22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2005 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL İnsanın Değişmesi SAKARYA Savaşı'nda yirmi gün süreyle o koca ırmağın kanlı aktığı söylenirdi de, küçük çocuklar bile bunu abartılı bulurdu. Savaştaki kayıpların ağır olduğu kesindi; ama herhalde iki yanda vurulanla- rın kanı ille su boylarından akarak ırmağı kıpkırmı- zı edemezdi. Üstelik, herhalde, herkes birbirini tu- tup boğazını dere kıyısında kesmiyordu. Dünkü Istanbul basınında yayımlanan fotoğraf- larda dere ya da lâğım ağızlarından Boğaz'a ve Marmara'yaakan kanladenizdeoluşan kırmızı ren- gi görünce, bunu düşünmeden duramıyorinsan. Böy- le bir rengin ortaya çıkması için kaç bin koyun, koç ve boğanın boğazından kaç litre kanın akmış ola- bileceğini birileri hesap edecektir mutlaka. Gün gelecek, inanç gereklerinin yerine getirilme- si ile çağdaşlığın kurallannı bağdaştırma çabaları öz- lenen mutlu sona ve dengeye elbet erişecek. Hay- vanların kapalı ve temiz mekânlarda kurban edildi- ği, çoluk çocuğa vahşet sahnelerinin seyrettirilme- diği, ortaya çıkan muazzam et miktarından, yine ay- nı inancın gereği olarak, toplumdaki yoksulların ger- çekten yararlanabildiği bir düzenin kurulması çok mu zordur? Bu yolda alınmış mesafe, toplumun değişmesi açısından pekgururverici olmasada, so- run eninde sonunda ve gitgide kısalan bir zaman içinde çözülmeyecek kadar çetin sayılmaz. Ama, galiba bu sorun da, "insanı değiştirme" denen düşüncenin zaman zaman gündeme getir- diği konulardan biridir. Daha yarım yüzyıl öncesine gelinceye kadar "giyotin" denen bir cezalandırma yönteminin bulunduğunu, mahkeme kararıyla ağır ve keskin bir bıçağın insan gırtlağından kan akıttı- ğını düşünürseniz, söylemesi tuhaf ama, hiç değil- se böyle bir yöntemin artık kalkmış olduğuna se- vinmez misiniz? ölüm cezasını sürdüren Amerikan eyaletlerinde bile elektrikle ya da ilaçla idam etme- nin kansız oluşuna sevinenler yok mu? Peki, Irak'taki "direnişçiler"\n yakalayıp rehin al- dıkları insanları koyun keser gibi öldürmelerine ne diyeceğiz? Acaba çocukluklarında yaşadıkları kur- ban bayramı sahnelerinin mi etkisi? Yoksa, içlerin- deki hıncın ve intikam duygusunun mu ağır basışı? Böyle bir yöntemin dehşeti sayesinde insanları da- ha çok korkutup isteklerini daha kolay elde etme- nin hesabı mı? Bu da mı bir sevap? Hangi nedenle olursa olsun, insanlık ailesinde hâlâ böyle davranışların bulunması utanç vericidir. Ama kimi suçlayacaksınız? Somut olayların elle- ri kanlı cellatlarını mı? Yoksa, bütün o olaylar dizi- sini başlatıp böyle sonuçlara yol açanları mı? Kimin eli daha kanlı? Kan akıtan ve akıttıran, han- gi sistem ya da inançtır? İnsanı değiştirmenin olanaklılığı ve yolları konu- sunda yüzyıllardır çok konuşuldu ve yazıldı. Mark- sist olmasanız da, teknoloji ve eğitim atılımlarından sonra bile ekonomik ve sosyal sistemlerin bu ko- nuda sürüp giden etkisini tartışmadan edebilir mi- siniz? TRABZOIM CUMHURİYET OKURLARI UĞUR MUMCU'yu ANMA GECESİ düzenlemlştlp. Konuğumuz: Prof. Dr. MÜMTAZ SOYSAL Konu: KIBRIS-AB ve TÜRKİYE Yer: Trabzon Hamamizade thsanbey Kültür Merkezi 24 Ocak 2005 Saat: 18.00 Iletişim: 0 462 326 62 87 - 0 532 704 05 35 Cumhuriyet kitap kulübü NECATÎ CUMALI Bütün Oyunları 1-2 Çağ Pazarlama A.Ş. Türkocağı Cad. No:39/41 34334 Cağaloğlu-İstanbul Tel:(0212) 514 01 96 Faks:(O212) 514 01 95 Kadının Soyadı... Soyadı krizinde düğümlenen bütün bu gelişmelerin açık anlamı, babanm "hane reisi" olduğu "modern, çekirdek aile"nin -ihtiyatla söylersek- dönüşümü, radikal yorumlarsak "sonunun gelmekte olduğu". Kadınların ve çocukların ailedeki konum ve rollerinin eşitlenmeye yönelmesi ve etkinleşmesi yanında kadının toplumsal statüsünün yükselmesi, çekirdek ailenin giderek demokratikleşmesini getirdi. Prof. Dr. Meral SAGIR Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı 2 Ocak 2005'te Vatan gazetesin- de çıkan "Fransızlar anneleri- nin soyadım alabüecek" başlık- lı haber yalnızca aile yapısm- daki değişimi değil, değişme- nin ne yönde olduğunu da gösteriyor. "Er- kek egemen toplum yapısı"nın geçirmek- te olduğu dönüşüm sürecinin görece ko- lay gözlemlenebilecek işaretleri aile ya- pısı etrafında ahnıyor. Bu dönüşüm, (ile- tişimin bu denli yoğunlaştığı bir çağda) doğal olarak Fransız toplumuna özgü de- gil. Aile yapısı ile ilgili gelişmeler ve niha- yet çıkan yasa, pek kısa sayılmayacak bir süredir (belki birkaç on yıldır) aile sos- yolojisinin güncel kuramsal tanıması için- de olan, ancak geleneksel yapının çözül- müşlük derecesine bağlı olarak her top- lumda ve hatta her toplumun değişik top- lumsal ve fiziksel coğraryasında pratik kar- şıhğı farklı düzeylerde gerçekleşen son de- ğişmelere işaret ediyor. 2002'den beri hazırlanan ve yeni yü- rürlüğe giren yasaya göre, çocuklar aile- lerinin tercihiyle yalnızca annesinin ya da hem annesinin hem de babasının so- yadını kullanabilecekler. Çocuk her iki so- yadını birlikte taşıyacaksa, yasa hangi so- yadının önce yazılacağına da yine ailele- rin karar vereceğini öngörüyor. Bunun iki sözcükten oluşan soyadlarından ayrı- labilmesi için geliştirilen özel bir yazım biçimi ile, iki soyadının arası iki kesik çizgiyle (X-Y gibi) ayrılarak yazılacak- mış. Yazıda değinildiği gibi, ikişer so- yadlı iki kişi evlenirse çocuklanna hangi soyadını verecekler ya da her ikisi de isimlerinin bir bölümünü çocuğa vermek isterse soyadının tanımlayıcı anlamı azal- mayacak mı? Kuşkusuz bunlar işin ayrın- tıları ve teknik yanlan. Asıl haberin alt başlığında dikkat çeki- len konu önemli. Alt başlıkta "Babanın rolü azalıyor" denildikten sonra, yeni So- yadı Yasası ile ilgili tartışmalann halen de- vam ettiği belirtiliyor. Bazı uzmanlar Fransa'da yeni Soyadı Ya- sası'yla çocuğun ait olma duygusuna dar- be vurulduğunu, yasanın babanın aile içindeki önemini azaltacağını savunadur- sunlar, Avrupa'nm birçok ülkesinde ben- zer yasaların hatta daha liberal versiyon- lannın geçerli olduğu da bir gerçek. Ör- neğin Norveç, İsveç ve Finlandiya'da ai- le soyadım almak zorunlu değil. Soyadı krizinde düğümlenen bütün bu gelişmelerin açık anlamı, babanın "hane reisi" olduğu "modern, çekirdek aile"nin -ihtiyatla söylersek- dönüşümü, radikal yo- rumlarsak "sonunun gelmekteolduğu" Ka- dınların ve çocukların ailedeki konum ve rollerinin eşitlenmeye yönelmesi ve etkin- leşmesi yanında kadının toplumsal statü- sünün yükselmesi, çekirdek ailenin gide- rek demokratikleşmesini getirdi. Öyle ki, ailede baba otoritesinin paydaşlan arttı ve bu alışılmadık durum aile sosyolojisi ter- minolojisine "çocuk erkil aile" kavramı- nı kazandırdı. Temelde "birey"in yükse- lişi vardı. Küreselleşmenin bireyi öne çı- karan ve yaşamı bir alışveriş düzenine indirgeyen işleyişi, "kendine yeten" ve aldığından fazlasıru vermeyi irrasyonel bu- lan birey için, ailenin maliyet katsayısını arttırdı. Sonuç, ailenin kurumsal gücün- de bir zayıflamaya yol açtı. Bu süreçte ör- neğin, ailedeki yetişkinlerin, daha açık söylersek "kendilerine yetme potansiye- li" olan "kadınlar"ın, istedikleri gibi yü- rümeyen evliliklerden vazgeçebilirliği bo- şanma olaylannın giderek artmasının önemli nedenlerinden biri oldu. Özgürlük ve dayamşma arasındaki has- sas dengenin, katkı ve duygu paritesiyle bağdaştınlmasmdaki güçlük, aile içi de- mokrasinin anlaşılış ve işleyişinde aile- nin yapısal gücünü azaltan sürecin önü- nü açmış görünüyor. Duygu Asena'nın yalın fakat yüklü ifadesiyle kavramlaştır- dığı "Kadının adı yok" olgusunun, gali- ba değişmenin giderek de artan hızı kar- şısında aşılmakta olduğu bir süreç yaşa- dığımız söylenebilir. Şimdi gelinen nok- ta, "çocuklar"ın anne ya da baba soyad- lan arasında tercih sorunu gibi görülse de esasen soyadı sorunu, toplumsal boyutta daha çok kariyer yapmış kadınların ve toplumsal-psikolojik boyutta ise tüm ka- dınlann ve nihayet çocuklann sorunu gi- bi duruyor. Ufukta görünen neredeyse, tarih yinelenmesi ve toplumbilimin en küçük öznesi olarak "yeni/yeniden anaer- kilaile". Soyadı, bizi çok kimlikliliğin zorunlu- luğuyla karşılayan modern ya da post- modern (tartışılabilir) çağımızda, ele al- dığımız boyutta en fazla boşanan kariyer sahibi kadınların kimlik sorunlarının önemli bir boyutu olarak belirmiş durum- da. Çünkü gerek yıllarca eşinin soyadı ile gerekse babasının ve kocasının soyadını bir arada kullanarak kariyer yapan kadın- lar boşandıklarında toplumsal kimlik ba- kımmdan kayıplara uğramakla karşı kar- şıya kalmaktadırlar. Hele bir de yeniden evlenmeleri dururumunda yeni bir "soya- dı" almaları, soyadı kavramını, daha de- rin bakarsak kadınların toplumsal kimlik- lerini içerik olarak dumura uğratacaktır. Çocukların baba ya da annelerinin so- yadlarını almaları konusu böylece kadın- lar bakımından çok daha karmaşık ve içinden çıkılmaz boyutlar içermektedir. Is- ter çocuğun anne babasının soyadlarından birini ya da ikisini almalan, ister kadının babasından ve kocasından soyadı alması söz konusu olsun veya bunlann en uç kar- maşıklıkta örneklerini söz konusu ede- lim, sonuçta yine Duygu Asena'ya atıfla temel sorun "kadınınsoyadı"nın olmama- sıdır. Ve burada dikkat çekilmek istenen nokta, herhangi bir değer hükmüyle ko- nuyu ele almak yerine tamamen "top- lumsal olgu" olma (social fact) yönünden bir kısa değerlendirme yapmaktır. Sonuçta ataerkil gelenek parçalanırken çağdaş yaşamın yükselen profili olan ka- dmlann yeni düzen içinde hukuksal ve top- lumsal açıdan hazır bekleyen bir konum- ları görünmemektedir. Nilüfer Göle'nin türban konusu ile ilgi- li olarak kullandığı modern-mahrem kav- ramı, geleneğin modernizmin hükmüne tabi olmadan var olamayacağının göster- gesi olarak yorumlanmah ve çağdaş ya- şamın gerekleri konusu toplumbilimci- lerin sıcak gündemi olmalıdır. Hukuksal düzenlemeler çağdaş "ka- dınların talip olduğu yer"in hazırlanma- sı gereken zeminlerinden birisidir. Eko- nomik, toplumsal boyutlarının kavran- ması ve çözüm bekleyen toplumsal sorun- larımızı çözüm zor olduğu için görmez- den gelmeye çalışmamak gerekir. Belki bu gibi karmaşık konularda "ideal çö- züm" de olmayabilir ama bu çözüm ara- manın engeli değildir. Korunmaya muh- taç çocukların sorumluluğunu üstlenecek sosyal devlet olmadan ailenin parçalan- masının, kadınların yine yeterli sosyal güvenceleri olmadan aile desteğini yitir- melerinin toplumsal bedeli büyüktür. "Bi- rey" olmanın ve bireyliğini yaşayabilme- nin yolu, "toplumsal" çözümlerden geç- mektedir... Ege Üniversitesi'nde Eğitim Tartışması... Pakize TÜRKOĞLU Eğitimci -_? *-y niversitenin I I Uzay Bilimleri V-/ Bölümü öğretim elemanları, erken yaşta kaybettikleri arkadaşla- rı Prof. AbduUah Kızı- hrmakiçin anma günle- ri düzenlemeyi gelenek durumuna getirmişler. Toplantılarda günün eği- tim sorunlarını tartışarak anıyorlar onu. Bu yıl da Köy Enstitüleri ile YÖK'ü almışlar prog- rama. Bölüm Başkanı Prof.Dr.Cafertbanoğ- lu, birinci konu için be- ni davet ederken böyle açıklama yaptı. 3 Aralık 2004 günü saat 14. OO'te toplantı salonuna vardığımda büyük bir akademisyen grubuyla karşılaşmak beni şaşırttı. Başka ko- nuklar ve öğrenciler de vardı ama onlar çoğun- luktu. Vefayı dayanış- maya dönüştürmüşler- di. Aydınlığın ölüleri bi- le kimi renksiz diriler- den daha etkindi. Sayın Kızılırmak, AÜ Fen Fa- kültesi'nin ilk öğrenci- lerindendi. Erdal tnö- nü'nün sınıf arkadaşıy- dı. Çalışkan ve ilkeli bir bilim adamı olarak EÜ Fen Fak. Dekanlığı ya- parken YÖK tarafından görevden ahndığuıda acı günleryaşamış. Geçin- mek için bağ-bahçe iş- leriyle uğraşmak zorun- da bile kalmış. Daha sonra Erzurum Üniver- sitesi ona görev verse de hak etmediği haksız- lıklara yenik düşmüş ko- ca profesör. Konuşma- larımızı onun için yap- tık. Eğitim sorunları ve Köy Enstitüleri PANEL Kalpaksız Kuvayı Milliyeci UĞUR MUMOMm anısma Yöneten: Prof. Dr. Uçkun Geray Ulusal Strateji Merkezi (USM) Başkanı Konuşmacılar Doğu Perinçek (İP Genel Başkanı) Vural Savaş (Yargıtay Onursal Başsavcısı) Av. Ceyhan Mumcu (İP Merkez Komitesi üyesi) Tarih: 23 Ocak 2005 Pazar Saat: 16,00 Yer: Green Park Otel - Bostanci Sanayi Sitesi yatıı E-5 Karayolu üzeri, Bostancı Köprüsti Bilgi için: 0212 2519910 - 0216 4492873 Faks: 0212 2934807 İstanbul îl Örgütü Köy Enstitüleri'nin getirdiği çağcıl ipuçla- n açısmdan eğitimimi- ze bakıldığında, ülke- mizde 21. yüzyılda bi- le çoğu kadın, yedi mil- yon yurttaşımızın hâlâ kara cahil olmasının, eğitim ve sağlık için, iş ve meslek için kentlere akan yığınların bu hiz- metlerden ve kent kül- türünden yoksun kakna- sının hiçbir akılcı açık- laması olamaz. Oysa Atatürk, top- lumsal ilerlemenin gü- vence altına alınması için köyde-kentte kadın- la erkeğin aynı haklara ve görevlere sahip ola- cağı bir toplum ve aile yaşamını yeni düzenin önkoşulu olarak gör- müş, kadının önüne set çeken tabuları yasalar- la kaldırmıştı. Kızlann sadece okula gitmesi de- ğil, çağdaş gelişmelerin ve teknolojinin gerek- sinimi olan mesleklere yönelmesini, erkekler- le aynı bilgi ve kültür düzeyine gelmelerini is- temişti (1). Köy Enstitüleri birba- kıma Atatürk'ün bu öz- lemlerinin, o günlerde nüfusun yüzde sekseni olan köylere yönelik uy- gulamasıdır. Ancak sis- temin verdiği sağlam ipuçlan, köyleri, kentle- ri hatta ülkemizi de aşa- rak eğitim bilimine bü- yük katkı olmuş, çağ- daş gelişmeleri karşıla- yacak yeni insanı yetiş- tirmenin örneği veril- mişti. 20 kesimde açılan enstitülerin, 15 yıllık planınagöre 1955'teher köy okula, öğretmene ve sağhkçıya kavuşmuş olacak, ülkemizde ca- hilliğin kökü daha o yıl- larda kazınacaktı. Top- lumda, yasa ve yönet- meliklerde çağdaşlığa özendirme yollan ve de- mokratik yaptırımlar vardı. Günümüzde cahillik açığının kapanması ya da kızlann okula özen- dirilmesi için UNES- CO'nun bir kuruluşu olanUNICEF'in"Hay- di Kızlar Okula" kam- panyasına bel bağlan- ması, bu nedenle bizim kuşak için ağlatıcıdır. Çünkü o UNESCO bir zamanlar benzer sorun- ları olan ülkelere Tür- kiye'nin Köy Enstitüle- ri'ni önermişti. Günümüzde "benzer ülke" konumuna düşen Türkiye, eğitimde iyi- leşme sağlamak için kendi yarattığı bu çağ- daş sistemin ilkelerin- den her zaman yararla- nabilir. Ancak bunu ya- pabilmek bilimsel-akıl- cı eğitim politikasıyla olasıdır. Köy Enstitüle- ri döneminde ülkemiz- de laiklik egemendi. Eğitim, kalkınmayı ve demokratlaşmayı des- tekleyen dayanaklardan biriydi. YÖKçoktartışıldı,ni- ce yazıya kitaba konu oldu. Bu arada kendi içinde değişime de uğ- radı. Ancak fizik pro- fesörü Sayın Kayhan Kantarh, sunduğu tutar- lı tartışmada, bilimden aldığı güçle net konuş- tu. YÖK'ü masaya ya- tırıp, özerk bilim ku- rumları olan üniversite- lerin başında YÖK gibi bir şemsiyenin nasıl ha- vada kaldığını bize gös- tererek gereksizliğini vurguladı. "28Şubatola- yından sonra anlayış de- ğiştirmesiyada yeni baş- kan ve üyelerin iyi niyet- leri, bilimsel dayanağı bulunmayan YOK'ün üniversiteleri kısıtlayıcı olduğu gerçeğini değiş- tiremez" dedi. Prof. Kantarh, 1950'den bu yana ilk ve ortaöğretime ket vuran iki başlı eğitim anlayı- şının yükseköğretime yıllarca sokulmadığını, ama bilim dışı bu tutu- mun en sonunda YÖK yoluyla Cumhuriyetin üniversite birikimini ta- rumar ettiğine örnekler verdi. Kızılırmak gibi bili- min gözbebeği nice de- ğerleri harcayıp, yerle- rine ilahiyat kökenli öğ- retim elemanlarının so- kulduğunu, yetenekli genç asistanların çeşit- li yollarla görevden uzaklaştırılıp imam ha- tip kökenlilerin hızla atandığını, hatta kariyer için acele yurtdışına gönderildiklerini tarih- leriyle dile getirdi. Bu tutumun bilim ve araş- tırma ortamını kısırlaş- tırdığını anımsattı. Ben- zer anlayışın öğrenci ah- mında da sürdüğüne de- ğinerek son noktayı koy- du. YÖK'ünyükseköğ- retimin gereği ve siste- min parçası olmadığı- nı, böyle bir kamburun üniversiteleri yıprattığı- nı söyleyerek varlığıyla bilime bir şey katmayan bu kuruluşun sistemin başında bulunmamasını önerdi. Halkın üniversitesi EÜ'de ilgimi çeken bir konu da Kalem gazete- sinin bu manşeti oldu. Iletişim Fakültesi Gaze- tecilik Bölümü'nün ya- yın organı Kalem'de üni- versitenin çevresel et- kinlikleriyle ilgili bir- kaç yazı ve haber vardı: "Ege Üniversitesi'nden Kemalpaşa'ya bilim köprüsü", "Universite- ye sanayi desteği" gibi. Kimi projeler hayata ge- çirilmiş. Sırada üniversitenin çevre muhtarlanyla top- lantısı varmış. Konuke- vi duvarında işlerin öğ- renci işbirliğiyle yürü- tüldüğü yazılıydı. Re- sepsiyonda tıp öğrenci- si bir genç kız görevliy- di. Bana yardım eden öğ- renci başka bir fakülte- dendi. Ders dışı zaman- larda buralarda çalışıp ücretlerini aldıklarını söylediler. Tıp Profesörü Sayın Rektör Ülkü Bayındır, öğretmenler gününde öğrencilere Hasan Âli Yücel'in sözleriyle ses- lenerek, "Türkiye, ken- disini kurtarmak için kurtancıya gerek duy- madığında kurtulmuş olur" diyor (2). PENCERE (1) Johannes Glas- neck, Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, 1976, Onur Y. Ank. (2) Kalem Gazetesi, sayı 87. Bayram'da Vahşetin GenekçesL. Kurban Bayramı'nın birinci günü.. Bir Türkiye'ye bak.. Bir de Irak'a.. Savaş içinde yaşayan Irak'ta bizden daha az kan döküldü.. Yalnız arada küçük bir fark var. Irak'ta Araplar, işgalciler ve yandaşlarıyla sa- vaşıyorlar.. Biz Türkler ise kurbanlık hayvanlarla.. En büyük düşmanımız boğalar.. Koçlar ikincil sırada geliyorlar, koyunları da gözden uzak tutmuyoruz; çoluk çocuğun göz- leri önünde hayvan boğazlama seferberliği ale- nî vahşete dönüştü.. Gazetelerin yazdıklarına bakılırsa kurban ke- simi sırasında bizden ölenler beşi altıyı bulu- yormuş, yaralı sayısı iki bin beş yüze ulaşıyor- muş.. Irak'ta pek uygar Amerikalı ile centilmen In- giliz, esir aldıkları Araplara işkence ediyorlar.. Biz Türkler de Kurban Bayramı'nda boğala- ra, koçlara, koyunlara işkence yöntemleri uy- guluyoruz.. Angloamerikanlar Irak'ta insan haklarına boş veriyorlar; biz de Türkiye'de hayvan haklarına bana mısın demiyoruz!.. • Dünyamız vahşet dünyası!.. Bizim vahşetimiz meydanlarda alenîyapıldı- ğı için söylenecek laf yok!.. 12 milyonluk bir köy olan Istanbul'u Arabis- tan çölleriyle bir tutan kafalarımıza da diyecek yok!.. Oysa Islamın tarihinde kurban göreneği çık- tığı zaman ne apartman var.. Ne gökdelen.. Ne de beton.. Kum var!.. Kum kesilen hayvanın kanını emiyor.. Beton emmiyor.. Kusuyor. • Bir operet şarkısı vardı: "Köyden geldim şehire Şaşırdım birdenbire" 1923'te Cumhuriyet ilan edildiği zaman Tür- kiye'nin nüfusu 11 milyondu; okuma-yazma bilen devede kulaktı (1 milyon); istanbul'un nü- fusu bugünkünün 10'da 1 'i bile değildi... 1930'larda, 1940'larda ve 1950'lerin başın- da İstanbul'un 700 bin olan nüfusunun yarısı Hıristiyandı; geriye kalan Müslüman kesim de' kent görgüsüyle yetiştiğinden Kurban Bayra- mı sakin geçer, vahşet gösterisine dönmezdi. O yıllarda köylü de köyünde kendi töreleri içinde yaşıyordu. Laik Cumhuriyet'in tasarımı belliydi: Köylü, kasabalı, kentli alfabesizleri çağdaş okullarda eğitim seferberliğinden geçirip 'ay- dınlatmak'... Çok partili rejimle gündeme giren karşıdev- rim'in iktidarları bu projeyi baltaladılar; Köy Enstitüleri'ni yıktılar; nüfus patlamasıyla köyden kente göçen yığınların yozlaşan hayat şartla- rında oluşan melez kültür toplumda egemen- leştı. • Şeyh Sadi-i Şirazi anlatıyor: Gece babamla oturuyorduk, ev halkı uyu- muştu, dedim ki: - ölü gibi uyuyorlar, ne olurdu kalkıp iki re- kat namaz kılsalardı... Babam: - Oğulcuğum, diye yanıtladı, ev halkını çe- kiştireceğine keşke sen de uyusaydın!.. Halkı yermek kolay, ama halkı eğitmeyip top- lumu yozlaştıranların hakkı değil bu... Ne ekersen, onu biçersin!.. Değerli varlığımız M. VECDİ ALTINTAŞLIyı yitirdik. Çok özleyeceğiz. Acımızı paylaşan tüm dostlara teşekkürler. Eşi Av. Jale ALTINTAŞLI Oğlu Deniz ALTINTAŞLI Kardeşi Mithat ALTINTAŞLI Gazetemiz eski çalışanlarından Avukat M. VECDİ ALTINTASUnın vefatını derin bir üzüntüyle öğrendik. Ailesine başsağlığı ve sabırlar dileriz. Cumhuriyel Çalışanları
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear