02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
3 OCAK 2007 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA ÇANKAYA’YI TEMİZ TUT, TÜRKİYE’Yİ KİRLETME! 17 Özel vergi dairesi kuruluyormuş... “Bir de özelleştirdiler mi tamamdır!” KÜRESEL masal dünyasında “zamanı gelmiş fikir”den söz ediyor Bülent Esinoğlu “Emperyalizm 1980’li yıllarda bir küreselleşme kampanyası başlatmıştı. Emperyalizm biliyordu ki bir fikir kitlelere mal edilirse, o fikir atom bombasından daha etkilidir. 1980’lerde yasalarımız doğrudan medya kuruluşlarını satın almaya uygun değildi. Araya ‘Beyaz Türkler’i koyarak, paravan şirketler ile her şeyden önce medyayı ele geçirdiler. Arkasından kamu mallarının özelleştirilmesi için verimlilik, sermayenin tabana yayılması, istihdamın artırılması gibi ‘asrın yalanları’ pompalanmaya başlandı. Hem küreselleşiyorduk hem de asrın talanı sürüyordu. Bunların bütününe küreselleşme dendi. Olanlara bilimsel kılıflar dikildi. Raflar dolusu kitaplar yazıldı. Küreselleşme dışındaki fikirler mahkum edildi. En soldakiler bile PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Melekler Ceyda Öztat: “Nihayet bu da oldu. Diyanet, meleklerin cinsiyetinin olmadığını açıkladı. Aynı tartışma sırasında Bizans yıkılmıştı; umarım Türkiye Cumhuriyeti’ni yıktırmayız!” Yağmur Ekim Uyuşturucu yaşı 12’ye inmiş. Demek ki geleceğe hazırlanıyorlar! Eğitilmiş Hamza Saykan: “Polise şiddet eğitimi veriliyormuş. Bundan sonra eğitilmiş cop yiyeceğiz anlaşılan!” küreselleşmeye teslim olmuştu. Kendilerini kandırmak için de özelleştirmeye ‘sermayenin etkin kullanılması’ diye bir ifade bulmuşlardı. Sanki iyi yönetilirse kamu da etkin kullanılamazmış gibi. Bu yönlendirmeye karşı çıkan namuslu solcular da oldu. Ama düşüncelerini anlatacak ortam yoktu. Gerçi şimdide yok. Çünkü medya hıyanetin eline çoktan geçmişti. İşte bu ortamda küreselleşme fikri, ‘zamanı gelmiş fikir’di. Küreselleşme fikri geleceği temsil ediyordu. Geleceği yaratacaktı. Bu gelecek insanların rahatça iş bulacağı, zengin bir gelecekti. AB’ye üyelik de küreselleşme ile ilgili bir meseleydi. Hem küreselleşecek hem de AB’ye üye olacaktık. Toplum bu paradigmaya göre Fikir dizayn edilecekti. Olmadı. Her şey birbirine karıştı. Çünkü biz gerçekte ‘doğu’ idik. Kültür özgündü. İslamın motiflerini yaşamıştık. Tarihimiz başka, genlerimiz başkaydı. Paradigmanın sonuydu. Zaman gelmişti. Kendi gerçeklerimize dönmemiz gerekiyordu. Zaman bireylerin tek tek kurtarılması zamanı değil, toplumsal kurtulma zamanıydı. Tek tek kurtulunca toplum kurtulmuyordu, vatan kurtulmuyordu. Toplumsal olarak kurtulmak için toplumsal mülkiyetten yana, yani vatandan yana tavır koymak gerekiyordu. Bu da ekonomik alanda devletin müdahalesini gerektiriyordu. Aciz devlet değil, güçlü devleti gerektiriyordu. İşte şimdi ‘zamanı gelen fikre’ geldik. Zamanı gelen fikir, geleceği belirler. Zamanı gelen fikir, iktidarı belirler. Özelleştirmenin modası geçti, ‘haçlı eşbaşkan’ın da modası geçti. Gerçekler kendini dayatıyor.” Uşak Olmadan Diktatör Olunur mu? Sevgili Mustafa Balbay pazartesi günkü yazısına anlamlı bir başlık koymuştu: “Diktatörler Biraz da Uşak Olmalı”. İdam edildiği cumartesi sabahından beri medyanın gündeminin ilk sırasında Saddam var. Herkesin eli kanlı bir diktatör olduğunda ağız birliği ettiği 1937 doğumlu Saddam, 1959 yılında, henüz 22 yaşındayken görülmüştü Irak’ın siyaset sahnesinde. On yıl sonra, Devrim Komuta Konseyi Başkanlığı’na getirilene kadar sürgünler, tutuklamalar, bir de 19641966 yılları arasında iki yıl hapislik geçmişti başından. İki kutuplu dünyanın Ortadoğu’daki önde gelen figürlerinden biriydi. 16 Temmuz 1979 tarihinde Başkan Bekir’in istifası üzerine Devrim Komuta Konseyi Başkanlığı’nın yanı sıra Devlet Başkanlığı ve Arap Sosyalist Partisi (Baas) Genel Sekreterliği görevlerini üstlendi. ??? 22 Eylül 1980 günü Irak uçakları İran havalimanlarını bombaladılar, yedi yıl süren ve iki ülke arasında herhangi bir sınır değişikliğine yol açmayan savaşta bir milyona yakın Iraklı ve İranlı can verdi. Savaş 1987 Temmuz’unda sona erdi, bir yıl sonra Kürtlere saldırdı, Irak askerleri Halepçe’de kıyım yaptılar. Bu kıyımla birlikte Kürtlerle Araplar arasında zaten var olan ayrılık büsbütün derinleşti. 1990 yılının ağustosunda ise Irak ordusu Kuveyt’e girdi, fakat ABD liderliğindeki ittifak güçleri tarafından geriye püskürtüldü. Sovyetler Birliği’nin dağılma süreciyle birlikte bozulmaya başlayıp tek kutuplu dünyaya dönüşen küresel dengede “yanlış ata oynaması” kendi adına bir talihsizlikti. Saddam herhangi bir gücün uşağı değildi ama kendi hırslarının tutsağıydı. Halkını demir yumrukla yöneten bir diktatördü. Arap ülkelerinin tümü demokrasiye yabancı; toplumlar diktatörler, krallar, emirler tarafından yönetiliyor ya da Mısır’daki gibi ipler değişmez bir gücün elinde oluyor. Bu ülkelerin ortak özelliği sanayileşmede çok geç kalmış olmaları. Altyapıyı da üstyapıyı da feodal ilişkiler belirliyor. Buna bağlı olarak uluslaşma süreci de çok yavaş işliyor. Bu tür ülkeler kendi yapıları gereği emperyalizme bağımlılar, her türlü sanayi ürünü, teknoloji dışarıdan geliyor. Bu durumda kendilerini yöneten diktatörlerin, kralların, emirlerin doğrudan doğruya uşaklaşması gerekmiyor. ??? Uşaklıkları belirgin olarak görülen yöneticilerin başta olduğu ülkeler diğerlerine kıyasla çok daha zengin konumda olan petrol üreticisi ülkeler. Feodal ilişkilerin egemen olduğu bu ülkelerde uluslaşma söz konusu değil, dolayısıyla emperyalizmi huzursuz edecek bir ortam da yok. Irak’ta durum farklıydı. Saddam’ın Kürtlere karşı uyguladığı kıyımlar Kürt ve Arap toplumlarını ayrıştırdığı ölçüde bu iki etnik grubun uluslaşma sürecini de hızlandırdı. Benzer durum Arap toplumu içindeki SünniŞii ayrılığı için de geçerli. Bugün Kuzey Irak’ta kurulmuş olan Kürt devleti İsrail’le birlikte emperyalizmin bölgedeki en güvenilir müttefiklerinden biri olmaya aday. Uzak olmayan bir gelecekte Güney Irak’taki Şii bölgesi siyasal/ideolojik açıdan İran’a daha fazla yaklaşacak. Irak, giderek Kürtlerle Şiiler arasındaki Sünni bölgesine sıkışacak. Suriye’yi emperyalizmin gözünde bir diken durumuna getiren de bu ülkenin sanayileşmesi kadar İsrail’le çatışmasına ve ABD’nin sürekli tehditlerine bağlı olarak hızlanan uluslaşma süreci. Uluslaşma, halklarda emperyalizme karşı olma duygusunu, bilincini güçlendiriyor. Emperyalizm oklarını bu sürecin hızlandığı ülkelere çeviriyor. Balbay haklı, bu ülkelerdeki diktatörler “biraz da uşak olsalar” başlarına gelen felaketleri en azından Saddam’ınki ölçüsünde yaşamayacaklar. Bir de uluslaşmış, sanayileşmesi belli düzeye erişmiş, üretim düzeni kapitalist, fakat gene de halkı bağımsızlık kaygısı taşıyan ülkeler var. Bu ülkelerde emperyalizm kendine uşaklık edecekleri cımbızla bulup çıkarıyor. Bu uşakdiktatörler el koydukları ülkenin hukuk, eğitim, siyasal düzenini efendilerinin çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendiriyorlar. Görevlerini tamamladıktan sonra da bir yana konuluyorlar. Tümü eceliyle ölüyor. Yunan diktatörlerinin bir adaya sürülüp keçi derekesine düşürülmesi bir istisna. Belki de Yunanistan’ın antik demokrasinin beşiği olmasından. Bilemiyorum. eposta: [email protected] SESSİZ SEDASIZ (!) En büyük sapık ve dolandırıcı İNTERNETTE seks ticareti, çocuk pornografisine kadar indi. Kumar ise aldı başını gidiyor. Dolandırıcılık neredeyse sanal dünyanın yeni işkolu oldu. Peki, bu işten en büyük parayı kimler kazanıyor? En büyük sapık, en azılı dolandırıcı kim? Akif Kökçe anlatıyor: “Bilindiği üzere internet adreslerindeki son iki harf ülke alan kodudur. Örneğin bu kod Fransa için ‘fr’, Rusya için ‘ru’, ülkemiz için ‘tr’dir. “Tr” uzantılı adres ODTÜ’den belgeye istinaden alınabilir. Böylelikle herhangi bir adresin hangi ülkeye ait olduğu ve o adreste kimlerin olduğu yasal olarak kolayca bulunabilir. Bu kuralın tek istisnası ABD’dir. ABD alan kodu kullanmaz, adres almak için evrak yerine para vermek yeterlidir. Bu nedenle pornografi, kumar gibi sömürü amaçlı siteler ABD’den kolayca satın alınır. ABD, bu adreslerin satılmasından, el değiştirmesinden para kazanır. Kazanç yalnızca bununla sınırlı kalmaz, ABD alan kodu kullanmadığı için diğer tüm ülkelerdeki adres sahipleri ülke kodu uzantılı adreslerini kendi ülkelerinden, ülke kodu uzantısız adreslerini de com, net, org gibi türevleriyle birlikte ABD’den satın almak, yani ABD’ye haraç vermek zorunda kalırlar. Ayrıca şimdi Türkçe karakterleri de satmaya başladılar. Böylelikle internetteki her türlü ticaretten ABD hiçbir şey yapmadan milyarlarca dolar kazanır!” Döşeme Gülhan Elmas: “Siyasilere yardım için Çankaya’ya çıkan yollar yolsuzluk ve dokunulmazlık taşlarıyla döşensin!” Saptama Kemal Öncü: “Fetocu medyaya göre Kubilay’ı kesenler esrarkeşmiş. Demek ki İngiliz kuklaları, hem yobaz hem de esrarkeş!” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Anadolu’yla Yüzleşebilmek “Bayram”la uğurladığımız 2006’nın en “sihir”li sözü “tarihle yüzleşmek”ti. Özellikle de “Ermeni”lerle ilgili ırkçı “Taşnak” söyleminin “soykırım” dayatmalarında... Ne var ki yüzleşme hep “itiraf” için istenince, “tarih”e yine “siyasal” bakıldı. Asıl “yaşanmışlık”lar; binyılardan gelen “akıl, emek ve yaratıcılık” serüveni; düşüncenin sanatlaştığı “uygarlık tarihi” ile bütün bunlardaki insan ilişkilerinin “toplumsal tarih”i bir kenara itildi... O kadar ki “toplumbilim”ciliğimizin duayeni Emre Kongar’ın bile 2006 kitabında “tarihimiz”le yüzleşirken yine sadece siyasetin “konuşulmayan geçmişi”ni okuyabildik... Ya onların ardındaki “toplumsal gerçekler”?.. Örneğin siyasetçilerin “savaş”malarını istediği Ermenilerle Türklerin, kentlerde sürdürdükleri “dost komşuluk”lar; yani, cephede siyaseten “ayrışan”ların sokaklardaki içten “birliktelik”lerini ise 90’ların unutulmaz “kültür müsteşarı”mız bile galiba bir başka kitabına ertelemişti... Böylece 2006, “farklı inançlar”la yaratılmış “ortak uygarlık erdemleri”mizin “medeniyetler çatışması” savsatasıyla unutturulduğu; buna karşın hem soldaki hem sağdaki şovenizmin pek beğendiği siyasal tarihin ise “çok sattığı” bir yıl oldu... Nitekim Orhan Pamuk da Nobel’inden önceki malum sözleriyle aynı “piyasa”nın lideri olurken Taner Akçam’ın, ABD’deki Zoryan Institute himayesinde yayımlanan “Utanç Verici Bir İş: Ermeni Soykırımı ve Türklerin Sorumluluğu Sorunu” kitabına övgüsünü şöyle yazıyordu; “Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı örgütlü imha üzerine kusursuz bir çalışma...” Buna, bizdeki, artık yağcılığa dönüşen Avrupa sevdası da eklenince, örneğin Antep’in neden “gazi” olduğu işgalci Fransa’ya anımsatılamadı. Ruhi Su’nun sesiyle benliğimizi saran “Fransız kurşunu değmez adama” türkümüz bile yüksek sesle söylenemedi... ‘Kişilikli duruş’ için İşte, hemen tüm “gerçek yaşanmışlıklar” böylesine unutulurken, 2007’yi artık “Anadolu’yla yüzleşme” yılı yapmaya ne dersiniz? Sadece Ermeniler için değil, hemen her konuda öncelikle kültür ve uygarlık tarihimizden esinlenmeyi; böylece Batı karşısındaki “kişilikli duruş”umuzu da 60 yıl sonra yeniden başlatmayı sağlayamaz mıyız? Bunu sadece mimarlıkta ve şehircilikte savunmak yeterli değil... Örneğin “kulelerin yükseldiği” yerleşimler yerine Anadolu’nun “sokak kültürü”nü; camdan binalarda klimalara yüklenmek yerine Anadolu yapılarındaki mükemmel doğal iklimlendirme geleneğinden yararlanmayı elbette ki artık ertelemeyelim. Ancak, neredeyse apartmanlarda bile yaygınlaşan FBI kılıklı “özel güvenlik” orduları yerine de babacan “mahalle bekçileri”mizi anımsamak gerekmiyor mu? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY ‘Barajlı demokrasi’ Dahası, yine eğer Anadolu’yla yüzleşebilirsek, tarihin ilk temsilciler yönetimini kurmuş antik Likya’da bile yüzde 25’in tek başına devlete egemen olamadığını görür, şu “barajlı demokrasi”mizin de uygarlık tarihimizle ne denli çeliştiğini fark edebiliriz... Hatta, 2007’nin baş gündemi Cumhurbaşkanlığı seçiminde de çözüm yine Anadolu’yla yüzleşebilmek... Eğer yemin metnindeki “laikliğe bağlılık” kavramının bile “Batı’ya öykünmek”ten değil; Anadolu kültürlerinin buna güvence oluşturan “inançların eş saygınlıktaki birlikteliği” anlayışından beslendiğini; İslam dünyasındaki tek laik ülke olmamızın da işte bu “toplumsal tarih farkı”mızdan güç aldığını kavrayabilirsek; bu devletin başına “Suudi hayranlığı”nın değil, “Anadolu kimliği”yle bütünleşmiş bir cumhuriyet aydınının yakışacağını kim inkâr edebilir? Evet... 2007 “Anadoluyla yüzleşme yılı”mız olsun... ekinci?cumhuriyet.com.tr TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 3 Ocak www.mumtazarikan.com ‘Şoven demokrat’lar Peki, ya Anadolu Ermenileri ile Anadolu Türklerinin, Cumhuriyet devriminden sonra bile günümüzde de süren kardeşliklerine ne demeli? Dünyanın belli ki kavrayamadığı böylesi bir “eş yurttaşlık” neden yazılmaz; yazılsa bile neden çok satanlar arasına giremez? Başta Fransa’dakiler olmak üzere, aralarında sözde “sosyalist”lerin de bulunduğu Avrupalı “şoven demokrat”lar da Türkiye’ye “Hadi, yüzleşin!” diye yüklenirlerken, ne kendi “yüz kızartıcı” sömürgecilikleriyle ilgilendiler; ne de hemen tüm “Batı”nın “emperyalist geçmiş”iyle... İLAN T.C. KIRŞEHİR AİLE MAHKEMESİ’NDEN ESAS NO: 2005/436 DAVALI: MURAT ALTUNTAŞ Çatı Yapı Yeni Camii Yanı Çelik Apt KIRŞEHİR Davacı tarafından aleyhinize açılan Boşanma davasının yapılan yargılamasında; Mahkememizce dava dilekçesinde belirtilen adresinize duruşma gününü bildirir davetiye çıkarılmış olup, adresinizden ayrıldığınız gerekçesiyle tebligat yapılamamıştır. Adres araştırmasından da bir netice alınamadığından dava dilekçesi ve duruşma gününün ilanen tebliğine karar verilmiştir. Duruşma Günü: 07/02/2007 günü saat 09.10’da duruşmada bizzat hazır bulunmanız veya kendinizi bir vekille temsil ettirmeniz, aksi takdirde H.U.M.K.’nun3156 sayılı yasa ile değişik 213/2 maddesi uyarınca yargılamaya yokluğunuzda devam olunacağı hususu, Dava Dilekçesi ve duruşma günü yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 01/12/2006 Basın: 61847 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Ordu’nun Kumru ilçe 1 sinde bir şela 2 le. 2/ Bir et 3 kinliğin geçici olarak dur 4 5 durulduğu süre... Ziyan. 6 3/ Eskiden 7 adaçayına verilen ad. 4/ 8 Öğütülmüş 9 tahıl... Tü1 2 3 4 5 6 7 8 9 mör... Hollanda’nın E plaka imi. 5/ Yırtık, 1 G Ü V E N D E İ R İ S eski püskü giysi. 6/ 2 Ü M İ T İ N Yunan mitolojisin 3 V İ S K İ de, Afrodit’in göz 4 E T K İ L E M E K İ L İ K K A desi olan güzel deli 5 N E K İ M V kanlı... Bir soru sö 6 D İ zü. 7/ Aygıt, araç... 7 E R İ M M A Ç A Yoz beğeni, zevksiz 8 İ N E K Ç İ T lik. 8/ Yalnız iki ge 9 E S K A V A T A niş yüzü testereyle düzeltilmiş tahta... Sıkı dokunmuş bir tür pamuklu kumaş. 9/ Son derece yoğun bir kütle çekimine sahip olan ve bu nedenle ışığı bile bırakmayan varsayımsal gökcismi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İzmir’in Selçuk ilçesindeki turistik sahil ve orman alanı. 2/ Muğla’nın Milas ilçesine bağlı turistik bir belde... Altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş. 3/ “Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne / Ay bir yandan sen bir yandan beni” (Sabahattin Ali)... Arka tarafında kırmaları çok, bacakları dar bir pantolon. 4/ Çin’in para birimi... Bir nota. 5/ Nazar değmesine karşı tütsü olarak kullanılan bir bitki. 6/ Dansta erkeğe eşlik eden kadın... Un, et ve bamya ile yapılan bir yemek. 7 Huzur... “Dağtavuğu” da denilen bir kuş. 8/ Düzme, sahte... Bir nota. 9/ Renyum elementinin simgesi... Arkadaş, dost. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear