mı?.. ? “İstiskal” gibi “takıyye” de alengirli bir sözcük... Ne var ki “takıyye” artık iç politikamızın ve hükümet ile devlet yönetiminin içeriğini oluşturduğundan herkesin malumudur... Devlet hayatında takıyyenin yeni bir örneği gazete haberlerinde sergilendi... ? Yeni YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan konuşuyor ve diyor ki: “Sayın Cumhurbaşkanı (Gül) ve Başbakan (RTE) beni uyardılar...” Ne konuda?.. Gül ve RTE, Özcan’a “dikkatli konuş” uyarısını yapmışlar... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yeni YÖK Başkanı’nın kulağını bükmüş.. “Aman hocam” demiş.. “Dikkat” demiş.. “Bir şey söylersin, ipimizi çekerler...” demiş... Takıyye işte budur!.. İçtenlikle konuşup gerçekliğini açıkça ortaya koymak yerine, asıl amacını gizleyip saklayıp, olduğundan başka türlü görünmektir... Demek ki bu konuda Cumhurbaşkanı, Başbakan, YÖK Başkanı arasında tam bir “mutabakat” var... ? Ortalık karışık mı karışık... AKP iktidarı, Amerika yedeğinde, ılımlı İslam devletini hesaplı bir tasarımla aşama aşama kuruyor... Ortalık karışmadan bu iş tezgâhlanabilir mi?.. Peki, biz ne yapıyoruz?.. ? Yazıya Nasrettin Hoca fıkrasıyla başladık, Bektaşi’yle bitirelim... Bektaşi’nin camiye gideceği tutmuş, içeri girerken eşeğini avlu kapısının dışına bağlayıp demiş ki: Allah’a emanet... Camiden çıkan Bektaşi bakmış ki eşeğin yerinde yeller esiyor... Kafasını göğe kaldırmış: Kabahat ne sende, ne de merkepte, demiş, sana güvenen eşekte... CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear