28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 10 EYLÜL 2006 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr Kentlerdeki kaotik ortam, 1980 sonrasında değer yargılarımızın altüst oluşuna bağlanıyor Plansızız, çünkü benciliz SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU İstanbul bu hafta önemli bir kent planlama konferansına odaklanacak.. Dünyanın dört bir yanından gelen kent plancıları 1418 Eylül günleri arasında belki de dünyanın en plansız yapılaşmasına sahne olan bu kentinde bir araya gelecekler. Çarpık, plansız kentleşme sorunlarına çareler arayacaklar, bunları tartışacaklar. Uluslararası Şehir ve Bölge Plancıları Birliği’nin (ISoCaRP) 42. Dünya Planlama Kongresi, Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nün önayak olmasıyla gerçekleştirilecek. Kongre öncesi Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Başkanı Prof. Dr. Zekai Görgülü’yle bir araya geldik. Şehir plancılığının bu derece ayaklar altına alındığı İstanbul ve Türkiye’de düzgün bir şehircilik için neler yapılması gerektiğini konuştuk. Düzgün bir kent planlamasının bulunmadığı İstanbul’da uluslararası çapta dünya kent planlamacıları konferansı düzenliyorsunuz. İnanılmaz bir çarpık kentleşme yaşanan bir büyük kentte böyle bir toplantı yapılması sizce paradoks değil mi? GÖRGÜLÜ Sizin, paradoks diyerek yapılan planların uygulanmaması ya da o planların nasıl bozulduğunu kastettiğinizi biliyorum. Tabii ki size katılıyorum ve sizin gibi düşünüyorum. Ama baktığınız zaman biz planlamayla hem İstanbul hem ülke adına ciddi biçimde haşır neşir olan bir ülkeyiz. Bu yönüyle bu toplantının katkısı olacağını düşünüyorum. Niye böyle bir paradoksu yaşıyoruz, sorusuna cevap aradığınızda şunu söyleyebilirim: Biz hiçbir zaman plandan vazgeçemiyoruz. Onları hukuksal belgeler olarak kullanma eğilimimiz hep var. Ama planı çok sevmiyoruz, inanmıyoruz; plana karşı duruşumuz çok samimi değil. Bir kere planlı olmak disiplinli olmayı, geleceğe dönük hedefleri çok net olarak ortaya koymayı, onları tartışmayı gerektiriyor. Biz de bunu galiba pek sevmiyoruz. Üretmeyen yağmalıyor Peki, temel neden bu mu? Bu biraz görünür nedeni. Ama temel nedeni şöyle ortaya koymak lazım. Türkiye bir türlü yeterince üretemiyor. Özellikle sosyal refah devleti olma arayışından çok erken vazgeçince Türkiye daha da az üretmeye başladı. Üretemeyen, sermaye birikimlerini üretimle kazanamayan ya da sağlayamayan ülkelerin kritik kaderidir. Bu ülkelerin insanları topraklarında çözüm ararlar, ya da topraklarından sermaye birikimi elde etmeyi seçerler. Bu başladığı zaman da plan bu birikimleri elde etmek isteyen kesimler için çok sevimli, korunması gereken bir araç, bir olgu değildir. Kent topraklarına yatırım yapan kesimler adına da bu böyledir, göçle gelen kesimler adına da bu böyledir. Bu da hiç kuşkusuz bir paradoks. Bu göçle gelen kesimlerin İstanbul’da bugün çok yoğun olarak yaşadıkları çelişkiler var. Yer seçimi bakımından ya da birliktelik bakımından en olmayacak çelişkiyi bizim ülkemiz gösteriyor. Yani varoşla kentsoylunun yan yana yaşaması gibi mi? Evet. Göçle gelen kesimin yaşadığı alanlarla üst gelir grubunun yaşadığı alanlar birbirine çok yakın, çok yan yana. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir olgu yaşanmıyor. Örnek vermek gerekirse, Ataşehir’le Küçük Bakkalköy, Küçük Armutlu’yla Etiler, Tarabya sırtları ve Hisarüstü’nde ‘ İstanbul dışındaki semtlerde de benzer durumları görürsünüz. Göçle gelen kesimlerin büyük bölümü İstanbul dışındaki alanlara yerleştiler. yaşananlar gibi... İstanbul dışındaki semtlerde de benzer durumları görürsünüz. Göçle gelen kesimlerin büyük bölümü İstanbul dışındaki alanlara yerleştiler. Çünkü orada kamu toprakları çok fazlaydı. Derken bilinen nedenlerden üst gelir grubunun kentten kaçışıyla birlikte üst ve alt gelir grupları yan yana yaşamaya başladılar. Birbirlerinden beslenir hale geldiler. Ama aralarında güçlü ilişkiler yok. Bizim kongrenin teması da ‘‘Ayrışma ve Bütünleşme Arasında Kentler, Fırsatlar ve Tehditler’’. Bir bölümünde bu konular irdelenecek. İstanbul özelinde de bunu örneklerle tartışma şansımız olacak, diye düşünüyoruz. Çünkü İstanbul’da yeni sorunumuz ve sıkıntımız bu. Kaçak yapıyı teşvik Bendeki izlenim hükümetlerin de bu çarpık kentleşmeyi destekledikleri, hatta tetikledikleri. Dubai Şeyhi’ne hükümet marifetiyle olmayacak alanda kule yaptırılacak. Bunun gibi daha pek çok örnek var. Nerede boş bir alan görseler hemen beton yığınları dikmeye kalkışıyorlar. Sizce bu nasıl bir mantık? ’ Konferanstaki bir temamız da dönüşüm. Çünkü bütünleşmeyi sağlayacak faktörlerden birisi dönüşüm kabul ediliyor. Baktığımızda dönüşüm hep sonradan yasallaştırdığımız kaçak yapılaşmış alanlar için geçerli. Oysa dönüşümün iki temel ayağı var. Bunlardan birisi kent ekonomisini sürdürmek, güçlendirmek, yeniden canlandırmak, öbürü de istihdam yaratmaktır. Kentte o ayrışma sorunu işsizliği de beraberinde getiriyor. Türkiye müthiş bir kent yoksulluğu yaşama sürecinde. Bu durum sürgit böyle devam edebilir mi? Siyasiler acaba gaflet uykularından ne zaman uyanırlar? Politikalarımızı geçmişte olduğu gibi küçük siyasi hesaplarımızın içine temellendirdiğimiz sürece bu böyle gider. Aslında küçük küçük iyi işler de yapmıyor değiliz. Her sektörde yetişmiş insanımız, plancımız, mimarımız var. Ama hepsi devre dışı. O nedenle bir an önce birliktelik ortamları kurmalıyız. Bu da samimiyetten ülkeyi insanınızı sevmekten geçiyor. Türkiye’deki gibi bir demokrasi diye açıklayabileceğimiz bir konunun göbeğine bu gündem geldi oturdu. Konferansta neler konuşulacak? Gündem nedir esas olarak? Tema açık olarak şu: Bütünleşme ve ayrışma arasında kentler, fırsatlar ve tehditler... Biraz önce de değindim. Kentler, iletişim ve bilgi çağında olmamıza karşın belirli kesimler arasında belirli kopukluklar ve ilişkisizlikleri yaşıyorlar. Bu olgu bizim gibi ülkelerin kentlerinde daha da yoğun biçimde görülüyor. Batı kentlerinde de bu olgu görülüyor ama bizde gelir dağılımı adına makas çok açıldığı ve eşitsizlik giderek büyüdüğü için bizim bu durumu hissetmemiz ve yakalamamız çok daha fazla oluyor. Bir de Batı kentlerinde, bizdeki gibi sonradan yasallaşan yasadışı bir olgu yok. Sosyal devlet bitince Yani gecekondulaşma mı? Evet. Gelinen noktada tabii ki kültürel siyasi nedenleri de bunun içine koymak mümkündür ama olayın ekonomik temeli çok ağırlıklıdır. Kentte yaşayan kesimler arasında belli iletişimleri, belli birliktelikleri ya da noktalar var. Dediğim gibi bu olgunun sosyal, ekonomik, kültürel, kurumsal yönü ayrı ayrı oturumlarda bütünleşen, çatışan ve ayrışan aktörler bağlamında enine boyuna tartışılacak. Bu bölgede 1999’da çok şiddetli depremler oldu. Pek çok can ve mal kaybı oldu. Ekonomi ağır bir darbe aldı. Ama bugün baktığımız zaman insanlarda bu depreme duyarlılık hemen hemen kalmadı gibi. Hâlâ zemin etütleri dikkate alınmıyor. Olmasa da olur gibi bir yaklaşım var. Acaba belleğimiz çok mu zayıf? Bir kaotik yapı sürüp gidiyor. Başta da söylediğimi yinelemek istiyorum. Çünkü çok önemli. Türkiye planlamaya, planlı olmaya inanmıyor. 1980 sonrası eski alışkanlıkların tümünü kırdı. Böyle olunca yetkiler parçalanıyor; yetkilerin parçalanması belirsizlikleri getiriyor. Birileri de bu belirsizlik ortamlarını kullanmayı çok seviyor. Yani bu belirsizlik ortamlarında birileri inanılmaz rantlar mı elde ediyor? Müthiş. Ben kibarca söylemeye çalıştım. Siz dikkat çektiniz. Deprem olduktan sonra Türkiye’de bu işe ciddi P O R T R E Prof. Dr. ZEKAİ GÖRGÜLÜ Yükseköğrenimini Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehircilik Kürsüsü’nde yaptı. Aynı üniversiteye asistan olarak girdi. Şimdi Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Başkanı. Uzmanlık konusuyla ilgili pek çok yayını var. Dediğim gibi, sermaye birikiminizi kent topraklarından gelecek rantlarda aradığınız zaman bunlar oluyor. Bu olgu bizde çok net bir biçimde ortada. Yöneticiler belki çarpık kentleşmeyi desteklemese de çözmek için bir şey yapmıyor. Ama bu, Türkiye’nin 5055 yıldır sorunu. 1950 bir kırılma dönemidir, 1980 bir başka kırılma dönemidir. O günlerden gelen sorunların birikimleriyle şu anda iç içeyiz. Yöneticiler aldırmıyor Siyasilerin çok ilginç yaklaşımları var. Maliye Bakanı’nın kaçak evleri ortaya çıktı. Başbakan, İstanbul Belediye Başkanlığı’na adaylığını koyduğunda, ‘‘Ben de sizler gibi kaçak evde yaşıyorum’’ diyerek oyları topladı. Özellikle bir yönetici nasıl böyle davranabilir? Galiba bunlar tabana yönelik mesajlar. Tabana en azından bir güvence anlatımı. Yani, ne demek? Yani, o kaçak yapılar yıkılmaz ya da bir süre sonra yasallaşır, siz de belli kent hizmetlerinden yararlanabilirsiniz, demek. Bu hep böyle oldu zaten. Biraz siyasi, biraz ekonomik, biraz güç olarak düşündüğünüzde bu yapılıyor. Ama tabii ki sonuçta kente zarar veriyor. Bütün bunlar yapıldı, oldu. Şimdi kent dönüşümü işi ortaya çıktı. Kent dönüşümüne baktığınızda bizde uygulanış biçimi yine çok yanlış. anlayışı dünyanın neresinde var? Bu demokrasi mi? Demokrasiyi kaos olarak anlıyoruz. Herkes istediğini yapar anlayışı içindeyiz. Böyle demokrasi olmaz. Peki, bu gelinen noktada neler yapılmalı? Bunları anlatabilir misiniz? Artık küresel dünyanın şöyle bir söylemi var: Ben ulus devleti artık sevmiyorum. Ulus ötesi sınırlara çıktım. Yarışacaksınız. Sermaye de uluslararası anlamda bir akışkanlık kazanıp sınırlar da kalkınca merkezi yönetim birçok şeyden kendisini çekmeye başladı. Bunun sonucunda kentler ve yerel yönetimler kendi kaderleriyle baş başa kaldılar. Bu kendi kaderiyle baş başa kalma bir yandan da çözüm bulmayı zorunlu hale getirdi. Buna en az hazır olan öncelikli kentlerimizden birisi İstanbul’du. Çözüm bulmak zorunda kaldı. Çözüm sermaye bulunmasından geçiyordu. Bunu da ancak böyle vizyon projeleriyle yapabiliyorsunuz. Ama İstanbul’un kendini anlatacak o kadar çok şeyi var ki. Bunlara çok ihtiyaç duyuyoruz. Ama bir yandan, ‘‘Aman yabancı sermaye gelsin, istihdam yaratalım, kent ekonomisine katkıda bulunacağız’’ diyorlar. Ama bunlar kente katkı sağlamaz. Dolayısıyla bu debelenmeler içinde Dubai Kuleleri, Haydarpaşa Garı, GalataPort projeleri çıktı. Bunlara destek veren ya da karşıt olan aktörler oldu. Bir yandan da bütünleşme ve ayrışma bütünleşmeyi sağlama konusunda biz başarılı olamadık. Biraz önce dediğim gibi sosyal refah devleti anlayışından erken vazgeçmemizin ve kentlere az pay ayırıyor olmamızın da önemli etkisi vardır. Bir süre sonra kamu mekânlarında yeterli mekânsal çözümler yaratılamayınca, kamu mekânlarında birleşilebilecek ortak mekânlar ayrılamayınca kentte yaşayan kesimler arasında farklı statüler, farklı sosyal gruplar arasında ciddi biçimde içe kapanmalar olmaya başladı. Bunun sonucunda da ciddi biçimde iletişimsizlik ortaya çıktı. Gecekondu bölgeleri ya da sonradan yasallaşan bölgeler kötü sağlık koşulları içinde olmalarına karşın kendi adlarına başka bir hücreyi, başka konumları oluşturdu. Bir yandan güvenlik önlemleri, bir yandan da kent dışında olma isteğiyle üst gelir grubu kendini sitelere kapattı. Orta gelir grubu zaten en çaresiz grup olduğu için ne yapacağını bilemedi. Kentin daha eski ve yerleşik bölgelerinde yaşamayı yeğledi. İşte, bu kongrede bu iletişimsizliği nasıl çözeriz, daha doğrusu planlama bu sorunun çözülmesinde nasıl bir araçtır, plancının rolü nedir, neler ortaya koyabiliriz, neler yapabiliriz konusunu tartışacağız. Tartışırken de bununla ilgili Batı’da yaşanmış, hayata geçirilmiş olan deneyimlerden, çözümlerden örneklerden esinleneceğiz. Biz bunları öğreneceğiz. Ama bunlardan da aktaracağımız, öğreteceğimiz önemli yatırımlar yapılmaya başlanıldı. Japonlar İstanbul’a çağrıldı, projeler üretildi, alan etütleri yapıldı. Ama bunlar hep bir yerlerde kaldı, sonlanmadı. Hep bir bencillik var. 1980 sonrası toplumsal değer yargılarımızı, bütüncül bakışlarımızı ağırlıklı olarak kaybettik. Bence 1980’in getirdiği en önemli olumsuzluklar bunlardır. Böylece bireysel çıkarlar, bireysel çıkar arayışları toplumsal çıkarlar ve değer yargılarının hep önüne geçti. Depremlerden sonraki çalışma süreçlerini, işine gelmeyen birileri geliyor ve bir noktada tıkıyor. Demin, Dubai Kuleleri’nden söz ettiniz. Mutlaka bunlardan önce zemin etütleri, toprak çalışmaları yapılır. Zemin, toprak sorunlu çıkarsa çok iyi önlemler de alınır. Buna inanıyorum. Ama sorun başka yerlerde. Avcılar’a akın Sorun nerelerde? Bir örnek vermek istiyorum. Aradan yedi yıl geçti, bir Zeytinburnu projesi bitirilemedi. Beylikdüzü ve Avcılar’da depremlerden sonra nüfus iyice azalmıştı. Sonradan gayet mütevekkil bir tavırla yeniden çıktı. Çünkü gayrimenkul ucuzlamıştı. Kolay elde edebiliyordunuz. Şimdi oralarda yeni yeni inşaatlar yapılıyor. Bu inanılır gibi değil. Bizde, kentli olmak, uygar olmak, bu bilince sahip olmak için biraz da vatandaşımıza bakmamız lazım. Bireysel duyarsızlıklarımızı hiç göz ardı etmemeliyiz. ‘ Kentte o ayrışma sorunu işsizliği de beraberinde getiriyor. Türkiye müthiş bir kent yoksulluğu yaşama sürecinde. ’ ‘ Aradan yedi yıl geçti, bir Zeytinburnu projesi bitirilemedi. Beylikdüzü ve Avcılar’da depremlerden sonra nüfus iyice azalmıştı. ’ Göçenleri hem kullandık, hem reddettik ‘ Biz taş üzerine taş koyuyoruz. Öğreniyoruz, öğretiyoruz, farklı deneyimlere bakıyoruz. Ama bunlar, dediğiniz gibi, belirli çevrelerin içinde kalıyor. ’ Yaşanan bir felaketti. İnsan olarak bu felaketten nasıl ders alınmaz? Ders almadığımız kesin. Bizbize verilen cezaları anlamıyoruz. Bunlardan ders alamıyoruz. Bir kere çok benciliz. Toplumsal mekanizmalara, o anlamdaki otokontrole, kentte attığımız adımın bizi nereye taşıyacağına, affedersiniz ama, yere tükürdüğümüz zaman evimizin içine tükürdüğümüze, o binada oturarak kendimize, kentimize ve ailemize zarar verdiğimize aldırmıyoruz. Yalnız şuna dikkat çekmek istiyorum: Göç dalgaları kentimize geldiği zaman biz hiç paylaşmadık. Göçlerle büyük kente gelenleri eğitme, kentli olmayı öğretme, onlarla birlikte olma çabaları içine girmedik. Şimdiki ayrılıkların, çatışmaların, bölünmelerin önemli nedenlerinden birisi de bu. Onları hep izole ettik, reddettik. Bir kesim onları yedek işçi deposu olarak kullandı. Bir kesim de siyasi amaçlarına hizmet etsinler diye oy deposu olarak kullandı. Bugün bütün bu yapılanların bedelini ödüyoruz. Tabii bu yapılanlar siyasete de önemli ölçüde zarar vermedi mi? Merkez sağ da, merkez sol da bu durumdan yakınmıyor mu? Neden yakınıyorlar? Hep oralardan beslenmediler mi? Ayrıca merkez sağ yıllarca o çelişkileri, samimi olmayan planlamaya ilişkin irade beyanlarını ortaya koymadı mı? Artık bu gerçekleri açık olarak ortaya koymamız lazım. İsterseniz yeniden kongreye dönelim. Siz bu kongreyi inanılmaz çabalar harcayarak düzenlediniz. Bunun sonucundan ne bekliyorsunuz? Alınacak kararlar hayata geçirilebilir mi? Ya da sesinizi sokaktaki insana duyurabilir misiniz? Bu kongrenin sokaktaki insana ineceğini sanmıyorum. Bunu indirebilmemiz için bizim şunu yapmamız gerekiyor: Biz taş üzerine taş koyuyoruz. Öğreniyoruz, öğretiyoruz, farklı deneyimlere bakıyoruz. Ama bunlar, dediğiniz gibi, belirli çevrelerin içinde kalıyor. Bunun halka inmesinin yolu zaten buradan geçmiyor. Artık birçok kararda, eğitimi çok ön planda tutarak paylaşmak, mutabakat, tartışma, ikna ortamları yaratmak gerekiyor. Yani yerelin gücünü, yerelin önemini öne çıkarmak lazım. Bunu başaramadığımız sürece hiçbir yere varamayız. Yine bu konferansları yaparız. Tabii ki bunlar katkılar sağlar. Genç insanlarımız, yönetimlerimiz bir şeyler öğrenir. Bunlar mutlaka artı puanlardır. Ama dediğiniz spesifik anlamda Türkiye’nin mutlaka böyle bir sürece ihtiyacı var. Yani, yereli öne çıkaran, merkezden beslenmeden vazgeçmiş, ama merkezle doğru biçimde oynayan, doğru kaynak yaratan bir anlayış gerekli. Zaten bu x partisinin işi de değil. Bizim yapmamız gereken aklın, beynin gereği. Bu, zaten insan odaklı olmak. Ama bunu yapmadığımız sürece tevatürlerle, el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalışırız. Keşke daha önce bu yapmamız gerekenleri yapmış olsaydık. O kadar çok yıl kaybettik ki... CUMHURİYET 12 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear