28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 17 OCAK 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR TÜRKSEN BAŞER KAFAOĞLU Terör ve Köktendincilik Terör örgütlerinin bu denli organize eylemleri gerçekleştirebilmeleri için gerekli eğitimi, parayı, psikolojik desteği verenlerin, Ortadoğu’nun petrol zengini para babaları olduğunu bilmeyen kaldı mı! Bu yetmezmiş gibi Kuzey Kafkasya’ya, Türk devletlerine, hatta ülkemize İslami ideoloji ihraç etme çabaları, bu ülkelerdeki militanları eğitmeleri de 21. yüzyılda hâlâ şeriat yasalarından, 14 yüzyıldır değişmeyen dini yaptırımlardan yarar umma çabaları mı; yoksa bu ülkelerin başında bulunanların iktidar kaygısı mıdır? PENCERE Van’da Olup Bitenler... Adı: Fatma.. Soyadı: Özcan.. Yaşı: 12 (ya da 16..) Okula hiç gitmemiş, çünkü gönderilmemiş, annesinin ölümü üzerine babası yeniden evlenmiş, altı çocuklu bir ailenin talihsiz kızı Fatma nüfus kütüğüne geç yazdırılmış.. Kuş gribinden sizlere ömür... Gazetelerde fotoğrafları, televizyonlarda sureti insanın içine işleyen bir dramı yansıtıyor... Ailesi dövünüyor.. Ağıtlar yakılıyor.. ? Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Başhekim Doçent Doktor Hüseyin Avni Şahin tepkisini dile getirmiş: ‘‘ Erken gelen kurtuluyor, gecikmenin yaşamsal rizikosu var...’’ Fatma gitti gider.. Ailesi ağlar.. Su akar.. Deli bakar.. Deli kim?.. Biz mi?.. Medyada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin adından geçilmiyor... Neden?.. İki neden var: Kuş gribi vakaları bölgede bu üniversitenin hastanelerinde tedavi ediliyor... Öte yandan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’ın başına gelenler malum... Gerçekte bu ikisi de aynı kökten kaynaklanan hastalığımızın türettiği dramın iki yüzüdür. ? Rektör Yücel Aşkın’a dönük düşmanlığın kökeni de cehalet... Fatma’yı okula göndermeyen ve hastaneye geç yatıran istencin kökeni de cehalet... Ancak Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde bu iki cehaletin buluşması da gözlerimizi açamayacaktır... Cehalet kurnazlaşarak dinsel kılığa bürünmüş, iktidarlaşarak devlet gücünü eline geçirmiş, ülkenin geleceğine ipotek koymuştur... Ne yazık ki Türkiye, uzun bir çatışma sürecinin sonunda, geleceğini akla ve bilime değil, din ve iman tüccarlarına emanet etti... Van’da gözler önüne sergilenen ve birbirinden uzak görünen olayların toptan açıklaması budur. ? Ülkemizde takıyyeci iktidar uzun süreli bir politikanın dinci pazarlaması sonunda hiçbir demokrasi mantığının kabul edemeyeceği sayısal oranlarla iktidara oturdu... Van’daki manzara bu iktidarın iflasını mı yansıtıyor?.. Vaktiyle Van’a vali atanan Numan Paşa yalakalığıyla meşhurmuş, bir gün merkeze mektup yazması gerekmiş, sıra yazının altına imza atmaya gelince hazret düşünmeye başlamış.. Adının başına ne yazsın?.. Emir kulunuz?.. Haki payiniz?.. Bendeniz?.. Sonunda dayanamayıp eline kalemi almış ve döktürmüş: ‘‘Valii Van.. Dışkınız Numan!..’’ Fıkra AKP iktidarına çanak tutmakta yarışan emir kullarına ithaf olunur. Yine İnsan Merkezli Yok Edişler!.. Dünyanın ve ülkemizin çeşitli yerlerinde kuş gribi olayına karşı önlem almak üzere yetkililer harekete geçtiler. Bu, son derece doğal, ama abartılmadan, acı vermeden ve türlerin çeşitliliğini ortadan tamamıyla kaldırmadan olmalı. Çocuklarına et yerine günde birer yumurta yedirmeye çalışan köylüler, bu yönden de çıkmazlara itilmemeli. Edinilen bilgilere göre kuş gribi, tespiti yapılabilen bir virüs. Diğer canlılara kanatlının dışkısı yoluyla bulaşan, hasta hayvanlara dokununca geçebilen gibi bilinenleri var. Bazı önlemler de öneriliyor. Bunlar doğruysa, bu kadar abartılı yok ediş yöntemlerine gerek olmalı mı, yoksa bu, sorumluluktan kaçmanın en kısa yolu mu diye düşünüyorum, doğrusu... Kuş gribinin etkin olabileceği yerlerde araştırmalar yapılarak önlemler daha da sistemli olarak arttırılmalı, insanlar korunma bilgileriyle aydınlatılmalı. Yok etmek gerekiyorsa da, olabildiğince az sayıda kanatlı için ve acı vermeyecek yapılabilirlikler denenmeli. Son günlerin önde gelen konusu olduğu için, izlemek durumunda kaldığım görüntüler nedeniyle insanlığımızdan utanmamız gerektiğini söylemeden edemeyeceğim. Hangi siyasi süreçte olursa olsun, genlerimizde yer etmiş olan pek abartılı, ‘‘vur deyince öldüren’’ uygulamaları ülkemizde ne yazık ki sık sık görmekteyiz. Görüntüler vahşet dolu. Suçsuz ve şanssız onca savunmasız kanatlı, insan merkezli acımasız karşı duruşla çuvallara canlı canlı doldurulup, bir savurmada kamyonlara; oradan da bir savurmayla çukurlara atılıp topluca yakılıyor ya da gaz odalarında zehirlenerek öldürülüyor. Belki sulak alan ekosistemleri, hiç araştırılmadan, bir talimatla yok edilecek. Kuş tür ve cinsleri, biyocoğrafyalarda yer alan populasyonlar, belki de yine bir dış istemle, insan acımasızlığı ile tarihe karışacak. İşkence ve acımasızlık deyince üstümüze yok. Çocuklarımız bu iç acıtan gösterilerin izlemcileri olarak asla unutamayacakları görüntülerin etkisindeler. Bu görüntülere hiçbir şeyi sorgulamadan izin verenlere, olayı öbür yüzü ile düşünmelerini söyleyebiliriz... Örneğin: ‘‘Ya siz insanlar, diğer canlılarca çuvallara doldurulup aynı işkenceleri görseydiniz; su kuşlarını yaşam alanları ile yok ettiğiniz gibi size de benzer işkenceler yapılsaydı, nasıl olurdu?’’ Ayrıca, insan hakları kadar aynı dünyayı paylaşan diğer canlı haklarının da, varlığının henüz farkına varamayanlara, Fransız filozofu Baran D’olbach’ın 1919’da doğaya yaptığı şu övgüyü sunmak istiyorum: ‘‘Dön kayıp çocuk, doğaya dön. O seni teskin edecek.. seni kahreden korkuları, azap veren endişeleri, seni altüst eden duyguları, sevmen gerekenlerden seni ayıran nefreti kalbinden kovacaktır. Doğaya, insanlığa ve kendine dönmüş olarak, yaşam yoluna çiçekler serp...’’ Doğayı paylaştığımız yarı evcil martılar, güvercinler, kargalar, serçe ve sığırcıklar yok edilmeden de bir yol bulunmalı. Dr. Necdet TUNA 11 Eylül 2001 New York, 1520 Kasım 2003 İstanbul, 11 Mart 2004 Madrid, 7 Temmuz 2005 Londra, Amman, Nalçik, Paris ve son olarak İsrail’deki, dünyayı tedirgin eden çirkin saldırılar! Din ve ırk farkı gözetmeksizin, aralarında Müslümanların da bulunduğu Hıristiyanlarla Yahudi toplumlarını hedef alan alışılmışın dışı bir savaş! Bugüne dek ne kaynağı, ne sebebi tam açıklanabilmiş ne de adı konabilmiş bir savaş! Dinler, özellikle semavi dinler günahsız insanların katledilmesine izin vermez, vermez ama eylemleri gerçekleştirenler, örneğin Londra’da olduğu gibi 4 Pakistanlı 4 ayrı yerde bomba patlatır, 5060 kişiyi öldürür ve de bunu ısrarla İslam adına yaptıklarını söylerlerse olayın Müslümanlıkla ilgisi olmadığı nasıl savunulabilir! Gene de bir kesim, saldırıları ‘‘İslami terör’’ olarak değil de İslam adına hareket eden köktendinci fanatiklerin fantezisi, dini motifli terör olarak adlandırmakta ısrar ediyor. Kural dışı yumrukların vurulduğu bu savaşın ardındaki gerçekleri tümdengelimle irdeleyerek verileri tarihsel perspektif altında objektif bir yaklaşımla açıklamaya çalışacağız. venlik Kurulu’nda Müslümanların haklarını savunacak bir devlet yok. Bağımsızlıklarını aldıktan sonra, en azından monarşi, meşrutiyet de olsa kendi insanları, kendi kralları, sultanları tarafından yönetilmeleriyle ekonomik durumları biraz düzelmeye başlamış olsa da çağdaş uygarlık yarışında hâlâ bir hayli gerideler. Büyük bir kısmı, kaderin bağışladığı yeraltı zenginliklerine sahip olanlar dışında, sanayi ürünleri ve yaşam gereksinimlerinin karşılanmasında hâlâ Hıristiyan toplumların ürettiklerine gerek duymaktalar. AB’de kişi başına ortalama gelirin 22 bin 500 Avro olmasına karşın petrol zengini ülkeler dışındaki İslam ülkelerinde bu gelir 12000 Avro arasında dolaşmakta. Şeriattan medet umanlar Tektanrılı dinlerin ortaya çıkışından bu yana yeryüzünde değişmeyen hiçbir şey kalmamasına karşın Müslümanlar hâlâ 14 yüzyıl önce konulan dini yaptırımları, daha doğrusu şeriatı öne çıkarmaya uğraşmakta, ondan medet ummaktalar. Düşünmenin, araştırmanın, soruşturmanın olmadığı, aklın kullanılmadığı toplumlar, düşünenlerin düşüncelerini alıp satmak, ürettiklerini kullanmak durumunda kalırlar. Endonezya’da, Sudan’da, Pakistan’da, İran’da ve Araplarda neden hâlâ demokrasi yok; Afganistan’da Taliban neden hâlâ ortaçağ karanlığının özlemini çekiyor! Maalesef bizde bile son günlerde Müslümanlığı üst kimlik olarak önerenler var! Helal gıda, içki yasağı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına rağmen türban hırsı, 21. yüzyılda şeriata giden yolların asfaltlanması niye! Üç günlük iktidar için bu milleti ortaçağın karanlığına sürüklemeye değer mi! Ama ne olursa olsun, tüm İslam ülkeleri içinde Türkiye neden bir adım önde! Sebep, sakın her gün, özellikle günümüz iktidar taraftarlarınca itilip kakılan laiklik olmasın! Gelişmeler zengin erkekle fakir kızın dramına benziyor! Zengin kızla fakir erkeğin gül gibi geçindiği, gelişmiş ve azgelişmiş toplumlar arasında da karşılıklı görev ve sorumluluklarının bilincinde varlıklarını sürdüren örnekler yok mu? Neden ortak bir noktada buluşma olanakları aramıyorlar da itişip kakışıyorlar!.. Abbasiler döneminde (7501258) Bağdat’ta ileri bir bilim düzeyi, bir Rönesans rüzgârı yakalayan, fakat kapılarını bilim ve sanayi devrimlerini yapan Batı’ya kapayıp aradan geçen yüzyılları dinlerinin üstünlüğünü kanıtlamayla geçiren Müslümanların son yıllarda hırçınlaşmasının nedeni, Batı’nın günümüzdeki uygarlık düzeyinden duydukları eziklikle aşağılık kompleksine kapılmaları olabilir mi? Gelişmiş toplum bireylerine karıştıklarında, kimlikleri uymadığı için küçük görülmelerinden, aşağılanmalarından muğber olup tepkilerini kural dışı yumruklar vurarak mı gösteriyorlar? Çağdaş uygarlığı yakalayamamalarının nedenini de kendilerini yüzyıllar boyu yönetimleri altında tutup sömürdüklerine, gelişimlerini engellemelerine bağladıkları için mi onlara kinleniyorlar? Peki, 500 yıl boyunca neden kimsenin gıkı çıkmadı da şimdi savunmaya geçiliyor! Gerçekleştirilen terör eylemleri şayet bir savunmaysa! Başkan Bush’u büyük çapta destekleyen fanatik Evangelistler, onun bir ilahi misyon yüklendiğini ve bu yolla Amerika’nın dünyaya demokrasi getireceğine inandıklarını söylüyorlar. Onlardan aldığı ilhamla! Dünyaya meydan okuyan Bush’un bu tutumunu değerlendiren başkanlık tarihçisi Thomas Cronin bile, ‘‘Bush’un açıkça, dünyanın çeşitli bölgelerinde teröre karşı savaşanlarla birlikte savaşacağını söylemesi, bir mesih ya da haçlı bildirisini andırıyor’’ diyor. AngloAmerikan güçlerinin tüm dünyaya egemen olma sürüvenlerinde bu zihniyetin de payı varsa Irak’ın istilasına, Suriye’ye gözdağı verilmesine, İran’a aba altından sopa gösterilmesine karşı İslam dünyası ulusdevlet olanaklarıyla savunamadığı için mi bu görev teröristlere kalıyor! Toplumlar arası savaş Toplumlar arası savaşın kaynak ve nedenleri tartışılırken önce iki cephe arasında coğrafi, tarihsel, ekonomik, kültürel, toplumsal, ekonomik, politik ve dini etmenlerle dengeler gündeme gelir. Günümüzde dini terörün hedef aldığı kitle, Amerika ve Avrupa gibi Hıristiyan toplumlarıyla Yahudiler... Üst düzeyde bir ekonomiye, gelişmiş sanayi ve güçlü askeri olanaklara sahip, sosyal yaşamları, kökleşmiş demokratik yönetimleri, yerleşik özgün kültürleri ile dinle dünya işlerini daha 16. yüzyılda birbirinden ayırmış toplumlar!.. Terör eylemlerinden sorumlu tutulanlar ise Endonezya’dan Fas’a kadar, dünya nüfusunun 1/4’ünü oluşturan Müslümanlar! 19. yüzyılın sonlarına kadar, Osmanlı İmparatorluğu dışında tümü Avrupa devletlerinin sömürgesi olmuş, Batı’nın ulaştığı çağdaş uygarlık öğelerinden pek nasibini alamamış Osmanlı İmparatorluğu’nun sahneden çekilmesiyle de sahipsiz, kendilerini savunacak güçten yoksun kalmış kitleler. Bugün bile, BM Gü Organize eylemler Terör örgütlerinin bu denli organize eylemleri gerçekleştirebilmeleri için gerekli eğitimi, parayı, psikolojik desteği verenlerin, Ortadoğu’nun petrol zengini para babaları olduğunu bilmeyen kaldı mı! Bu yetmezmiş gibi Kuzey Kafkasya’ya, Türk devletlerine, hatta ülkemize İslami ideoloji ihraç etme çabaları, bu ülkelerdeki militanları eğitmeleri de 21. yüzyılda hâlâ şeriat yasalarından, 14 yüzyıldır değişmeyen dini yaptırımlardan yarar umma çabaları mı; yoksa bu ülkelerin başında bulunanların iktidar kaygısı mıdır? Dünya jandarmalığına soyunan Amerika ve İngiltere, ellerindeki süper güçle, dünyanın neresinde olursa olsun, kendi halklarının çıkarlarını savunmak için gerekenleri yapacaklarını itiraf etmekten çekinmedikleri; Arap dünyasında da bir anlaşma, bir birliktelik bilinci oluşmadığı, ufukta da görülmediği, haklarını savunacak gücü de bir araya getiremedikleri sürece, Müslüman terör örgütlerinin eylemlerinin de sonu gelmeyeceğe benziyor... 2/B Dayatmasında Yeni Senaryo IYargıtay Orman Hukuku Dairesi’nin kurucusu ve 4 dönem başkanlığını yapmış bir hukukçu olarak, elimden geçen on binlerce dosyanın hiçbirinde anayasa ve yasalarda baz alınan 31.12.1981 tarihinin hiçbir anlamı olmadığını, uygulamada asla nazara alınmadığını saptamış bulunuyorum. 31.12.1981 tarihinden günümüze değin binlerce orman açması, tecavüz gerçekleşmiş olmasına rağmen dava ve keşif konusu olan hiçbir dosyada ‘31.12.1981 tarihinden sonra açılmıştır’ şeklinde bir açıklamaya rastlamadım. Ferruh ATBAŞOĞLU Yargıtay 20. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı B ilindiği gibi 6831 sayılı Orman Yasası’nın 2/B maddesini sınırsız bir uygulamaya açmak için anayasanın 169 ve 170. maddelerinde değişikliği öngören 4841 ve 4960 sayılı yasalar, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından tekrar görüşülmek üzere TBMM’ye iade edilmiştir. Tarafımdan hazırlanıp Sayın Cumhurbaşkanlığına sunulan rapor, veto gerekçesini oluşturmuş ve toplumun gösterdiği sert tepki üzerine hükümet, değişiklik tasarılarını bir süre için dondurmuştur. Ne var ki, her konuda olduğu gibi orman konusunda da nabız yoklama yolu izlenmiş ve toplum yumuşatılmaya çalışılmıştır. Bugünlerde, hükümet tarafından hazırlanan yeni tasarı, 2/B olgusunu daha sert, daha kesin hatlı, yağmaya açık ve ileride değiştirilmesine olanak vermemek için tamamının anayasaya yerleştirilmesi amacını içeren bir proje olarak öncelikle bilim çevreleri ve sivil toplum örgütlerine benimsetilmek üzere tartışmaya açılmıştır. İstanbul Orman Fakültesi’nde düzenlenen panelde, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, değerli bilim adamları ve katılımcılar görüşlerini açıklamışlardır. Bu görüşlerin ışığı altında, tasarının benimsenmesine yer olmadığı anlaşılmıştır. Ülkenin geleceği ile ilgili ve çok önemli olan konunun anlaşılabilmesi için 2/B nedir sorusuna yanıt vermek gerekir. 2/B nedir? A Öncelikle altını çizerek vurgulamak istediğim temel olgu, kökeni anayasanın 169. mad desinin 4. fıkrasına dayalı 6831 sayılı yasanın değişik 2/B maddesinin bilimsel ve hukuki dayanağının bulunmayışıdır. Bu madde tamamen yapay ve anayasanın 169. maddesinin temel esprisine yakın olup, sadece ormanları anayasa ve yasalara aykırı biçimde işgal edip ele geçirenlere kazandırmak için ihdas edilmiş hukuka aykırı bir yoldur. Şöyle ki, anayasa ve yasalardaki anlatıma göre ‘‘Bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan yerler olarak’’ tarif yapılmıştır. Oysa bilim ve fen bakımından nitelik kaybı doğal yollarla gerçekleşirse anlamına uygun nitelik kaybından söz edilebilir. Ormanları bilinçli olarak, kesip kökleyerek, yakarak, sökerek ortadan kaldırıp yerine ‘otelvillagecekondu, yüzme havuzu, lokanta, kooperatif konutları kurarak, ya da narenciye, meyve bahçesi, mısır tarlası, çaylık yaparak’ orman bitki örtüsünü yok etmek, nitelik kaybı değil, niteliğin kaybettirilmesidir. Kaldı ki bu eylemler 6831 sayılı yasanın ceza bölümünde suç sayılarak müeyyidesi de gösterilmiştir. O halde suç sayılan eylemlerle ormanların yok edilmesi olgusunu ‘‘bilim ve fen bakımından tam nitelik kaybı olarak kabul edip’’ bu kavramın içine sokmak kökten yanlıştır, bilimsel ve hukuki dayanağı olmayan yapay bir yoldur. Şimdi temeli olmayan bir kavram tartışılmaktadır. Ne var ki anayasa ve yasalara yerleşmiş olan bu kavram sonucu ülkemizin ormanları tahrip edilmiş ve büyük bir bölümü yok edilmiştir. Şimdi geçmişte oluşmuş bu tarihi yanlışı düzeltmenin yolla rı aranmaktadır. Ancak yanlış olgular, yeni bir yanlışla düzeltilemez. Eğer 2/B felaketi gibi tarihi bir yanlıştan dönülmek isteniyorsa bu kez doğru, ülke yararına sonuç sağlayacak, ormanların yok olmasını önleyecek ciddi ve sağlıklı, ayrıca kesin bir yol bulunmalıdır. Bu bağlamdan yeni tasarıyı ele almak gerekir. Yeni tasarı üzerine düşüncelerimiz B 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 169 ve 170. maddelerinin değiştirilerek bir geçici madde eklenmesi hakkında kanun tasarısının 2. maddesinde şu hükme yer verilmiştir. Madde 2 169. maddenin 4. fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir: ‘‘Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler orman sınırları dışına çıkarılır. Bu yerler dışında orman sınırlarında daraltma yapılamaz.’’ Bu madde ile 169. maddenin 4. fıkrası aynen yine korunmuş ve tasarının 4. maddesinde ise ‘‘Anayasanın Geçici Hükümler başlığını taşıyan altıncı kısmına aşağıdaki geçici madde eklenmiştir’’ denilerek, ‘Hem orman kadastrosu yapılmış olup da orman dışına çıkarma işlemleri tamamlanmamış ormanlarda, hem de orman kadastrosu yapılmamış ormanlarda 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş kesimlerin, orman bütünlüğünü bozmamak, orman ve top rak muhafaza karakteri taşımamak koşulu ile bir defaya mahsus olmak üzere orman sınırları dışına çıkarılması benimsenip, bu yerlerde orman kadastrosu ve orman sınırları dışına çıkarma işlemlerinin 5 yıl içinde tamamlanması’ ilkesi getirilmiştir. 4. madde ile getirilen husus, ormanları kurtarmaya yönelik bir yenilik değil, tam aksine orman tahdidi yapılmamış orman alanlarını da içine alacak şekilde, kapsam büyütülmüş ve 5 yıllık bir uzatma süresi eklenerek bu işlemlerin tamamlanacağı hayali ile yeni açma ve tecavüzlere olanak sağlanmıştır. Şöyle ki, Yargıtay Orman Hukuku Dairesi’nin kurucusu ve 4 dönem başkanlığını yapmış bir hukukçu olarak, elimden geçen on binlerce dosyanın hiçbirinde anayasa ve yasalarda baz alınan 31.12.1981 tarihinin hiçbir anlamı olmadığını, uygulamada asla nazara alınmadığını saptamış bulunuyorum. 31.12.1981 tarihinden günümüze değin binlerce orman açması, tecavüz gerçekleşmiş olmasına rağmen dava ve keşif konusu olan hiçbir dosyada ‘31.12.1981 tarihinden sonra açılmıştır’ şeklinde bir açıklamaya rastlamadım. Ancak resmi bir kayıt ya da bir belge ile aksi kanıtlanan çok nadir çekişme konusu olmuştur. Bu durumda 31.12.1981 tarihine kadar değil, bu tasarı gerçekleştiği takdirde 2005 yılına kadar olan açma ve tecavüzler, anılan yasada yazılı 31.12.1981 tarihinden önce oluşmuş sayılacağı gibi, tasarıya göre 5 yıllık süre içinde tahdit, tespit işlemlerinin bitirileceğine değinilmiş olduğuna göre bu yıl başlandığı takdirde 2011 yılına kadar yine 5 yıllık bir süre uzatımı söz konusu olacaktır. Bu olgular karşısında yasanın oluştuğu tarihten sonra işlemlerin tamamlanması hedeflenen 5 yıl içinde nitelik kaybettirme işi tüm hızı ile devam edecektir. Yazıma yarın kaldığım yerden devam edeceğim. Satılmasına karar verilen gayrimenkulün cinsi, kıymeti, adedi, evsafı: Köyü Ada Parsel Mevki Miktarı Cinsi Hisse Kıymeti Satış Saati 1 Van İli Edremit İlçesi Andaç Köyü köy üstü mevkiinde kain 13.750 m2 1/2 hisseli 10.312.50.YTL. kıymetindeki tarla vasıflı 176 parsel saat 09. ile 09.10 da, 2 Aynı köy köy altı mevkiinde kain 5.125 m2 tam hisseli 5.125.00.YTL. kıymetindeki biçenek vasıflı 327 parsel saat 09.15 ile 09.25’de. 3 Aynı köy köy üstü mevkiinde kain 7.750 m2 tam hisseli 5.812.50.YTL. kıymetindeki tarla vasıflı 718 parsel saat 09.30 ile 09.40’da yapılmasına Satış şartları: 1 Satış 24.02.2006 günü yukarıda belirtilen saatlerde Van 1. İcra Müd. Kalemi’nde açık artırma suretiyle yapılacaktır. Bu artırmada tahmin edilen kıymetin %60’ını ve rüçhanlı alacaklılar varsa alacakları mecmuunu ve satış masraflarını geçmek şartı ile ihale olunur. Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa en çok artıranın taahhüdü baki kalmak şartıyla 06.03.2006 Pazartesi günü aynı yerde ve aynı saatlerde ikinci artırmaya çıkarılacaktır. Bu artırmada (artırma bedelinin gayrimenkulün tahmin edilen kıymetinin %40’ını bulması ve rüçhanlı alacaklıların alacağını ve satış masraflarını geçnmesi şartıyla) en çok artırana ihale olunur. Böyle fazla bedelle alıcı çıkmazsa satış talebi düşecektir. 2 Artırmaya iştirak edeceklerin, tahmin edilen kıymetin %20’si nisbetinde pey akçesi veya bu miktar kadar banka teminat mektubunu vermeleri lazımdır. Satış peşin para iledir. Alıcı istediğinde 10 günü geçmemek üzere mehil verilebilir. Tellaliye resmi,ihale pulu, tapu harç ve masrafları ve %18 KDV ile diğer vergiler alıcıya aittir. birikmiş vergiler satış bedelinden ödenir. 3 İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililerin (*) bu gayrimenkul üzerindeki haklarını hususiyle faiz ve masrafa dair olan iddialarını dayanağı belgeler ile on beş gün içinde dairemize bildirmeleri lazımdır. Aksi takdirde hakları tapu sicili ile sabit olmadıkça paylaşmadan hariç bırakılacaklardır. 4 Satış bedeli hemen veya verilen müddet içinde ödenmezse İcra ve İflas Kanununun 133. maddesi gereğince ihale feshedilir. İki ihale arasındaki farktan ve temerrüt faizinden alıcı ve kefilleri mesul tutulacak ve hiçbir hükme hacet kalmadan kendilerinden tahsil edilecektir. 5 Şartname ilan tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için daire açık olup gideri verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir. 6 Satışa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve münderecatını kabul etmiş sayılacakları, başkaca bilgi almak isteyenlerin 2005/2 sayılı dosya numarasıyla dairemize başvurmaları ilan olunur. 27.12.2005 (*) İlgililer tabirine irtifak hakkı sahipleri de dahildir. Basın: 919 İLAN V AN 1. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN GAYRİMENKUL AÇIK ARTIRMA İLANI Dosya no: 2005/2 Esas CUMHURİYET 02 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear