28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 18 TEMMUZ 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER El Kadı’nın Savunucuları!.. Eylemleriyle söylemleriyle Türkiye Cumhuriyeti’ni eleştirmeye yönelik girişimler içinde olan bir kısım siyasal kimlikli yöneticilerin, siyasal yönetim mekanizması içinde yer almaları bir yana, yasalar karşısında bir yurttaş olarak bulundukları konum dahi tartışmalıdır. kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır (Fâtır/32).’’ Terör listelerine adı geçmiş elin adamı ‘‘El Kadı’’nın Türkiye’de savunuculuğunu üstlenenler; eylemleriyle söylemleriyle sosyal yaşamda ‘‘yurttaş’’ yerine ‘‘kul’’ tercihlerini ön plana çıkaranlar; toplumda ayrımcılığın altyapısını oluşturmaktadırlar. Siyasal İslam yandaşlarını cesaretlendirme amacı taşıyan bu ve benzeri eylem ve söylemlerin; temel niteliklerinden biri ‘‘laiklik’’ olan Türkiye Cumhuriyetinde, sorumluluk üstlenmiş siyasal kimlikli yöneticiler tarafından sürdürülmesi, Türkiye’de Siyasal İslamın ulaştığı noktanın görülebilmesi açısından önem taşımaktadır. PENCERE Ey Takıyyeci, Uyan Artık... Medyanın dünkü yayınlarına yansıyan mantık, ülkenin nasıl bir yönetim çarpıklığı içinde yaşadığını sergiliyor... Gazetelerin manşetleri: Sabrımız taştı.. Bunlar çekilir şeyler değil.. Yüreğimize ateş düştü.. Bizden günah gitti.. Bardak taştı.. Yetti artık.. Bu laflar iktidarın başı Tayyip Erdoğan’ın konuşmasından aktarılan bir edebiyatın basına yansımasından başka şey değil... ? Başbakan doğru dürüst düşünemiyor... Ve konuşamıyor... Şu lafına bakın: ‘‘ Hep demokratik çizgide bu işi halledelim istedik. Ancak Bitlis’ten sonra sekiz yavrumuz daha şehit oldu. Bunlar artık çekilir şeyler değil...’’ Yeşilçam sinemasının diyaloglarına taş çıkartan bu ilkel romantizm, ciddi bir devletin aklı başında Başbakanına yakışır mı?.. ‘‘Bunlar artık çekilir şeyler değil’’ imiş... Peki, şimdiye dek neden çekiyorduk?.. ‘‘Hep demokratik çizgide bu işi halledelim’’ diye... Peki, bundan sonra sorunu ‘demokrasi dışında’ mı halledeceğiz?.. Ne biçim konuşma bu?.. Konuşmasının niteliğini de Tayyip Erdoğan büyük saflıkla ‘bizzat’ vurguluyor: ‘‘ Hak ettikleri cevabı alacaklar; dilerim duygularım aklıma, bilgime, tecrübeme egemen olmasın...’’ Hoppala!.. Aklı, bilgisi, tecrübesi olsaydı, Recep Tayyip böyle konuşur muydu?.. ? 21’inci yüzyılda, devletler hukuku diye anılan yasal dünya düzeninde, nereden gelirse gelsin, silahlı saldırıya uğrayan bir ülkenin varoluşunu savunmak için kullanacağı meşru hakları tek tek sayılmıştır... AKP iktidarının ilginç Başbakanı, bu hakları kullanmayı demokrasi dışına çıkmak sanıyor... Ve demokrasi dışına çıkacağını açıklayıp kendini işin başında suçlu ilan ediyor... Türkiye Cumhuriyeti’ni bu takıyyeci iktidar mı savunup koruyacak?.. ? Sorun nerede?.. Bu takıyyeci iktidarın dünyaya bakışı dinci mantıktan kaynaklanmaktadır. Ortadoğu sorunlarına yaklaşımı da insancı, hukuksal, ulusalcı, çağdaş değil; İslama şartlanmışlığın ağır bastığı bir siyasal kılavuzluğun güdümündedir... Türkiye’nin ulusal çıkarları yerine, İslamcılığın önyargılarıyla hareket eden AKP’nin güdülenmesi şimdi bir yol ağzına geldi; vardığı noktada zorlanıyor... Kuzey Irak Müslümandır ve Türkiye’ye saldırı üssüdür; bu bölgeden gelenler Türk Müslümanlarını katlediyor; Orta ve Güney Irak Müslümandır; Şii ile Sünni birbirlerini öldürüyor; koskoca İslam okyanusu İsrail’e karşı birleşemiyor... Ama, bizim takıyyeciler bu gerçeği görecekleri yerde dinciliğin edebiyatında yitikleşip ulusalcı laik Cumhuriyetin varoluşunu baltalamayı yeğliyorlar... Ey takıyyeci!.. Uyan artık!.. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU ‘‘Babama bile kefil olmam’’ dediği ileri sürülen kimi kişilerin, Birleşmiş Milletler’ce (BM) yayımlanmış ‘‘terör örgütlerine mali destek sağlayanlar’’ listesinde yer alan ‘‘Yasin el Kadı’’ adlı yabancı bir kişi hakkında; ‘‘Terörle ilgisi olamaz. Hayırsever bir adamdır. Tanırım ve kendisine kefilim... Kendime inandığım gibi inanıyorum’’ şeklindeki açıklamaları günlerdir kamuoyunu meşgul etmektedir. Adı geçen yabancı kişinin savunuculuğunu üstlenen, siyasal yönetici kimliği de taşıyan bir kısım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, neden böyle bir davranış içinde oldukları herkes tarafından merak edilmektedir.‘‘Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’’ kararıyla, Türkiye’deki tüm para ve malvarlığı ile hak ve alacakları dondurulmuş bulunan ve Türkiye’ye girişi yasaklanmış olan bir yabancının ardında duranların sergilediği bu davranış şekli akıllara durgunluk vermektedir! Ülkesinde mahkeme kararlarını göz ardı eden, yargıçlara yüklenen bu kişiler, her nedense ‘‘El Kadı’’ yı savunurlarken hakkında herhangi bir mahkeme kararı olmadığından bahsetmektedirler!.. Tüm bunlar yadırganmamalıdır! ‘‘Siyasal İslam’’ın egemenliği için mücadele eden terör örgütü ‘‘El Kaide’’ye parasal destek sağlayan ‘‘El Kadı’’nın, aynı yolun yolcusu başka kişi ya da kişiler tarafından savunulması, tümüyle olayın doğasına uygundur ve bunda şaşılacak bir yan da yoktur. yacı içinde olduklarını; ya da böyle bir zorunluluk içinde bulunduklarını Türk toplumuna açıklamalıdırlar... ‘‘Hayır’’ anlayışı kişiden kişiye değişir ve öznellik taşır! Kimine göre cami yaptırmak; kimine göre Kuran kursu açtırmak; kimine göre tarikat okullarına ya da şeriat yurtlarına destek sağlamak; kimine göre Siyasal İslamın egemenliği için faaliyet gösteren örgütlere parasal yardımda bulunmak ‘‘hayır’’ kapsamındaki davranışlar içinde yer alabilir. Ne var ki,‘‘El Kadı’’yı hayırsever olarak tanımlayanların, ona kefil olanların; ‘‘hayır’’ konusundaki düşünce tarzlarını da ortaya koymaları gerekmektedir.Çünkü Türk toplumu, ‘‘El Kadı’’ savunucularının neden böyle bir davranış sergileme ihtiyacı içinde olduklarını ve bu görevi neden üstlendiklerini; karşılığında ne elde ettiklerini; ya da elde etmeyi umduklarını bilmek istemektedir!... Gerçeğin resmi Uluslararası kuruluşlar tarafından terör örgütlerine parasal destek sağladığı belirlenmiş olan; ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’’ kararıyla hakkında önlemler oluşturulmuş bulunan yabancı uyruklu bir kişinin, ne acıdır ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tarafından savunulması ve bunun özellikle de Türkiye’de siyasal yönetimde sorumluluk üstlenmiş kişiler tarafından yapılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağlı olduğu değerleri inkârdan başka bir anlam taşımamaktadır. Bu resimde, eylemleriyle söylemleriyle Türkiye Cumhuriyeti’ni eleştirmeye yönelik girişimler içinde olan bir kısım siyasal kimlikli yöneticilerin, siyasal yönetim mekanizması içinde yer almaları bir yana; yasalar karşısında bir yurttaş olarak bulundukları konum dahi tartışmalıdır. Dokunulmazlık zırhı ardına sığınarak anayasada belirtilen esaslar dışında siyasal yönetim arayışı içinde olanlar; dinsel ideolojik yaklaşımlarla bu ülkeyi şekillendirmek isteyenler; hiç kuşku yok ki önünde sonunda kendilerini yargı önünde bulacaklardır... Siyasal İslam bakış açısıyla uluslararası ilişkilerde yerleşik ilkeleri bir yana bırakıp; yönetimde anayasal nitelikleri göz ardı edip; uluslararası kuruluşların ve ülkesinin almış olduğu kararları ve oluşturduğu uygulamaları, yabancıların yanında durarak karalayanların, ülkesinin hak ve çıkarlarını korumak yerine yabancıları savunanların; bunu ne için yaptıkları ortaya konmalıdır... ‘‘Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma büyük Türk milleti önünde namus ve şerefim üzerine and içerim’’ diye yemin edenlerden bu davranışlarının hesabı sorulmalıdır!.. Eylem ve söylemleri suç teşkil edenler her kim ise, yargı önüne çıkarılmalıdır... Türkiye; üzerinde kara bir bulut gibi dolaşan; ulus tümlüğü, ülke bütünlüğü, aydınlanma, çağdaşlaşma, laiklik ve demokrasi yolunda tehlikeler oluşturan ‘‘Siyasal İslam’’ engelini aşmalıdır! EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Barış’ Bir Masal! ‘‘Barış, iki savaş arasındaki zamandır.’’ Kim söylemiş, bilmiyorum. Ama en büyük gerçeği dile getirmiş!.. Yeryüzü, yeryüzü olalı, hiç barış yaşandı mı? Barış, yani, insanoğlunun kavgasız, dövüşsüz, kan dökmeden, çocukları, kadınları öldürmeden, köyleri, kentleri yerle bir etmeden, umutları, hayalleri, iyi niyetleri kökünden yıkmadan yaşadığı, şöyle, bir kırkelli yıl oldu mu? ‘Tarihten ders almalı’ derler... Bir kuşak geliyor, geçmişi unutmuş, daha doğrusu yaşamamış! Her şey kendisiyle başladı sanıyor; bilim, sanat, kültür; bu arada acımasızlık, horgörü, küçümseme, kendinden başkasını güçlü görmeme, her şeyi kendisi için isteme, bu yolda her şeyi göze alma... Bir kuşak düşman bildiğiyle boğuşuyor, birbirini eziyor, eziliyor, milyonlara kıyıyor, kıyılıyor, derken barış diye bir ara süreç yaşanıyor. Ama o kuşak yaşlanmış, sakatlanmış, yanmış yıkılmış; anlamış bencilce tutumunun, kendini en üstün görmesinin yanlışlığını, karşısındakilerin de en az kendisi kadar güçlü olabildiğini... Barış antlaşmaları, barış sözleri, şiirleri edebiyatının boşluğunu... Nereye kadar? Bir yeni kuşak daha yetişmiş bu arada! Okullarda okutmuşlar geçmişin acılarını, geçmişin korkunçluğunu, yanlışlığını, çıkmazlarını... Geçen kuşaklardan kalan bilgeler, yaşlılar, sakatlar, yaralılar ne kadar ‘Barış savaştan iyidir’ deseler de boştur; yeni gelen kuşak bilmiyor, yaşamamış, öğrenememiş, yani o acı tadı tatmamış!. Haydi yeni baştan aynı tutumlar, aynı öfkeler, silahlanmalar, güçlenmeler, ‘ben neymişim’ demeler, yeni kavgalar, yeni savaşlar... ??? Günlerdir TV önündeyim. Hepimiz öyleyiz. kendi yazgımızı izler gibiyiz! Bir gün bizim de başımıza gelebilecek mi? Belki! Lübnan’da, Filistin’de, İsrail’de, Keşmir’de, Vietnam’da, Afrika’larda, Asya’larda hep yaşanan, hep yaşanacak şeyler!.. Dıştan, içten kalkışmalar, saldırmalar, bombalamalar, bir hırs, bir tutku, bir yanlış, bir yersiz kin, garip inanış sürükleyecek yığınları birbirine karşı.. Ver parayı al silahı! Daha çok ver, daha çok al! Ne işe yarar? Öldürmeye, yıkmaya, ezmeye!.. ‘‘Yirminci yüzyılda böyle şeyler olmaz’’ mı, demişlerdi? Hepsi oldu! Ya, yirmi birinci yüzyıl? Birleşmiş Milletler var, teknoloji, bilim, sanat, felsefe, binlerce kitap, on binlerce yaşantı var, insanı daha iyi daha üstün kılmak çabaları var... Ama gerçek ortada. Sen benden güçlüsün, sen benden daha silahlısın, öyleyse sensin ezilecek, yok olacak!.. Barış bir masal!.. Barış bir uyku ilacı!.. Barıştan yana kitapları yakmalı, kitaplıkları yıkmalı mı? Çünkü hepsi yalan söylüyor, hepsi insanı insana karşı dostluktan çok düşmanlığa çekiyor... Nerdeyse bütün bilimiyle sanatıyla, bu yeryüzünde binlerce yıldır ‘barış diye diye’ en korkunç savaşları yarattığını bilmiyor... Öğrenecek mi? Ne sen göreceksin onu, ne ben! Bu gidişle ne de gelecek yüzyıllarda yaşayacak olanlar... Sosyal devlet ve hayırseverlik Sosyal devletin egemen olduğu laik bir ülkede, hayırlara ve hayırseverlere ihtiyaç yoktur. ‘‘Hayırlara vesile olsun’’ türünden söylemlere de yer yoktur. ‘‘Hayır’’ tümüyle dinsel içerikli bir olgudur. ‘‘Hayırseverlik’’ dinsel nitelikli bir faaliyettir. Bu faaliyet esas itibarıyla hedef kişi ya da kişilerin yararına değil, girişimci kişinin dinsel tercihleri nedeniyle kendi yararına dönüktür. Sosyal devlet böyle bir uygulamanın ortaya çıkmasına neden teşkil edebilecek koşulların oluşmasına izin vermez. Sosyal devlette ancak toplumsal gelişim amaçlı örgütler faaliyet gösterir... ‘‘Hayır’’ ve ‘‘hayırseverlik’’ daha çok dinsel yönü ağır basan, ya da bu yönü ön plana çıkaran; yardım gören kişinin mutlu edilmesinden çok, yardım eden kişiyi Tanrı katında kabul görmeye yönelten bir girişimdir; özünde dinsel amaçlar yatar. İnanan kişi, bu yoldaki girişimlerini günahlarından arınmanın bir yöntemi olarak görür; bunu mümin olmanın bir gereği olarak düşünür. Asıl amaç toplumun ihtiyaçlarının karşılanması değil; ikinci yaşamda mutluluğa erişebilmenin koşullarını oluşturmaktır! Kuran’da yer alan ayetler bunun böyle olduğunu ortaya koymaktadır; ‘‘Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah takva sahiplerini çok iyi bilir (Âli İmrân/115).’’ ‘‘Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir (Nisâ/127).’’‘‘Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. Siz hayır işlerinde yarışın (Bakara/148).’’ ‘‘Onlardan kimi kendisine zulmeder, Hayır ve hayırseverlik ‘‘El Kadı’’nın yaptığı ‘‘hayırlar’’ın ne olduğunu Türkiye’de kimse bilmemektedir. Ama El Kadı’nın savunuculuğunu üstlenmiş olanlar herhalde bunu bilmektedirler. ‘‘El Kadı’’ için ‘‘hayırsever’’ tanımı getirenlerin bu ülkede ‘‘hayırseverlik’’ perdesi ardında nelerin yapıldığını çok iyi bildikleri de muhakkaktır. İnançlı hayırseverler bir yana, kamuoyunda sahip olunan kötü imajdan sıyrılmak, ya da kara para aklamak için başvurulan yöntemlerden birinin de hayırsever insan görüntüsüne bürünmek olduğunu Türk toplumu çok iyi bilmektedir. Bu gerçekler ışığında ‘‘El Kadı’’nın savunuculuğunu üstlenenlerin şimdi yapmaları gereken şey; adı geçen kişinin ‘‘hayır’’ olarak tanımlanan faaliyetinin nelerden ibaret olduğunu ortaya koymak ve bu faaliyetin kapsamını açıklamaktır. Herkesin ‘‘hayır’’ anlayışı aynı olamayacağına göre; ‘‘El Kadı’’yı savunanlar, onun hayırseverliğinin boyutlarını; yaptığı hayırları; neden o kişiyi savunma ihti Ayvalık Cumhuriyet gazetesi okurları ve konuklar, sevgiyle, coşkuyla söyleşmek üzere buluşalım. Tarih: 21 Temmuz 2006 Saat: 16.00 Yer : İsmet İnönü Kültür Salonu arkası yeşil saha yanı Belediye Çay Bahçesi AYLA AKBAŞ Yol Göründü mü Birilerine? Ahmet ARPAD nsanımız, Ankara’ya yolladığı vekilinden çoğu zaman pek memnun kalmadı. Politikanın içinden gelen ‘‘çekirdekten politikacı’’ ender görüldü Ankara’nın koltuklarında. Ağa oğlundan mühendisine, takunyalısından tüccarına girdi çıktı Meclis’e. Sendikacı, gazeteci, eğitimci, diplomat ise pek temsil edemedi toplumu. Bencil olmayanı, ödün vermeyen halkçısı, açık sözlüsü, dürüstü, yetenekli aydını hep parmakla gösterildi. İnsanına dönük politika yapmasını bilmeyen, beceremeyen, fakat Meclis koridorlarını dolduran ‘‘yeteneksizler’’in girişimleri hep toplumdan uzak, toplumdan kopuk oldu. Bilinçsiz yığınları besleyen parlak sözlerinin içi de boş, yavan kaldı! Yaptıkları, söyledikleri demokrasi adına yutturmacayı geçmedi. Halktan kopmuş bu kişilerin biri gitti, öteki geldi. Gelen gideni arattı. Tümü de, gözünü budaktan sakınmayanların tehlikeli oyununu oynadı! Türkiye’de onlarca yıldır bölücülük görevi üstlenmiş ‘‘misyoner’’ kişiler olduğu bilinen bir gerçek. Bu insanların 12 Eylül’den günümüze daha sık ‘‘göreve getirildiği’’ de sır değil. Görünmeyen birileri onları hep oradan buraya piyon taşları örneği sürüp durdu. Bu zavallı kuklaların ipleri her zamanki gibi başkalarının elinde oldu. Bu ‘‘gelenek’’ henüz başı İ mızda bulunan, belki de günleri artık sayılı ‘‘dinci’’ hükümetle de değişmedi. 3 Kasım 2002’den bu yana ardı ardına yaşadıklarımız kişiyi ürkütüyor, düşünenin tüylerini ürpertiyor. Son seçilenler, toplumun altında ezildiği sorunlara el atacaklarına, çok büyük bir hata yaptılar, kendi ideolojileri peşinde koşar adım gittiler. Girişimleri ile toplumu bir iç gerilimin eşiğine getirdiler. Başbakanı, ‘‘Türkiye modern bir İslam devletidir’’ diyen bu ülkede, İslami hareketin devlet yönetimini ele geçirmesi gerektiğine inanmış bir kişi Başbakanlık Müsteşarı! Bütün dünya ülkelerinde çekimser olan Meclis Başkanı bizde iktidar partisinin reklamcısı! Tarikat vakıfları ile iç içe, laik cumhuriyet ile kavgalı, iç gerilimi sürekli arttıran, bildiğini okuyan bir iktidar hâlâ başımızda. Sıkıntılı, çelişkili bir süzgeçten geçen Türkiye, toplum sorumluluğunu kavramamış ya da kavramak istemeyen bu insanlarla bir yere varılmayacağını sonunda anlıyor gibi. Seçmen tabanının sadece yüzde 25’inin oyu ile Meclis koltuklarının yüzde 66’sına kaykılanlar ülkeye huzur, çoğunluğa refah getirmedi. Gerektiğinde ulusal çıkarlarımızı koruyacağına da toplumu bir türlü inandıramadı. Gün geçtikçe, sadece kendilerini seçmiş olan belli bir azınlığın çıkarlarını gözetmek için iktidara gelmiş oldukları iyice ortaya çıktı! Osmanlı’nın son yıllarında da yığınlar, yönetenlerden kopmuş, daha doğrusu koparılmıştı. O günlerde Ortadoğu’ya yerleşmek istiyordu emperyalizm, bugün de. Eski oyun, bilinen tablolarla elli yıl boyunca sahnelendi durdu. Sonra, 21. yüzyıla girildiğinde Türkiye’nin yazgısına egemen para babaları bir başka yolu denedi. Ülkeyi tümüyle teslim etmeye hazır bekleyen başka maşalar buldular. Düşünen insanımız bu kez, ‘‘Ilımlı İslam’’ yutturmacası altında şeriatın sinsi sinsi gelmesinden şüphelenmeye başladı. Sonra zaman geldi, bu şüphe korkuya dönüştü. 2006 yılında yaşadıklarımız ise, kimi şüphelerin artık gerçekleşme aşamasında olduğunu iyice kanıtlıyor. Ancak halkın gücü gerçekten politikaya yansımadığı sürece Türkiye bu maşalardan, kuklalardan, yalakalardan, onları seçmemiş olan çoğunluğu çıkarlarının uğruna parmaklarının ucunda oynatan ‘‘sözüm ona dini bütünler’’den yine de kurtulamayacak. Ülke insanını çoktan karşısına almış olan ‘‘yöneticiler’’in ise şu sıralar kellelerini kurtarmak için çevrelerine kin kusmaktan, önüne geleni kışkırtmaktan başka bir şey yaptıkları yok. Çünkü ideolojik ve kişisel çıkarları uğruna cumhuriyetin temellerini kemiren bu kişiler artık çırpınmaya başladı. Ülke değil, şimdi onlar ‘‘ölüm döşeği’’nde. Her yolu denediler, başaramadıklarının farkındalar. Karşıların da uyanmış bir taban bulmaktan korktukları için de son güçleri ile sağa sola sürekli saldırıyorlar. Yargı üyelerinden rektörlere, işçiden, köylüden köşe yazarlarına... Gelişmiş Batı ülkelerinin hiçbirinde görülmeyen, benzeri olmayan bir ‘‘yöntem’’! Çekerler yakında iflas bayrağını! Türkiye artık bir yol ayrımında. İnsanımız 1923 Devrimi’ne dört elle ve bilinçle sarıldığı anda ülke kendini bataklıktan çıkarıp kurtaracak, bir değişme sürecine girecektir. Birilerinin suyu kaynadı gibi... CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear