28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
3 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN Hem Ankara’da hem de Atina’daki liderler, milliyetçilikle baş etmeyi önleyen birtakım masalların esiri 9 DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ TürkYunan riyakârlıkları RIHARDOS SOMERITIS Sözde ‘Soykırım’ Furyası Üzerine ‘Geçmiş hiçbir zaman ölmez. Zaten geçmiş hiçbir zaman da geçmiş değildir.’ William Faulkner Fransa’da sözde Ermeni soykırımıyla ilgili yasaya ek olarak getirilmek istenen “soykırımın inkârını” cezalandıran yasa tasarısının Ulusal Meclis’te aklıselimin ağır basmasından çok çeşitli politik manevralarla ve Türkiye ile Fransa arasındaki çok yönlü ilişkilerin tehlikeye atılmaması göz önüne alınarak belirsiz bir tarihe ertelenmesi, elbette ki her iki ülke için de yararlı olmuştur. Ancak sorunun aslı başkadır. Ayrıca “Tarihi siyasetçilere değil, tarihçilere bırakalım” ilkesinin ağırlık kazanması, soykırım yasasının akılcı eleştirisinden kaynaklanmış da değildir. Bu akılcı yaklaşım, Fransa’nın sömürgecilik döneminde, sömürge ülkeleri açısından bazı olumlu yanlarının da varolduğunun tarih kitaplarında yer alması tartışmaları sırasında ortaya çıkmıştır. Ama bu yaklaşım, bu çetrefil sorunun tarihçilere bırakılmasını sağlayarak en azından şimdilik bir çözüme ulaştırılmıştır. Ama aynı yaklaşım, ünlü soykırım yasası söz konusu olduğunda işlememiştir. Bu nedenle kazanılan sadece bir Pirus zaferinden ibarettir. Asıl sorun yerli yerinde durmakta, dahası giderek yaygınlaşma eğilimi göstermektedir. ??? Sözde “soykırım yasası” herkesin bildiği gibi tarihçilerin değil, siyasetçilerin eseridir. Bunların arasında bazı tarihçiler varsa da, onlar tarihçiden çok siyasetçi görünümündedir. Esasen Fransa’da ve ABD’de çok sayıda önde gelen tarihçi “tarihi siyasetçilerin yazmalarına” karşı çıkmıştır. Ama, bu aklı başında görüşün önünde yine siyaset engeli yer almaktadır. Fransa’daki Ermeni diasporası, küçük marjların seçimlerde belirleyici role sahip olunduğu bir ortamda kolayca göz ardı edilememektedir. Ayrıca diaspora parasal gücünün yanı sıra Fransız toplumu ve siyasetinde etkin ağırlığa da sahiptir. Ermeni diasporasının tuzukuru takımı, gücünü büyük ölçüde yıllardır sürekli olarak canlı tutulan, zaman zaman da işi siyasal cinayetlere kadar vardıran Türkiye düşmanlığına borçludur. Onların bu tutumlarıyla Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilere verdikleri zararlar umurlarında bile değildir. Dahası inatla sürdürdükleri olumsuz tutumlarının, çoğunun doğup büyüdükleri şimdiki vatanları Fransa’nın Türkiye ile tarihsel derinliği olan çok yönlü ilişkilerine verebileceği olası zararlar da, keza umurlarında değildir. Tarihin tarihçiler tarafından, belgelere, arşivlere dayanılarak yazılmasına bir türlü yanaşmamalarının kaynağında, sürüp giden bu siyasal rantın ortadan kalkması korkusu bulunmaktadır. Burada kastedilen, kuşkusuz, sadece diasporanın azılı militanlarıdır. ??? Bizim tarihçiden çok “konu mankeni” konumundaki Batı’ya şirin görünmeye tasarlanmış, kişisel reklamları için kuru tahtalarda yatmaya razı, değeri kendilerinden menkul malum takımın, demokrasicilik oynamaya can atan kimi üniversitelerin ve toz sabuncuların etkin desteğiyle, bilerek ya da bilmeyerek, Türkiye’ye pek de dostane duygular beslemeyenlerin değirmenlerine inatla su taşıdıklarına bakılırsa “tarihin tarihçiler tarafından yazılması” düşüncesine katılmaya niyetli olmadıkları söylenebilir. Aksi halde daha işin başında ülkelerin soykırım yaptığını, üstelik kesin sayılar da vererek, başlarına buyruk, kestirip atmazlardı. Bunlardan birinin soykırımı inkârı cezalandırmayı amaçlayan yasanın ulusal mecliste ele alındığı günlerde Le Monde gazetesinde yapılan söyleşinin “takdiminde” (Le Monde, 18 Mayıs 2006), “Siz Türkiye’deki Ermeni soykırımı gerçeğini dile getiren tarihçilerden birisiniz” diye söz etmesi, böyle bir söyleşinin ünlü Le Monde gazetesinde yer almasının anahtarıdır. O tarihçinin o kapıyı başka türlü açmasının başka bir olasılığı mevcut değildir. Ayrıca tarihçimiz, sözü edilen söyleşide “soykırımın inkârını cezalandıran yasanın” oylanmasının Türkiye için yıkıcı olabileceğinden de söz etmiştir. Demek istediği şudur: Böyle bir yasa tepki doğurur ve bizim soykırımı Türk kamuoyuna ufak ufak kabul ettirme girişimlerimizi sekteye uğratabilir! Şu günlerde Fransa’dan sonra Belçika ve Hollanda da soykırımın inkârını cezalandırma kervanına katılmış görünmektedir. Altı çizilmesi gereken nokta, bu ülkelerin ortak yanlarıdır. Hepsi de yakın geçmişin insan hakları ihlalleri, inanılmaz katliamları, korkunç işkence, eziyet, talan ve soygunları ve gerçek soykırımlardan sabıkalı sömürgeci ülkelerdir. Ama onlar bu kanlı mirasın muhasebesinin siyasilere değil, tarihçilere bırakılmasından yanadırlar. Ne var ki, bu pek de iç açıcı olmayan geçmişlerinin gündeme getirilmesinden hoşlanmazlar. Ama siyasetlerine uygun düşerse başka ulusları, tarihe bakmak zahmetine bile katlanmadan en ağır şekilde suçlamakta sakınca görmezler. Soykırım uluorta, işine geldiği gibi kullanılabilen bir tanım değildir. Herkesin kabul edebileceği bir tanım da, Nazilerin Yahudi soykırımı dışında henüz ortada yoktur. Siyasetten uzak tarihçilere, arşivlere, belgelere güvenmek, dün olduğu gibi bugün de en salim yol olarak görünmektedir. Gelecek yazılarımızda konuya daha ayrıntılı bir biçimde yaklaşmaya çalışacağız. ‘‘TürkYunan ilişkilerinde kriz var mı, yok mu?’’ Soru paradoks gibi görünüyor, fakat değil. Pek çok kişi tarafından Ege, Kıbrıs konusu, Trakya ve daha birçok konu için söylenenlere, aynı zamanda da ‘‘öteki taraftan’’ gelen her haberi veya açıklamayı çarpıtan yorumlara inanırsak, ‘‘evet, kriz var hem de çok büyük ve kendimizi korursak iyi ederiz’’ düşüncesine kapılmamız gerekir. Gerek Atina’da gerekse Ankara’da dış politikayı yönetenlerin ne kadar dikkatli konuştuklarına, hatta gelişmeler konusunda çoğu yabancının sınırlı ilgisine bakarsak, iç sorunlarla ilgili kaygıları da hesaba katarak çok da önemli olmayan bir durum ? Edindiği tek taraflı bilgilerle donatılan kamuoyu neye inanırsa inansın, iki ülkeden hiçbiri tümüyle haklı değil... Sadece Türkler değil, kimse, Ege’yi ‘‘kapatmamıza’’ izin vermeyecek. olduğundan söz edebiliriz. Ancak, her iki tarafın ‘‘milliyetçilerini’’ ön plana çıkaranların yarattığı ortam nedeniyle durumun aşırı uçlara çekilmesi olasıdır. Her iki ülkedeki liderler, ‘‘krizle oyun oynayanların’’ cesaretini kırmaya dönük fazla bir şey yapmıyorlar, bu önemli bir gerçek. Nasıl bir ortamın biçimlenmekte olduğunu anlamamaları mümkün mü? Aslında liderlerin kamuoyuna açıklamalar yapmaları ve gerçekleri söylemeleri gerekir. Bu durum dikkate alındığında, anlaşmazlık nedeni oluşturan bütün konular için, gerçeklerden korktuklarını varsaymalı mıyız? Hem Ankara’da hem de Atina’daki liderler, milliyetçilerle baş etmeyi engelleyen birtakım masalların esiri. SimitisPapandreu politikasını unutan PASOK mensupları dahil, hatta edindiği tek taraflı bilgilerle donatılan kamuoyu neye inanırsa inansın, iki ülkeden hiçbiri tümüyle haklı değil. Bu çerçevede bazı anahtar konuları hatırlatalım: 1. Trakya’daki seçimler konusu TürkYunan ilişkilerinde bir sorun oluşturmuyor. Ancak, azınlık mensupları kendilerini tanımlama hakkına sahiptirler (Avrupa hukuku). Ayrıca, sadece Lozan Antlaşması’nda sözü geçenler azınlık oluşturmuyorlar. Avrupa sözleşmelerine göre, Slav/Makedonlar gibi, kendilerini tanımlayarak azınlık oluşturmayı amaçlayanlar da var. 2. Tarihi ve kültürel düzeyde Yunan olan Ege’nin, hukuki düzeyde sadece karasularının sınırları içindeki bölümü bir Yunan denizi. Sadece Türkler değil, kimse Ege’yi ‘‘kapatmamıza’’ izin vermeyecek. Türkiye de, bizim haklarımızın aynısı haklara sahip olan bir Ege ülkesi. Bu bağlamda, ortaya çıkan sorunların (kıta sahanlığı, hava sahası, 12 mil vs.) müzakere konusu oluşturmasından veya bunlar için Uluslararası Lahey Adalet Divanı’nın hakemliğine ortak başvuruda bulunulmasından başka bir şey yapılamaz. Ege’nin bizi ayırması yerine, her bakımdan birleştirmesinin gerekli olduğunu anlayacağımız günler acaba gelecek mi? 3. Kıbrıs konusu için federasyon ya da kesin taksim dışında başka çözüm yok. Tabii ki, bazıları savaş hayalleri kurmuyorsa. Seçimlerde bilindiği şekilde oy kullansa, yani aslında taksime oy verse dahi, Yunanistan’ın Kıbrıs Rum toplumunu kaderine terk edemediği gibi, Türkiye de Kıbrıs Türk toplumunu kendi haline bırakamaz. (To Vima gazetesi) Yunanca’dan çeviren: Murat İlem Alman gizli servisi, gazeteci kullanarak gazeteci izliyordu BND skandalı: Gizlilik demokrasiyi aşıyor BETTINA GUS E ğer federal hükümet, istihbarat servislerinin kendi işlerini yapmaya devam etmesine gerçekten önem veriyorsa, hukuka aykırı uygulamaları açıkça ortaya koymak için her şeyi yapmak zorundadır. Ama, yapmıyor. Daha çok şu ilkeyle hareket ediyor: Biz biziz ve biz böyleyiz; işte o kadar! Ama kaslarını konuşturan biri için önemli olan şey, kesinlikle ortadaki sorun değildir. Öyle biri için önemli olan, hep kendi gücünü sergilemektir. Muhalefetin arzusuna karşı çıkıldı ve Alman İstihbarat Servisi (BND) tarafından hukuka aykırı bir biçimde gizlice izlenen gazeteciler konusunun araştırıldığı Parlamento İç Politika Komisyonu ‘‘gizli’’ statüsüne alındı. Böyle bir sınıflandırmanın yegâne etkisi, hükümetin bu olayları aydınlatmak değil, tersine üstünü örnek istediği yolundaki kuşkuyu pekiştirmek oldu. Muhalefetin, şimdi BND Araştırma Komisyonu’nun görevini bir medya skandalı olarak büyüteceğini duyurması, bunun kaçınılmaz sonucudur. Denetim can sıkıcı bir şeydir ve karar almayı yavaşlatır. Sadece gizli servis işlerinde değil. Her okul müdürü ve her menajer bunu çok iyi bilir. Ama denetim organlarının öncelikli görevi de, iş akışını basitleştirmek değil, iktidarı sınırlamak ve kötüye kullanmaları engellemektir. Böyle bir büyük koalisyon döneminde ise bu, özellikle gerekliymiş gibi görünüyor. Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) iç politika uzmanı HansPeter Uhl, hukuka aykırı bir uygulamanın ayrıntılarıyla kamuoyuna açıklanması halinde, istihbarat servislerinin işinin genelde tehlikeye düşeceği görüşünde. Uhl, hangi mala daha yüksek bir değer biçtiğini bu kadar açık başka hiçbir biçimde anlatamazdı: Demokrasi mi daha değerli, yoksa şu ulusal güvenlik denilen şey mi? Doğrusu, seçilmiş bir milletvekili için şaşırtıcı bir bakış açısı. Eğer demokrasinin nitelikleri övülecekse, bunlar arasında hızla etkili olmak bulunmuyor. Demokrasi zaman alan bir şeydir, vakit ayrılmasını gerektirir ve insanın başına bir sürü de iş çıkarır. Ama bir diktatörlük karşısında da başka avantajları vardır. Hükümet, kamu denetimine neyin girip neyin girmediği konusundaki kararı yine bizzat kendisi vermek istiyor. Bu, ölçüsüz bir kendini beğenmişliktir. Böylesi de, gizli şeylerin açıklanmasından çok daha tehlikelidir. (Tageszeitung, 1 Haziran) Almanca’dan çeviren Osman Çutsay 1 Haztiran 2006 Çözüm dayatılan ablukanın kaldırılmasından ve ulusal diyologtan geçiyor Filistin’ de iç savaş tehlikesi YAHYA RABAT üvenlik durumunun gittikçe kötüleştiği Filistin’de, tehlikeler pusuya yatmış bekliyor. Gazze’deki karışıklık bizi pekâlâ bir iç savaşa sürükleyebilir. Bu hafta ulusal diyaloğun başlaması öngörülüyordu ancak ellerimiz kan içindeyken diyalog kurmamız nasıl düşünülebilir? Aramızdan bazıları, Filistin toprakları içinde bir iç savaşın çıkacağına ya da Irak ve Lübnan’da olduğu gibi dini ve etnik bölünmelerin yaşanacağına inanmıyordu. Bu tür bir güvence ne doğru çıktı ne de İsrail’in, Filistinlilerin kendi iç işlerini düzene koymaktan aciz ve güvenilir bir ‘‘ortak’’ olmaktan uzak olduğu yönündeki görüşlerine direnebildi. Bu zaman içinde İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Filistinlileri bir ortak olarak görmekten öte yoklarmış gibi davranarak George Bush’tan tek taraflı politikasına yeni bir destek sağlamak amacıyla Washington’da bulunuyordu. Kurumlarımız saldırıya uğrarken ve Filistinliler arasında farklı grupların çatışmalarına, yaralanmalara hatta ölümlere neden olurken nasıl isyan etmeyelim? Filistin Kurtuluş Örgütü ve Hamas, İsrail devletinin kuruluşu El Nakba’yı (Felaket) ayrı ayrı anarken, felaketi ikiye katlayarak bize gülsek mi, ağlasak mı bilemediğimiz bir gösteri sundular. Daha da gülüncü Filistin’deki Kızılhaç için çalışan hemşire ve doktorların maaşlarının ödenmemesine yönelik olarak yaptıkları G gösteriydi. Buna yanıt gecikmedi: Sağlık Bakanlığı’na bağlı doktor ve hemşireler kendi çalışanlarının maaşlarını ödeyemeyen Hamas hükümetine destek amaçlı gösteri yaptılar! Askeri sapma yeni bir olgu değil. Gerçekte bu İntifada ile birlikte, 2000 yılında direniş adı altında başladı. İsrail’in Gazze’den çekilmesi varlık nedenlerini ortadan kaldırdı. Ama kargaşa tacirleri İsrail’in çekilmesinden sonra bile karşılığın geleceğini ve kargaşa ortamının süreceğini bilerek İsrail topraklarına roketler atmayı sürdüler. Bazı gruplar İsrail’e karşı yapılan operasyonların kendilerinin prestijlerini (!) arttıracağını ve Filistin yönetiminin İsrail’in misillemelerine ve olayların sonuçlarına katlanacağı yönünde hesaplar yapıyordu. Bu tür düşünceler, eşkıyalığın sonunu getirerek kesinlikle düzeni sağlamamız gerektiği bir zamanda bizi zayıflatmasının yanı sıra kendi kurumlarımızı yok ediyor. Devletin otoritesi, kentlerin merkezinden dış semtlerin sokaklarına, çarşılardan kurumların içine kadar her yerde zayıfladı. Hamas’ın yaptığı gibi bilmem kaçıncı güvenlik gücü oluşturmak hiçbir şeyi çözmez. Bu, içişleri bakanını sorumluluklarından yoksun bırakmak ve Hamas’ın askeri kolu İzzeddin El Kassam Tugayları’nı diğer milisler arasında daha yükseltmek ve yeni sancılara kapı açmak anlamına geliyor. Çözüm nedir o halde? Öncelikle ulusal bir diyalog. Ama aynı zamanda Filistinlilere dayatılan ablukanın kaldırılması. Çünkü sefalet, işsizlik ve boş sloganlar sürdüğü sürece güvenlik olmayacak. (Filistin gazetesi El Hayat El Cedide’de yayımlanan ve Courrier International dergisinin 2431 Mayıs tarihli sayısında da yer alan makale, Fransızca’dan çeviren Elçin Poyrazlar) İslami Cihad’dan sürpriz açıklama Filistin’deki silahlı gruplardan İslami Cihad’ın askeri kanadı El Kuds Tugayları, cezaevindeki El Fetih liderlerinden Mervan Barguti’nin de aralarında bulunduğu bir kısım Filistinli tutuklu tarafından hazırlanan ve İsrail’in yanı başında, 1967 sınırları üzerinden bir Filistin devleti kurulmasını öngören barış metnini kabul etti. Sürpriz karardan sonra, El Kuds Tugayları, Cenin’den bir açıklama yayıımladı. Açıklamada, ‘ ‘‘Yaptıklarımız, ölümü sevdiğimiz ya da çaresizlikten değil, Filistin halkı ve çocuklarımıza daha iyi bir gelecek sağlamak isteğimizdendir’’ dendi. (Fotoğraf: AP) CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear