26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 31 ARALIK 2006 PAZAR 16 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr TürkiyeAvrupa Vakfı Başkanı Müezzinoğlu’yla inişli çıkışlı AB sürecini konuştuk: Başmüzakereci seçimi yanlış SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Türkiye’nin AB’yle ilişkileri sonunda Güney Kıbrıs’ın ipoteği altına girdi. İlişkilerde üç yıl gibi bir ara dönemin oluştuğu ortaya çıkarken Türkiye ve Türk halkının AB iştahının iyice kesildiği de gözlemlenmeye başladı. Bundan sonra neler olabileceğini ve Türkiye’nin AB’yle inişli çıkışlı yolunu 1960’lı yılların sonunda Brüksel’de AET nezdindeki Büyükelçi ve eski Maliye bakanlarından Ziya Müezzinoğlu’yla konuştuk. Türkiye’nin AB’yle geldiği son durum ortada. Güney Kıbrıs’a limanların açılması müzakerelerin koşulu haline getirildi. Türkiye’nin AB’yle macerasını en azından orta vadede nasıl görüyorsunuz? MÜEZZİNOĞLU TürkiyeAB ilişkileri baştan beri inişli çıkışlı bir çizgi izledi. Bir süre önce Brüksel’de alınan kararlarla bu ilişkiler yeni bir noktaya gelmiş bulunuyor. 2004 Aralık ayında AB Türkiye’yle müzakereleri başlatma kararı aldığı zaman bu karar çeşitli yönleriyle tartışma konusu olmuştu. Müzakereler Temmuz 2005’te başladı. Ama o aşamada Kıbrıs meselesinin ve Güney Kıbrıs’la ilgili ek protokolün gündeme gelmesi nedeniyle ileriye dönük bazı sorunlar yaşanabileceği de anlaşılıyordu. Bu yılın ortalarında müzakerelerin giderek hızı kesildi ve sonuçta Brüksel zirvesinde sekiz başlığın askıya alınması konusunda bir karara varıldı. Müzakereler sürerken de çeşitli engellerin ortaya çıkabileceği gibi bir sonuç oluştu. Biraz önce söylediğiniz gibi Kıbrıs müzakerelerin bir önkoşulu haline gelmiş durumda. ‘ Giscard d’Estaing’in Avrupa tanımına göre Kıbrıs’ı coğrafi açıdan süpheyle karşılamak gerekir. ’ yürütenlerin merkezlerinden aldıkları talimatla bu görüşleri açıkladıkları göz önünde tutulmalıdır. O nedenle geçmişteki müzakerelerde ilgili ülkelerin başmüzakerecileri Brüksel’deki görüşmeleri yakından izlerken devamlı olarak başkentlerde çeşitli konularda girişimlerde bulundukları daima görülmüştür. Bizim müzakereler başladıktan sonra sanıyorum konunun bu ikinci yönü çok önemli görülmedi. Çalışmalar daha çok teknik düzeyde müzakereler olarak kabul edildi. Böyle yürütülmek istendi. Yani tarama çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalar belli bir noktaya geldikten sonra da bir başlığın açılıp kapanması gibi algılandı. Bu nedenle bütün konular belli aşamalarda ortada bulunuyordu. Bu durum Güney KıbrısYunan ikilisine ve onların arkasındaki ülkelere son zamanda Brüksel’de yaşadığımız ortamı hazırlamak ve bu yolda kararlar almak fırsatını vermiş oldu. Yani işin bir siyasi yönü olduğu başından belliydi. Çünkü ilgili ülkeler Türkiye’yle müzakerelerin başlamasına karar vermiş olmakla birlikte bazı ülkelerin bu konudaki siyasi iradelerinin açıklıkla ortaya düzenlemişti. Biz de TürkiyeAvrupa Vakfı olarak bu toplantılara katıldık. Dolayısıyla kendisini daha yakından tanımak olanağını buldum. Babacan’ın AB konusuna kendisini odaklamış olduğunu gördüm. Fakat bugün geldiğimiz noktaya dönecek olursak, kendisinin bu görevi kabul etmesiyle ilgili başlangıçta bazı eleştiriler olmuştu. Türkiye ekonomisiyle ilgili bunca sorun varken ve Dünya Bankası ve IMF ile ilişkiler ayrı bir sorun olarak gündemdeyken AB’yle başmüzakerecilik görevinin kolay olmayacağı gibi yorumlar yapılıyordu. Bu yorumlar bugün geldiğimiz noktada biraz ağırlık kazanmış görünüyor. TürkiyeAB ilişkileri bu noktada, dedik. Bir de bu maceranın geçmişi var. Bizim kamuoyu AB’nin yönetimini ve elitlerini suçluyor. Ama Türkiye’nin bu süreçte hiç mi yanlışları olmadı? Örneğin daha AB AET iken ve 1978’de Türkiye’nin AET’ye tam üyelik zamanı gelmişken dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, “Türkiye AET üyeliğine hazır değil” dememiş miydi? Bu çıkış Türkiye’nin AB üyeliğinin hâlâ önünü aslında tüm yönleriyle tam olarak açıklığa kavuşmamış bir konu olduğunu söylemek isterim. Rahmetli Ecevit’i yakından tanıyan kişilerden birisiyim. Bu konuları çeşitli aşamalarda kendisiyle zaman zaman konuştuk. Kendisinin o zamanki AET’yle ilgili düşünceleri ikiye ayrılmış durumdaydı. Nasıl iki ayrı düşüncesi olabiliyordu? Demokratik gelişme açısından mutlaka AET içinde yer almak gereği üzerinde duruyordu. Ama gelişme düzeyi farkı nedeniyle ekonomik açıdan bazı sorunlar ortaya çıkabileceği endişeleri vardı. Yani AET içinde bu endişeleri giderecek bir yaklaşım olduğu takdirde tam üye olarak yer almaktan yanaydı. Yunanistan’ın 1978’de yaptığı tam üyelik başvurusundan sonra Türkiye’ye de açıkça telkin ve teklifte bulunulduğu yolunda haberler zaman zaman gündeme geliyordu. Bunların gerçekliğini yüzde yüz kontrol ederek tespit edebilmiş değildim. Benim bildiğim o zaman AET Genel Sekreteri olan Emile Noel, Yunanistan başvurusunu yaptığı zaman o sırada Brüksel’de bulunan büyükelçi verdiğine tanık olduk. İlanların seçim sonuçlarını ne kadar etkilediğini bir tarafa bırakacak olursak bu davranış önemliydi. TÜSİAD o zaman AET’yle ilişkilerden yana görünüyordu. Tekrar ediyorum. Hükümetimiz de o ilişkilerden yanaydı. Aslında Katma Protokol’ün uygulanmasıyla beraberinde Türkiye’ye yarım üyelik gibi bir statü de gelmişti. Çünkü onun içinde malların serbest dolaşımı bir yana, Gümrük Birliği bir yana, işgücünde aşamalı olarak serbest dolaşım öngörülmüştü. Ne yazık ki bunun, 12 Eylül döneminden sonraki hükümet döneminde, Almanya’nın başvurusuyla uygulanması durduruldu. AB’nin kendi zorlukları var. Türkiye’nin AB’yle yolu bundan sonra nasıl olur? “AB’nin bundan sonrası ne olacak” diye başlayalım, sonra Türkiye’nin AB’yle ilişkilerine gelelim. AET başarılı oldu. AET, AT ve AB’ye dönüşürken genişleme yoluna da gitti. 6 üyeli AET şimdi 25 üyeye sahip bir AB konumunda. Önümüzdeki yıl Romanya ve Bulgaristan’ın katılmasından sonra 27 P O R T R E ZİYA MÜEZZİNOĞLU Yükseköğrenimini AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladıktan sonra maliye müfettişi olarak kamu hizmetine girdi. Hazine Genel Müdürü, Uluslararası Ekonomik İşbirliği Örgütü Genel Sekreteri, DPT Müsteşarı, Bonn Büyükelçisi, AET nezdinde Büyükelçi ve Türkiye Daimi Temsilcisi olarak görev yaptı. 1975 seçimlerinde CHP’den Kayseri Senatörü seçildi. 197273 ve 197879’da iki kez Maliye Bakanı oldu. 1990’da aktif siyaseti bıraktı. Türkiye Ekonomik ve Mali Araştırmalar Vakfı, 1961 Anayasası ve Çağdaş Demokrasi Vakfı ve TürkiyeAvrupa Vakfı gibi sivil toplum kuruluşlarının yönetim kurullarında görev yaptı. Şimdi TürkiyeAvrupa Vakfı’nın başkanı. ‘ Türkiye ekonomisiyle ilgili bunca sorun varken ve Dünya Bankası ve IMF’yle ilişkiler ayrı bir sorun olarak gündemdeyken AB’yle müzakerecilik görevinin kolay olmayacağı söylenmişti. İşin siyasi yönü görülmedi Ama Türkiye daha baştan beri Kıbrıs’ın AB’yle ilişkilerden ayrı tutulmasında ve sorunun BM çerçevesinde çözülmesinde ısrarlı değil miydi? Evet. Türkiye buna çok önem veriyordu. Nitekim Aralık 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin üyelik başvurusu kabul edildiği zaman o zamanki Başbakan rahmetli Ecevit, bu konuda büyük bir dikkat göstermiş, başkanlık adına Finlandiya Başbakanı’nın Kıbrıs’ın bu konuların dışında tutulduğuyla ilgili bir mektup yazmasından sonra üyelik süreci başlangıcı statüsü kabul edilmişti. Ondan sonra ise bunun böyle olmadığını gördük. Her fırsatta Güney Kıbrıs’ın Türkiye tarafından tanınması konusunun çeşitli vesilelerle gündeme getirildiğine tanık olduk. Bakın, çokuluslu kuruluşlarda kimi ülkelerin başka bir ülkeyle sorunları varsa bunu bir başka vesileyle ve başka bir ülkenin arkasına sığınarak gündeme getirmeyi tercih ederler. Olayı yakından izleyenler biliyordu ki Kıbrıs’la ilgili bu tutumda başta Almanya’nın, onun yanında Fransa’nın payları vardı. Öyle olduğu da daha sonra ortaya çıktı. ’ ‘ Ecevit demokrasinin gelişmesi açısından AET üyeliğini istiyordu. Ancak ekonomik gelişmişlikteki eşitsizlikler nedeniyle çekinceleri vardı. Sürecin zor olduğu biliniyordu Müzakerelerin hızının giderek yavaşladığına dikkat çektiniz. Gelinen noktayı da söylediniz. Acaba bu hız kesilmesi bizim başmüzakerecinin yetenekleri ya da kapasitelerinden kaynaklanmıyor mu? AB’yle müzakereler ilk bakışta tümüyle teknik gibi görülür. Ancak bu müzakerelerin bir de siyasal yönü var. Yani daha açık ifade etmek gerekirse AB’yle müzakereler ilk bakışta aday ülkenin AB Müktesebatı’nı nasıl kabul edeceği, nasıl uygulamaya geçeceği konusunda yapılan görüşmeler olmakla birlikte bir de o müzakereleri Brüksel’de ’ konulduğunda şüphe duymak için nedenler vardı. Zaten zaman zaman Fransa, Hollanda ve Avusturya’da bu konu gündeme getirilmemiş miydi? Getirilmişti tabii. Üstelik Almanya’da hükümet değiştikten sonra yeni Başbakan Angela Merkel’in partisinin başından beri Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğu ve Türkiye için özel ortaklık düşündüğü bilindiği için bunlar üzerinde özellikle durmak lazım. Bu konuda da girişimde bulunmak gerekiyordu. Öte yandan Fransa’yla Avusturya’nın Türkiye’nin üyeliğine baştan beri kuşkuyla baktıkları biliniyordu. O nedenle Brüksel’de son ortaya çıkan tablo konunun bu bölümünün gerekli derecede işlenmediği ya da işlenmiş olsa bile beklenen sonuçların elde edilmediğini gösteriyor. Buradan şu tespiti yapabilir miyiz? Başmüzakereci seçimi yanlış mıydı? Ben Sayın Babacan’ı ancak politikaya girdikten sonra tanıdım. Konuları yakından izleyen bir kişi olarak dünya ve Türkiye ekonomisi hakkındaki açıklamaları nedeniyle genellikle olumlu görüşe sahip olduğumu söyleyebilirim. Ayrıca müzakerelerin başlanması kararı alındıktan sonra hükümet sivil toplum kuruluşlarıyla bazı toplantılar kesen bir etken olabilir mi? Özellikle işaret ettiğiniz dönemde o çalışmaların içindeki bir kişi olarak şunu söylemek isterim: Hemen her dönemde hükümetlerin bu konudaki davranışları, tutumları daima aynı çizgide olmamıştır. Ben 1969 sonunda katma protokol müzakerelerini başlatma konusunu hükümete ilettiğim zaman buna karşı çıkanlar olmuştu. Onların başında da o zamanlar DPT Müsteşarı olan rahmetli Turgut Özal bulunuyordu. Ama Başbakan Demirel konuya sahip çıktı. “Ben Ziya Bey’in önerisini şöyle anlıyorum. Bir fırsat çıktı. AET’ye kancayı atarak kendimizi yukarı çekmek söz konusudur. Bu fırsatı değerlendirmemizin doğru olacağını düşünüyorum” dedi. Katma protokol müzakereleri başladı. Böylece AET’yle yarım üyelik statüsü denilebilecek bir döneme girmiş olduk. İyi de Özal iktidara gelince AB, ya da o zaman benimsediği adıyla AT’yle ilgili siyasetini 180 derece dönerek değiştirmemiş miydi? Özal DPT Müsteşarı iken AET’yle ilişkilerin gelişmesine tümüyle karşı olduğu halde Başbakan olduktan sonra 1987’de Türkiye’nin adaylık başvurusunu yapmıştı. Sizin demin bahsettiğiniz noktaya gelince… Bunun arkadaşımıza Türkiye’nin de bir başvuru yapması için telkinde bulunmuştur. Onun ardından Emile Noel’in Ankara’ya gelip Başbakan’a aynı konuda teklif ve telkinde bulunduğundan söz ediliyor. Ama ben bu konuda somut bilgi sahibi değilim. Yunanistan’ın başvurusu o zaman Avrupa Komisyonu tarafından olumlu karşılanmadı. O nedenle Türkiye’nin de başvuruda bulunmasının istenmesinin Yunanlıların teklifini reddetmeye neden olabilecek ek bir argüman olarak gündeme getirmiş olması da düşünülebilir. Yunanistan’ın teklifi komisyon tarafından reddedilmiş olmasına karşın o zamanki Fransa Cumhurbaşkanı Giscard d’Estaing’in özel çabasıyla konsey üyelik kararı almıştır. Zaten biliyorsunuz, Yunanistan 1981’de tam üye olmuştur. TÜSİAD’ın 1978’de gazetelere verdiği tam sayfa, Ecevit’in azınlık hükümetini protesto eden ilanlarının etkisi olmuş olabilir mi sizce? O sırada yürürlükte bulunan yasalara göre derneklerin siyaset yapmaları yasaktı. Öyle olduğu halde TÜSİAD Ecevit hükümetinin uyguladığı politikalara karşı bir kampanya açtı. İlk kez Türkiye’de bir derneğin gazetelerde tam sayfa hükümete karşı ilanlar üyeli olacak. Bu projenin bu yönüyle başarıyla yürütüldüğü söylenebilir. Bununla birlikte gerçeğin bundan ibaret olmadığını iddia eden görüşler de bulunuyor. Bu görüşler Avrupa’da da vardır ama daha çok Okyanus ötesinden gelmektedir. ABD’de yapılan değerlendirmelerde Avrupa’nın tümüyle yaşlandığı ve AB projesinin de çeşitli nedenlerle beklenen başarıyı göstermediği, özellikle genişlemeden sonra büyümenin hızının düştüğü ve çeşitli sorunlar üzerinde durulduğu ifade ediliyor. Bunlarda gerçek payı olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca AB’nin başarısızlığının nedenlerinden birisi de Brüksel’deki Eurokratlara bağlanmaktadır. Başarısızlığın bir nedeni olarak da anayasa konusunda bir sonuca varılamaması gösterilmektedir. AB’nin bugün bulunduğu noktada sorunları olduğunu kabul etmek gerekir. Bu son konsey toplantısında konunun bu yönüyle ele alınması gereği duyulmuştur. Kurumları güçlendirmekten söz edilmiştir. Üye ülkelerin katılımlarında tam olarak üyelik sorumluluğunun yerine getirilmesi vurgulanmıştır. Ayrıca halkla iletişime önem verilmesinden söz edilmiştir. TürkiyeAB ilişkileri Kıbrıs Rum ipoteğinde olamaz ‘ ABD’de yapılan değerlendirmelerde Avrupa’nın tümüyle yaşlandığı ve AB projesinin de çeşitli nedenlerle beklenen başarıyı göstermediği ifade ediliyor. ’ Fransa ve Hollanda’daki anayasa referandumlarında Brüksel’in Avrupa halklarından ne kadar kopuk olduğu anlaşılmadı mı? Türkiye’de de yapılan anketler Türk halkının AB hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmadığını ortaya koymuştur. Bizzat AB’de yapılan anketlerde de üye ülkelerin halklarının önemli bir kısmının bile AB’nin nasıl işleyeceği konusunda ayrıntılı bilgiye sahip olmadıkları görülüyor. Bu sorunların aşılması zaman alacaktır. Bunun için en az iki üç yıldan söz edilmektedir. TürkiyeAB ilişkilerinde de böyle üç yıllık bir ara dönem gündeme geldi. Konunun Türkiye’yle ilişkiler ayağına gelince… Başlangıçta da söylediğim gibi müzakerelerin giderek hızının kesildiği ve bunun Güney Kıbrıs’ın tutumundan ileri geldiği biliniyordu. Finlandiya’nın dönem başkanı olarak bazı girişimlerde bulunduğunu biliyoruz. Bunlar sonuç vermedi. Sonunda bildiğimiz formül kabul edildi. Buna bakıp TürkiyeAB ilişkilerinin tümüyle dondurulduğu gibi bir sonuca varmak yanlış olur. Ama Güney Kıbrıs her konuda aynı şeyi yapabilir. Yeni bir konunun ele alınmasını önleyebilir. Ya da müzakere edildikten sonra o başlıkla ilgili müzakerenin kapatılmasını engelleyebilir. Koskoca bir AB ve 70 küsur milyonluk bir Türkiye var. Ama her iki taraf da 700 bin nüfuslu Güney Kıbrıs’ın ipoteği altında nasıl tutulabilir? Hatta genişleme süreci başlarken çeşitli halkaların oluşturulacağı ve kimi yeni üye ülkelerin perifer halkalarda tutulacağı söylenmemiş miydi? Son toplantılardan sonra Avrupa basınında Türkiye lehinde ve Güney Kıbrıs aleyhinde ilk kez çok yaygın bir yayına tanık olduk. Herkes 700 bin nüfuslu bir adanın nasıl olup da bunları kabul ettirebildiğini konuşuyor. Aslında Giscard d’Estaing’in Avrupa tanımına göre bu adanın Avrupa içinde bulunmasını coğrafi açıdan şüpheyle karşılamak gerekir. Avrupa’da böyle bir adanın bilinen nedenlerle AB’nin çalışmalarını durdurduğunu ve Türkiye’ye de kabul edilmez bir muamele yapılmasına neden olduğunu söylüyorlar. Öte yandan AB içinde Kıbrıs sorununun TürkiyeAB ilişkileri dışında tutula şu ya da bu şekilde bir çözüme bağlanması görüşü giderek daha çok taraftar buluyor. TürkiyeAB ilişkilerini sürekli olumsuz etkileyen ve bir anlamda ipotek altına alma eğilimindeki Güney Kıbrıs’ın ve arkasındaki ülkelerin bu tutumları artık belirlenmiştir denilebilir. Bu nedenle de bundan sonra aynı ölçüde etkili olmasını beklememek gerekir. Tam tersine belki bu durum Türkiye için bazı alanlarda daha olumlu bir ortam oluşmasına neden olacaktır. TürkiyeAvrupa Vakfı Başkanı olarak sivil toplum kuruluşlarının (STK) bu ilişkilerde nasıl bir etkisi olabileceğini düşünüyorsuz? Başlangıçta TOBB öncülüğünde STK’lerde geniş çaplı toplantılar düzenlendi. Müzakerelerin hazırlık aşamalarında da STK’ler yer aldı. Fakat müzakere aşamasında bu konu aynı güç ve hızla yürütülmedi, diyebilirim. Son olarak ise hükümet STK’lerle ilişkileri TOBB ve TÜSİAD’la ilişki olarak gördü. Bu noktayı önemsiyorum ve geldiğimiz aşamada bu konu üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Üstelik anketler gösteriyor ki halkımızın AB’yle ilişkiler konusunda görüşleri ciddi olarak değişmiştir. Bunun yanında AB ülkelerinde de aynı durum söz konusu. CUMHURİYET 16 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear