02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 10 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Duygusal, milliyetçi yaklaşımlar aşılarak değerler temelinde çok kültürlü bir strateji gerekiyor Yunanistan’ın azınlık politikası YANNİS ZAİMAKİS* ülbeyaz Karahasan’ın adaylığı (anamuhalefet PASOK’un İskeçe genel vali adayı) azınlık konusunu yeniden gündeme taşıyarak kapsamlı bir tartışmanın başlamasına yol açtı. Ancak, medyada dile getirilen tezlerin önemli bölümü azınlık toplumunun durumunu anlamayan ve bakış açılarını dikkate almayan milliyetçi görüşler çerçevesinde yansıtılıyor. Gümülcine, Dimokrition Üniversitesi’nde çalıştığım yıllarda azınlıkla ilgili araştırmalarımdan edindiğim deneyimler ışığında göz ardı edilen bazı noktaları vurgulamak istiyorum. Birincisi, azınlık konusunun toplumsal boyutuyla ilgili. Bir dizi kısıtlayıcı önlemin kaldırılmasıyla 1990’lı yıllardan sonra azınlığın gündelik yaşamında olumlu gelişmeler gözlendi. Aslında buna ‘‘Azınlık mensupları için olumlu beklentiler doğuracak bir ortam meydana geldi’’ de diyebiliriz. Ancak, bu değişiklikler azınlığın ekonomik ve toplumsal kalkınmasına yönelik iyileştirici koşulları yaratacak ve Trakya’nın kalkınmasıyla ilgili etkili bir planlamayı kapsamıyordu. G EĞİTİM VE GELİR DÜZEYİ DÜŞÜK Azınlığın toplumsal gerçeklerine gelince: Azınlığın en önemli sorunlarını düşük eğitim ve gelir düzeyi, yüksek işsizlik oranı ve dağlık bölgelerde göçebelik oluşturuyor. Azınlıkların bölgenin sanayi ve turizm alanına katılımı hemen hiç yok gibidir. Yoksulluk düzeyleri ise tüm Yunanistan’daki karşı ırkçı ve küçümseyici bir tavrın halk ortalamasının iki katından da daha takınılmış olduğunun kanıtıdır. Dini düşüktür. Kent dokusu içindeki bazı tanımlama, Osmanlı İmparatorluğu’nun semtlerde, örneğin Gümülcine’deki Alan mirasçıları olan, toplumun diğer nüfuslarının Kuyu, İfestos ve İskeçe’deki Drosero aksine, etnik farklılık olarak tanımlanma semtlerindeki Çingene azınlığın sefaleti, hakkına sahip olmayan, tümü gerici olan bir devlet ve toplum olarak aleyhimize aşırı bir toplumu ima ediyor. Siyasi konuşmalardaki fakirlik olduğunu gösterir nitelikte. Çoğu işçi egemen ifade tarzı, azınlık gruplarının ve çiftçi olan azınlık toplumunun toplumsal etnik tanımlanmasına ilişkin herhangi bir yapısı adeta kapitalizm öncesi koşulları tartışmayı da reddediyor. Yunanistan ‘‘Türk’’ andırıyor. Bunun nedenlerinin bu metin terimini kullanan derneklerin çalışmalarını çerçevesinde analiz edilmesi mümkün değil. yasaklıyor. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Toplumsal geri kalmışlığın azınlığın kültürel gözlemcilerinin uyarılarına özelliklerinden kaynaklandığı rağmen, hukuksal alanda yönündeki tek taraflı yorum, (miraslar, boşanmalar vb.) Yunan devletinin üslüman devletin atadığı sorumluluklarını müftünün yetkisini örtbas eden, konuyu olarak tanımlanmak kullanması yönündeki basitleştiren kolaycı istemeyen Türklerin böyle çağdışı uygulamayı bir yaklaşımdır. Yunan tanımlanması ırkçı ve hâlâ kabul etmeye devletinin, zaman küçümseyici tavrın devam ediyor. Azınlığın içinde bu sınırlayıcı kimliğiyle ilgili devlet koşullara karşı çıkmakta kanıtıdır. politikaları yıllarca zayıf kalması azınlığın yasaklayıcı mantıklar, özümseme toplumun bünyesine katılmasını stratejileri ve duruma göre ‘‘Pomak’’ engellemiştir. Tuhaf olan diğer bir konu, merkezli yaklaşımlar arasında tutarsızlıklar azınlığın, dinine göre tanımlanması. Dinde gösterdi. Söz konusu devlet politikalarının hoşgörüyü esas alan, kimliklere dinin sonuçları beklenilenin tam tersi yönünde yazılmasını yasaklayan bir ülkenin, yıllar oldu. Azınlık kimliği güçlendi ve Pomakların önce bugünkü koşullardan çok farklı sosyobüyük bir bölümünde Türklük bilinci yayıldı. ekonomik koşullar altında imzalanan bir anlaşmanın hukuki düzenlemelerinin arkasına Milliyetçi baskılar bir yana, çoğunluğu Trakya’da bulunan çok kültürlü bir toplumun gizlenerek, azınlığı dini ayırım şartlarıyla kalkınması ancak her grubun toplumsal ifade tanımlaması bir çelişki oluşturuyor. özgürlüğüne sahip olmasıyla mümkündür. ‘‘Müslüman’’ olarak tanımlanmak istemeyen Bu da her azınlık vatandaşının, kişisel veya bir grubun (Türkler) politikacılar ve toplumsal düzeyde, kökeni açısından Türk, gazeteciler tarafından sistematik bir şekilde Pomak ya da Roman olarak konuşma ‘‘Müslüman’’ olarak tanımlanması, azınlığa özgürlüğüne sahip olduğu, etnik kimliğine sadık olduğunu göstermek zorunda olmayacağı, Yunan aleyhtarı ve hain olarak suçlanma tehlikesiyle de karşı karşıya gelmeyeceği bir yaşam tarzı demektir. Bu bakış açısı belki bölgenin çok kültürlü coğrafyasının yeniden canlanmasını ve yeni bir kimlikler dengesinin kurulmasını sağlar. ‘Yaz Yağmuru’ Değil Cehennem Ateşi! İsrail ordusu, o bir türlü sona ermeyen ünlü ‘‘yol haritası’’ uyarınca terk etmiş göründüğü Gazze Şeridi’ne, bir İsrail askerinin kaçırılmasını bahane ederek giriştiği saldırıya ‘‘Yaz Yağmuru’’ gibi oldukça densiz bir ad yakıştırmış. Yaz yağmurunun başlıca özelliği, herkesin bildiği gibi, zaman zaman ortalığı suya sele boğmasına karşın, geçici olmasıdır. Oysa, anımsanacağı gibi İsrail askerinin esir alınmasından önce de, bahaneli bahanesiz sivillerin üzerine bomba yağdırıyor, çocukları aileleri ile birlikte canından ediyordu. Gelen haberlere bakılırsa İsrailli asker yaşıyor. Buna karşılık İsrail bombardımanları şimdiden yirminin üstünde Filistinlinin ölümüne, bir o kadarının da yaralanmasına neden olmuştur. Bu yüzden İsrail ordusunun eşitsiz güç kullanarak giriştiği Gazze Şeridi harekâtına, ‘‘Yaz Yağmuru’’ndan çok ‘‘cehennem ateşi’’ adı daha da yakışmaktadır. Ayrıca İsrail ordusu aylardır Filistin halkını ekmeksiz, parasız pulsuz bırakan uluslararası ambargo yetmiyormuş gibi, elektrik santralını bombalayarak halkın bir de susuz kalmasına yol açacak ölçüde insaftan bütünüyle nasipsiz olduğunu kanıtlamıştır. Avrupa, özellikle de Fransa, saldırıların durdurulması yönünde yarım ağızla da olsa girişimde bulunmaktan kaçınmıştır. Sadece İsviçre, o da Cenevre Konvansiyonu’na ev sahipliği yaptığı için İsrail’i, Filistin’i kolektif bir biçimde cezalandırdığı için insanlık yasalarına karşı suç işlemekle itham etmiştir. BM İnsan Hakları Konseyi, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarını telin etmiş, İsrail’e askeri harekâtın durdurulması, esir alınan Filistinli bakan ve vekillerin serbest bırakılması yönünde çağrıda bulunmuştur. Birleşik Amerika ise her zamanki tavrını sürdürmüş, Konsey kararını ‘‘düş kırıklığı’’ yaratmakla suçlamıştır.. ??? BM İnsan Hakları Konseyi ya da Cenevre Konvansiyonu’nun girişimleri ise boşa kürek çekmekten öte işe yaramıyor. Çünkü İsrail, durum ne olursa olsun hep yanında olan büyük destekçisi Birleşik Devletler’in vetoları sayesinde 40 yıla yakın bir süredir onlarca BM Güvenlik Konseyi kararını hiçe syarak, Filistin topraklarının en verimli bölgelerini ilhak etmenin arayışındadır. Zaman zaman barışa, zaman zaman da savaşa yönelik politikalarının hedefi aynıdır. Biraz da bu yüzden göstermelik de olsa, birbiri ardından gündeme getirilmek zorunda kalınan ‘‘barış planlarını’’, her zaman yerli yersiz bahaneler icat ederek geçersiz kılmıştır. Son barış planını ve ‘‘yol haritasını’’ yine çeşitli bahanelerle dumura uğratarak yeniden saldırıya geçmesinin ardında, bu değiştirmeye niyetli olmadığı politikalar yatmaktadır. İslamcılara oynayarak Arafat’ın El Fetih’ini saf dışı bırakmış, Washigton’la birlikte Hamas’a iktidarın yolunu hazırlamış, ardından iktidara ‘‘demokratik’’ seçimle gelmesine karşın, onu ‘‘terörist’’ olmakla suçlayarak muhatap saymamıştır. Zoru derdi muhatapsız bir ortamda, Şaron’un ünlü ‘‘tek yanlı’’ politikalarını sürdürmek, Filistin halkına, topraklarının en verimli bölgeleri ilhak edilerek ‘‘kuşa çevrilmiş’’ bir Filistin devleti dayatmaktır! Birleşik Devletler ve İsrail, Ortadoğu’da terör dahil tüm belaların kaynağında Filistin sorununun olduğunu bilmelerine karşın 40 yıldır sürüp giden bu sorunun hakkaniyet içinde çözüme ulaştırılmasına yanaşmamaktadır. Kim bilir, belki de petrol bölgeleri ve enerji yollarına egemen olmak için Filistin sorununun sürüp gitmesi çıkarları için hayati önem taşımaktadır. Öyle ki, daha geçenlerde ABD’nin geleneksel İsrail politikasının Amerika’nın yararına olmadığıyla ilgili bazı görüşler ortaya atılmış, ama buna kulak veren olmadığı gibi, tartışılmaya bile değer bulunmamıştır. Dünya kamuoyu ve devletleri Filistinlilerin haklı davası karşısında hiçbir zaman bu denli sağır ve dilsiz olmamıştır! ??? Şu anda İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları genişleyerek sürmektedir. Gazze Şeridi’nin göstermelik boşaltılması, on ay geçmeden eski haline, yani İsrail işgali dönemine girme yolundadır. Şimdiden Gazze’nin kuzeyinde hava kuvvetleri ve tanklar tarafından denetlenen bir güvenlik bölgesi ihdas edilmiştir. Bölge ayrıca elektronik denetim altındadır. O kadar ki Gazze bugün, çoğu Batılı yorumcunun vurguladığı gibi, gerçek bir ‘‘açık hava hapishanesidir’’. Daha da vahimi, Olmert, selefi Şaron’u mumla aratacak ilhak planlarını da devreye sokmanın hazırlığındadır. Yukarıda değindiğimiz gibi, ‘‘muhatabın’’ bulunmadığı bahane edilerek tek yanlı bir biçimde Kudüs, büyük kolonların yerleştikleri bölgeler ve Şeria Vadisi’nin ilhakı söz konusudur. Filistin halkının direnci, İsrail’in gerçek ve hakça bir barıştan yana olan barışçı ve demokratik güçleri ‘‘bir başka Yahudi sesi’’ birliğinin sözcüsü Pascal Lederer’in ‘‘tam bir çılgınlık’’ olarak tanımladığı saldırganlık konusunda selefini aratmayan Ehud Olmert’in bu girişimini, umarız, etkisiz bırakır. TOPLUM HAZIR MI? Bu tür açılımların, Trakya’nın ortak yönetimine yönelik Türk planlarını kolaylaştıracağını savunanlara, azınlığın kendini tanımlamasıyla ilgili konunun hiçbir zaman, herhangi bir özerklik talebiyle bağlanmadığını, geçmişte de etnik tanımlamaların kullanılmasının özerklik eğilimlerine yol açmadığını hatırlatıyorum. Ayrıca, etkin bir çok kültürlü politika, Türk milliyetçiliğinin argümanlarını iptal edecek ve komşu ülkemizde daha geniş bir demokratikleşmeye yönelik Avrupa baskılarını güçlendirecektir. Yunanistan, gelecek yıllardaki politikalarında Avrupa azınlık haklarının korunması ilkelerini uygulamalıdır. Bunun gerçekleşmesi için duygusal, milliyetçi merkezli yaklaşımları aşarak, değerler temelinde olan çok kültürlü bir stratejiye yönelmeliyiz. Toplumun bu yönde ilerlemeye ne kadar hazır olduğu ise başka bir konu. (Eleftherotipia, Yunanistan, 5 Temmuz) Yunancadan çeviren Murat İlem * Girit Üniversitesi’nde Yardımcı Doçent. M İTALYAN ASKERLERİNİN IRAK’TAN ÇEKİLMESİ Prodi’nin sınavı DANİEL VERNET spanyol sosyalist Jose Luiz Rodriguez Zapatero’nun 2004’te yaptığı gibi Romano Prodi de seçim kampanyasında verdiği sözlerinden birini yerine getirecek: Berlusconi hükümeti zamanında Irak’a Amerikan güçlerinin yanına gönderilen İtalyan askerlerinin geri çekilmesi. ABD bu konudan haberdar ve Roma’nın orta solda yer alan yeni kabinesinin bu kararı Washington’ı rahatsız etmedi. İtalya Dışişleri Bakanı Massimo D’Alema, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından ‘‘Çalışmaktan memnuniyet duyacağım bir meslektaşım’’ olarak karşılandı. İyi bir diplomat olan Massimo D’Alema İtalyanların Irak’tan kaçmadığını ancak ‘‘ülkedeki demokrasiyi ve istikrarı sivil ve ekonomik yükümlülüklerle’’ sürdüreceklerinin altını çizmeyi ihmal etmedi. Zaman, ABD’li yetkililerin İtalya’da komünistlerin başa geçmesini engellemek için bir darbe kışkırtmayı düşünecekleri zaman değil. İtalyan Komünist Partisi’nin eski genel sekreterinin diplomasiyi yönetmesi artık onları korkutmuyor. D’Alema’nın bundan önce hükümet yönetimine gelmesinin yanı sıra o ve eski arkadaşları artık çok değişti. İ uzlaşılar aslında önemli olabilir. Özellikle de 1998’de olduğu gibi onu desteklemesi gereken güçlerin arasındaki rekabetin kurbanı olmaktan kaçınmak istiyorsa. Ve bu güçler bugün dış politika konusunda içteki reformlar konusuna kıyasla daha bölünmüş görünüyorlar. Kuşkusuz çoğunluğun zayıflığı tehlike durumlarında bazı baş oyuncuların el ele vermesine neden olabilir. Rakibi Rifondazione Comunista kadar çok görev alamayan küçük İtalyan Komünist Partisi hükümetin düşmesini istemiyor. Parti başkanı Oliviero Diliberto, ‘‘Berlusconi’ye İtalya’yı hediye etmeyeceğiz’’ dedi. İtalya’nın Atlantik yükümlülüklerini yerine getirme ve aşırı solun geleneksel ‘‘emperyalizm karşıtı’’ görüşleri arasında uzlaşı sağlamak Prodi için İran gibi yeni bir uluslararası krize kadar yönetebileceği hassas bir egzersiz olacak. (Le Monde, Fransa, 4 Temmuz) Fransızcadan çeviren Elçin Poyrazlar İsrail, Filistin’de Şaron’un uzun zaman önce tasarladığı bir planı uyguluyor Dünya daha ne kadar susacak... F ilistin’in İçişleri Bakanlığı’nı alev alev yanarken gösteren fotoğraflar. Halkın oylarıyla göreve getirilmiş çok sayıda politikacı, bakan ve milletvekili kaçırılıp götürülmüş durumda. Gazze’deki elektrik ve su şebekeleri yerle bir edildi. BM’nin yardım koordinatörü, bölgede birkaç gün için ölümcül bir insani felaket başlayacağını söylüyor. Ama Ortadoğu’daki insani ve siyasi durum zaten bir afeti andırıyor ve her saat daha da kötüleşiyor. İsrail halkının çaresizliğini anlamak güç değil. Dünyanın en etkili askeri güçlerinden birine sahip olan yönetim, 19 yaşındaki bir onbaşıyı, kaçıranların elinden kurtaramıyor, sınırı aşarak gelen roketleri engelleyemiyor. Ama militan gruplara katılan Filistinli gençlerin çaresizliğini anlamak da güç değil. Barış süreci zaten uzun süredir uykuda. Son seçimlerde protestolarını demokratik yollarla sergileyen Filistinlilerin karşısına ambargo ve yokluk çıktı. Başbakan Ehud Olmert ile Savunma Bakanı Amir Peretz’in gerçekleştirdiği bombardıman, işgal ve insan kaçırmaların arkasında çaresizlik yatmıyor. Tam tersine, Filistinli politikacıların kaçırılması, uzun süredir tasarlanmış olan bir planın uygulanmasıdır. İsrail’in politikasının, önceki Başbakan Ariel Şaron’un planını tamamlamak olduğu artık açık seçik görülüyor: İsrail’in gelecekteki sınırlarını tek taraflı olarak dikte etmek. Filistin halkına coğrafi, ekonomik ve politik olarak bağımsız bir devlet halinde var olmanın imkânsız olduğu bir bölge gösteriliyor. Ortadoğu’da bir ‘‘Bantu devlet’’ politikası. ÇATIŞMA KONUSU Avrupalı komünistler olarak ilk defa Atlantik ittifakını kabul etmelerinin ardından rengi açılmış sosyal demokratlara dönüştüler. Washington’da nöbetleşme kabul gördü. Roma’da ise İtalya’nın dış politikasında transatlantik ilişkilerde ‘‘ikinci sütun’’ (Avrupa’yla birlikte) kutlanıyor. Bu da İtalya’daki Amerikan Büyükelçisi’nin iki ülke arasındaki mükemmel işbirliğinden dolayı kendini kutlamasının ve ABD ile İtalya arasında her yıl yapılan Konsey toplantısında ekonomik ilişkilerin güçlendirileceği yönünde açıklama yapmasının önünü açıyor. Yani bir İtaloAmerikan krizinden söz etmek mümkün değil. D’Alema’nın deyişiyle İtaloİtalyan bir kriz söz konusu. Çünkü Irak’tan İtalyan askerinin çekilmesi koalisyon hükümetinde Hıristiyan demokratlardan aşırı sola kadar her kesimde onaylanması, dış politikanın somut olarak ortaya çıkmasında ya da ilkelerinde çatışma konusunu oluşturacak. Romano Prodi’nin iktidara geldiği günden beri tartışma konusu İtalya’nın Afgansitan’daki varlığı. Çoğunluk BM ve NATO’ya karşı yükümlülüklere saygı gösterilmesinde hemfikir. Küçük komünist partiler ise İtalyan askerinin bulunmasına ya karşı ya da içlerinde bölünmüş durumda. Hükümet çoğunluğunun özellikle Senato’daki darlığı göz önüne alındığında Konsey başkanı yanlış bir adımı göze alamaz. Afganistan’daki ordunun finansmanının yenilenmesi için, önemli bir sayıda asker azaltılması yönünde söz verilmesi gerekti. Konu ikinci derecede görünebilir ancak Prodi’nin sürekli geçmeye zorlandığı DERHAL TEPKİ GÖSTERİLMELİ İşte bu nedenle Filistin yönetiminin işlerlik kazanmasına ve uluslararası camia tarafından kabul edilmesine izin verilmiyor. Bu hafta içinde El Fetih ile Hamas arasında işbirliği konusunda anlaşmaya varılması, büyük bir olasılıkla İsrail’in saldırı planlarını öne almasına neden oldu. İşte bu yüzden Gazze’de şu anda elektrik ve su yok. İşte bu yüzden halk, dehşet yaratmak için özel olarak üretilmiş olan ses bombalarıyla geceleri uykusuz bırakılıyor. İşte bu yüzden İsrail, Müslüman dünyaya halk iradesiyle yönetim ve demokrasi yaymak isteyen bütün dünyanın yüzüne tükürüyor. Halkın oylarıyla seçilmiş olan Filistinli bakanlar kaçırılırken ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Irak, Mısır ve Afganistan’da insan haklarıyla ilgili sözlerine kim kulak asar? İsrail’de de eleştiriler duyuluyor. Haaretz gazetesi, yönetimin bir zamanlar Lübnan’da uyguladığı taktiği yeniden devreye soktuğunu, ancak o zamanki başarısızlıktan ders almamış olduğunu yazdı. İsrail yönetiminin insan hakları ve uluslararası hukuka karşı küstahlığı, geçen haftakinden daha açık sahnelenemezdi. Eğer dış dünya şimdi tepki göstermezse ne zaman gösterecek? (Aftonbladet, İsveç, Başyazı, 1 Temmuz) İsveççeden çeviren Gürhan Uçkan TİP ve SDP Genel Başkanı Bağımsız Türkiye Sosyalizminin Önderi MEHMET ALİ AYBAR ölümünün 11. yılında bugün saat 10.30’da Aşiyan’da mezarı başında anılacaktır. İsrail’in Gazze’deki operasyonunda 50’ye yakın Filistinli yaşamını yitirdi. (Fotoğraf: AFP) CUMHURİYET 10 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear