26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 20 HAZİRAN 2006 SALI 4 HABERLER ‘Susurluk’ benzetmeli ‘çeteler’e her gün yenileri ekleniyor, düğümü çözecek denilen isimler serbest kalıyor DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Yeni Bir Avrupa mı? PARİS 1516 Haziran tarihlerinde, Brüksel’de olağan altı aylık toplantılarını gerçekleştiren AB devlet ve hükümet başkanları 2009 yılına kadar yeni AB anayasasının hazırlanması konusunda görüş birliğine vardılar. Bilindiği gibi, geçen yılın haziran ayında önce Fransa, sonra da daha büyük bir hayır oranı ile Hollanda kamuoyları, hazırlanmasında Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından Valery Giscard d’Estaing’in büyük katkısı bulunan anayasa taslağını reddetmişlerdi. Tehlikeyi daha önce fark etmiş olan Almanya’da sosyal demokrat iktidar onay için halka başvurmamış, parlamentoda oylama yolunu yeğlemişti. İngiltere ise çıkabilecek ‘‘hayır’’ oylarının çok yüksek olacağı korkusuyla anayasa referandumunu belirsiz bir tarihe ertelemişti. Şu anda ortak bütçesi konusunda bile zaman zaman güçlük çeken AB’nin bir anayasası yok. Genişleme yaralısı olan Avrupa’nın kurumları Nice Anlaşması temeline dayalı olarak yürütülmektedir. Son Brüksel zirvesinde liderlerin tümü yeni anayasanın yalnızca gerekliliği konusunda anlaşmışlardır, içeriği konusunda değil. AB’nin genişleyip 25 üyeye ulaşmasından bu yana artan sorunlar, kuruluşun temel metni üzerinde ülkelerin aralarında anlaşmalarını, sonra bunu kendi kamuoylarına kabul ettirmelerini güçleştiriyor. ??? Nitekim Fransa ve Hollanda gibi eski metni geri çeviren ülkeler yeni bir çözümden söz ederlerken anayasayı hatırı sayılır bir çoğunlukla halkoyundan geçiren İspanya ise yapılacak küçük değişikliklerle yetinilmesini istiyor. Şimdilik izlenecek olan yol şu: 2007 yılı haziranına kadar Almanya’nın dönem başkanlığında yeni çözümler aranması ve 2008’de Fransa’nın dönem başkanlığında (tabii seçimlerden sonra oluşacak yeni iktidarın yönetimi altında) metin geliştirilecek ve 2009’da da onaya sunulacak. Kuşku yok ki, artık sayıları 25’e çıkmış olan üyelerle oluşan yeni birliğin buna uygun yeni kurumlarla donatılması zorunlu. Bu arada Fransız gazeteleri 25’lerden söz ederken zaman zaman 27 rakamını da kullanıyorlar. Ama buna bakarak sakın kimse boşuna umutlanmasın! 27’ler derken kastedilen yeni ülkeler arasında Türkiye yok; 2 yeni aday, Romanya ile Bulgaristan. Bilim ve teknoloji alanında görüşmelerin açılıp kapanmış olmasına, içeride bunun zafer olarak sunulmasına karşın buralarda kimsenin Türkiye’nin adaylığından ciddiyetle söz etmediğini belirtmek isterim. En iyimser ve kibar olanlar bile, konu Türkiye’ye gelince, bu faslı ileri bir tarihte tartışmak gerektiğini söylüyorlar. ??? Yukarıda da belirtildiği gibi, AB’de yeni bir yapı için anlaşma o kadar kolay görünmüyor. Romano Prodi, şimdilik yalnızca ‘‘artık yas döneminin geçtiği, yeni çözümler için kolları sıvama sürecinin başladığı’’nı söylemekle yetiniyor. Gözlemciler, olayı 1954 yılında Fransız milletvekillerinin Avrupa Ekonomik Topluluğu projesini reddetmeleri üzerine o zaman sayıları 6 ile sınırlı olan müstakbel ortakların Sicilya’nın Messina kentinde vardıkları anlaşmayla Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kuruluşunu sağlamalarına benzetiyorlar. Ancak şimdi olayın çok daha karışık, ortakların çok daha kalabalık ve daha az türdeş olduklarını da kimse gözden uzak tutmuyor. Üzerinde görüş birliğine varılan hususlardan biri de yeni metni bu kavramın çağrıştıracağı imgeler yüzünden anayasa değil de kurucu anlaşma gibi tanımlamanın daha doğru olacağı. Ama acaba yeni metnin kabul edileceği 2009’da AB, dünya ekonomisindeki öncelikli yerini koruyabilecek, kendi üyelerinde uyandırdığı umutları sürdürebilecek ve dünyanın yükselen yeni ekonomileri karşısında eski rekabet gücüne sahip olabilecek mi? Bu konuda AB kurumlarından gelen öngörülerin de umut verici olmadığını söylemek gerek. ‘Kilidi’ açılmamış çeteler İLHAN TAŞCI ANKARA Polis mafyasiyaset üçgenindeki kirli ilişkilerin gün ışığına çıktığı Susurluk çetesinin ardından buna ‘‘benzetmeli’’ çetelere her geçen gün yenileri eklenirken hiçbirisinde ‘‘kilit adam’’ denilenler bu oluşumların ardındaki ilişkiler ağının çözülmesine yaramadı. Türkiye’deki kirli ilişkiler ve yapılanmaların toplumsal tepkiye dönüşmesinin somut örneğini 3 Kasım 1996’da ortaya çıkan Susurluk çetesi oluşturdu. Susurluk çetesinin ortaya çıkışının üzerinden 10 yıl geçmesine karşın bağlantılar ve ilişkiler ağı halen tartışılırken AKP döneminde Türkiye ‘‘yepyeni çetelerle’’ tanıştı. Çeteler ortaya çıktıkça kafalar daha da ka ? Cumhuriyet ve Danıştay’a yönelik saldırılarla doruk noktasına çıkan çetelerde, ‘‘kilit isim’’ olarak yansıtılanlar birer birer serbest kalırken Başbakan Erdoğan’ın ‘‘İlintilerini yargıya teslim ettik’’ dediği çeteler kördüğüme dönüştü. rıştı, bu yapılanmalara ilişkin soru işaretleri arttı. Geçmişteki yapılanmalardan farklı olarak bu kez Türkiye, çetenin yaptıklarından çok çeteyi ‘‘kimin, hangi amaçla oluşturduğu ve arkasındaki gücü’’ sorgulamaya başladı. Şemdinli’de 9 Kasım’da Umut Kitabevi’ne el bombası atılmasının ardından eski PKK itirafçısı Veysel Ateş, astsubaylar Ali Kaya ile Özcan İldeniz isimleri ortaya çıktı. Kitabevine atılan bomba bir anda Ankara’yı da sarstı. Bombalama eyleminin askeri kişilerce yapıldığı savı tartışmaları alevlendirirken soruşturmayı yürüten Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın adına da yer verdiği iddianame artçı deprem etkisi yarattı. Astsubaylar ile PKK itirafçısının yargılanması sürüyor. ‘‘Sauna’’ çetesi olarak nitelendirilen ve aralarında Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ertuğrul Çakır ve özel kuvvetlerde görevli Yüzbaşı Nuri Bozkır’ın da bulunduğu kişilerin bürokratlara şantaj yaptığı, siyasilere ilişkin istihbarat çalışması yürüttüğü belirtildi. Bu çetenin ‘‘en üst düzeyindeki üyesi’’ Çakır, tutuklandıktan birkaç gün sonra serbest bırakıldı. Eryaman’da bir eve yapılan operasyonda kendilerini ‘‘Atabeyler’’ olarak adlandıran yeni bir ‘‘çeteye’’ ulaşıldı. Üyeleri arasında özel kuvvetlerde görevli subayların da bulunduğu yapılanmanın Başbakan Erdoğan ve danışmanı Cüneyd Zapsu’ya yönelik suikast hazırlığında olduğu ve bu yöndeki belgeler, operasyondan birkaç saat sonra Genelkurmay Başkanlığı önünde sivil kişilerce bazı gazetecilere servis yapıldı. Gazetecilere operasyona ilişkin bilgi ve belgeleri dağıtan kişilerin kim olduğu hâlâ belirlenemedi. Çeteleri tartışan Türkiye’de 17 Mayıs’ta Danıştay 2. Daire Başkan ve üyelerine yönelik silahlı saldırı ile ‘‘Cumhuriyeti savunma’’ refleksi çığ gibi büyüdü. Baskını avukat tetikçi Alparslan Arslan gerçekleştirirken arkasındaki güce ulaşma çabaları başladı. O günlerde ‘‘kilit isimler’’ furyası da başladı. Saldırının ardından kilit isim olarak eski Yüzbaşı Muzaffer Tekin adı ortaya çıktı. Aranan Tekin, göğsünden bıçaklanmış halde Acıbadem Hastanesi’nde bulundu. Tekin’in gözaltına alınmasıyla Susurluk hükümlüsü Özel Harekâtçı İbrahim Şahin, emekli Tümgeneral Veli Küçük ile ilişkileri ve fotoğrafları bir anda basına yansıdı. Bu görüntüler üzerine Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, ‘‘Geçmişteki ilişkilerine bakın, gazete fotoğrafları ilişkiyi ortaya koymuyor mu’’ diyerek, ‘‘derin devlet’’ imasında bulundu. ‘K Kilit isim aranıyor ARANLIK İLİŞKİLER’ İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN Başsavcıdan Sarıkaya övgüsü ? Bayındır Cumhuriyet Başsavcısı Avcı, kitabında Genelkurmay Başkanı’nı anarşiyi körüklemekle suçladı, görevden alınan Van eski savcısı Sarıkaya’yı övdü. Avcı’nın kitabı, Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen yayın organlarında ‘ilgiyle’ karşılandı. İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Bayındır Cumhuriyet Başsavcısı Gültekin Avcı, kaleme aldığı ‘‘Karanlık İlişkiler’’ adlı kitabında, görevden alınan Van Cumhuriyet Başsavcısı Ferhat Sarıkaya’yı övdü ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ü, anarşiyi körüklemekle suçladı. Eşinin türbanlı olduğu öğrenilen Avcı’nın kitabının ilk tanıtımı, Fethullah Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen Koza firmasının sahibi olduğu Bugün gazetesinde yapıldı. Avcı yapıtında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök’ün, Danıştay saldırısı sonrası yaptığı açıklamalarının, terörü körükleyici nitelikte olduğu görüşlerine yer verdi. Kitabında ayrıca toplumun, askerin melek olduğuna inandırılmaya çalışıldığı yönünde savlar öne süren Avcı, görevden ihraç edilen Ferhat Sarıkaya hakkında da şu görüşlere yer verdi: ‘‘Savcımız hiçbir kusuru bulunmazken idam sehpasına çıkarıldı. Halbuki fişleme skandalı kamuoyuna yansıdığında Genelkurmay Başkanı ‘Kabahat varsa benimdir’ dedi ve olay bitti. Ne Genelkurmay Başkanı savaş tanrısı Mars ne de Kara Kuvvetleri Komutanı güneş tanrısı Ammon’dur. Karanlık ilişkileri ve örgütleri aydınlatmak savaşımızda önce Allah’ın, sonra vatanperver, dürüst, namuslu insanların beni desteklemesini ve yol açmasını dilerim.’’ namikzafer@yahoo.com Tekin’in mahkeme tarafından serbest bırakılması, bazı kesimlerce Danıştay saldırısının ardındaki güce ulaşılmasına yarayacak ‘‘kilidin’’ kaybolması anlamına geliyordu. Bunun üzerine yeni bir kilit isim arayışı öne çıktı. Danıştay saldırısının ikinci kilit ismi ise Ayhan Parlak oldu. Tetikçi Arslan ile telefon görüşmeleri saptanan, bunun üzerine aranan Parlak, uzun bir süre sonra teslim oldu. Mahkeme tarafından tutuklanan Parlak, 13 gün cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Tüm Türkiye’yi ayağa kaldıran, Başbakan Erdoğan’ın ‘‘kanlı çete’’ dediği yapılanmanın kilit isimleri tükenmiş oldu. Danıştay soruşturmasından geriye bir tetikçi ve saldırılara para karşılığı katıldığı belirtilen eski sabıkalılar ile ‘‘Zincirin halkaları tek tek tespit ediliyor. Bugüne kadar bu tür olaylarda şu andaki gibi netice alanı hiç olmadı’’ diye övünen Başbakan Erdoğan’ın bu sözleri kaldı. S ANIK POLİS ADEM ALBAYRAK’IN İDDİALARI G ENELKURMAY BAŞKANLIĞI YORUMU Gazi’de ‘silah’ emri verenler hakkında suç duyurusu İstanbul Haber Servisi Gazi Mahallesi’nde 1995 yılında meydana gelen olaylarda ‘‘silah kullanma yetkisi’’ verdiği öne sürülen dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir ve İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Gazi davası avukatları Cemal Yücel, Taylan Tanay ve Gülizar Tuncer, Gaziosmanpaşa Adliyesi’nde suç duyurusunda bulunmalarının ardından ortak basın açıklaması yaptılar. Avukat Yücel, Gazi olaylarına ilişkin yargılanan polis memuru Adem Albayrak’ın, Dilek Sevinç, Reis Kopal, Sezgin Engin ve Fevzi Tunç’u öldürmekten cezaya çarptırıldığını belirtti. Polis memuru Albayrak’ın adam öldürmek suçundan 11 yıl sonra meslekten ihraç edildiğini anımsatan Yücel, Albayrak’ın basına yansıyan demeçlerinde silah kullanma yetkisini dönemin Emniyet Genel Müdürü Ağar, İstanbul Valisi Kozakçıoğlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Menzir’in verdiğinin belirtildiğini söyledi. Meslekten ihraç edilen polis memuru Albayrak’ın ‘‘Emri onlar vermişti. Hapse biz girdik. Yargılanması gereken bizler değil, başımızdakilerdir’’ sözlerini anımsatan Yücel, şöyle konuştu: ‘‘Bu itiraflar doğruysa ortada çok vahim bir durum vardır. Albayrak’ın anlatımlarından anlaşıldığı kadarıyla ölüm olaylarında yukarıda isimleri geçen şüphelilerin rolü bulunmaktadır. Bu nedenle savcılığımıza verdiğimiz dilekçede, soruşturmanın bu yönde genişletilmesi gerektiğini belirttik. Amacımız, Gazi olayları arkasındaki sis perdesinin aralanması ve sorumluların ortaya çıkarılmasıdır. İsteğimiz, Albayrak’ın konuya ilişkin ifadesinin yanı sıra Ağar, Kozakçıoğlu ve Menzir hakkında soruşturma açılmasıdır.’’ Kapusuz: Büyükanıt için evet de hayır da demem ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP Grup Başkanvekili Salih Kapusuz, ‘‘Ağustos ayında Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı’dır diyebilir miyiz’’ sorusuna ‘‘Evet de diyemem, hayır da’’ yanıtını verdi. Kapusuz, ‘‘Bu ülkede kurallar, teamüller neyse o yürüyor’’ dedi. TBMM’de basın mensuplarıyla sohbet eden Kapusuz, sorular üzerine, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın 30 Ağustos’ta Genelkurmay Başkanlığı’nın kesilmesi olasılığını öne süren senaryoları da değerlendirdi. Kapusuz, ‘‘Başbakan da konunun speküle edildiğini açıklamıştı. Türkiye’de kurallar, teamüller neyse o yürüyor. Bunun üzerine kim ne söylüyorsa o kendini ilgilendirir. Bugüne kadar devlet yönetimi olarak hükümet uygulamaları neyse o devam eder’’ diye konuştu. Kapusuz, ‘‘Teamüllere de uygun olarak, Yaşar Büyükanıt 30 Ağustos’ta Genelkurmay Başkanı olur mu’’ sorusuna da, ‘‘Benim yürütmede görevim yok. Ama bu işler kendi üslubunda, kendi rayında götürülür. Milli Savunma Bakanı var, Başbakan var, Genelkurmay var. Dikkat ederseniz ne evet dedim ne de hayır. Bu konuların fazla speküle edilmesi, A yerine B’nin gelmesi veya C’nin gelmesi... Çok doğru değil. Kurumlar açısından da, kişiler açısından da doğru değil. Kendinizi o kişilerin yerine koyun, onlar da bunun tartışılmasını istemez’’ karşılığını verdi. asirmen?cumhuriyet.com.tr Erdoğan, Çörtoğlu’nu kabul edecek ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün akşam resmi programını değiştirerek bugün 14.00’te Başbakanlık merkez binadaki TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı ile Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç’u kabulünün ardından saat 14.45’te Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu’yla bir görüşme ekledi. Yeni programa göre ErdoğanÇörtoğlu görüşmesi, Başbakanlık merkez binada yapılacak. Danıştay 2. Daire’ye düzenlenen silahlı saldırının ardından Çörtoğlu, Erdoğan tarafından ilk kez kabul edilecek. ‘Sicil affı genel kurulda’ Kapusuz, memura sicil affının bugün TBMM Genel Kurulu gündemine alınacağını belirtirken CHP ve ANAVATAN ile uzlaşma sağlanabilirse TBMM’nin 1 Temmuz’da tatile gireceğini belirtti. ACI KAYBIMIZ Cemiyetimiz üyesi, Basın Şeref Kartı ve 1997 Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü sahibi değerli büyüğümüz ZİYA HUNERMAN 17 Haziran 2006 Cumartesi günü vefat etmiştir. Kaybı topluluğumuzda üzüntü yaratan Hunerman’ın cenazesi 20 Haziran 2006 Salı günü (bugün) öğle namazının ardından Bostancı Kuloğlu Camii’nden alınarak Ümraniye Hekimbaşı Mezarlığı’nda toprağa verilecektir. Ziya Hunerman’a Tanrı’dan rahmet, ailesine ve üyelerimize başsağlığı dileriz. TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ Milliyetçilik nedir ve bunun solculukla nasıl bir ilişkisi vardır? Milliyetçilik kavramını yaygınlaştıran ve bir anlam veren Fransız İhtilali’nin kuramcılarıdır. Ondan öncesine gittiğimizde milliyetçilik kavramının pek de kullanılmadığını görürüz. Ana Britannica Ansiklopedisi, ‘‘18. yüzyıla değin siyasal bağlılığın odağında genellikle fief’lerin, dinsel grupların ya da kent gibi küçük siyasal birimlerin yer aldığının düşünüldüğü’’ne dikkat çekiyor. Herkesin kendi milliyetçiliğine yüzlerce, binlerce yıllık bir geçmiş aramasına karşın bu hiç de öyle sanıldığı kadar eski bir ideoloji değildir. Yenidir. Milliyetçilik, Fransız İhtilali’yle birlikte ulusdevlet çizgisinin ideolojisi olarak bir anlam kazandı. ??? Ülkemizde de milliyetçi akımlar, 19. yüzyılın sonlarında gelişmeye başladılar. Jön Türkler ‘‘Osmanlıcı’’ olarak başladıkları yolculuklarını ‘‘Türk milliyetçileri’’ olarak devam ettirdiler. Jön Türkler’in, Müslüman olmayan unsurları ise Osmanlı içindeki değişik milliyet Milliyetçilik ve Solculuk Üzerine lerin milliyetçileri haline dönüştüler. Milliyetçilik, ulus devletin kuruluş ideolojisi olarak gelişirken milliyetçiliği aşan sosyalizm, evrenselci bir ideoloji olarak insanlığı etkiledi. Milliyetçilik, sınıf farklarını dikkate almazken sosyalizm bu farklılığın yarattığı haksızlığa dikkat çekti. Sosyalizm ve milliyetçilik 20. yüzyıl boyunca iki temel ideoloji olarak çatıştı. Milliyetçilik, kapitalizmin bir ürünüydü. Ulusun bir devlet altında, bir pazar etrafında örgütlenmesini hedefliyordu. Feodalizmin parçalanması döneminde ilerici bir işlev gören milliyetçilik, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda kapitalizmin yayılmacı hedeflerinin ideolojisi olarak gerici ve yayılmacı amaçlara yataklık etti. ??? Lenin, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı sorununu tartışırken milliyetçilik konusunu da masaya yatırdı. Lenin, ezen ulusezilen ulus ayrımının da önemine dikkat çekti. Bu bağlamda milliyetçiliği yeniden yorumlamaya çalıştı. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, ulusların ayrılıp bağımsız devlet kurma hakkı olarak değerlendirdi. Lenin’in, ayrılma hakkına ilişkin değerlendirmesi de ilginçti. Ayrılmayı ‘‘boşanma hakkı’’na benzeten Lenin, ‘‘Boşanma hakkını savunmak, her koşulda boşanmayı savunmak anlamına gelmez’’ dedi. Bununla, ulusların devletçiklere bölündüğü bir sistemi değil, eşit hakka sahip ulusların bir arada yaşadığı daha geniş devletleri tercih ettiğini söyledi. Bunun insanlığa daha yararlı olacak yapılar yaratacağını belirtti. Nitekim Sovyetler Birliği çok değişik ulusların bir devlet çatısı altında birleştiği bir devlet olarak ortaya çıktı. Tabii, Lenin’in hedeflediği, ‘‘eşit haklara sahip uluslar’’ hayata geçirilemediği gibi, Sovyetler’in çatısı altındaki değişik uluslar kendi ulusal devletlerini kurmayı tercih ettiler. Aynı kader Yugoslavya’nın da başına geldi. Çokuluslu Yugoslav devleti, parçalanarak değişik devletlere bölündü. Üstelik bu parçalanma çok kanlı milliyetçi çatışmaların sonunda ortaya çıktı. ??? Sosyalist olarak bilinen birçok lider bu ulusal kavgalar ve çatışmalar sırasında kendi milliyetlerinin milliyetçileri haline dönüştüler. Onun esiri haline geldiler. Ulusların bir arada yaşamasına ilişkin sosyalist deney pek de başarılı sonuçlar vermedi. Sosyalizmin, kapitalizm karşısında uğradığı başarısızlık, sosyalistleri derinden sarstı. Makedonya’daki bir gazetecilik seminerinde Yugoslavya’daki iç savaşın nasıl her şeyi altüst ettiğini bir Sırp gazeteci meslektaşımız kendi tecrübesi ışığında anlattığında birçok şeyi daha iyi anlamıştım. İç savaş çıkıncaya kadar Yugoslavya’da gazetecilik yapanlar kendilerini Yugoslav olarak tanımlıyorlardı. İç savaşın çıkmasıyla birlikte herkes kendi milliyetçiliğinin esiri haline gelmişti. Sırp gazeteci artık, Boşnakların ve Hırvatların cinayetlerini yazıyor, kendi ulusunun cinayetlerini ise görmezden gelmek durumunda kalıyordu. Başka bir seçeneği yoktu. Savaş ortamında Sırpların vahşetini yazmaya kalksa yok olabilirdi. Bu durum onu hasta etmişti. Gözünün önündeki ölümlere seyirci kalıyordu. Aynı şeyi yalnız Sırp gazeteciler değil mutlaka Boşnak, Hırvat, Sloven, Arnavut, Kosovalı gazeteciler de yaşamıştı. Milliyetçilik, halkların kardeşliğini, enternasyonalizmi, sosyalizmi öldürmüştü. Hayat acımasızdı. ??? Haksızlığı yapan hangi milletten olursa olsun karşı çıkabilmek, hele de kendi ulusunun içinden gelen haksızlıklara karşı çıkabilmek öyle kolay değil. Sosyalist düşünce bu yönde atılmış önemli bir adımdı, ancak kırılmaya uğradı. Milliyetçiliğin günümüzde solculukla nasıl bir ilişkisi olabilir? Bunu sosyalistlerin, sosyal demokratların belki yaşanmış deneylerin ışığında ciddi ciddi tartışması gerekiyor. CUMHURİYET 04 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear