24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
6 MART 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN Samarra’daki türbeleri bombalayanlar Irak’ı bölmek isteyen ABD ve Siyonist lobiden başkası değil 9 DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Amaç, ülkeyi parçalamak ? ABD ve Siyonist rejimin kutsal olmayan ittifakı ve Irak’ta faaliyet gösteren teröristler türbelere yönelik bombalı saldırıları işgalci güçlerin ülkedeki varlıklarını sürdürmelerini haklı çıkarmak için düzenlediler. Amaçları mezhep çatışması ve etnik köken ayrımcılığını körükleyerek ülkeyi mini devletlere bölmek. HASAN HANİZADE ‘Ilımlı İslam Modeli’ ve BOP Tuzağı AKP’nin son haftalarda dış politikayla ilgili girişimleri, bu partinin, eğer birileri tarafından yönlendirilmiyorsa, ne yaptığını bildiği izlenimi vermekten uzak görünüyor. Hamas’ın siyasi sorumlusu Meşal’le henüz başbakanlığı onaylanmayan İbrahim Caferi’nin ülkemizi ziyaretleri sırasında ortaya çıkan bir dizi çelişki ile Dışişleri Bakanı’nın İran’ın Türkiye ve komşu ülkelere, sonradan yalanladığı ‘rejim’ ihraç edeceğiyle ilgili sözleri yukarıdaki yaklaşımı doğrulayan gelişmeler arasında. W. Bush’un dünyanın en sorunlu bölgelerinden biri olan Ortadoğu’ya Amerikan usulü yeni bir düzen getirmek için ortaya attığı Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin ilk ayağı, bilindiği üzere AKP’nin tereddütsüz katıldığı ‘Ilımlı İslam Modeli’dir. ABD’nin Ankara Büyükelçisi, ‘‘Türkiye bu projenin (BOP) lideridir. Çünkü ‘Türkiye, demokrasisini başarılı kılan unsurlar ve kurumların neler olduğunu, nasıl işlediğini ve nasıl geliştirileceğini göstererek bölgedeki ülkelere liderlik ediyor’ buyurmuş.’’(1) Oysa Ortadoğu’da işler, eskisinden daha karışık. İşgal altındaki Irak, nereden kaynaklandığı, kimin işine yaradığı sorusuyla ortaya çıkacak Samarra olayı ile iç savaşın eşiğine gelmiştir. Birleşik Amerika ve ‘yandaşları’, verimli petrol tarlalarını bırakıp Irak’ı terk etmeye niyetli değildir. Filistin’de, henüz taşlar yerine oturmamıştır. Seçimleri kazanarak siyasete dönüş yapan Hamas, niyetlerini açıklamıştır. İsrail ise seçim arifesindedir. Salt bu açıdan bakıldığında, içte laik cumhuriyetin tüm kurumlarıyla başı dertte olan AKP’nin o sıkı sıkıya sarıldığı ‘Ilımlı İslam Modeli’ kuruntusuyla W. Bush ve evanjelist neoconların Ortadoğu ve Kuzey Afrika için düşledikleri düzmece düzende liderliğe soyunması bütünüyle ham hayaldir. ??? Ham hayal olmasına ham hayaldir ama takıyyeden de kimse ölmüş değildir. Nitekim, AKP’nin ardında bölgede hatırı sayılır güce sahip Müslüman Kardeşler de kendilerine, bölgedeki türevleriyle birlikte, nihai hedefleri şeriatçı İslam birliğinden vazgeçmeden siyaset yoluyla iktidara ulaşma olanağı sunan BOP’a katılmışlardır. W. Bush’a göre terör kaynağı ‘cihat’çılar ve Cezayir kökenli ‘salafistler’in yolunu kesebilecek tek güç Müslüman Kardeşler’dir. Bu yüzden Blair’in karşı çıkmasına rağmen, yılda üç milyar dolar aktardığı Mübarek’in Mısır’ına baskı yaparak Müslüman Kardeşler’in seçimlere katılmasını sağlamıştır. (444 sandalyeden 88’ini kazanmışlardır.) Ayrıca yine Müslüman Kardeşler’in bir türevi olan Hamas, Filistin’de iktidar olmuştur. Suriye’de ise iktidarın kapısındadır. Fas’ta, mutlu bir rastlantı AKP ile aynı adı taşıyan bir başka ‘Kardeşler’ türevi (Parti de la justice et du developpement) bu ülkenin üçüncü siyasal gücüdür ve 2007 yasama seçimlerinde mecliste çoğunluğu alması beklenmektedir. (L’Hummanite, Hassane Zerruki, 8 Şubat 2006). ??? W. Bush ve şu sıralar ayağını sürüyen neoconların BOP düşü yeni değil. 2003 başkanlık seçimleri yılında Irak saldırısına ‘müttefik’ bulmakta zorlanan başına buyruk politikasının aksine Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya, Afganistan’dan Pakistan’a uzanan coğrafyada olduğu gibi dünyanın tüm ülkelerinin güle oynaya balıklama dalacakları bu yeni demokratik yapılanma konseptini ortaya atmıştı. 20 Ocak’ta, ‘Birliğin Durumu’ konuşmasında yeni modeli şu sözlerle açıklıyordu: ‘‘Ortadoğu; despotların, umutsuzluğun ve öfkenin kurbanı olduğu sürece (sanki bunları yapan başkasıymış gibi) Amerika’nın ve dostlarının güvenliğini tehdit edecek insanlar ve akımlar üretecektir. Bu yüzden Amerika Yakındoğu’da bir özgürlük stratejisi sürdürecektir. Reform düşmanlarına meydan okuyacağız.’’ Yine 26 Şubat 2003’te American Entreprise İnstitute’da yaptığı konuşmada ise W. Bush, o gün bugün olup bitenlere bakıldığında ‘tebessümle’ karşılanacak ünlü projesini şu sözlerle açıklıyordu: ‘‘Özgürlüğüne kavuşturulmuş bir Irak(!) son derecede önemli bir bölgeyi özgürlüğün(!) nasıl değiştirebileceğini gösterecektir.’’ Gerçi 1. Körfez saldırısından sonra baba Bush da ‘‘Artık bu bölgede hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır’’, demiş ama.. mumu yatsıyı bile bulmadan sönüp gitmiştir. Kuyruklu bir yalanla Irak’ı işgal eden oğul Bush’un öngörülerinin kaderinin de farklı olmayacağı hemen hemen kesindir. Görünen o ki, herkesin ‘takıyyesi’ kendine. W. Bush, özgürlük, demokrasi, serbest piyasa derken Irak’ın petrol tarlalarını kıyasıya sömürmeyi, ülkede kalan ne varsa yakıp yıkmayı, aralıksız can almayı sürdürüyor. BOP’un önlerine açtığı olanaklarla ‘KardeşlerIlımlı İslam’ modelini seçip, bir bakıma köktencilikten uzaklaştıkları takıyyesi yaparak ‘ilerlediklerini’ öne sürerken, bizim dincilerimiz bunun tam tersi yönünde küreklere asılarak ‘Ilımlı İslam Modelinden’ laik Cumhuriyetin sonunu getirecek şeriata doğru ‘gerilemektedi’. W. Bush’un BOP’u her derde deva. Ama bizim, yine de Sayın İlhan Selçuk’la birlikte şu önemli soruyu acilen yanıtlamamız gerekiyor: ‘‘Ortadoğu’da yarattıkları ve yaratacakları savaşları din, mezhep, aşiret, tarikat, etnikçilik üzerine kuran bu evangelist ve emperyalist ‘neoconi’lerin hasta mantıklarına biz Anadolu’da yaşayanlar toptan teslim mi olacağız?’’ (1) Fikret Bila, Milliyet, 03.02.2006 G eçen çarşamba, Samarra’da 10’uncu ve 11’inci Şii imamlar İmam Hadi ve İmam Hasan Askeri’nin kutsal türbelerine yönelik düzenlenen terörist saldırılar çok ciddi ve iç savaşı körükleyecek nitelikteydi. Ve, dünyadaki tüm Şiiler saldırılardan Irak’ta işgali sürdüren ABD önderliğindeki güçleri sorumlu tutuyor. ABD’den şüpheleniliyor, çünkü Irak’ı demokrasi getirme gerekçesiyle işgal etti, ama ABD’li yetkililer bu demokratikleşme sürecinin planladıkları gibi gitmediğinin ve ülkelerinin çıkarlarına hizmet etmediğinin farkına varıyorlar. ABD bu nedenle yaklaşımını değiştirdi ve son taktiği Irak’ta mezhep ayrımından ve etnik gruplaşmadan doğan gerginlik yaratmak. ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Zalmay Halilzad’ın Irak’ta kabine kurulurken çoğunluğun oylarını temsil eden bir bakanlar kurulunun oluşturulmasını önlemek amacıyla yaptığı müdahale ABD’nin Irak’ta demokrasi kültürünün yaygınlaşmasını istediğinin büyük bir yalan olduğunu kanıtlıyor. Çünkü ABD açık ve seçik bir şekilde düzenlenen parlamento seçimlerinin sonucunu kabullenmek istemiyor. Iraklı seçmenin seçimine saygı duymu Samarra’daki türbelere düzenlenen bombalı saldırılarda ölenlerin cenazesi 1 Mart’ta kaldırıldı. Cenaze töreninde ölenlerin yakınları fenalık geçirdi. İşgalci güçlere öfke büyüktü. Iraklılar her gün onlarca canlarını yitirmekten bıkmış olmanın acısıyla feryat ediyordu. Şiilerin kutsal mekânlarına yapılan saldırıların yarattığı üzüntüyü Karaçi’deki Müslümanlar da paylaştı. Cuma günü düzenlenen protesto gösterisine katılan binlerce Pakistanlı, ABD Başkanı Bush ve Siyonist lobiye lanet okuyarak Iraklılara destek verdi. (AP) yor. Halilzad yakın geçmişte Irak’ın içişleri, savunma, güvenlik ve petrol bakanlıklarının ABD tarafından onaylanması gerektiğini söyledi. ABD’nin güttüğü politikaya karşı çıkan hiç kimse Irak Başbakanı İbrahim Caferi’nin kabinesinde yer almamalıydı! Kaos yaratıyorlar Halilzad’ın bu son yorumları ve kabineye yönelik atamalara ilişkin veto hakkına sahip olduğunu savunması ABD’nin kaos yaratarak Irak’ta ulusal bir kabine kurulmasını engellemeye çalıştığına işaret ediyor. ABD’nin mezhep çatışmasını körükleme çabalarına artı ola rak Siyonist lobi de boş durmuyor. Müslümanların Hazreti Muhammet’in karikatürlerini yayımlayan Batılı medyaya birlik içinde tepki gösterdiğini gören Siyonist lobi bu birlikberaberliği bozmaya çalışıyor. ABD ve Siyonist rejimin kutsal olmayan ittifakı ve Irak’ta faaliyet gösteren teröristler türbelere yönelik bombalı saldırıları işgalci güçlerin ülkedeki varlıklarını sürdürmelerini haklı çıkarmak için düzenlediler. Tabii bunların korkunç ve vahşi planları İmam Hadi ve İmam Hasan Askeri’nin adını taşıyan türbelerin bombalanmasıyla sınırlı kalmayacaktır. Gelecekte başka kutsal mekânlar da bu türbelerle aynı kaderi paylaşıp yerle bir olabilir. Ülkede etnik köken farklılıkları ve mezhep ayrımına dinamit koymayı hedefleyenler Irak’ı ‘‘mini devletlere’’ bölmek için ellerinden geleni ardına koymayacaktır. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var. Necef’teki dini liderler ve ülkedeki dini ve siyasi diğer liderler ABD’nin bu komplo planından haberdarlar. Birlik çağrısı yapıldı Bu nedenle de Irak halkını hangi mezhepten, hangi kökenden olurlarsa olsunlar birlik içinde olmaya çağırdılar. Dış güçlerin dolduruşuna gelmemelerini istediler. Bu çağrı işgalci güçlerin terör faaliyetlerini sürekli lanetleyip duran Sünni ve Şii Iraklılar tarafından memnuniyetle karşılandı, bu kesimlerin olumlu tepkisini aldı. Irak halkı, özellikle de dini liderler elbette işgalci güçlerin şüphe uyandıran faaliyetlerini çok yakından izliyorlar ve mezhep farklılığının ülkelerini bölmesine izin vermeyecekler. Bu nedenle ulusal bir hükümet kurulduktan sonra tüm Irak halkı bir bütün halinde işgalci güçlere ülkelerini terk etmeleri için çağrı yapacaklar. Bu nedenle yabancı birliklerin ülke topraklarından çekilmekten başka seçenekleri kalmayacak. (Tehran Times, İran, 28 Şubat) Batı’nın iyi çocuğu Hindistan, kötü çocuğu İran DAVID IGNATIUS u hafta iki farklı kutup, Hindistan ve İran ‘‘bir araya’’ geldi. Onlar alfa ve omega, düş ve kâbus gibi. Biri küreselleşmenin iyimser vaatlerini temsil ediyor, diğeri küresel bir karmaşayı. Maalesef ortak yanları nükleer kulübün üyesi olma istekleri. Hindistan’ın nükleer silahları var. İran ise nükleer silah sahibi olmak istiyor. Onların arasında da ABD duruyor. İki tarafa da uymaları gereken kuralları sıralıyor. ‘‘İyi çocuğu’’ ödüllendiriyor, ‘‘kötü çocuğa’’ ise ceza verme yetkisini elinde tutuyor. F. Scott Fitzgerald’ın istihbaratın iki zıt görüşü aynı anda akılda tutma olasılığı olduğuna ilişkin gözlemi meşhurdur. Belki de Hindistan’ın nükleer gücüne neden ‘‘evet’’, İran’ın nükleer programına ise neden ‘‘hayır’’ dememiz gerektiğinin en iyi yanıtıdır. Bu iki örnek birbirlerinden farklı çünkü programlar ve amaçları farklı. Bu nedenle iki taraf için aynı kurallar geçerli değil. Biri iyi niyetli olduğunu kanıtladı, diğeri ise küresel yasalara meydan okuyor. Başkan Bush bu hafta Hindistan’a yaptığı ziyarette, bu ülkeye gidişinin asıl amacının Hindistan’ın nükleer güç sahibi devletlere dahil olması konusunda bir anlaşmaya varılmasını sağlamak olduğunu söyledi. (Bu yazı kaleme alındıktan iki gün sonra ABD ve Hindistan arasında sivil nükleer işbirliği anlaşması imzalandı.) Çünkü Hindistan askeri ve sivil tesislerini birbirinden ayırmayı kabul ediyor. Bush’un Hindistan’a yaptığı ziyareti dikkatli inceleyen bir İranlı, Batı’nın nükleer silahların yayılmasını önleme çabalarına rağmen bir nükleer bomba üretmeyi başaran bir ülkeye izin çıkacağını düşünebilir. Tabii İran bu varsayımdan yola çıkarak davranırsa büyük hata yapmış olur. Buradan çıkarılacak asıl ders, bazen kurallardan çok tavrın, davranışın önemli olduğu gerçeğidir. Dünya Hindistan’ı nükleer güç olarak kabul etmeye hazır. Çünkü diğer ülkelere nükleer gü B cünü istikrarı sağlamak amaçlı kullanacağına dair güven verdi. Davranış biçiminin önemli olduğu bir dünyada bu güvenin kazanılması her şeyden önemli. Bu durum İran’ı da gelecekte kendini Pakistan ve Hindistan’la aynı ligde görmek istiyorsa güvenilirliğini kanıtlamaya zorlayacaktır. 10 bin reaktör olacak ABD’nin İran ve Hindistan’a yönelik politikasının ortak noktası nükleer tesislerin uluslararası denetçilere açılması gerektiği konusundaki ısrarıdır. Uluslararası kamuoyunda Hindistan ve Çin’in kendilerini modernize etmelerinin en geçerli yolunun nükleer enerjiden geçtiği konusunda bir konsensüs oluştu. Londra’daki Dünya Nükleer Enerji Birliği Başkanı John Ritch bu yüzyılın sonunda dünya üzerinde toplam 10 bin sivil reaktör olacağını savunuyor. Bugün ise sadece 440 reaktör var. Peki nükleer enerjinin yaygınlaşmasını bombalar patlamadan nasıl sağlayabiliriz? İşte Hindistan ve İran konusunda sergilenen tutum bunun yanıtını veriyor. Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Graham Allison, İran’la nükleer programa ilişkin yaşanan sorunun Küba’yla yaşanan füze krizinin ağır çekim versiyonu olduğunu anlatıyor. Ve, iki taraf adına yapılacak yanlış hesapların, atılacak yanlış adımların çok kötü sonuçları olacağını. Allison’un Küba’ya ilişkin savına göre Başkan Kennedy’nin esnekliği ve serinkanlılığı savaş çıkmasını önledi. Kennedy’nin sırlarından birinin ise stratejik hipokrasi politikası olduğu savunulabilir: Kennedy Sovyetler’in gönderdiği, krizi çözebilecek yapıcı mesaja yanıt vermiş, savaş isteyen, saldırgan başka bir mesajına ise yanıt vermemişti. Batı Tahran’dan hâlâ yapıcı bir mesaj bekliyor. Bu mesaj gelene kadar hepimiz Hindistan’a ‘‘evet’’, İran’a ise ‘‘hayır’’ diyen politikayla yaşamayı öğrenmeliyiz. (Washington Post, ABD, 1 Mart) Moskova’daki trajedinin ardından... MAŞA GESSEN B aumanski alışveriş merkezinin çatısı 23 Şubat sabahı çöktü ve onlarca kişi enkaz altında yaşamını yitirdi. Moskova Belediye Başkanı sıcağı sıcağına iki açıklama yaptı. Bunlardan birinin yalan olma olasılığı var, diğeri ise kesin yalan. Başkan çatının kış süresince üzerinde biriken kar nedeniyle çöktüğünü söyledi. Bu büyük olasılıkla doğru bir iddia değil.. çünkü bu açıklamayı yaptığında çökmenin nedeninin araştırılması için yeterli zaman geçmemişti olayın üzerinden. İkincisi, çatı, üzerinden kar temizlenmesi gerekmeyen bir şekilde inşa edilmişti. Üçüncüsü ise bu kış o kadar çok kar yağmadı. Çatının çökmesinin nedeni büyük olasılıkla geçmiş yıllarda para cezalarına çarptırılan merkez yönetiminin bakım işlerini kuralına göre uygulamamış olması. Belediye başkanı ikinci açıklamasında enkazın altında birkaç Moskovalı olduğunu söyledi. Bu kesin yalan. Yetkililerin cesetler üzerindeki kimlik bilgilerini detaylı inceleme fırsatı olmayacağı düşüncesiy le yalan olduğunu savunmuyorum bunun. Başkanın ‘‘Moskovalı’’ tanımı yalan. Sabahın beşinde bu markette olanların civarda oturan insanlar olduğunu düşünmek kadar mantıklı bir şey yoktur herhalde. Ancak başkan bu kentte yaşayana ‘‘Moskovalı’’ demiyor. Ona göre sadece onun bürokratlarının bu kentte yaşamasını onaylayarak belgelerine damga bastığı biri Moskovalı olabilir. Belediye başkanı olaydan kısa bir süre sonra yaptığı açıklamada ise çöken binada yaralananlara tazminat ödeneceğini söyledi. Tabii sadece ‘‘Moskova’da yaşıyor’’ diye kayıtlı olanlara. Yani ‘‘başkana göre Moskovalı olanlara’’... Feodal mantık Bu, feodal mantığın nefret verici bir düşünce tarzı. Bir bina, büyük olasılıkla belediye görevlerini yerine getirip kontrollerini yapmadığı için çöküyor ve bu kent sadece kendinden saydığı insanlara tazminat ödemeyi düşünüyor. Bu arada çatının planlarını çizen inşaat mühendisi karşıtı kampanya yürütülüyor. Adı Nodar Kançeli ve o şimdiye kadar başkanın gözdelerinden olan, çok iyi bir mühendis ve tasarımcı. Adı başka bir trajediye daha karışmıştı. İnşaat mühendisliğini yaptığı Transvaal Su Parkı da çökmüştü. Orada da çok sayıda insan öldü ve konuya ilişkin mahkeme henüz sonuçlanmasa da soruşturmacılar Kançeli’nin suçlu olduğunu düşünüyor. Tabii halk iki trajedi arasında bağlantı kurdu. Su parkı, mühendislik hatası yüzünden çökmüş olabilir. Ancak Baumanski binası 30 yıllıktı ve çökmesinin nedeni mühendislik hatası olabilir gibi görünmüyor. Kançeli aleyhine yürütülen kampanyada kullanılan en ilginç tez, onun Gürcü kökenli olması. Kentte bir bina çöküyor ve içinde ne kadar pas tutmuş malzeme olduğunu görüyoruz. Belediye işini savsaklıyor, bina yönetiminin büyük ihmali var. Belediye başkanı ‘‘Moskovalı’’ diye kayıtlı olmayanların ikinci sınıf yurttaş olduğu görüşünde ve birçok yurttaşı da etnik kökeni olan bir Rusun ikinci sınıf insan olduğunu düşünüyor. (St. Petersburg Times, Rusya, 3 Mart) O sırada alışveriş merkezinde yakını olanlar çatının çöktüğünü duyar duymaz Baumanski’ye koştu. Saatler geçtikçe sevdiklerinin sağ olduğuna ilişkin umutlar tükendi. Enkaz altındaki 58 kişi öldü. (AFP) CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear