26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
1 ARALIK 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 İki kırılma noktası: 1950.. 1980.. Birbirleriyle hiç ilgisi olmayan pek çok örgütlenmenin ortak tek yönü var; o da en genel tanımıyla iktidarı ele geçirmek, devlet ve toplum yapısını dini esaslara dayalı hale getirmek Türkiye’deki radikal İslamcı akımların dış bağlantıları sadece dış değil, aynı zamanda ciddi bir iç konu oluşturdu. İran’da 1979’da gerçekleştirilen İslam Devrimi’nin gerek Türkiye’deki, gerekse öteki İslam ülkelerinde İslamcı akımlara en azından şu etkisi oldu: Demek ki oluyormuş, diye düşünüp hedef büyüttüler! Türkiye’deki grupların önemli bir dilimi İran olayını kendi hedefi açısından ayrıca gündemine aldı. Buna İran’ın da ‘‘katkısı’’ oldu. İran anayasasının bu konudaki temel parametreleri şöyle: İran devriminin kalıcılığı için bunun tüm İslam ülkelerinde gerçekleştirilmesi gerekir. Bunu başarmak için ülke bütçesinden pay ayırmak gerekir. Bunun siyasi ve askeri örgütlenmesini de planlamak gerekir. Ülkesinde İslam devrimi öngören tüm grupları desteklemek gerekir. Avrupa ülkelerindeki Müslümanların oluşturduğu örgütlenmelerle ayrıca ilişki kurmak, hedef doğrultusunda işbirliğini geliştirmek gerekir. Bu kadar çok ‘‘gerekir’’ elbette bareberinde bu ülkeye ilişkin kuşkuları da getiriyor. İran’la ilgili tartışmalar sürerken Afganistan’da, İran’la hiç ilgisi olmamasına karşın temeli İslamcı yönetim olan bir anlayışın iktidara gelmesi, tüm İslam coğrafyasında yeni bir dalgalanmaya neden oldu. Afganistan’da İslam ülkelerinden gelenlerin özel olarak yetiştirildiği kampların kurulmuş olması, Orta Asya’yı ve bareberinde Rusya’yı da tedirgin etti. 90’lı yıllarda Türkiye’nin Rusya’ya ilişkin başlıca baş ağrılarından biri şuydu: Rusya, ne zaman Çeçenistan karışsa Türkiye’ye, ‘‘Arkadaş, buradaki militanlar Afganistan’da eğitim görüp geliyor. İçlerinde senin yurttaşın da var’’ uyarısını yapıyordu. ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırısından sonra Afganistan’ı işgal etmesiyle konu bir ölçüde küllendi ama, hâlâ ‘‘közler’’ duruyor! İran ise resmi söylemlerinde hiçbir ülkenin içişlerine karışmadığını söylüyor. Ancak yakalanan örgüt militanlarının ifadeleri, İran’ın en azından bu kişileri cesaretlendirdiğini ortaya koyuyor. İrtica gücünün 5 aşaması izinin son bölümünde irticanın çok tartışılan tarifini, hedeflerini konu edeceğiz. Dünden bugüne hangi aşamalardan geçtiğini de yine dizinin ana karakterini oluşturan arşivlere ve raporlara dayalı olarak araştıracağız. Güvenlik birimlerinin Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına da zemin oluşturan raporlarında irtica şöyle tarif ediliyor: ‘‘Devletin anayasada belirtilen siyasi, hukuki, ekonomik ve sosyal alanlarda temel esaslarını yıkarak yerine dini esaslara dayalı teokratik bir yönetim sistemi kurmayı hedefleyen her türlü faaliyete irtica denir.’’ Bu faaliyetler iki hedefe yöneliyor: Devlet yapısına ve topluma... Devleti ele geçirmenin birinci koşulu olarak şunu hedefliyorlar: Toplumu cemaatleştirmek. Bu sürecin beraberinde siyasi iktidarı da getirmesi için partileşmekten camileri ele geçirmeye, medyalaşmaktan şirketleşmeye kadar her türlü yöntem kullanılıyor. Tarikatlar ve İslamcı grupların durumuhedefi için güvenlik birimlerinin yaptığı en genel tanımlama şu: Çok boyutlu... Çok cepheli... Tek hedefli... Dizi boyunca bölümler halinde konu ettiğimiz gibi gerçekten birbiriyle hemen hiç ilgisi olmayan pek çok örgütlenme var. Ne yöntemleri birbirine benziyor ne toplumda edindikleri yer. Ancak ortak tek yönleri var: Hedef! O hedef de en genel tanımıyla iktidarı ele geçirmek, devlet ve toplum yapısını dini esaslara dayalı hale getirmek. Aslında bunu hedefleyen gruplar dinin toplumda çok daha fazla kabul görmesini sağlamaktan çok kendi iktidarlarını değişmez ve garantili kılmanın kılıflarını hazırlamış oluyorlar. Sözünü ettiğimiz ‘‘tek hedefin’’ raporlara yansıyan tarifi de şöyle: ‘‘İrticanın hedefi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Atatürk’ün öngördüğü milliyetçilik anlayışına bağlı demokratik, laik ve sosyal hukuk düzenini yıkmak, Türk halkını birbirine kenetleyen ortak hasletlerden; dil birliği, yurt birliği ve ülkü birliği gibi temel değerleri yok edip, yerine din birliğini esas alan ümmetçilik yapısını getirmeyi ve dini esaslara dayalı teokratik bir yönetim sistemi kurmayı hedeflemektedir.’’ D ması, eğitim birliği, Latin alfabesine geçiş, ekonomide modern düzenlemelerin başlaması bunlardan birkaçı. Bu dönem Osmanlı’dan kalan irtica güçlerinin büyük ölçüde toplumsal yaşamın dışına çıktığı, sindiği yıllar oldu. İkinci dönem 19501973: Çok partili yaşama geçiş, tarikatlar ve irticai gruplar için çok büyük fırsatları da beraberinde getirdi. 1950’lerin başında kurulan kimi irticai görüşlü partiler kapatıldı, yasaklandı. Ancak tarikatlar ve cemaatler siyasi partilerin de kendilerine verdiği açık desteklerden yararlanarak hemen yeni durumlara göre kendilerini biçimlendirdiler. Özellikle Nakşi ve Nurcu cemaat liderleri bu süreci en iyi kullananlar oldu. O dönemin tek ucuz sermaye kaynağı banka kredileriydi. Bu kredilerden yararlanmanın bir yolu da tarikatlara yakın durmak oldu. Böylece küçük ve orta ölçekli ticari firmalarla tarikatlar arasında içinde sermaye bağlarını da barındıran kalıcı ilişkiler kurulmuştu. İrticai kesim, hizmet, yönetim, organizasyon, teşvik, kredi, banka ve ithalatihracat sektöründe önemli yer edindi. Bu dönemin bir başka özelliği de Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki kadrolaşma harekâtı oldu. Üçüncü dönem 19731983: Bu yıllar irticai kesimin, küçük ve orta ölçekli işletmelerin yanı sıra büyük kurumlar oluşturmaya başladığı dönemdir. Zamanın hükümetlerindeki bağlantılarını da kullanarak petroİslam ülkeleriyle özel ilişkiler kurdular. Birinci sırada Suudi Arabistan geliyordu. Bu bağlantılar sadece ticari değil, kültürel beraberliği de içeriyordu. Bu dönemde irticai kesimin bir anlamda sınıf atladığı söylenebilir. Sanayici ve tüccar olmaya başlayan bu çevreler, tekstil, metal, ağaç, gıda ve tarıma dayalı sanayide büyük yatırımlar yaptılar. Dördüncü dönem 19831994: Bu dönem cemaat şirketlerinin patladığı bir süreç oldu. Artık belli alanlarda yatırım yapan, banka kredileriyle tanışan, iktidarları kullanmayı iyice öğrenen bu kesimler ANAP açılımlarını da iyi kullanıp yepyeni bir sahaya daha girdiler: İthalat... Bu alan altın ve döviz piyasasındaki hâkimiyeti de beraberinde getirdi. Büyük marketler zinciriyle birlikte şu anlayış öne çıktı: Her cemaat temel gereksinimlerini karşılayacak firmalara sahip olmalı! Bunu büyük ölçüde başardılar. 1983 sonrası ilk kez girilen bir alan da şu oldu: Petrol ticareti... Beşinci dönem 1994’ten bugüne: Bu dönemin en karakteristik özelliği şu oldu: İktidara doğrudan hâkim olma ve istenilen şekilde yönlendirme. İki koldan bu sürdürüldü: Yerel yönetimler ve başkentteki iktidar. Özellikle büyük kentlerdeki belediye başkanlıklarının kazanılmasıyla birlikte milli gelirden aslan payını bu gruplar almaya başladı. Bu dönem ayrıca, Türkiye’de yerel ve genel iktidar gücü üzerinde nüfuza sahip olan kişiler yurtdışındaki Türklerden büyük miktarda para topladılar. Bu paraların önemli bir bölümü bugün de kayıp. Resmi raporlara yansıyan rakam 3 milyar Avro’yu aşıyor. Kimi iddialara göre 5 milyarı buluyor. Bu yapının finans piyasasında da etkin olmasını sağlayan en önemli adım 1983 yılında kanun hükmünde kararnameyle özel finans kurumlarına izin verilmesi oldu. Bu finans kuruluşlarının 1990 yılında 1.7 trilyon lira olan aktifleri, 1995’te 250 trilyonu aştı, 2000’li yıllarda katrilyonla ifade edilir hale geldi. Toplam güç: Nüfusun yüzde 3’ü, ekonominin yüzde 25’i Y B İ T T İ İlk hedef: ‘Laiklik dinsizliktir’ Tarikatların ve İslamcı grupların Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sonrasındaki durumunu ve dönemlere göre yükselişini ortaya koyan raporda ilginç bir bölümleme yapılmış. Rapor, yükselişi 5 dilimde irdelemiş: Birinci dönem 19231950: Modern Tükkiye’nin kuruluşuyla birlikte pek çok alanda olduğu gibi irticada da ciddi bir mücadele verildi. Bu mücadele, siyasi, ekonomik ve kültürel olmak üzere 3 ana alanda yürütüldü. Hilafetin kaldırıl anda aktardığımız süreç, irticai güçlerin özellikle ekonomik olarak nasıl yükseldiğini, siyasal kilometre taşlarıyla birlikte özetliyor. Türkiye’de tarikatların, İslamcı grupların, radikal örgütlerin kontrol ettiği ekonomik güç ne kadar? Bu konuda kesin bir rakam vermek elbette zor. Ancak güvenlik birimlerince hazırlanan bir raporda Türkiye bütçesinin yaklaşık dörtte birine varan oranda bir gücün, bu çevrelerce ya da bunlara yakın çevrelerce kontrol edildiğine dikkat çekiliyor. Ekonomik ve toplumsal gücün rakamsal boyutlarıyla ilgili veriler şöyle: 7 holding. 4 bin kadar şirket. 11 finans kurumu. 3500 kadar vakıf (şubeleriyle birlikte) Dernekler. Bu güç doğal olarak siyaseti de, devlet yapısını da etkileyebilecek bir boyut. Yine yapılan araştırmalara göre İslam ülkelerinin hiçbirinde tarikatlar toplumun önemli bir bölümünü kendi saflarına katacak güce sahip değil. Ama rakamsal olarak azınlık da olsalar, birbiriyle çok iyi kenetlendikleri için toplumun önemli bir bölümünü etkileyebiliyorlar. Raporlara göre, tarikatlar toplum katında en güçlü olduğu dönemlerde bile ülke nüfusunun en çok yüzde 3’ünü kendi saflarına katabilmişler. Bu rakam Türkiye için de geçerli olabilir. Buna karşın hem nüfuz kullanmada hem de iktidarları yönlendirmede önemli bir etkiye sahipler. Bir başka deyimle toplumun önemli bir dilimini ve devlet yapısını nüfusun yüzde 3’ünü bulmayan bir kesimin iradesi etkileyebiliyor. Bir başka çalışmaya göre de bu kesimlerin kontrol ettiği, yönlendirdiği, devlet bütçesinden çıksa bile gideceği yönü kendilerinin belirlediği para miktarı 15 milyar dolar. Genel bir bölümlemeyle bu para üç ana yönde kullanılıyor: 5 milyar doları medya ve iletişim için. 5 milyar doları gecekondu semtleri için. 5 milyar doları okul çağındaki çocuklar için. Bu veriler bilimsel çalışmalar sonucu saptanmış değil ama, güvenlik birimlerinin konuya ilişkin değişik raporlarındaki ortak değerlendirme. İrticanın motoru: Din elitleri! İrticai unsurların tabanlarını genişletmek için uyguladıkları stratejiler adım adım şöyle sıralanıyor: 1 Laikliğin tarifini tek sözcükle, dinsizlik olarak yapmak. Bu tanım beraberinde devletin, devlet yapısının ‘dinsiz’ olduğu anlatımını da getiriyor. 2 Oluşturulan tabanı siyasal anlamda da diri tutmak. Bunun için her türlü örgütlenmeyi yapmak, her fırsattan yararlanmak. (Kimi raporlarda irticai unsurların düğünleri, ölümleri bile propaganda zemini olarak kullandığına dikkat çekiliyor.) 3 Tabanı oluştururken İslamın sadece ibadetten ibaret olmadığını iyice işlemek ve toplum düzeninin, devlet yapısının da değişmesi gerektiğini kabul ettirmek. Bunu kabul edenler arasından örgütlerin yöntemlerine göre silahlı propagandadan partilerde militanca çalışmaya kadar her kesime eleman kaydırmak. 4 Belli bir güce ulaştıktan sonra hedefe karşı olanları etkisizleştirmek, hedefe engel olacak güçten yoksun bırakmak ya da tümüyle tasfiye etmek. 5 İktidarı ele geçirme yöntemini sürece bırakmak. (Kimi akımlar seçimlerle işbaşına gelmeyi ve bunu kalıcılaştırmayı hedefliyor. Kimi akımlar toplumu ve devlet mekanizmalarını ele geçirdikten sonra ötesinin kolay olacağı görüşünde.) 6 Türkiye’de hedef gerçekleştikten sonra tüm İslam dünyasının aynı bayrak altında toplanmasını amaçlamak. (Bu madde bağlamında, Türkiye’deki akımların Türkiye kamuoyu ile paylaşmadıkları uluslararası bağlantıları olduğunu vurgulayalım.) Bu yazı dizisini oluştururken gözden geçirdiğimiz raporların sayfasal tutarı bini geçiyordu. Raporlarda güvenlik birimlerinin çok hassas bir konu olan dinle ilgili olarak toplumun duyarlılıklarından dini kullananların hedeflerine kadar pek çok konuyla ilgilendiği dikkat çekiyor. Raporlarda dikkati çeken saptamalardan biri şu: Türk toplumunun diniyle, inançlarıyla hiçbir sorunu yok. İbadetini yapmakta, dinle devlet kurumlarını, rejimini kesinlikle karşı karşıya getirecek bir davranışı benimsememektedir. Bu saptamadan sonra tartışmayı yaratan kesimin adresi veriliyor: Din elitleri. İmam hatip liselerinden mezun olanların ilahiyat fakültesine gitmek ya da bu okulun temel amacı olan imam ve hatiplik görevi yapmak yerine, hukuk, siyasal bilgiler, kamu yönetimi gibi bölümlerde eğitim gördüğü ve bu bilimsel alanlara dini de taşıma eğilimine girdiği gerçeği vurgulanıyor, şu değerlendirmeye yer veriliyor: ‘‘İrticanın yükselişi toplumun tabanından gelen bir baskının sonucu değildir.’’ Din elitinin kitlesel bir yapı olarak oluşumunun 1950 sonrasında başladığı, 1980 sonrasında ‘‘demokratikleşme’’ adımları çerçevesinde yapılan düzenlemelerin de bu kesimi güçlendirdiği belirtiliyor. Türk Ceza Yasası’nın 163. maddesinin kaldırılması buna bir örnek olarak gösteriliyor. Bu konudaki bir raporun sonuç bölümü şöyle: ‘‘Türkiye yasal çerçeve bakımından daha demokratik bir toplum olmak isterken demokratikleşmeyle irticai hareketler arasında sıkışmış durumdadır.’’ CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear