22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 1 MART 2005 SALI 14 JVU-Lil. LJ JV kultur@cumhuriyet.com.tr TİYATRO DÜNYASINDAN DtKMEN GÜRÜN Okyanus'un karşı yakasındanTerry Johnson, Broadway sah- nelerinde uzun süre afişlerde ka- lan bir yazar. Düş gücü ve zekâ sah- ne üzerinde akıcı bır yorum ve kıv- rak oyuncularla buluşunca seyir- cinin nabzını yakalamak hiç de zorolmuyor. DostiarTiyatrosu'nda oynamakta olan 'Buluşma' bu ni- teliklerle örtüşen bır çalışma. John- son'un özelliklerinden biri, oyun- larında kurduğu ilişkilerı hayal ve gerçek arasında gidip gelerek bes- lemesi. Kurguladığı ortamlan, olay- lan sürpriz buluşmalar-ayrılma- larla zenginleştiriyor. Bunu yapar- ken yer yer komedi unsurundan yararlanıyor. Filiz Ofluoğlu'nun Türkçe'ye çevirdiği ve Dostlar Ti- yatrosu repertuvarında uzun süre kalacağa benzeyen 'Buluşma'da yazar, bir döneme damgasını vur- muş olan bir bilim adamını, film yıldızını, efsane bir sporcuyu ve fa- şist birpolitikacıyı New York'ta bir otel odasında, heyecan dozunu ko- medi dozuyla dengeleyerek bir araya getiriyor. Bu kişiler; Albert Einstein (Genco Erkal), Marilyn Monroe (Dolunay Soysert), Joe Dı'Maggio (Erdem Akakçe) ve Senatör McCarthy (Ali Uyandı- ran). ilglnç bir 'buluşma' Oyun, 1950'li yıllarda geçiyor. 1953, Kore Savaşı'nın bittiği ve Amerika'da komünizm korkusunun daha da körüklendiği yıl. 1954, Albert Einstein'in 75 yaşına girdi- ği ve Princeton'da düzenlenen 'Akademik Özgürlüğün Anlamı' konulu sempozyuma çeşitli ne- denlerlekatılmadığı/katılamadığı yıl. 1954, aynı zamanda Marilyn Monroe ve Joe Di Maggio gibı iki büyük ve ünlü 'Amerikalı'nın bo- şandıkları yıl da. 'Buluşma', böy- lesine hassas bır zaman dilımini ve hassas bır ortamı ele almış olma- sına karşın bir dönem eleştirisi de- ğil. Kuşkusuz, o yılların politık at- mosferine senatör McCarthy ka- nalıyla göndermeler yapılıyor ama, bunlar kısa ve yüzeysel dokunuş- lar olmaktan öteye geçmiyor. Za- ten yazann temel amacı da bu yön- de belirlenmiyor. Terry Johnson, bir düş-gerçek bütünleşmesi için- de, yaşamda yolları kesişmeyen bu insanları (Einstein ve McCarthy'nin dolaylı da olsa 'Ame- rikan Karşıtı Faaliyetleri İzlenıe Konıitesi' nedeniyle bir kesişme yaşadıklannı biliyoruz) buluştu- ruyor ve seyirciyi bu ilginç orta- mın içine çekıyor. Bırınci bölünı- den ikinci bölüme geçişte gözlem- lenen kurgusal zaaflara karşın oyun zevkle ızlenıyor. Bunda tabii ki; özellikle zekı, alçakgönüllü, ra- hat, yüreği pırpır eden, çocuk ruh- lu ama o denli de inatçı Albert Einstein'da Genco Erkal, Marilyn Monroe gibı iddialı bir rolde abar- tıya kaçmayan ölçülü, zarif oyun- culuğunun yanı sıra güzelliğiyle de sahneyi dolduran üolunay Soy- sert ve güçlü, duyarlı, sevecen, bı- raz da kendinden fazlasıyla emin Joe Dı Maggio'da Erdem Akak- çe'nin payları büyük. Ali Uyandı- ran, tabii kı sevilecek bir rol değil ama, McCarthy rolüne pek ısına- mamış gibi geldi bana. Bu arada, Sadık Kızılağaç'ın özellikle Ma- rilyn Monroe ile özdeşleşen be- yaz kostümü çok hoş. Terry Johnson; bırbırinden çok farklı alanlarda üstünlükleri tar- tışma götiirmeyen erkekleri ken- dine âşık eden ve onlara âşık olan efsanevi Marilyn Monroe; Yankee baseball takımının ve tabii ki Ame- Â. nsan ilişkileri ve insanın yalnızlığı üzerine kurulu iki farklı bakış: 'Buluşma' (üstte) ve 'Salıncakta tki Kişi' (yanda). rika'nın idolü olan ve boşandıktan sonra bile Manlyn Monroe'yu sev- meye devam eden büyük sporcu Joe Di Maggio; bir mektubunda "ye- niden genç olsaydun asla bir bilim adamı değil muslukçu veya işpor- tacı olur özgürlüğün tadını çıkar- tırdım" diyen Albert Einstein'ı karşı karşıya getiriyor. Onlan, oluş- turduğu yalnızlar üçgeninin köşe taşları olarak belirliyor... Buluş- ma hayal ürünü olsa da bu süreç- te üçü'de konumları gereği yaşa- mak zorunda bırakıldıklan üst kim- liklerinden sıyrılarak alt kimlik- leriyle kalıyor ve bu iki kimlik ara- sındaki çelişkiyi ortaya koyuyor- lar. McCarthy ıse bu çelişkiyi ya- şayamayan, yakalayamayan kışi olarak üçgenı kıramayan kişi. Salıncakta iki Klşl' Hakan Alüner'in rejisi, Sevgi Sanlı'nın çevirisi ve Figen Soy- sal'ın sahne tasarımıyla Tiyatro Kedi'de oynayan 'Salıncakta İki Kişi'William Gibson'un 1958de yazdığı bir oyun. O yıl, Anne Banc- roft ve Henri Fonda baş rolleri paylaşıyorlar. Yazıldıktan kısa bir süre sonra da Broadvvay'e taşını- yor oyun. Genç ve yakışıklı, ama işinde başansız ve evli olan ve de tutucu Nebraska'dan New York'a gelen avukat Jerry Ryan ıle, hayat- la ve kentle tek başına mücadele eden mesleğinde (dansçı) ıstediğı noktaya asla erişemeyeceğıni bi- len, kaybetmeye koşullu Gitta Mos- ca'nın ılışkilen pek çok dile çev- rıliyor 1960'h yıllarda. Bizde de 1959-60 sezonunda Karaca Tiyat- ro'sunda Muhsin Ertuğrul'un yo- rumu ıle Yıldız Kenter ve Müşflk Kenter tarafından oynanıyor ve çok iyi eleştiriler alıyor. Daha son- ra, 1990-91 sezonunda İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda Işık Yener- su ve Can Gürzap'tan yine aynı zevkle izledik 'Salıncakta tki Ki- şi'yi. Bu arada, 1962'de Robert Mitchum ve Shirley McLaine'in baş rolleri paylaştığı filmi de bi- zim kuşak kolay unutmayacaktır. Oyunun, yıllar ıçınde popüler- liğini yıtirmemesıne yol açan özel- hk, bir aşk hikâyesi olmanın öte- sınde, yalnızlık, iletişimsızlik, mutsuzluk, çaresizlık gibi duy- gularla, endişelerle beslenmesi. Yaşadıkları dünyalarda kaybol- muş, başarıyı yakalayamamış, umutlarını yitirmiş onca insan- dan ikısıdir Jerry ve Gitta. Ko- şulların bir bıçımde buluşturdu- ğu bu iki kişınin, bir erkeğin ve bır kadının birbirlerine tutunma is- tekleri, mutluluğu birbirlerinde arama çabaları ve bu zor süreçte dengeyi korumak ıçin verdikleri uğraşlar ve sonuçta yapılan seçi- min getirdikleri-götürdükleri... Yaşamların kabahklarla çevrelen- mış olarak köşelere sıkıştığı gü- nümüzde karşılıklı anlayışa, pay- laşıma ve tabii kı sevgiye, saygı- ya yer açılmalı ıçimızde, dışımız- da, çevremizde bir yerlerde... 'Salıncakta İki Kişi'de bu kez rolleri Nurseli tdiz ve yine Can Gürzap üstlenmiş. lkisi de dene- yimli sanatçılar. Yazarın belirle- diğı yaş sınırlamasının dışına ta- şan bir rahatlıkla işliyorlar ilişkı- ler ağını. Böyle olunca da, kadın ve erkek arasındaki dostluk, pay- laşım, özverı, aşk gibi duygular, duyarlılıklar 'genç' tanımının sı- nırlarını kırıyor, kaldırıyor ve ib- re rahatlıkla 40'lann, 50'lerin öte- sine geçiyor... Ömer Muz'un 'Zamanda... bir iz...' sergisi 4 Mart'a dek Atatürk Kültür Merkezi'nde IstanlnıTa suhıboya bakısı, ———ı w «3NENA ÇALİDİS 'Bir varmışız / Hiç yokmuşuz gibiyiz / geliriz, geçeriz / sonra da göçeriz / Göçer- ken de zamanda bir iz olarak / kalnıak isteriz' dizeleriyle anlatıyor ressam Ömer Muz 'insanın var olma çabasının yolcu- luğunu' sergisinin katoloğunda... Genelde Istanbul'u rcsimlemeyi seven sanatçının bu sergısınde son çalışmaları olan figüratif ve nü yapıtlar da yer alıyor. Salt görünüm ressamı olarak anılmak is- temediğini belirten Muz, "Sergi kavra- mına yeni bir doku eklemem gerekiyordu, bu nedenle konulann çcşitliliğini arhrmak ve renklendirmek için fıgüratif ve nü resim- lere yer verdim" diyor. Bundan sonraki çalışmalarında da tstan- bul'un olacağını söyleyen Muz'un atölye- si Bahariye'de, evi ıse bir başka tarihi do- kulu semt olan Çamlıca'da... Durum böyle olunca da vapurlar, Haliç ve Lstanbul'un dar sokakları sanatçının rcsimlerinde önem- li bır rol oynuyor ister ıstemez. Dokusal aşınmadan tuvale yansıyan lstanbul'un yaşamında önemli bır yerı olduğunu her fırsatta dile getıren Ömer Muz, lstanbul'un son 20 yıl içinde yaşadı- ğı dokusal aşınmayı tuvaline aktarmaktan kendisini alıkoyamıyor. "Busergimdeİstan- bul'u gerçekten simgeleyen yapıtlar var ve bunlar bu kenti en iyi anlatan resimler. Dün- yanın en güzel kenti dedikleri yıllarda, İstan- bul bence Doğu ile Balı'nın ortak kültürü- nün kesişme noktasını oluşturuyordu. Bu- gün, belki hâlâ aynı kültürcl kimliği koru- yor ama dokusal kimlik açısından baktıgı- nızda nıimari doku açısından önemli bir değer kaybuıa uğradı.' Ömer Muz, sulubo- 1 alt görünüm ressamı olarak anılmak istemediğini belirtiyor Ömer Muz... Bundan sonraki çalışmalannda da lstanbul'un olacağını söyleyen Muz'un atölyesi Bahariye'de, evi ise bir başka tarihi dokulu semt olan Çamlıca'da... Durum böyle olunca da vapurlar, Haliç ve lstanbul'un dar sokaklan sanatçının resimlerinde önemli bir rol oynuyor ister istemez. te»*\ ya çalışan bır sanatçı. Bu sergısınde ılk kez bıryağlıboya işinı sergilıyor. "Özellikle yağ- lıboya resimlerim hakkında insanlardan tep- ki alıııak istiyorum. Bu sergiye simgesel ola- rak böyle bir yapıt koydum" diyor sanatçı. 'Bu ülkede sanatçı olmanın zorluklan'nı süreklı yaşayan Muz, "Türkiye'de bence en zor iş sanatçı olmak. Sanatçıhğı bir işkolu olarak görmek baştan yapılan bir yanlış. Çünkü sanat her şeyden önce, bir iş değil, bir uğraştır. Türkiye'de sanatçı olmanın fa- turası bence çok ağır. Sanatçı olarak popü- ler bir kimlik taşımıyorsanız ve arkanızda biri yoksa maalesef başarınızı çok fazla or- taya çıkaramryorsunuz. Bütün dünyada sa- natçılar nıenajerler ve küratörlerle çahşır. Türkiye'de küratörlük son yıllarda sorgu- lanan bir kurıım. Altyapısı çok iyi oluşma- dan küratörlüğe sıcak bakmıyorum. Türki- ye'de sanat henüz sektörel bir kimlik ka- zanmış değil. Sanat derken sadece resim ala- nından söz ediyorum." Cörselllğe bir yorum Kendı dılıni kendı bakış açısını saglamak... Ömer Muz kendı resmini tanımlarken "Çok yalın ve sade" diyor demesine ama bir konu- ya da açıklık getiriyor: "Resmiminçokdüzbir dili var. Bir anlanıda 'gördüğünü yapan res- sam' da denebilir. Belki çok klasik bir tanıın- lama resim için, ama ben buna katılnuyorum. Her şeyden önce suhıboya bir yorum işi. Sulu- boyada gördüğünüz şeyi su ve boya ilişkisini çok iyi harmaıılayarak, çok clenetinıli bir şekilde ve kendi içinde bir disiplin oluşturarak yapnıak bence çok ciddi bir iş. Su, boya ve renklere ege- men olabilmek, bence, kendi içinde zoriuk la- şıyan bir teknik istiyor. O yüzden ister istemez suya ve boyaya egemen olurken kendi içinde gör- seÜiğe bir yorum getiriyorsun." 1977 yılından 9O'lı yıllann başına kadar medya kuruluşlarında karikatür, afiş ve kitap tasarımlan yapan Muz 2003 yılında Cumhu- riyetın 80. Kuruluş Yıldönümü kapsamında Kültür Bakanlığı'nın desteğiyle New York'ta bır sergi açtı. Bahariye'dekı atölyesınde suluboya kursla- n veren sanatçının bır sonraki sergisi nisan ayın- da İMKB Sanat Galensi'nde açılacak. (0 216 449 93 05) YAZIODASI SELİM tLERİ İstanbul'da Okuduğum Bazı Kitaplar (4) Eniştem Dr. Talat Akdağ, çok gençliğinden beri kitaba enikonu düşkünmüş. Teyzemle evlendikten son- ra, eniştemın kitaplığı benim için yepyeni bir dönem oldu. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, klasikler, modern edebiyat, eniştemin kitaplığında beni bekliyordu! Teyzemle eniştemin ilk evleri, Moda'da, Pasifik Pastanesi'nin üst katıydı. Eşya yeniydi. Yarı kitaplık yarı büfe dolap da yeniydi. Ama bakanlık klasikleri biraz sararmış beyaz, cıddi kapaklarıyla möbleye ya- şanmışlığın anlamını katardı. Klasikler arasında hiç bilmediğim, o güne kadar ad- larını işitmedığim nice eser, nice yazar iştahımı ka- bartıp dururdu. Önce Jane Austen'ları yürütmüştüm. "Okuyun- ca getiririm" derdim enişteme. Az önce içeriye, küçük odadaki kitaplığa bakındım. Evet, Gurur ve Aşk oradaydı, iki cilt, Beria Okan'ın çevirisi, doğumumdan bir yıl sonra yayımlanmış. VValter Scott demiş ki: "Miss Austen'ın bu güzel romanını bir defa daha ve hatta üçüncü defa okuyun. Bu genç bayan gün- lük hayatta karşılaşılan şahıslann meşgalelerini ve kay- gılarını tasvirde bence eşsiz, harikulade bir kabili- yet göstermiştir." Ne tuhaf: Yürüttüğüm Gurur ve Aşk'ı bugüne ka- dar okumadım. Ama Emma'yı Teşvikiye'deki evde, yalnız başıma yaşamaya başladıktan sonra okuduğumu anımsı- yorum. Altın Kitaplar'ın yayınıydı. Eniştem, okur okumaz getiririm denılmiş kitapla- rın bir daha geri gelmeyeceğıni herhalde biliyordu. Fakat hep hoş gördü. Yine ondan Deniz Feneri'ni almıştım. Denız Fene- ri'ni de uzun süre okuyamamıştım. Bir gün okuyun- ca, Virginia Woolf'a çılgıncasına âşık oldum. Naci- ye Akseki Öncül'ün inceliklerle örülü çevirisini de anmak isterim. Deniz Feneri, diyebilirim ki, benim için, tek başına bir 'roman okulu'ydu. Abuk sabuk sorarlar: Issız adaya gitseniz, hangi kitapları yanınıza alırsınız? Deniz Feneri, öyle sanı- yorum ki, bana yeter. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Yaz Yağmuru da eniş- temin kitaplığından. Yaz Yağmuru'nu kendi kitabım- mış gibi alıp, bu kez enişteme haber vermeye bile gerek duymayarak eve götürmüştüm. Doğrudan doğruya "Yaz Yağmuru" hıkâyesinde ta- kılıp kalıyordum. Bazı sahneler kitabı kapadığımda gözümün önünde canlanırdı. Bazı sesleri -hikâyenin başlangıcında dınen yağmur sesi-, müziği -De- bussy'ninki olmalı- işitebıliyordum. Hatta, Sabri'nin âşık olduğu kadını tanır gibiydim: Bizimkine benze- meyen bir dünyada yaşıyor olması, kestane renkli iri gözleri, daima gülümseyen hali gözümün önüne ge- liyordu. Ama "Yaz Yağmuru" bundan sonra susar ve ken- di içine kapanır, özünü saklardı. Sabri'nin evi nerdeydi? Genç kadın, Bağlarba- şı'ndaki akrabasından çıkıp, Beylerbeyi'ndeki birar- kadaşına uğramak isterken yaz yağmuruna yakala- nıyordu. Ev o taraflarda bir yerde olmalı. Tam hatır- layamıyorum. Ama "Komşu"nun bahçesini unutmadım. Genç ka- dın orayı görmek ister ve Sabri'yle birlikte bahçeye girerler. Burada bir havuz kalıntısı vardır. Demek, ls- tanbul'un ev bahçeleri, köşk bahçeleri daha o zaman- lar harap düşmüş. Havuz silme çürümüş yaprakla doluydu. Hemen yanı başında nar ağacı! Nar ağacının henüz ham meyveleri yaz yağmuruyla yıkanmış, damlacıklarla ışıl- tılıydı. Zaten "Yaz Yağmuru"nda İstanbul pitoreski şura- ya buraya serpiştirilmiş, hep canlı, hep bellekte de- rin iz bırakan ayrıntılarda belirir. "Yaz Yağmuru"nu ilk fırsatta yeniden okumalıyım, kitaptaki öteki hikâye- leri de... öneriler: Kitap / Şakağına Daya Beni, Deniz Durukan, Yasak- meyve Yayınları, 2005. ("aşkın paslı bir çivi gibi I çi- ziyor yüzümü") liyatro Emek Odülleri verildi • Kültür Servisi - Eskışehir Sanat Derneğı, Prof. Dr. Sevda Şener, yazar Turgut Özakman ve Büyükşehır Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen'e, Tiyatro Emek Ödülü verdi. Sanat Derneği Başkanı Şahabettın Tosuner, Büyükşehir Beledıyesi Kültür ve Sanat Sarayı'nda düzenlenen törende, Eskişehir'de tiyatronun 1956'dan 1966'ya kadar çok güzel yıllar yaşadığını söyledi. Yaklaşık 50 yıl önce lıse öğrencisıyken tiyatroya emek vermeye başlayan Yılmaz Büyükerşen'in bugün belediye başkanı olduğunu ifade eden Tosuner, Esbşehir'ın üç sahnesiyle bir tiyatro kenti olduğunu belirtti. Yörük kültürü müzede • FETHİYE (AA) - Muğla'nın Fethıye ilçesinde yaşayan tunzmci Enver Yalçın, yıllardır çevreden topladığı ve Yörük kültürünü yansıtan malzemelen sergılemek için müze kuruyor. Yalçın, her geçen gün unutulmaya yüz tutmuş Yörük kültürünün tekrar yaşatılrnası, geleceğe taşınması ve turizme kazandırılması için, müze kurma çalışmalanna başladığını bildirdı. Yıllardır köylerden ve çevre illerden Yörük kültürüyle ılgıli toplam 500 parça antik eşya topladığını belirten Yalçın, müzeyi, ilçeye bağlı Kargı Köyü'nde bulunan 'Yalçın Apart'ın bahçesıne kuracağını söyledi. Cevdet Kudret Odülleri • Kültür Servisi - Beş ayn dalda dönüşümlü olarak verılmekte olan 'Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nün bu yılki konusu 'Öykü Ödül'e Eylül 2004- Ağustos 2005 tarıhlerı arasında basılmış kitaplar aday olabilecek. Sadık Aslankara, Konur Ertop, Nursel Duruel, Feyza Hepçilingirler, ve Osman Şahin'den oluşan Seçıci Kurul, karannı ekim ayı ortasında açıklayacak ve kazanan yazara ödülü TÜYAP Kitap Fuan' nda yapılacak bir törenle verilecektir. Aday kitapların en geç 1 Eylül 2004 tarihine kadar 6 nüsha olarak, yazarın kısa özgeçmişi ve adaylık başvurusu ile birlikte 'Cevdet Kudret Edebiyat Odülleri, Amiral Fahri Engin Sok., Vaizoğlu Apt., No: 8/5, Rumelihisan, İstanbul' adresıne gönderilmesı gerekmekte.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear