26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 MART 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL İslamın Salikleri ve Sülükleri Her dinde olduğu gibi, İslamiyette de dinin ‘‘salikleri’’ ve ‘‘sülükleri’’ vardır. Sözlükte, ‘‘bir yola giren, bir yolda yürüyen’’ anlamına gelen salik, din terminolojimizde ‘‘İslama inananlar, din mensupları’’ demektir. Dini ve devleti ile hiçbir sorunu olmayan Anadolu insanı bu tanımın kapsamındadır. Dinin bir de sülükleri vardır. Bunlar, ‘‘âlim’’ ve ‘‘şeyh’’ adı altında, saf müminlerin parasını, dövizini, malını, arsasını, yani tüm maddi kaynaklarını sülüklerin kan emdiği gibi emerler. PENCERE BOP’a Ek: BAP!.. İkisi dünkü Cumhuriyet’te üst üste cuk oturmuştu: Büyükanıt’ın haberi.. Ve başyazı.. ? Önce başyazıdan birkaç satır aktarmakta yarar var.. ‘‘Türkiye laik Cumhuriyet rejimi açısından ‘kritik’ bir sürece sürüklenmiştir. Bu sürecin tüm dünyada çeşitli adlarla dile getirilen çok daha büyük ve kapsamlı bir bunalım ortasında yer aldığı düşünülürse, konunun ciddiyeti anlaşılabilir. ‘Uygarlıklar çatışması’ ya da ‘HıristiyanMüslüman Kavgası’ veya ‘Dinler Arasında Savaşım’ gibi isimlerin yakıştırıldığı bir tablonun ortasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesi ne yazık kiiç politikanın temel çelişkisi gibi ele alınmakta ve tartışılmaktadır.’’ Laiklik elden giderse demokrasinin yok olacağını dile getiren başyazı şöyle sürüyor: ‘‘Peki, bu gerçekler ortadayken AKP iktidarının Cumhurbaşkanlığı, üniversite, ordu, yargı, muhalefet cephesiyle çatışmasının anlamı düşündürücü olmuyor mu? ...... Meclis ve hükümet ellerindedir, önümüzdeki yıl yapılacak seçimde cumhurbaşkanlığını ele geçirecek çoğunlukları parlamentoda vardır; bu aşamadan sonra aynı yıl gerçekleşecek seçimi de kazanarak tüm devlet kurumlarına sahip çıkacaklarını ve ülkede egemenleşeceklerini tasarlıyorlar.’’ ? Büyükanıt’ın haberi sakın bu tasarımın bir ayağı olmasın!.. Çoktan beri kulislerde söyleniyordu: Genelkurmay Başkanlığı için sıra Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ta; ama, başta RTE olmak üzere AKP ‘Paşa’yı istemiyor... Sen şu işe bak!.. AKP hızlandı... Nasıl?.. İktidar bir yandan Unakıtan munakıtan, o bakan bu bakan, örgüt mörgüt, Arap çorap, Dubai mubai derken kapalı kapılar ardında tezgâh kuruyor... Öte yandan Recep Tayyip, dokunulmazlıkların ardındaki zanlıları korumak için nutuk üstüne nutuk atıyor... Beri yandan Van Üniversitesi Rektörü tutukevine ve de mahkemeye... Kara Kuvvetleri Komutanı ne güne duruyor?.. Paşa da mahkemeye... ? Başkan Bush ve tayfasının Ortadoğu (ve doğaldır ki Türkiye üzerine) tasarımı BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) diye ünlendi, dillerde dolaşıyor... Başbakan Recey Tayyip ve takımının Türkiye tasarımı da artık meşhur oldu: BAP!.. Nedir o?.. Büyük Anadolu Projesi!.. BAP Amerika’nın BOP’u ile çakışıyor, ‘Anadolu’da Ilımlı İslam Devleti Projesi’ için adım adım yürünüyor... Vah zavallı Türkiyem benim... Maliye Bakanı Unakıtan’a dokunamadın.. Rektör Yücel Aşkın’ı rahatça içeri attın.. Şimdi sıra Kara Kuvvetleri Komutanı’nda mı?.. Şu AKP yaman mı yaman!.. Aşk olsun!.. Yaşantımız Televole Olunca! ‘‘Televole kültürüne mahkum edildiğimiz yetmiyormuş gibi, okumuyoruz da... Gazete satışları 30 yıl öncesinin gerisinde... Kitaplar da öyle. Klasikleri okuyan öğrenciyi bulsak alnından öpeceğiz.’’ ‘‘Milliyet’’te Abbas Güçlü’nün her yazısını ilgiyle okurum. Eğitimin, öğretimin bir ülkenin en önemli işi olduğunu yazar. İnsanı insan eden tüm gücün bu olduğunu söyler. Bir kez daha uyarıyor, anımsatıyor, her alanda gerileyişimizin baş nedeninin bilgisizlik olduğunu!.. ‘‘Balık baştan kokar’’ demişler. Gerçekten de ülke yönetimini üstlenenler aramamalı mı gerileyişimizin nedenini? Lafı bir araya getiremeyenler onlar; bugün dediğini yarın yadsıyan onlar! Öyle demedik, yanlış yazmışlar diyenler, onlar!.. Yetmemiş, bir de yanlışları düzeltme ustası bulmuşlar! ‘‘Gün geçmiyor ki iktidardan, öyle değil de şöyle demek istedik diye bir açıklama gelmesin! Başbakan, bakanlar, milletvekilleri böyle de toplumun öbür kesimleri farklı mı? Alın birini vurun ötekine!..’’ ??? Birkaç yıl önceleri bazı gazeteler milyonları bulan satış yapardı. Bugün o gazetelerin baskısı da okuru da yarıya inmiştir. Türlü ekler, bilmem neler para etmiyor. Bizim ‘Cumhuriyet’ yüz bini geçen baskı yapardı. Varlık Yayınları, Remzi, Bilgi, Can yayınları baskıları en az beş bindi... Niye okuyalım? Her şey, okumamayı söylüyor! Okuyacaksın da ne olacak? Al TV’yi, al bilgisayarı, al televoleleri, hemen her gün bir yenisi sahnelenen düzeysiz dizileri, yetsin sana! Seni etkileyecek, yaşamının anlamını duyuracak, varlığını zenginleştirecek bir roman, bir öykü, bir şiir, bir deneme kitabıymış! Vazgeç onlardan! ??? Yalçın Pekşen de, yeni çıkan ‘‘The Türkler’’ adlı çok ilginç kitabında bu konuya şöyle değinmiş; ‘‘Kitap deyince okumaktan çok okumamak için bahaneler buluruz. Örneğin, okul çağında ders çalışmak için kitap okumayız. Okul bitince ekmek parası için koştuğumuzdan okuyamayız. Evlenip çoluk çocuğa karışınca o gürültü patırtı arasında okumak zor olduğu için okumayız. Orta yaşımızda emekliliğe az zaman kaldığı için okumayız. Nasıl olsa emekli olunca bu işlere bol bol zaman kalacaktır çünkü... Emeklilik geldiğinde ise düşünceler epey değişiktir. Bu yaştan sonra okuyup da ne olacaktır birader...’’ ??? İnsan merak ediyor, Sayın Başbakan’ın evinde en az yüz ciltlik bir kitaplık var mıdır, diye! Ya ötekilerin, bakanların, AKP milletvekillerinin? Emeklilik yaşı 68’e yükseltiliyor... Ama AKP lideri Erdoğan Bey daha altmışına gelmeden emekli olmak istemiş. İki yıllık milletvekilliğini de eklersek, ayda on bini aşan bir gelire kavuşmuş! Ahlak yerine ‘‘etik’’ geçti geçeli, kimse işin eğrisine doğrusuna el atmaz oldu! ??? Artık, TV ilanlarında bile kitaplar havaya uçuruluyor! Yerini bilgisayarlar alıyor! Ucuzluk, kolaylık, basitlik... Günümüzde günden güne alkışlanan erdemler bunlar!.. A. Gani AŞIK İlahiyatçı ilim insanlarının araştırmalar sonucu ulaştığı bulgular, yaratılışın başlangıcından itibaren insanoğlunun, inanma ve tapınma duygusu taşıdığını ortayakoyar. Yine bu araştırmalardan anlıyoruz ki, yeryüzünün neresinde olursa olsun ilkel ya da uygar bütün toplumların inandığı bir dini ve tapındığı bir tanrısı vardır. Zararlılardan korunursa inanma duygusu ve din, kendi saf, temiz ve özgün ikliminde insanları mutlu eder, sevecen yapar, hak arama duygusunu besler, iyilik ve güzelliklerin, birlikte yaşama isteğinin ve toplumsal huzurun tükenmez esin kaynağı olabilir. Siyasete ve ticarete, tarikat görüntüsü altında sömürü ve yağmaya alet edilmesi halinde din, ulviyet, kutsiyet ve etkinliğini yitirir, işlevsel (fonksiyonel) ve niteliksel değişime uğrayarak sosyal barışın temelindeki dinamite dönüşebilir. Üzülerek belirtelim ki Türkiye, 12 Eylül’ün ‘‘Atatürkçü’’ generalleri sayesinde din ve tarikat simsarlarının pençesine düştü, ama ne düşüş... Görüldüğünden ve sanıldığından çok daha derin, etkin, yaygın, devlete ve topluma egemen ve devasa biçimde örgütlü... Her dinde olduğu gibi, İslamiyette de dinin ‘‘salikleri’’ ve ‘‘sülükleri’’ vardır. Sözlükte, ‘‘bir yola giren, bir yolda yürüyen’’ anlamına gelen salik, din terminolojimizde ‘‘İslama inananlar, din mensupları’’ demek B tir. Dini ve devleti ile hiçbir sorunu olmayan Anadolu insanı bu tanımın kapsamındadır. Dinin bir de sülükleri vardır. Bunlar, ‘‘âlim’’ ve ‘‘şeyh’’ adı altında, saf müminlerin parasını, dövizini, malını, arsasını, yani tüm maddi kaynaklarını sülüklerin kan emdiği gibi emerler. Allah sevgisinin saltanat tutkunluğu ve zenginlik hırsı ile bağdaşmazlığına, sekizinci yüzyılın büyük mutasavvıfı Ethem’in oğlu İbrahim, ilgili tüm kaynaklarda simgesel ve çarpıcı bir örnek olarak saygı ile anılır. Bu Belh’li şehzade, görkemli bir yaşam sürerken gece sarayının damından bir ses duyar, ‘‘Kimsin, ne arıyorsun orada’’ diye sorar. ‘‘Devemi kaybettim, onu arıyorum’’ yanıtına şaşarak ‘‘Bre adam, senin deve, benim damda olabilir mi?’’ deyince şu karşılığı alır: ‘‘Haklısın Ethem oğlu İbrahim, yaşadığın saray ve ipek kumaştan yapılmış yatakla Allah rızasının bir arada olamayacağı gibi, kanadı olmadığına göre, benim deve de bu damda olamaz’’ der. Bu gizemli ve anlamlı uyarı, etkisini gösterir, Şehzade İbrahim, tüm varlığını yoksullara dağıtır, ‘‘az’’la yetinir, nefsini yener ve Hak yolunda çok sade bir yaşam sürdürür. Müslüman bir topluma manevi anlamda örnek ve önder olmak isteniliyorsa varlığı yoklukta, görkemi sadelikte, onuru düzgün yaşamda arama ilkesine uyma zorunluluğu vardır. Bu prensip, sadece sufiler için değil, ‘‘ulema’’ için de geçerldir. Tarihte topluma kutupyıldızı olmuş bütün sufiler ve din bilginlerinin yaşam felsefesi budur. Onların padişahları etkileyen saygınlıkları ve toplumu yönlendirebilme güçleri buradan gelir. Gönül dünyamızın bu mimarlarının yerini şimdilerde şarlatanların aldığına ilişkin yüz kızartıcı bir örnekten söz etmek isterim: Bir sözde din adamının, geçen yıl Münih’teki bir konuşmasında ‘‘Peygamberin idrarını içerim, idrar da ne ki, kakasını getirin, onu da yerim’’ dediğini (nasıl olsa getirilemeyeceğini biliyor), çok satan bir gazetenin Almanya baskısı yazdı ama kimsenin kılı kıpırdamadı. Edep ve hayâ timsali olan Hz. Muhammet’in yüce ruhu, bu terbiyesizlikten hiç kuşkusuz ki ciddi biçimde incinmiştir. Maalesef çok cemaati de olan bu hoca ve benzerlerinin yıllardır değişik Avrupa ülkelerinde sergiledikleri hezeyanlar, Diyanet’çe cevapsız ve devletçe de takipsiz kaldı. Sonuçta, saf gurbetçilerimiz, belli kesimin politikacıları, hoca ve şeyh bozuntuları ile Cumhuriyet karşıtı dernekler ve bilinen holdingler eliyle çok yaman soyuldular, hem de camilerde, bin kere tövbe, Kuran ve hadisler, hırsızın kapıyı açtığı maymuncuk gibi kullanılarak... Sosyal bir kurum olma niteliği ve sosyolojik gerçekliği itibarıyla dindeki yozlaşmanın toplumsal yansımaları, aldığı mesafe bakımından toplumdaki dengeleri ve devletin yerleşik sistemini sallıyor ve sarsıyor. Türkiye’nin çok tehlikeli bir zemine doğru sürüklenmekte oluşunu herkesle birlikte siyasi partiler de seyrediyor; kimileri acz içinde, kimileri de teşvik ederek. Yazımızı, İslam Peygamberi’nin tam da bu din palyaçolarının mel’anetleri ile örtüşen iki hadisi ile bitirelim: ‘‘Bizi aldatan bizden değildir / Allah’ın laneti ümmetimi aldatanların üzerinedir.’’ (Keşfülhafa 2/26667). Casusbelli Kararı mı? Ali KURUMAHMUT Deniz Hukukçusu, AraştırmacıYazar A TÜRK GENÇLİĞİNE HİZMET VAKFI SERİ KONFERANSLAR: 3 Konu GENÇLİK SORUNLARI VE SORULARI Konuşmacılar Prof. Dr. KEMAL ALEMDAROĞLU ABBAS GÜÇLÜ Yönetmen Milliyet Gazetesi Yazarı Prof. Dr. GÜNGÖR ŞATIROĞLU Tarih: 7 Mart 2006 Salı, saat: 18.30 Yer: Taksim Hill Otel, Sıraselviler Cad. No:9 Taksim İrtibat: 0 212 334 85 00 Dosya No: 2004/219 E / 2006/17 K. Davacı Sıvas ili Gemerek ilçesi Eğerci kasabasından Hüseyin oğlu 1932 doğumlu Haşim Göksu tarafından Azerbaycan vatandaşı iken Türk vatandaşlığına geçen Mehemmed ve Bibihanım kızı Icevan/Ermenistan 01. 05.1952 doğumlu Saray Göksu aleyhine açılan boşanma davasının yapılan yargılaması sonucunda; Sıvas ili Gemerek ilçesi Eğerci kasabası Bahçelievler Mahallesi cilt no: 18, hane no: 13, birey sıra no: 18’de nüfusa kayıtlı Hacı Hüseyin ile Anşe oğlu 14.08.1932 Eğerci doğumlu Haşim Göksu ile aynı yerde 143 birey sıra noda nüfusa kayıtlı Mehemmet ile Bibihanım kızı 01.05.1952 Icevan/ Ermenistan doğumlu Saray Göksu’nun TMK.’nun 166/2 maddesi gereğince boşanmalarına karar verilmiş olup, davalı Saray Göksu’nun adresinin bulunamaması sebebi ile işbu karar özeti davalı Saray Göksu’ya ilanen tebliğ olunur. Basın: 9054 GEMEREK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN vrupa Birliği ile müzakere sürecinde TürkYunan ilişkilerinin ve bu bağlamda Ege Denizi’ndeki olası gelişmelerin incelenmesi ve irdelenmesi, Türkiye bakımından özel önem taşıyan ve öncelikli bir konu olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, ulusal ve uluslararası kamuoyu tarafından yanlış bir şekilde casusbelli (savaş sebebi) kararı olarak bilinen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 8 Haziran 1995 tarihli kararı öncelikle mercek altına alınmalıdır. Bu amaçla; kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunma yasağına ilişkin uluslararası hukuk kurallarının yanında, 8 Haziran 1995 öncesinde Ege’de olup bitenlerin bilinmesi gerekliliği özel önem taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Anlaşması, savaşı uluslararası uyuşmazlıkların çözümünde bir araç olarak kabul etmemektedir. Birleşmiş Milletler sisteminde, anlaşmanın amaç ve ilkelerine aykırı şekilde kuvvet kullanılması veya kuvvet kullanmak tehdidinde bulunulması yasaklanmıştır. Bu çerçevede devletler, meşru müdafaa veya BM kararlarını yerine getirme amacı dışında kuvvet kullanamazlar ve tehdide başvurmaktan kaçınırlar. Meşru müdafaa, haksız olarak ve kuvvet kullanılmak suretiyle reddedilen bir hakkın korunması amacıyla yapılan kuvvet kullanmadır ki uluslararası hukukun devletlerin kendilerini ve haklarını savunma ve koruma esası altında meşru saydığı bir eylemdir. Bu noktadan hareketle tartışılması gereken konu; Ege Denizi’nde gasp edilmek istenen/korunulması meşru olan bir hakkın olup olmadığıdır. Ege Denizi’ndekiler de dahil olmak üzere Türkiye ile Yunanistan’ın yaşamsal çıkarlarını birbirine uyumlu hale getirerek her iki devlet arasında siyasi ve askeri bir denge kurulmasını amaçlayan ve Ege’nin hukuki statüsünü belirleyen Lozan Barış Antlaşması’nda karasularının genişliği konusunda açık bir hüküm mevcut değildir. Ancak, anılan anlaşmanın 6’ncı maddesinin son paragrafı ile 12’nci maddesinin son cümlesinin birlikte tetkikinden, konferans sırasında alınan tutumlardan, ayrıca o dönemde bölgedeki uygulamalardan tarafların karasularının 3 mil genişlikte olması anlayışı ile hareket ettikleri görülmektedir. Bu dönemde Ege’nin yaklaşık yüzde 75’ini açık deniz oluşturmaktaydı ve kıyıdaş devletlerden biri olarak Türkiye, başta ulaştırma ve uçuş hakkı olmak üzere, balıkçılık ve bilimsel araştırma gibi açık deniz serbestilerinden istifade edebiliyordu. Yine bu dönemde Orta Ege’den Akdeniz’e ‘‘serbest geçiş’’ rejimine tabi iki su yolu mevcut idi. Yunanistan önce 1931 yılında yayımlayıp 1975 yılına kadar gizli tuttuğu bir kanunla 3 mil olan karasularını, sivil havacılık ve hava polisliği amacıyla 10 mil olarak saptamıştır. 1936 yılında ise yine tek taraflı bir tasarrufla karasularını 6 mile genişletmiştir. Böylece Yunanistan Ege’nin yaklaşık yüzde 75’ini oluşturan açık deniz kesiminin üçte birini kendi egemenlik alanına katarken açık deniz alanlarının oranı yüzde 50’ye inmiş, batı su yolundaki ‘‘serbest geçiş hakkı’’ kaybedilmiştir. Türk karasularının genişliği Lozan Barış Antlaşması’ndan başlayarak 1964 yılına kadar 3 mil olmuştur. Türkiye özellikle Ege Denizi’ndeki duru mu dikkate alarak ve de tarihi bir hata yaparak 1964 tarihli Karasuları Kanunu ile karasularının genişliğini 6 mil olarak belirlerken Yunan uygulamasını da hukukileştirmiştir. Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (1982 BMDHS) 1 Haziran 1995 tarihinde Yunan Parlamentosu’nda kabul edilmesiyle Yunanistan, esasen kendisi için geç kalınmış bir hukuksal prosedürü tamamlamış, sözleşmenin akit devletlere karasularını 12 deniz miline kadar genişletme hakkı tanıyan 3’üncü madde hükmünü, uygun bir zamanda ve ulusal stratejisi çerçevesinde kullanacağını Yunan ve dünya kamuoyuna açıklamıştır. Böyle bir oldubitti Lozan’ın hukuki statüsünü açıkça bozacak, Ege Denizi’ni bir Yunan gölü haline dönüştürerek Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki haklarının ve temel ulusal çıkarlarının gasp edilmesi ve yok olmasının en kestirme yolu olacaktır. Diğer bir ifade ile Ege Denizi’nin yaklaşık yüzde 80’i Yunanistan’ın egemenliğine geçeceğinden, Türkiye’nin batı kıyılarından denize çıkışı ile doğu su yolundaki serbest geçiş hakkının da kaybedilmiş olması nedeniyle Akdeniz’e geçişi engellenecek, Yunan karasularından zararsız geçiş yaparak Akdeniz’e çıkış mümkün olabilecektir. Yunanistan, ülkesinin bir parçası olarak bu sularda her türlü tasarruf hakkına ve bu bağlamda Türkiye için hayati önemi haiz olan deniz ulaştırması üzerine ipotek koyma hakkına sahip olurken Türkiye’nin güvenliği için tertip ve tedbir alma imkânları da çok büyük ölçüde kısıtlanacak, Türkiye’nin mevcut ülkesel bütünlüğü bozulacaktır. Yukarıda özetlenen somut sonuçları itibarıyla Yunanistan, Ege Denizi’ni Yunan gölü haline dönüştürerek Türkiye’nin ülkesel bütünlüğünü bozacağını, haklarını gasp edeceğini ve temel ulusal çıkarlarını ipotek altına alacağını Yunan ve dünya kamuoyuna açıklamış olmaktadır. Bu duruma Türkiye’nin cevabı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 8 Haziran 1995 tarihinde yaptığı 121’inci birleşiminde gelmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan siyasi parti mensuplarının verdikleri ve oybirliğiyle kabul edilen önergede; Yunanistan’ın karasularını 12 mile genişletmesinin Türkiye tarafından kabul edilmesinin asla düşünülemeyeceği belirtildikten sonra ‘‘ .... Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yunanistan hükümetinin Lozan’la kurulmuş dengeyi bozacak biçimde Ege’deki karasularını 6 milin ötesine çıkarma kararı almayacağını ümit etmekle birlikte, böyle bir olasılık durumunda, ülkemizin hayati menfaatlarını muhafaza ve müdafaa için, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne, askeri bakımdan gerekli görülecek olanlar da dahil olmak üzere, tüm yetkilerin verilmesine ve bu durumun Yunan ve dünya kamuoyuna dostane duygularla duyurulması ...’’ karar altına alındığı ifade edilmektedir. Türkiye’nin meşru reaksiyonunu gösteren bu karar bir casusbelli beyanı olmayıp, uluslararası hukuka ve bu bağlamda Birleşmiş Milletler Şartı’na uygun, hakkın korunacağına ilişkin bir beyandır. Bazı Türk siyasetçilerinin, 1976 yılından itibaren zaman zaman telaffuz ettikleri casusbelli ifadesi ne kadar gayri hukuki ise yukarıda sunulan ve önerge metninde Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül’ün de imzası bulunan kararın hukukiliği o ölçüde aşikârdır. Esas No: 2005/318 Davacı Yıldız Ayna tarafından Hatice Ayna’dan uzun süredir haber alınamadığı, hayatta olup olmadığı ve adresi de tespit edilememiş olduğundan; Davacı Yıldız Ayna ablası Hatice Ayna’nın gaipliğine karar verilmesini istediğinden davalıyı tanıyan, bilen ve malumatı olan kimselerin Zeytinburnu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/318 Esas sayılı dosyasına en geç 6 ay içersinde bildirmeleri, MK.’nun 33. maddesi gereğince ilanen tebliğ olunur. 02.03.2006 Basın: 9215 ZEYTİNBURNU 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear