24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 2 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 16 Düşünebiliyor musunuz? Beyin gücümüz, emek gücümüz, yeraltı, yerüstü kaynaklarımız, hepsi tamam. Neyimiz eksik, niye tıkanıp kalıyoruz? Makine Mühendisleri Odası Başkanı Emin Koramaz, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün kıskacında mühendislik hizmetleri dahil enerjiden suya, sağlıktan eğitime, sosyal güvenlikten ulaşıma kadar tüm toplumsal hizmetlerin uluslararası ticarete açıldığını, ülkenin üretim ve geleceğini planlama yeteneğini kaybetmekte olduğunu belirtip somut örneklerle bir durum saptaması yapıyor: ‘‘1970 yılında yüzde 47.6 olan yatırım yoğunluğu 2005 yılında yüzde 12.9’a kadar düştü. Bu düşüş, sermayenin sanayi dışında yoğunlaştığını, rant alanlarına kaydığını gösteriyor. Öyle ki, son bütçede faiz harcamaları 46 katrilyonluk payla toplam bütçe harcamalarının yüzde 34’üne ulaşıyor. Milli gelirin yüzde 6.5’i faiz dışı fazla yaratmaya endekslendi. Yatırımlara ayrılan pay yüzde 6’lara geriledi. Bu genel durum mühendislere de yansıdı, meslektaşlarımızın istihdamı beklenen düzeyde gerçekleşmiyor, işsizliğe, düşük ücretlere, mesleki tatminsizliğe, gelecek belirsizliğine, meslek alanı dışında çalışmaya ve beyin göçüne yol açıyor. Meslek alanlarımızdaki işsizlik ya da başka bir işte çalışanlar, üye sayımızın yüzde 25’ine ulaştı.’’ Mühendislerin de giderek gizli işsizler ordusuna katıldığını anlıyoruz biz buradan. Koramaz, gerçekleri görmek ile karamsarlığın birbirine karıştırılmamasından yana. Emekten, sanayileşmeden, mühendisten, bilim ve teknolojiden yana bir Türkiye’nin mümkün olduğuna inanıyor. Bunun için öne sürdüğü koşullar da belli aşağı yukarı: Ülkenin ve toplumun yararlarını gözeten bir ekonomi için uluslararası finans kuruluşlarının dayattığı yapısal uyum ve istikrar programları reddedilecek. Kamuyu küçülten özelleştirmeler durdurulacak; devletin ekonomideki yönlendiriciliği arttırılacak; planlama, kalkınma, sanayileşme yönelimi benimsenecek. Yerli yatırımcı özendirilecek ve korunacak, katma değeri yüksek ileri teknoloji isteyen alanlarda yapılacak yatırımlar desteklenecek. Yabancı yatırımlara; ulusal kalkınma stratejilerimize uygunluğu, ülke halkının refahının yükseltilmesi, bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi, teknolojik gelişimimize katkısı temel alınarak izin verilecek. Bir silkiniş, bir uyanış, bir ayağa kalkış... Düşünebiliyor musunuz! Emin Koramaz’ın dediği gibi: ‘‘Yeraltı ve yerüstü kaynaklarını bağımsızlık, planlama, sanayileşme, kalkınma temelinde değerlendirecek bir Türkiye, emin olalım ki, toplumsal moral ve gönenci yüksek, başka bir Türkiye olacaktır.’’ Hiç kaçabiliyor muyuz? Yaşam, olaylar, akıp geçen zaman, geçmişin özlemleri, geleceğin umutları, dün, bugün, yarın ardımızda; izimizi sürüyor... İçi, dışı ve çevresiyle insanları üç boyutlu hale getirip karşımıza oturtan bir yazardır Cemil Kavukçu. Adını korkuların yarattığı bir yaratıktan alan son romanı Gamba’da kaçışları anlatmış: Cemil Kavukçu, kaçabiliyor muyuz? Yoksa kaçabildiğimizi mi sanıyoruz? Kavukçu Kaçabileceğimiz bir yer yok ki... Belki de, günlük sıkıntılardan, yaşamın tekdüzeliğinden, sorunlardan, sorumluluklardan kaçabileceğimizi sanıyoruz. Bunun için tatile çıkıyor, koşullarımız uygunsa başka ülkelere gidiyoruz. Sınırlandırılmış bir zaman diliminde ‘kaçış provaları’ ile kendimizi yatıştırıyoruz yalnızca. Sorunlarımızla birlikte yola çıktığımızdan da tatil yapmıyor, tatil yapan insanı oynuyoruz. Galatasaray Üniversitesi araştırma görevlilerinden Cem Özatalay, İkitelli’deki işçilerin durumunu araştırmış, vardığı sonuçları da ‘‘Elmanın Öteki Yarısı: Enformel Sektör İşçileri’’ başlıklı makalesine aktarmış. (Tesİş Dergisi, Sayı: 20062) 150 binden fazla işçinin çalıştığı İkitelli’den bazı gözlemler: ‘‘ Çalışma hayatı ile ilgili mevzuata göre, haftalık çalışma süresinin 45 saati geçmemesi gerekirken, bölgedeki konfeksiyon işçilerinin çoğunluğunun haftada 70 saate kadar çalıştırıldıkları görülmektedir. Yakın bir geçmişte İstanbul’a göç edenlerin çoğunluğunu oluşturduğu İkitelli enformel sektör çalışanları, boş zamanlarını kent merkezinde değil, ağırlıkla evlerinin ve işyerlerinin bulunduğu semtte ge SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Peşimizdekiler Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz savaş, kırım, ölüm. Dünyanın hali bize yeni korkular mı ekliyor? Gambalar bizim hep peşimizde mi olacak? Kavukçu Dünyanın yüzü gittikçe ürkünçleşiyor. Yalnızca insanın insana ettikleriyle kalmıyor, doğa da hesap soruyor: Kirlilik, küresel ısınma, ormanların ve birçok canlı türünün yok olması, seller, kasırgalar, depremler... Dünyanın hali, hiçbir yerde güvende olmadığımız korkusunu getiriyor. Bu durumda da herkes kendi Gamba’sını yaratıyor. Cemil Kavukçu, hem insanın içinde, hem de toplumun tam ortasında nasıl olabiliyor? Bu da bir kaçamama değil mi? Yoksa, yazmak mı bir kaçma hali... Kavukçu Ne kadar düşlesen, kurgulasan da, yaşamı kucaklayabildiğin kadarıyla yansıtabiliyorsun. Cemil Kavukçu, biraz da kaçamayacağını anladığı için yazıyor. Acılar paylaşıldıkça hafifler, sevinçler büyürmüş ya, öyle işte. dukları olumsuz durumdan kurtulmak içinse; iyimser olanlar ‘daha çok çalışmayı’, ‘ek iş yapmayı’ veya ‘gelecekte kendi atölyesini açmayı’ çözüm olarak görmekte, kötümser olanlar ise yegâne kurtuluşun yurtdışına gitmekten geçtiğini düşünmektedir.’’ Cem Özatalay’ın bir gözlemi var ki, sendikal hareketin ne durumda olduğunun fotoğrafını tarihe kazıyor: ‘‘İkitelli araştırması kapsamında görüşülen işçilerin yüzde 93’ü, herhangi bir sendikayla herhangi bir biçimde karşılaşmadığını belirtmiştir. Görüşülen işçilerin yüzde 75’i, işçi hakları konusunda herhangi bir bilgileri olmadığını beyan etmiştir.’’ Lüks otellerde ‘‘oluşum’’ arayan ‘‘projeci’’lere duyurulur! Necip Mahfuz... Özgün, yalın, naif bir Doğu masalcısı ya da Doğu bilgesi... Necip Mahfuz’u böyle hatırlıyorum. Mahfuz’la ilk Körfez Savaşı’nın akabinde ‘‘Cumhuriyet’’ için (‘‘Mahfuz: Diktaya Hayır’’) Kahire’de bir röportaj yapmıştım. 1988 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarı, kafamda değişik bir kimlikle canlandırmış olduğumu kendisiyle tanışınca fark etmiş, buna çok şaşırmıştım. ‘‘Daha entelektüel, daha keskin söylemler içinde olan, daha siyasi’’ bir kimlikle karşılaşacağımı düşünürken, Mahfuz’da bu özelliklerin hiçbirini bulamamıştım. Mahfuz’a hayalimde farklı bir kimlik giydirmeme yol açan neden; ‘‘Cebalawi Çocukları’’, ‘‘Sokağın Çocukları’’, ‘‘Sokağımızın Çocukları’’, ‘‘Sokaktakiler’’ gibi değişik isimlerle anılan ‘‘Awlad Haratina’’ adlı romanıydı. Mükemmel bir şark öyküsü ‘59’da ‘‘El Ahram’’ gazetesinde tefrika edilen roman, ‘‘El Azhar’’ fetvasıyla önce sansür edilmiş, ardından da radikal İslamcıların hışmına uğramıştı. ‘‘Dinimize küfrediliyor!’’ diye ayaklanan şeyhlere karşı duramayan Nasır Mısır’ında gazetede tefrika edilen roman hiç ‘‘basılamamış’’, ancak bu, ‘‘korsan yayınların’’ da önüne geçememişti. Tipik bir şark kurnazlığı/şark ikilemi/şark ikiyüzlülüğü ile ‘‘resmi düzeyde onay verilmeyen’’ kitabın yayınına, kapalı kapılar ardında pekâlâ göz yumulmuş ve Mahfuz’un eseri yıllar yılı Kahire sokaklarında pazarlanmıştı. ‘‘İslamcı sansür duvarını’’ böylece delen Mahfuz’a dinciler bu yüzden ömür boyu diş bilediler ve hiç affetmediler. 1994’te artık kulakları duymayan, gözleri görmeyen 80’lik yazarı öldürmeye, bıçaklamaya kalkıştılar. O saldırının ardından Mahfuz’un bir koluna da felç indi. Tek Tanrılı din peygamberleri İsa, Musa, Muhammet adına bir alegori olarak kaleme alınan ‘‘Cebalawi Çocukları’’nda yazar; ‘‘mutlak güç’’, yani Tanrı’nın insan hayatı üzerindeki mutlak egemenliğini reddediyor ve İslami toplumlarda tiranlığa dönüşen ‘‘güç’’kavramının ‘‘hamlığını’’ yeriyordu. Mahfuz’un güçle hesaplaşan kaleminin, Arap romanında büyük ufuklar açtığı, Arap yazarları özgürleştirdiği söyleniyordu. İkitelli manzaraları çirmektedir. Overlokçusundan son ütücüsüne kadar neredeyse tümünün makineyle çalışmasından ötürü, konfeksiyon işçisi, çalışırken iş arkadaşıyla sosyal ilişki geliştirme olanağı bulamamaktadır. Makinenin dişlisi haline gelme durumu, konfeksiyon işinde son derece belirgindir. Bir başka deyişle, enformel sektör işçisinin uyumak dışında kalan bütün yaşamı emek sürecine dönüşmüştür. Çalışma yaşamlarından hoşnutsuz olan bu işçiler, bu durumu değiştirmek için ne yapmaları gerektiği konusunda herhangi bir fikir sahibi değillerdir. İçinde bulun Dünya Barış Günü İçin SUAY KARAMAN* Türkiye’nin Lübnan’a asker yollaması isteniyor. Sivil toplum kuruluşları, muhalefet, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Cumhurbaşkanı, asker yollanmasına karşı ancak hükümet bu konuda ısrarcı ve Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’in Lübnan’da oluşturacağı barış gücüne asker göndermesi kararı aldı. İktidar partisi içinde de bu karara muhalif olanlar var. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, Lübnan’a asker gönderilmemesi konusundaki haklı görüşlerine, aklı başında olanların katılmaması olanaksız. Ancak hükümet ve ondan yarar sağlayan medya dışında kalan tüm toplum kesiminin görüşleri, Sayın Sezer’in görüşleriyle örtüşmektedir: ‘‘Bizim sırtımızı sıvazlayacaklar, belirsiz bir ortama itecekler. Başkalarının çıkarına aracılık edeceğimize, önce kendi iç güvenliğimizi sağlamalıyız.’’ Zamanında haksız bir savaşa ABD’nin çıkarı için, TBMM’nin kararı olmadan Kore’ye asker gönderilerek birçok şehit ve gazi verilmişti. Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi, yine başkalarının çıkarlarına aracılık edilerek, Türkiye bir bataklığa sürüklenmek istenmektedir. Asker gönderme sorumluluğu TBMM’de olmasına karşılık, günlerdir Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Lübnan’a asker gönderilmesi kesinmiş gibi demeçler verip hareket ediyorlar. Üstelik ABD Başkanı’nın, Sayın Erdoğan’a randevu verdiğinin duyurulduğu zaman, hükümet de buna karşılık Lübnan’a asker gönderileceğini açıklamıştı. Kuzey Irak’ta terörle mücadele hakkına sahip olmayan (izin verilmeyen) ülkemizin, İsrail’e yönelik terör için askerlerimizi tehlikeye atmasındaki mantığı anlamak olanaksızdır. Belki bu mantığın ardında ‘‘Bizi biraz daha iktidarda tutsunlar’’ özlemi olabilir, ancak kendimizi kullandırırsak, bunun faturası çok ağır olur. Herhalde ABD yönetimi, ‘‘Bu adamı atmayın, kullanın’’ diyen başdanışmanın ricasını kırmak istememiş olmalı ki, karşılıklı çıkarlar sonucunda Başbakan’a randevu verdiler. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Fransa Cumhurbaşkanı, İtalya Başbakanı gibi ABD ve AB çevreleri, Türkiye’nin Lübnan’a ısrarla asker göndermesini istiyorlar. Peki bu sayın kişiler ve çevreler neden Kuzey Irak’tan bize karşı yapılan terör eylemleriyle ilgilenmiyorlar? Dışişleri Bakanı son İsrail ziyaretinde, kaçırılan İsrailli askerlerin aileleriyle gizlice görüşerek ‘‘Elimden geleni yapacağım’’ demiştir. Dışişleri Bakanı, kendisinin sadece dış işlerle uğraştığını düşündüğünü sanarak, ülkemizde PKK terörü sonucunda şehit ve gazi olanların ailelerini ziyaret etmiyor. Belki bunun bir dış iş olmadığını ve özellikle ABD’yi ve AB’yi gücendirmemeyi düşünüyor. Türk askerleri bundan önce Kore’ye, Bosna’ya, Somali’ye ve Afganistan’a gönderildi. Bu göndermeler Birleşmiş Milletler’in üyesi olmanın sorumluluğuyla değil, yalnızca ABD’nin çıkarlarına yardımcı olmak için yapılmıştır. Türkiye’nin Lübnan’daki güce katkı sağlamasıyla, ulusal çıkarlarımız açısından fayda ve oluşacak sakıncaların yeterince incelenmediği açıktır. Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek için, emperyalist güçlerin oyununa gelebiliriz. Lübnan’daki barış gücünün kimlerden oluşacağı, ne yapacağı, ne kadar kalacağı, silah kullanma hakkının ne olacağı gibi konular belirsizdir. Lübnan’daki barış gücünün, ABD ile İsrail’in bölgedeki çıkarlarını koruyacağı kesindir. 1991 yılında Körfez savaşında Irak’ta ABD’nin emrine girelim, bir koyup beş alalım diyenler, 1 Mart tezkeresinde ülkemizin ABD tarafından işgal edilmesine göz yummak isteyenler ve bugünlerde Lübnan’a asker gönderelim, ABD ve İsrail’in çıkarlarına hizmet edelim diyenler hep aynı çevrelerdir. Ne yazık ki ülkemiz, devlet ciddiyeti olmayan, dar ufuklu ve sığ bilgili kişiler tarafından yönetilmektedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘‘Yurtta barış, dünyada barış’’ ilkesini benimseyen ve yeryüzünde ilk ulusal kurtuluş savaşını başaran Türkiye Cumhuriyeti’nin haksız savaşlara, sömürüye ve emperyalizme aracılık etmemesi gerekir. İkinci Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başlamıştı. Ardında elli milyonu aşkın ölü, milyonlarca yaralı ve sakat insan, enkaz yığını haline gelmiş kentler ile acı ve gözyaşı bırakarak 1945 Mayıs’ında son bulmuştu. İnsanlık tarihinin bu en acımasız ve en kanlı savaşının başladığı gün, yani 1 Eylül günü, savaşın insanlık için yarattığı acıları anımsatması amacıyla Dünya Barış Günü olarak kabul edildi. Evet, bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü... Kendisini dünya jandarması olarak gören, çıkarına gelen her türlü terörü destekleyip kollayan ABD ve onun Ortadoğu’daki vurucu gücü İsrail, emperyalist ve yayılmacı politikalarından vazgeçmedikleri sürece, dünyada barış kutlamaları yapmak sadece aldatmacadır, göz boyamadan başka bir şey değildir. Bütün bu olumsuz koşullara karşın, ‘‘Yurtta barış, dünyada barış’’ içinde yaşanacak bir dünya için, özgür ve aydınlık günlere en kısa sürede ulaşmamız dileğiyle... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ve Mahfuz’un ‘ılımlı İslam’ söylemi Kahire’de Mahfuz’la röportaja giderken kafamda yazarın adı etrafında yaratılan bu ‘‘hâle’’ vardı: ‘‘Mısır’ın laik sesi’’, ‘‘Arap toplumunun eleştirel vicdanı’’ vs... Röportajı, Mahfuz’un ‘‘El Ahram’’ gazetesindeki odasında yapmıştık. Ancak karşımda ‘‘Nobelli’’ bir entelektüel yerine; kendi halinde, mütevazı, hoşgörülü, humanist bir Doğu masalcısı bulmuştum. Hayatında Nil kıyısından ayrılmamış yerel bir yazardı gerçekte Necip Mahfuz. Yemen ve Eski Yugoslavya’da yaptığı iki gezi dışında, hiç seyahat etmemişti. Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet, Orhan Pamuk, Sait Faik... gibi yazarların adlarını duymamıştı. Röportajı yaptığımız dönemde (yani 15 yıl önce) Türkçeden Arapçaya çevrilmiş yalnız iki kitap bulunduğunu, bunların muhtelif yazarlardan oluşan öykü kitapları olduğunu söyleyen Mahfuz; yazarların adlarını hatırlamıyor ama öyküleri beğenerek, ‘‘çok severek okuduğunu’’söylüyordu. Yazarın ‘‘demokrasi’’ konusundaki fikirleri ise had derecede basitti. ‘‘İslamla demokrasi bağdaşır mı? Ortadoğu’da demokratikleşme gerçekleşebilir mi?’’ şeklinde bir soruma Mahfuz: ‘‘Tabii ki evet’’yanıtını vermiş ve Mısır’da bir türlü yayımlanamamış kitabı ‘‘Cebalawi Çocukları’’nın başına gelen badirelere rağmen, gözünü kırpmadan ‘‘İslam temelde demokratiktir!’’ demişti. Mahfuz’a göre, ‘‘İslamın ‘şura’ kavramı; demokrasiyi karşılamaya yeterdi’’. Tek parti rejimli Mısır’ın zaten ‘‘bir demokrasi’’ olduğunu savunan yazar; bu görüşünü ‘‘Önemli olan illa Batı demokrasisine sahip olmak değil ki! Önemli olan ne tip olursa olsun bir tür demokrasiye sahip olmaktır...’’ sözleriyle sahiplenmişti. ‘‘Ortadoğu’nun Nobel alan tek yazarı’’ olarak tanımlanan Mahfuz’un ‘‘demokrasi analizi’’ bununla sınırlıydı. Kavramlara, İslam ve de Mısır’daki kurulu düzenin kalıplarını zorlamayan içerikler yükleyen yazarı, bugünün dünyasından geri dönüp bakıldığında yarım kalmış bir başkaldırıyla değil de, ‘‘Ilımlı İslam söylemi’’ ile anmak daha uygun. 95 yaşında yaşama veda eden yazarın ölümünden önce; ‘‘El Azhar’’ ulemasıyla uzlaşmaya vardığını okuyunca hiç şaşırmadım. ‘‘Cebalawi Çocukları’’, ulema tarafından ‘‘gözden geçirildikten sonra’’(!) Mısır’da nihayet basılacakmış. Buna karşın Mahfuz’un ardından ‘‘devlet töreni’’ yapılmış. Firavunlar ülkesinden çıkan ‘‘şark Nobel’ine’’ uygun bir son bu. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 2 Eylül www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 1/ Alanya yakınlarındaki ün 1 lü kumsal. 2/ 2 Tavır, davranış... Başçoban. 3 3/ Vladimir Na 4 bokov’un tanın 5 mış bir romanı... Satrançta 6 bir taş. 4/ ‘‘Bü 7 ve’’ de denilen 8 kan emici bir sinek.. Bir bor 9 cun ödenmesi için gös1 2 3 terilen süre. 5/ Sipersiz 1 K A V şapka... Benzerlerin2 den üstün olan. 6/ Çit, U M A perde... Yumurta biçi 3 Y O L minde olan. 7/ Eskrim 4 U R A de kullanılan üç silah 5 M O B F İ tan biri... Tanrıtanımaz. 6 8/ El sıkışma... İnsanın 7 D O kendine karşı duydu 8 A B A ğu saygı. 9/ Düzenli ola 9 Z İ R rak ekim yapılan arazi... Tellür elementinin simgesi. 4 5 6 7 8 9 A L A K R K U A K B A K A İ L E T N A L E F E L K A A T İ T K K A O R L A S S A E K K I İ Z * Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kıyma ve bulgurla yapılan bir çeşit köfte. 2/ Kumaş kenarına makineyle yapılan sık sürfile dikişi. 3/ Kesim hayvanlarının ticaretini yapan kimse... Dâhi. 4/ ‘‘Hasan Âli ’’: Çevirmen ve yazarımız... Cezayir’de bir liman kenti. 5/ Yemen ve Etiyopya’da yetişen, yaprakları uzun süre çiğnenince sarhoşluk veren bir ağaç... ‘‘Selam’’ anlamında Latince sözcük. 6/ Marmara Denizi’nde turistik bir ada... İlkel bir silah. 7/ Kuzu sesi... Sularını bir denize ya da göle gönderen bölge. 8/ Şeriat mahkemesi yargıcı... Adıyaman’ın bir ilçesi. 9/ ‘‘Hile, tuzak’’ anlamında argo sözcük. CUMHURİYET 16 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear