23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 1 NİSAN 2005 CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL Ceste Ceste OSMANLICANIN sözlerindendi; "azarazar, usul usul" demekti. Ama, Türkçesi varken Farsça söy- lenince bir başka olur, daha ciddi algılanırdı sanki. Şimdi, özellikle Avrupa Birliği'ninvegenellikleBa- tılı devletlerin Türklere yaptırmak istediklerini yap- tırırken ortaya koydukları davranışları anlatmak için de aynı sözü kullanabiliriz. "Bizi yavaş yavaş ka- zıklıyorlar" desek, kendimizi aptal yerine koyuyor- muşuz gibi gelir bize, utanırız. Ama, gerçek budur. Galiba biryerlerdetoplanarakTürklerden neyi ko- paracaklarını kararlaştırıp rol paylaşımı yapıyorlar; son- ra, Ankara'yahepbirdençullanmak yerine, herdev- let ya da kuruluş kendi rolünü fazla patırtı koparma- dan oynamaya başlıyor. Sonuçta bakıyorsunuz, baş- langıçta söylenmeyen yere, onların istediği duruma sürüklenmişsiniz. Baştasöylenmesi gereken söylen- mediği için isyan etmemişsiniz; ama artık isyan için çok geçtir, son pişmanlık fayda vermez. Ek Protokolü imzalatma konusunda da buna benzer bir oyun oynanmakta. Türkiye'yi önce- den belirledikleri sonucasürüklemek için, şimdilik "Imza tanıma sayılmaz" diyorlar. Ankara da bu söz- lere kanıp Rum gemilerine ve uçaklarına limanları ve hava sahasını kapalı tutmayı sürdüreceğini sa- nıyor. Oysa, şunu bir kenara yazabilirsiniz: Şimdi "Tanı- ma anlamına gelmez" diyenler, imza atıldıktan son- ra çok geçmeden, limanlarla hava sahasının Rum ge- milerine ve uçaklarına açılması gerektiğini söyleme- ye başlayacaklardır. Geri dönülemeyecek bir nokta- ya gelindiği için de, sonuçta onların dediği olacak. Kıbrıslı Türklere 24 Nisan halkoylamasında olum- lu oy kullarıırsanız şunlar şunlar verilecek" diyen- ler, o noktadan yavaş yavaş uzaklaşıp hiçbir şey vermez duruma gelmediler mi? Artık onları istemek- ten bile vazgeçmedik mi? Sık tekrarlanan bu oyunu öğrenmiş olmamız ve bir daha aldanmamamız gerekmez miydi? In- sanlar gibi devletlerin de olanlardan ders alıp al- datılmaktan kurtulmaları beklenmez mi? Devletle- rin de bellekleri, beyinleri yok mudur? Doğru dürüst yönetilmekteyseler, elbet vardır: Diplomatlar, otuz-kırkyıl boyunca mesleklerinde bü- yük deneyim geçirmiş olanlar ne güne duruyor? Ya- kın zamanlara gelinceye kadar dünyanın en iyi dip- lomasilerinden biri sayılan Türk Dışişleri bu çeşit oyunlara aldanacak kadar safalak olabilir mi? Ama bu ülkede işler galiba böyle olmuyor artık. Dış politika, resmen görevli diplomatların görüşle- ri, tavsiyeleri, uyarıları göz önünde tutularak yürü- tülmüyor. Artık siyasiler çevrelerindeki sözde "da- nışmanlar"\n ağızlarına bakmaktalar. Onlar da iyi- kötü ingilizce bildikleri için, bütün dünyayı ve her şeyi bildikleri inancındalar. Diplomasi deneyimleh nanay. Böyle olduğu için sürekli aldanıp akıl ver- diklerini de sürekli yanıltıyorlar. Görevli diplomat- ların vakti ise bu aldanışların ve yanılgıların sonuç- larını onarmakla geçmekte. Ama, bu arada Kıbrıs ve Türkiye gidiyor. Ceste ceste. EROL OZKOK'U yitirdik Yoldaşlanmıza sabırlar diliyoruz. Türkiye tşçi Partili Arkadaşları Uğurlama töreni 1 Nisan 2005 Cuma günü saat: 10.30'da Zincirlikuyu Mezarhğı gasilhanesi önünde yapılacak ve aynı gün doğum yeri olan İpsala'da toprağa verilecektir. ACI KAYBIMIZ Cemiyetimiz üyesi, Sürekli Basın Kartı sahibi değerli arkadaşımız EROL ÖZKÖK31 Mart 2005 Perşembe günü vefat etmiştir. Kaybı topluluğumuzda büyük üzüntü yaratan Ozkök'ün cenazesi 1 Nisan 2005 Cuma (bugün) 10.30'da Zincirlikuyu Mezarlığı önünden otobüsle alınarak Ipsala Çarşı Camii'nde kılınacak ikindi namazının ardından toprağa verilecektir. Erol özkök'e Tanrı'dan rahmet, kederli ailesine ve üyelerimize başsağlığı dileriz. TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ USKLJDAR 3. SULH HUKUK MAIIKEMESİ'NDEN Esas No: 2003/874 Davacı Ilüseyin (iündüz vckili Av. Düzgün Irmak tara- fından davalılar Ebru Aparlmanı kat malikleri kurulu ka- rarrnın iptali davasıııın yapılan duruşmasında verilen ara karar gereğince, Acıbadcm Cad. No: 2Ü8/9 Üsküdar ad- resinde iken bulunamayan ılavalılar Ender Latif Başak ilc Mine Saniyc Başak'a belirtilen adreslcrindü dava dılek- çesinin tebliğ edilemediği, adres araştırmasında adı ge- çcnlerin bulunamadığı anlaşılmakla 7201 sayılı kanunun 28-29. maddeleri hükmüne binaen, dava dilekçcsinin ila- nen lebliğine karar vcrilmiştir. Davalıların 26.04.2005 günü saat 09.30'da mahkememizde hazır bulunması, belli eclilen gün ve saatte gelmedikleri vc kcndilerini bir vekil ile letnsil ettirmediklcri, mazeret de bildirmedikleri ve delil de ibraz etmcdikleri takdirde HUMK.'nin 213-377. maddeleri gereğince yargılamanın yokluklarımla yapıla- cağı ve hüküın kurulacağı ve dava dilekı;esi tebliğ yerine geçerli olmak üzere ilanen dııyurulıır. işbu ilan yayımlandığı tarihten itibarcn 15 gün sonra tebliğ yapılnuş sayılacaktır. 24.03.2005 Basın: 14105 lp Koptuğu Yerden Ulanır.. Bir gün bağımsızlığım, egemenliğini ve laik Türkiye Cumhuriyeti'ni savunmak zorunda kalırsan ödeve atılmak için, içinde bulunacağm durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmcyeceksin, düsturuna yürekten inananlar için aşılamayacak engel yoktur. İp, koptuğu yerden ulanır... Vedü BİLGET£W . Amiml • • ncelikle şunu belirteyim ki, Ame- O rika, bağımsızlığım, Ingiliz kra- liçesine vcrdiği "rüşvet" karşılı- ğında almıştır. Türkiye ise Ana- dolu'da, ulusun öz kendisinin emeği ile üretilen "Müdafaa-i Hukuk Ce- miyeti", nicel varhğını MustafaKemal'in ki- şiliğinde nitel birliğe dönüştürdü. Mustafa Kemal, ulusalcıdır, teslimiyet ve mandacı- hğıyadsır. Antiemperyalisttutumunu açık- ça belirler. Düzenli ordusunu kurar. Bağım- sızhğını bayrak edinen Anadolu halkı ile Kurtuluş Savaşıverir. 30 Ağustos günü gel- diginde önder Mustafa Kemal, komutunu ve- rir. "Ordular, ilk hedcfiniz Akdeniz'dir ile- ri!" Bu komut yalnızca emperyalizmin işbir- likçisi düşmanın denize dökülmesi buyru- ğunu içermez. Yeni Türkıye tam bagımsız bir ülkedir artık, ileri. Sonuç: Mareşal Gazi Mustafa Kemal Tür- kiyesi, tam bağımsızlığım Batı emperya- lizmine ödün ya da rüşvet vererek kazanma- dı. Vatanını satanlar gibi değil, vatanını sa- vunanlar olarak Batı emperyalistlerine kar- şı savaştık ve tam bağımsızhğımızı kazan- dık, anımsatırız. Mustafa Kemal'in ulusal bilinçle tt yedidü- vel"e karşı sürdürdüğü kavganın anlamını dışlayanlara sesleniyorum; Kemalizmin or- taya çıkmasına yol açan nedenlerin bugüne dek süregeldiğini, bugün de var olduğunu bilmek, ulusumuz için bir ölüm kalım so- runudur. "31 Martolayı"nın gerici ayaklanmasına katılan "Bediüzzaman" dedikleri Said-iNur- si'nin (Nurs köyünden Sait'in) yetiştirme- lerinden kimilerinin tarikatı üzerine çeşitli yatkınlıklan, bilgi ve görgü aşılayarak ön ceden saptanmış amaçlara göre, onlann be- lirli bir yönde gelişmesini sağlamıştır. Şe- riatçı ortamı hazırlama etkinliklerini yürü- tenler aramızdadır. Eğri hacalcırdcın doğru duman çıkmaz. Çağdaşlık bir bilinç işidir, laiklik karşıt- lığı değil. Önemli olan akıldır, bilinçtir. Ve en önemlisi bellektir. Tarihsel bellek! 23 Aralık 1930'da devrim şehidi Musta- fa Fehmi Kubilay şeriat yanlıları tarafından katledildi. Şeriat özlemi içinde olanlar, ge- riciliğin ve karanhğın cıkmazında, olanca güçleriyle bugün de karşımızdadır. Şeriatın Menemen'de ayaklanmasından üç yıl son- ra Bursa'da 5 Şubat 1933 tarihinde Uluca- mi'de toplanan 100 dolayında mürtecinin Türkçe ezan aleyhindeki ayaklanma girişi- mi aynı gün ivedilikle bastınlmıştır. Çekirge yolundaki köşkte verilen akşam yemeğinde, bu ayaklanma olayı nedenı ile Atatürk'ün yaptiğı konuşma; "Bursa Nut- ku" şöyledir. Gerçekleşmeyecek şeylerin, kökten yan- hşlann peşinden koşanlara, her kim olursa olsun gerici odaklara arka çıkanlara, hila- fetin-halifeliğin niçin kaldınldığını, Öğre- nim Birliği Yasası'nın niçin çıkarıldığını tümden unutan iktidarlara Mustafa Kemal şöyle sesleniyor. Yemekte bulunanlardan biri, Bursa genç- liği bu olayı hemen bastıracaktı, fakat za- bıta ve adliyeye güveninden ötürü... Atatürk sözünü kesti. Bursa gençliği de ne demek, Türkiye'de parça parça, yer yer gençlik yoktur, sadece ve toplu olarak Türk gençliği vardır. Türk genci devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğrulu- ğuna lıerkesten çok inanmıştır, rej im ve dev- rimleri benimsemiştir. Bunlan zayıf düşü- recek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, bu memleketin poli- si vardır, jandarması vardır, adliyesi var- dır... demeyecektir. Hemen müdahale ede- cektir. Ellc, taşla, sopa ve silahla, nesi var- sa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir, asıl suçlulan bırakıp, suç- lu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis he- nüz devrimin ve cumhuriyetin polisi değil- dir" diye düşünecek, fakat asla yalvarma- yacaktır. Mahkeme onumahkûm edecektir. Yine düşünecek, "Demek adlîyeyi de dü- zeltmek, rejime göre düzenlemek lazını..." Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan iti- razlannı yapmakla beraber; bana, İsmet Pa- şa'ya, Mecîis'e telgraflar yağdınp haklı ve suçsuz olduğu için serbest bırakılmasını is- temeyecek, diyecek ki: "Ben kanaatiınin icabuu yaptıııı. Müda- hale ve hareketitnde lıaklıyıuı. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı mey- dana getiren neden ve etmenleri düzeltmek de beninı vazifemdir." Atatürk, işte benim anladığım Türk gen- ci ve Türk gençliği, dedi. Bugün GaziMustafa Kemal 'in Bursa Nut- ku 'nu anırnsatmak, demirden bir zorunlu- luktur. Suçlu ve güçlü Batı emperyalistlerinin Lozan Türkiyesi'ne kasıtlı ve asılsız suçlar yükleyerek kendi aralarındameşrulaştırdık ları Sevr'in şiddet siyasetini iyice algıla- mak gerekir. Lozan Türkiyesi'ni siyasi ve iktisadi egc- menlıği altına alma uğraşındaki Batı emper- yalistlerinin -Avrupa Birliği üyelerinin- tem- sil ettiği tehlike su yüzüne vurdu. "tçcride ve dışarıda, ınilli mücadclcnin başlangıcuıdaki aynı sorunlar ve aynı tehli- keler bizi tehdit ederek karşımızda duru- yor." Sevr'i tezgâhlayanlar, Anadolumuzupar- çalama, Türk ulusunu sötnürgeleştirme ve tam bağımsızhğımızı ayaklar altına alma siyasetini değiştirmedi. Curzon'un Clemanceau'nun, VVilson'ın yerlerini bugün de Amerika ve Avrupa Bir- liği ortak cephesi aldı. Hoşgörünün ve insan haklarının övgüsü- nü yapan ABD ve Avrupa uygarlığının, Mussolini ve Hitler e nastl teslim oldukla- rını, teslim olmak ne kelime, onlara işin ba- şında nice alkış tuttuklarını unutmadık. lb- retle izledik. Bugün PKK 'ye ve ılımlı tslama yaklaşım- larını da ihretle izliyvruz. Mustafa Kemal, emperyalizme ve tam bağımsızhğa değin söyleneeek her şeyi söy- lemiş, yol göstermiştir. Önemli olan, analizleri ele alıp nesnel bir sentezi ortaya koymaktır. Mustafa Kemal'lerin, Müdafaa-i Hukuk'a katılanların güttüklerı amaca uygun düşen bir deyiijle, emperyalist bir ülke ile olma- yan bir ülke arasında hiçbir biçimde ve hiç- bir ortak nam altında işbirliği ve anlaşma ola- maz. Eğer olursa, bu sömürülen ülkenin, ötekine teslimiyeti, onunyedek gücü ve ba- ğımlısı olması sonucunu getirir. " Yiırdumuzun tam bağımsızhğı ve laikli- ptehlikededüf Egemenliğimizi kısıtlayan ya da yok sa- yan bütün alanlarda, tam bağımsızhk, gün- cel anlamıyla, NATO, DTM, AB, Gümrük Birliği, Ekonomik tşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, Çok Taraflı Yatınm Anlaşması, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, ABD ilc yapılan ikili anlaşmalar gibi anlaş- malardan ve kuruluşlardan tam bagımsız bir dış siyaset ve ıç uygulamalar silsilesinin gecikmeksizin yaşama geçirilmesi, Lozan Türkiyesi 'nde yasayanlann birincil göre- vidir. "Ne mutlu l'ürküm" diyenlerin Türki- yesi'nde: Bir gün bağımsızlığım, egemenliğini vc laik Türkiye Cumhuriyeti'ni savunmak zo- runda kalırsan ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklannı ve koşul- larını düşünmeyeceksin, düsturuna yürek- ten inananlar için aşılamayacak engel yok- tur. tp, koptuğu yerden ulanır... Devletler Hukukunda Tanıma Kıbrıs Rum kesiminin nihai bir çözüme ulaşılmadan tanınmaması gerekir; ancak süreç içerisinde tanıma zorunluluğu doğarsa, Kıbns Rum kesiminin "şarth tanıma" (conditional recognition) çcrçevesinde tanınması düşünülebilir. Av. H a k a i l O N C E L An!Hareketi Koordinasyon Kurulu Üyesi B ir siyasi topluluğun dev- let olarak tanınması (re- cognition), tanıyan devlet- le tanınan devlet arasındaki iliş- kilerde, devletlerin tabi olduğu hukuki statüye tam olarak uyul- masına nza gösterilmesi ile hu- kuksal ilişkilerin bu veriler üze- rine kurulacağını bildiren tek ta- raflı bir hukuksal işlcmdir. Dev- letler hukuku içtihatlan, bir dev- letin tanınması işleminin kurucu (constitutive) olmayıp açıklayıcı (declaratory) olduğu yönünde- dir. Böylece bir devletin tanınma- sı işlemi fiili durumun açıklan- masından başka bir şey değildir. Ancak tanımanın bir devletin var- lığının koşulunıı oluşturmaması ve bu anlamda açıklayıcı bir iş- lemi oluşturması onun hiçbir ku- rucu işlem niteliği taşımadığı an- lamına da gelmemektedir. Çünkü, tanıma işlemi ile bera- ber, tanıyan devletle tanınan dev- let arasında birtakım kurucu et- kiler de doğmakta ve tanıyan dev- let, tanınıayla siyasal olarak be- lirsiz duruma kendisi açısından son vermekte ve hukuksal belir- ginlik getirmektedir. Böylece ta- nıma ile tanıyan devlet, tanınan devlcte ilişkin olarak onun var- lığı ilc yasallığını eleştirme hak- kını yitirmekte ve tanınan devle- tin hukuken kişiligini kabul et- mektedir. Bu çerçevede Türkiye, Kıbns Rum kesimini nihai çö- züm olmadan tanırsa bu devletin yasallığını eleştirme hakkını yi- tirecek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni de tanıdığı için hukuken çelişkili bir durum or- taya çıkacaktır. Uluslararası camiada da soru- nun çözüldüğü ve bir sorun kal- madığı şeklinde değerlendirilerek, özellikle BM'nin bundan böyle çözüm sürecinde yer almaması- na neden olacaktır. Bu sebeple, Türkiye'nin Rum kesimini Kıb- ns Cumhuriy ";ti olarak hiçbir şe- kilde tanımaması gerekir. 17 Aralık 2004 'te açıklanan Avrupa Birliği Zirve Sonuç Bil- dirgesi'nin 19.paragrafınagöre, AB tam üyelik müzakerelerinin başlayacağı 3 Ekim 2005 tarihi- ne kadar süre vererek, Ankara Anlaşmasrnınuyarlanmasına da- ir ek protokolü yeni AB üyesi ül- kelerin katıhmını da dikkate ala- rak Türkiye'nin imzalamasını ön- koşul olarak belirlemiştir. Bu du- rumda Ankara Anlaşması'nın ek protokolünün Kıbrıs Rum kesi- mini de kapsamına alacak (teşmi- li) şekilde inızalanmaması duru- munda, tam üyelik müzakerele- ri başlamayacaktır. Ek protoko- lünün bu şekilde Türkiye tara- fından imzalanmasının Kıbrıs Rum kesimini tanıma anlamına gelip gelmediği kamuoyunda ol- dukça geniş bir biçimde tartışıl- maktadır, Tartışmanın nedeni, Kıbns sorununun başından beri sui generis (kendine özgü) ohna- sı ve bu husustaki devletler hu- kuku ilkelerinin kesinlik kazan- mamış olmasıdır. Bu nedenle, öncelikli olarak devletler hukuku genel prensip- lerini dikkate alarak, Ankara An- laşması'nın uyarlanmasına dair ek protokolü Türkiye'nin imzala- masının hukuki anlamını tespit et- mek gerekmektedir. Tanıma esas itibanyla bir niyet somnudur. Ya- pılmasındaki biçimin özel bir önemi yoktur; bu nedenle açık (express recognition) veya örtü- lü (implied recognition) biçimde olabilir. Örtülü tanıma, devletin tanıma iradesini açık bir beyan- la değil, ama kuşkuya yer bırak- mayacak şekilde bir işlem içine girmesi ile mümkün olmaktadır. Devletler hukukunda örtülü tanı- ma için genel olarak beş durum kabul edilmektedir; bunlardan konumuzu ilgilendiren durum, herhangi bir çekince koymadan ikili anlaşma yapılmasıdır. Ek protokolün Kıbrıs Rum kesimi- ni de kapsamına alacak şekilde ge- nişletilmesi ikili anlaşma sayıla- maz, çünkü Ankara Anlaşması tüzelkişilik olarak Türkiye ve Av- rupa EkonomikTopluluğu arasın- da yapılmıştır. Ek protokolün Kıbns Rum kesimini kapsamına alması sadece tcknik bir usul so- runudur. Ancak Türkiye yinc de imza aşamasında bunun tanıma anlamına gelmediğini açıklama- hdır. Protokolün Kıbns Rum kesimi- ni de kapsamına alması, tanıma anlamına gelmese de birtakım başka sonuçlan olacaktır. Bupro- tokole dayanarak Kıbns Rum ke- simi, Türkiye ile arasında güm- rük birliği olduğunu belirterek ticari ilişkiler kurmak isteyecek- tir. Devletler hukukunda "ticari ifişkT kurmanın örtülü tanıma da dahil olmak üzere hiçbir şekilde tanıma olmadığı kabul edilmek- tedir. Bu durumda, protokolün imzası ile Kıbns Rum kesimi ile gümrük birliği kurulacağı ve bu- nun sadece "ticari iüşki" olarak değerlendirilmesiyle Kıbns Rum kesimi tanınmış olmayacaktır. Dönemin AB Dönem Başkanı Hollanda Başbakam Jan Peter Balkenende'nin, "Ankara'nın protokoltt imzalaması, hukuki açıdanyasalbir tanıma değildir1 " şeklindeki beyanını az yukanda izah edilen hukuki çerçevede de- ğerlendirmek gerekir. Kıbns Rum kesiminin nihai bir çözüme ulaşılmadan tanınmama- sı gerekir, ancak süreç içerisin- de tanıma zorunluluğu doğarsa, Kıbns Rum kesimini "şarth ta- nıma'' (conditional recognition) çerçevesinde tanınması düşünü- lebilir. Devletler hukuku pratıği incelendiğinde şartsız tanıma gi- bi şarth tanıma da mevcuttur. "ŞarÜı tanıma", tanımanın tanı- yan devletin öne sürdüğü hakla- ruıın gözetilmesi veya tanınan devletin güvence vermesi gibi şartlarla yapımıasını öngörmek- tedir. Örneğin 1942'de ABD, Lüb- nao'ı tanımak için bu devletin ABD'nin ve vatandaşlannın hak- lannı koruyacağına ilişkin yazı- lı güvence istenıiştir. Devletler hukukunda bazı teorisyenler, ta- nunanın iki taraflı olmaması, ya- ni tek taraflı bir irade beyanı ol- ması nedeniyle, tanımada belir- tilen şartlara uymayan tanınan devletin tanınınasının gerı alına- mayacağını savunmaktadırlar. Ancak bu duruma rağmen, tanı- ma sırasında bir devletin tanıya- cağı dcvlete karşı birtakım şart- lar ileri sürmesine karşı herhan- gi bir hukuksal engel yoktur. AB, 17 Arahk zirvesinden da- ha önceki zirvelerin sonuç bil- dirgelerinde, "BirleşnıişbirKıb- rıs'ın kaühmı yönündeki güçlü terdhiniveKıbnssorununun özel- likle Birleşnıiş Milletler şartuıa uygun biçimde çözülmesi gerek- tigmi" birçok kez çok açık bi- çimde vurgulamıştır. (Örneğin, Aralık 1999 Helsinki zirvesi 4. pa- ragraf ve Aralık 2002 Kopenhag zirvesi 10. paragraf) Türkiye, AB'nin yukarıdaki daha önce alınmış olan görüşlerinedc daya- narak, AB 'den ve Kıbns Rum ke- simi hükümetinden "Kıbns soru- nunun Birleşmiş Milletler şartına uygun biçimde çözülmesi" gü- vencesi almak şartıyla, "şarüıta- nıma"yı gerçekleştirebilir. Bu şe- kilde "şarthtanıma" ile elde edi- lecek fayda, Annan Planı çerçc- vesinde Rumları çözüme zorla- mak ve Kıbrıs sorununun ulus- lararası camiada vc özellikle Bir- leşmiş Milletler'de daimi olarak gündemde kalmasını sağlamak- tır. Esas olarak, nihai çözümde en büyük görev BM Genel Sekrete- ri Annan'a aittir. Annan, kendi planına Türk kesiminin olumlu oy vererek gösterdikleri iyi niyet ile, planı reddeden ve son zamanlar- da Annan Planı üzerindeki talep ettikleri değişiklikleri yazılı ola- rak dahi vermekten kaçınan Rum kesiminin kötü niyetini de göz önüne alarak nihai çözüm için çaba gösternıelidir. Bu kapsam- da, izolasyonun kaldırılmasını sağlamalı, hatta sürecin gerekle- rine göre daha önce alınmış olan ve KKTC'nin ilanını batıl sayan 541 ve 550 sayılı GüvenlikKon- seyi kararlannın gözden geçiri- lerek Türk tarafı lehine kararlar alınmasını sağlayarak müzakere masasına dahi oturmayan Kıbns Rum kesimini çözüme zor- lamalıdır. PENCERE Laga Luga... Takıyyeci iktidarın başındakiler atama üstüne atamayla zaten çivisinden çıkmış devleti allak bul- lak ettiler... Vaktiyle 'Nazır' (Bakan) olur olmaz yeğenini va- li yapan bir kodamana Neyzen Tevfik: - Maşallah, demiş, sizin yeğen fasulyaya ben- ziyor.. Nazır: - Neden böyle söylüyorsun Neyzen, yeğenim genç yaşta vali oldu... Neyzen: - Ben de bunun için söylüyorum ya, fasulya bir sırığa sarılarak büyür!.. • Kim akıl verdi de bu iktidar şu yeni 'Ceza Yasa- s/'nı hazırladı?.. İktidarın başından beri niyeti bozuktu... Neyzen'in dediği gibi: "Türkü yine o türkü sazlarda tel değişti yumruk yine o yumruk Ne var ki el değişti." • Artık açlk seçik ortaya çıktı ki AKP iktidarı dışar- da Hıhstiyana ödün üstüne ödün verip tam tesli- miyetle borçlanırken, içerde safoş ümmet-i Mu- hammet'in gözünü boyayıp kendi yandaşlarına köşeyi döndürüyor... Üstelik AKP iktidar olunca dışarda ve içerde ne kadar Sevr yandaşı varsa tepemize bindi... Zengin şeyh yolda gördügü yoksul Bektaşi'ye beş kuruş verirken söyleniyormuş: - Babamm, dedemin, amcalarımın, yeğenleri- min, çocuklarımın hayrına... Bektaşi parayı geriye uzatırken şeyhin lafını kes- miş: - Imanım, senin paran sende kalsın, bu kadar iti köpeği başıma yığma, taşıyamam... • ABD ile AB'nin azılıları tarihsel fırsatı yakaladık- larını düşünerek Türkiye'nin tepesine binmiş du- rumdalar; yurtseverlerde ise umutsuzluk ağır ba- sıyor, içimizdeki haymatloslar da ellerini çırparak medyada kına yakmaya hazırlanıyorlar... Bektaşi hastalanmış, ziyaretine gelen 'Tereke- me'yeyakınıyor: - Azrail kaç gündür tepemde nöbet tutuyor, öl- • dümöleceğim... Terekeme: - Aya!.. Azrail dediğin fasarya kim oluyor!.. Aç gözünü, sık dişini, toparla gücünü, söyle sözünü, verme özünüL. Bektaşi kurtulmuş mu?.. BilmiyoruzL • Politikada öylesine gözü dönmüş, sırnaşık, yü- züne tükürsen 'yağmuryağdı' diyecektürden ana- sının gözü babasının veledi türedi ki bunlar hangi cemaat şeyhinin rahle-i tedrisinde yetiştiler diye insan şaşıyor... Birer birer ele almaya olanak da yok... Şair Eşref'e sormuşlar: - Neden taşlamalarında isim kullanmıyorsun?.. - Kastı mahsusla kullanmıyorum.. - Ama, kimin için yazıldıkları belli olmuyor.. - Benim taşlamalarım numarasız gözlük gibidir, bütün alçaklara uygulanabilir!. İSTANBUL ÜNİVERStTESt MEZINLARIDERNEGİ ATATİ'IRKÇÜ DÜŞONCK DBRNEûl Kadıkoy §b, DEM0KRATİKDAYAN1ŞMADER. AYDINLANMA SÖYLEŞİLERİ 2004-2005 Dönemi No: 8 Konu BATILI SİYASİLER VE TÜRK ORDUSU Yönetmen E. Orgeneral ÇETİN DOĞAN Konuşmacılar E. Orgeneral TUNCER KILINÇ E.AmiralTANJUERDEM Gün: 02 Nisan 2005 Cunrartesi, saat 10.30-13.00 Ycr: Beşiktaş Hclcdiyesi Ortaköy Kültiir Merkezi Derebcıyu Caddcsi, Dere Çıkmazı, No: I - Ortaköy llctişim: 1.0. Mezunlar Demeği (Fatoş Taştan) 0 212 238 03 21 Aytlııılık Yaıınlar Özlemi Içindcki Tüm Yurttaijhırımı/ Davetlidir. Giriş Serbest ve İlcretsizdir Hayatın bütün acılarını ve sevinçlerini çevresiyle paylaşma yeteneğini her zaman hayranlıkla izlediğimiz, dünyayı güzelleştirmenin, yaşama anlam katabilmenin ustası, dostumuz, arkadaşımız EROL ÖZKÖK'ü zamansız yitirmenin acısı içindeyiz. Acun Güney, Alaeddin Aksoy, Ali Özgentürk, Arif Keskiner, Atilla Coşkun, Aybek Korugan, Aydın Aybay, Azmi Yılmaz, Başak Coşkun, Bülent Tanla, Figen Gür, Füsun Topuz, Genco Erkal, Güler Ökten, Halil Ergün, Hüseyin Baş, Kıymet Coşkun, Mustafa Alabora, Nevin Ateş, Rana Aybay, Rutkay Aziz, Sevim Korugan, Şeref Gür, Tarık Akan, Toktamış Ateş, Turgay Fişekçi, Umur Bugay, Yusuf Kurcenli, Zeki Ökten, Zeynep Oral.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear