23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
5 EYLÜL 2003 CUMA CUMHURİYET SAYFA kultur(ğ cumhuriyet.com.tr 15 2002'de sadece Avrupa ülkelerinde gösterilen, 11 yönetmenli, ünlü 'kolektif film' bugün başlıyor 11Eylül'e tutulan 11ayna . slında sinemanm banşı sağlamada medyadan daha sağlam bir araç olduğunu kanıtlayan '11 Eylül'de, Sean Penn'in yazıp yönettiği bölümün yanı sıra Samira Makhmalbaf, Ken Loach, Alejandro G. Inarritu ve Shohei Imamura'nın bölümleri de seyirciyi şoke ediyor. New York'taki Dünya Ticaret Merkezı'nin, 11 Eylül 2001'de, o ana kadar pek mümkün görülmeyen bir terörist saldın sonucunda yerle bir olması, bilindiği gibı, en parlak dönemindeki Roma Imparatorlu- ğu'nun başkentinin barbar bir kral tarafından fethedilmesine benzetil- mişti. SSCB'nin dağılmasından sonra oluşan Yenı Dünya Düzeni'nde ye- ni bır dönemi başlatan. yol açtığı başka temel değişimlerle birlikte, tüm dünyanın bır köye dönüşeceği- ni vurgulayan oyaygın, romantik kü- reselleşme düşüncesini de kıyısın- dan köşesinden tahrip eden bu olay, yaklaşık yanm yüzyıl kadar sürege- len, iki lcutuplu Soğuk Savaş yılla- nnda SSCB'yi ortadan kaldırmak için göbeğini çatlatmış, Yeşil Kuşak oluştunıp Bin Ladin'leri eğitmiş, si- lahlanma yanşına girmiş ABD'yi derinden salladı ve sarstı bilindiği gibi. Bu felaketten 2 yıl sonra, işte ir 09' 01 Yönetmenler: Samira Makhmalbaf, Claude Lelouch, Youssef Chahine, Danis Tanovic, Idrissa Quedraogo, Ken Loach, Alejandro Gonzalez Inarritu, Amos Gitai, Mira Nair, Sean Penn, Shohei Imamura / Fransa 2002 (1 Film) şimdi yeni bir 11 Eylül haftasında, farklı kültür ve ülkelerden 11 tanın- mış yönetmenin bu olaya ilışkin iz- lenim. görüş ve yorumlanna daya- nan, 11 'er dakikahk 11 kısa hikâye- den oluşan, cesur ve cüretkâr bir film gösterime ginyor bugün: ll'09'01 Fransız yapımcı Alain Brigand'ın girişimiyle gerçekleştirilen bu alışıl- mamış 'sinematografik mozaik'. tranlı Samira Makhmalbarın Iran'da perişan bir kamp hayatı sür- düren. ilkokul çağındaki göçmen Afgan çocuklanyla, onlara varlığın- dan habersiz olduklan New York'ta- ki faciayı anlatmaya çalışan öğret- menlerine odaklanan bölümle açılı- yor. Ikiz kulelerde turist rehberi bir Amerikalı se\gilısi olan, New York'ta fotoğrafçıhk yapan, sağır ve dilsiz bir Fransız kadırun bakış açı- sından anlatılmış Claude Lelo- uch un bölümünü, Doğu'yla Batı uygarlıklan arasındaki gergin çekiş- meye, Beyrut'la Filistin bağlantılan kurarak bakan Mısırh usta Yusuf Şa- hin'ın bölümü ızliyor. Sarsıcı ve silkeleyici bir fîlm Bosnalı Danis Tanovic, 11 Tem- muz 1995'te Srebreniça'da kıyımı protesto eden Bosnalı kadınlann her ayın 1 l'indeki yürüyüşleriyle New York'taki kaosu kaynaştınrken Bur- kina Faso'lu Idrissa Quedraogo, köşe bucak aranan Bin Ladin'i gör- düğünü zannedip kafayı ABD'nin vereceği ödülü almaya takmış, Ua- godugu'lu yoksul bir çocukla okul arkadaşlannın hikâyesini anlaüyor mizahi bir yaklaşımla. 1973'ün 11 Eylül gecesinde, yıl- larca Pinochet sultasına boyun eğe- cek Şili'de, seçilmiş başkan Allen- de'yi devıren generallenn darbesinı tezgâhlayan CIA-ABD faktörüne, eski haber filmleriyle belgesellerden alınma görüntülerle dikkati çeken baba Ken Loach u. Paramparça Aşldar'ına \-uruldugumuz Meksika- h yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu'nun, karanlık. boş bir ek- randa, çeşitli dillerden, tedirgın edi- ci konuşmalan. acı haykınşlan din- lettiği ve araya belli belirsiz montaj- ladıgı, kuleden düşen insanlann ölü- me atlayışlannı gösteren şoke edici görüntülerle bezeli, dehşetengiz bö- lümü izliyor. Terörün her gün yaşandığı toprak- lardan, tsrailli Amos Gitai, medya- nın olaylara yaklaşımına, farklı bir bakış açısı getirirken Hintli Mira Nair, ABD'yi kasıp kavuran tslam fobisi üstüne yoğunlaşıyor. Japon Shohei Imamura'ysa "Onurlu bir savaş yokrur" diyerek hazmı zor bir bölümle noktayı koyuyor bu kışkır- tıcı, düşündürücü, kolektif çabaya. Bizi en çok etkileyense Ernest Borgnine'ın kansını yitınniş, ka- ranlık, köhne dairesinde abuk sabuk sayıklayan, kulelerin yıkılmasıyla e- vi ışığa boğulunca vazodaki çiçekle- ri bile açan, düşkün, yan meczup yaşhyı oynadığı, muhalif Sean Penn'in yazıp yönettiği, hüzünlü bö- lüm oldu. Aslında sinemanın banşı sağlamada medyadan daha sağlam bir araç olduğunu kanıtlayan, geçen yıl sadece Avrupa'da gösterilmiş bu sıkı film, gerçekten sinemaseverle- re okkalı bir deneyim yaşahyor. Ka- çırmamalı. Güçşimdi ilahiEkranda ağır ve ciddi takılan bir haber sunu- cusu olmak isteyen oysa reyting uğruna ondan hep hafıf haberler ve soytanhk yapması talep edilen, kabına sığmayan, ateşli bir New Yorklu televizyon muhabıri Bruce Nolan (Jim Carrey). Işi, evi, beraber olduğu, sevdiği bir kadını (Jen- nifer Aniston) var ama o hayatından hoşnut de- ğil. Üstelik haber sunma işini de kıyasıya reka- bet halinde olduğu, kendinden emin, gıcık raki- bine kaptınnca kahramanımız depresif isyanlar- da. Aksilikler de hep beni bulur diye sızlanarak tannyı tannya şikâyet edince yüce tann, beyaz takımını çekmiş, mültefit ve mütebessim bir Morgan Freeman (siyahi birtann olarak çok iyi o>Tiuyor üstat rolünü) şeklinde görünüyor Bru- ce'a. Aslında yukardakinin işinin hiç de onun zan- nettiği kadar kolay olmadığını vurgulayıp bütün gücünü-kudretini bir haftahğına Bruce'a devre- diyor geçici olarak. Hoşnutsuz Bruce'umuz tan- n rolünde dilediğini yapabilsin diye. Tek şartı, bu ilahi kudTetin sorumluluğunu unutmadan, kimsenin özgür iradesıne kanşılmamasıdır... Kanadalı komedyen Jim Carrey, gişesi parlak güldürüleriyle paldır küldür hayatımıza girmiş- ti 1990'hyıllannikınciyansında. 1984-94 ara- sı. on yıl kadar küçük rollerde çile doldurduk- tan sonra "Ace Ventura"yla "Maske"den baş- layarak yükselişe geçen ve Hollywood'un en pa- halı starlan (film başına 20-25 milyon!) arasına katılan Carrey, Peter Weir ın "Truman Show", Milos Forman'ın "Aydaki Adam" ve gişede hayal kınklığı yaratan "The Majestik" gibi önemlice filmlerinde dramatik yeteneklerini de ortaya koymuştu son dönemde. Günümüzde Hollywood'un önemli bir figü- rü, görmezden gelinmeyecek bir komik-jön'ü artık o. Sakar, abartılı, dangıl dungul tavırlan, hem muzip hem de hınzır ifadeli yüzü, son de- l bZnbaZ^u^ngösterimde Bruce Almlghty Yönetmen: Tom Shadyac/ Senaryo: Steve Koren, Mark O'Keefe, Steve Oedekerk / Kamera: Dean Semler / Müzik: John Debney / Oyuncular: Jim Carrey, Morgan Freeman, Jennrfer Aniston, Lisa Ann Warter, Sally Kirkland / ABD 2003 (UIP) rece kıvrak ve esnek vücut dili, kendine özgü mı- mik ve jestleriyle Jerry Lewis'in günümüzde- kı versiyonu sayılacak Jim Caney'nin bugün gösterime giren son filmi "Bruce Almighty", artık 40'h yaşlanna giren "lastik surafın, pa- tvrtılı, fıttınk komik tarzını olgunlaştırdığını ör- nekleyen, neşe saçan, sürükleyici, delidolu, ye- nı bir eğlencelik.t lk "Ace Ventura"nın da yönetmeni olan Tom Shadyac la Jim Carrey'nin işbirliğı, yine nurto- pu gibi dayanılmaz bir güldürü üretmiş. Çok formda bir Carrey'nin sınırsız gücüyle, sevgili- sinin küçük göğüslerini büyütmek, arabasım Ferrari'ye çevirmek, ekranda haber okurken fel- ce uğratıp rezil ettiği rakibinden intikam almak ya da köpeğine ruvalet terbiyesı veımek gıbı ön- ce kendi egosunu tatmin eden, acemi bencil tan- n rolünde yine numaralannı döktürdüğü film, u Ace Ventura". 1963 yapımı Jerry Lewis baş- yapıtının Eddie Murphy ile 1990 lara uyarlan- mış yeniden çevrimi "The Nutty Professor- Çatlak Profesör", yine Carrey'le çalıştığı "Li- ar Liar" ve ilaç yerine sevgi mesajını dayatan, Robin VVilliams'lı "Patch Adams" gibi geniş seyirci kitlesine ulaşan işleriyle komedi alanın- da gitgide uzmanlaşan, Mad mizahından nasi- bini abnış, yeni kuşak Amerikalı yönetmenler- den Tom Shadyac'ın son marifeti. Komedinin klasiklerini özümsemiş, Capra'dan Jerry Le- wis'e kadar zamarunda "tutmuş" numaralan araştırmış, formülleri çözmüş, çağdaş kafah se- naristler (Steve Koren, Mark O'Keefe ve "Ace Ventura 2"ninyönetmeni Steve Oedekerle) ta- rafmdan zekice yazılmış bir senaryodan Tom Shadyac'ın canlı, hararetli anlatrmıyla perdeye aktanlmış "Bruce Almighty", espri ve gag bombardımanı halinde seyrediyor baştan sona. Shadyac-Carrey, beylik deyişle hoşça vakit geçirten, nerdeyse gülümsetmeyi otomatiğe bağlamış, şenliği şamatası bol bir gırgır imzala- mışlar bir kez daha. Teoloji ve ahlak bakımın- dan kimi bağnaz çevrelenn tepkisini alabüecek bir fanteziden zengın, beyaz Amerikalı seyirci- nin keyifle tüketeceği. popüler bir komedi çıkar- mışlar. İZLEYİCİ GÖZÜYLE ERDAL ATABEK Beyazperdede erotizm, seks ve fuhuş... François Ozon'un yönettiği'Havuz", sinemada erotizmi yansıüyor. François Ozon yapıtı "Ha- vuz". sinemada erotizmi yansı- tıyor. Orta yaşlarda, güzelliğini hayatının ekseni yapmamış bir kadırun genç bir kızın pervasız, arsız ve taşkın cinselliği karşı- sındaki duygulan her zaman il- gi çekici olmustur. Bir meslekte başanh olmuş, deneyim kazanmış, artık orta yaşlara gelrmş kadın, bir meslek insanı olabilir. bir sanatçı olabi- lir. kendisiyle de banşmıştır. A- ma bır gün aynı işe başlamış bir acemı bz, farkında değilnıiş gi- bi ortalığa saçıp döktüğü cinsel- liği ile başlan döndürdüğü za- man dengeler de altüst olur. Buradaki cinsellik, ölçülüteş- hirciliğe dayah bir erotizmdir. Kimi zaman da erotizm ortada görünmeyen ama insanın bey- ninde yaşanan, böyle yaşandığı için de gittikçe yoğunlaşan bir cinsellik olabilir, "Aşk Zama- nı"nda olduğu gibi. "Çaünmış GûzeUik" de, çok çekici bir ero- tizmi yansıtıyordu, Bertolucci ustahğında. Gerçekte böyle midir? Sinemada "fahişe" tiplemesi ve fuhuş da önemle işlenen bir konu olmustur. Jane Fonda'nın "Klute" fılmindekı "fahişe"sı, ne yaptığını bilen bir kadırun se- çimi idi. Kadınlann fahişe olma- sında kendi istekleri var mıdır, yoksa salt koşullann zorlaması ve başkalanmn yönlendirmesi mi rol oynamaktadır. Kazanova, "her kadının içinde bir fahişe gizlenmiştir, erkeğin ustahğı bu kadını keşfedip ortaya çı- karmaktadır" der. Gerçekte böyle midır° Her kadırun içinde "kendini verdiği zaman erke- ğin ne hale geleceğini merak edip bundan yararlanmayı amaçlayan bir dişi" var olabi- lir mi, yoksa bu da çapkın erke- ğin hayal ürünü mü? Bu sorunun henüz tam bir ya- nıtı bulunamamıştır ama "Da- ima Lilia" fılmi, 16 yaşındaki genç kızın bütünüyle kendi iste- ği dışında fuhuşa zorla sürüklen- diğini anlatıyor. Ama genç kızın arkadaşı olan, anne babasının yanındaki genç kızm "para ka- zanmak için, bu parayla al- mak istediklerini almak için" yaptığı fuhuş da filmde ortaya çıkıveriyor. Genç kızlann sürük- lendiği fuhuş olgusunda, kolay para kazanmak, bu parayla im- rendiği lüks hayata ulaşmak gi- bi bir amaçlan olmuyor mu? Hepsi de kendi iradeleri dışında bir zorlama ile mi sürükleniyor- lar bu bataklığa? Belki bunlann da irdelenmesi gerekiyor. Seks köleliği Tayland'da başlayıp New York'a uzandığı zaman ay- nı koşullar rru geçerli, yoksa baş- ka etkenler de araya giriyor mu? Sinemadakadın cinselliğinin çe- şitli yönleri daha pek çok film- de ele alınması kaçınılmaz bir konu olmayı sürdürecek. KEDİ GOZU VECDİ SAYAR Demokrasiyi Beklerken Geçen hafta sizlerle buluşamadık. "Kûltürter Bu- luşması" başlıklı konserler, "Can Şenliği" derken, yazıyı yetiştiremedik. Nedenini birazdan okuyup, ba- na hak verirsiniz belki... Hafta başında 'Dünya Sarış Günü'nü kutladık. Anadolu'nun çeşitli köşelerindeki etkinlikleri ya biz- zat ya da gazetelerden izlerken, ister istemez baş- ka ülkelerdeki kutlamalar geldi gözümüzün önüne. Demokrasi ile bariş kavramlannın ne denli iç içe ol- duğunu bir kez daha anımsadık. Evet, hâlâ 'banş' sözcüğünden korkuluyor ülkemizde. Dünya Banş Günü kutlamalan kimi illerimizde polıs kordonlan al- tında gerçekleşti, kimi yerde ise hiç yapılamadı. Is- tanbul'da 'Küresel Banş ve Adalet Koalisyonu'nun Taksim'de karanfil dağıtarak yürümesi engellenir- ken, pek çok ilde göstericilerle polis arasında çatış- malar oldu. Yani, değişen bir şey yoktu. Peki, 'banş' kavramını içine sindiremeyen yalnız- ca polis miydi? Banş Günü'nde savaş sloganlan atanlar, yan yana durmasını beceremeyip, farklı gös- teriler düzenleyenler, dünyanın pek çok köşesinde olduğu gibi, Banş Günü'nü bir şenliğe dönüştürme- yi içlerine sindiremeyenler, halkın bu gösterılerden uzak durması için ne mümkünse yapanlar... Onlann hiç payı yok mu bu işte? Banş ve demokrasi gibi kavramlann ülkemizde yerleşmesi için birkaç yasa maddesinin değişmesi- nin yeterii olmadığını biliyoruz. Bireylerin kendi iç dünyalannda birdeğişimi gerçekleştirebilmeleri ge- rek. Bunun için de kültür ve sanata büyük görev dü- şüyor. Edebiyattan, müzikten beslenmeyen bir dev- rimci düşünce olabilir mi? özellikle yeni kuşakların bilinçlenmesinde sana- tın rolü çok büyük. Bu hafta sonu Sanyer'de düzen- lenecek "Banşarock" etkinliğinin yıllardır depoliti- zasyon sürecinin kurbanı olmuş gençlerimizin önün- de yeni ufuklar açacağına inanıyorum. • • • Arap müziğinin dünyaca ünlü sesı Marcel Khali- fe ile halk müziğimizin büyük ustası Arif Sağ'ın bir- likte verdikleri "KültürierBuluşması" başlıklı konser- ler, Banş haftasının en anlamlı gösterileri idi kanım- ca. İki halkın, iki kültürün dayanışmasının en somut ifadesiydi. Arif Sağ ve Khalife Izmit'ten Antalya'ya, Ankara'dan Istanbul'a, Datça'dan Antakya'ya ve Gaziantep'e uzanan turne boyunca barış mesajlan verdiler. Khalife, "Banşa uzanan en kestirme yol sa- nattan geçer" diyordu. Yıllar boyu, Filistin mücade- lesine müziği ile güç katan sanatçı, sloganlann, bay- raklann bir şeyı değiştirmediğinin, esas değişimin bi- linçlerde gerçekleşmesi gerektiğinin farkındaydı. Arif Sağ, barıştan korkan otoritelere anlamlı mesajlar göndermeyi sürdürdü turne boyunca. Datça'da "Can Şenliği"r\\ açmaya gelen muhalefet partisi li- derinin Can Yüceii'in adını bile anmadığını öğrenin- ce, "Seçimleri kaybedebilirsiniz. Ama, Can Yücel'i kaybedemezsiniz" diye sesleniyordu siyasetçilere. Gaziantep'te emniyetin "güvenliği sağlayamayız" gerekçesiyle konserin Demokrasi Meydanı'nda ger- çekleşmesine izin vermedığinı öğrenınce bir kez da- ha kükredi: "Demek ki, Celal Doğan erken koymuş bu meydanın adını, 'Demokrasiyi Beklerken' koy- mahydı!" Devlet, turne boyunca varlığını hissettirmekten geri durmadı. Bazı kentlerde 'ahlak masası' görevli- leri, sanatçılann nüfus kâğıdı örneklerini, ikametgâh adreslerini tekrar tekrar istedi (Bu sanatçılardan bi- ri TBMM'nin eski bir üyesiydi. Bırakın nezaket ku- rallarını, bunu istemeye hakları yoktu). Hatta, bir kentte konsere gelen polisler "Kulise gidip, sanatçı- lann pasaportlannı kontrol edeceğiz. Yabancılar Da- iresi'nden aldığınız izin kâğıdında yazılanlaria aynı ki- şiler olup olmadıklannı anlamak için" bile dediler (Neyse ki, gelen memurlar anlayışlıydı. Bunun yakı- şık almayacağını anlatabildik). Sayın Içişleri Baka- nı'na bir kez daha soımak istiyooım: "Sanatçı/ann ahlak masasıyla ne işi olabilir ?" Tabii, aynı soruyu TBMM'nin CHP'li üyesi iki arkadaşıma Zütfü Liva- neli ve Berhan Şimşek'e de sormak istiyorum. Ana- dolu'da turne yapan sanatçılanmızın her zaman kar- şılaştıklan bu sorunu bir soru önergesi ile Meclis'e getiımeyi düşünmezler mi? Devletin sanatla ilişkisi bu minvalde seyrede dur- sun, yerel yönetimlerin yaklaşımında olumlu geliş- meler var. "Kültürier Buluşması" konserlerinde he- men her kentte (istisnaları söylemiyorum), belediye başkanlan özel bir ilgi gösterdi. özellikle, iki başka- nın, Antakya Belediye Başkanı Iris Şentürk ve Ga- ziantep Belediye Başkanı Celal Doğanın adlannı anmak isterim. Ikisi de yepyeni bir kent yaratma mü- cadelesi veren, yaşamlannı yaptıklan işe adamiş in- sanlar. Ne ilginç rastlantıdır ki, bugün ikisi de CHP üyesi değil. İki başkanın, dolayısıyla iki kentin, gele- ceği CHP Genel Başkanı'nın tavrına bağlı. Ülkemi- zin tüm ilerici, demokrat güçlerinin bu iki başkana sahip çıkacaklanna ve siyasetçilerin de duygulann- dan arınıp, aklın yolunu seçeceklerine inanıyorum. vecdisayarlyahoo.com Antalya Resim Festivali etkinlîkJeri • Kültür Senisi - Ressam Harun Antakyalı, '2. Antalya Resim Festivali' kapsamında bugün saat 17.00'de Cumhuriyet Meydanı'nda bir performans gerçekleşrirecek. Antakyalı, 'Yaşanm, Yapanm, Tüketirim' başlıklı performansında izleyicilerin de katılımıyla bir resim yapacak. Festival kapsamında bugün saat 13.00'te Atatürk Kültür Merkezi Perge Salonu'nda bir de söyleşi düzenlenecek. 'Üretme Süreçlen' başlığı altında gerçekleşecek söyleşının konuşmacısı Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği Başkanı Mehmet Güleryüz. (0 242 243 74 01) BUGUN • NÂZIM KÜLTÜREVt'nde 19.00'da 'Sanat ve Banş' konulu panel. Katılımcılar: Behiç Ak, Tuncer Cücenoğlu, Enver Ercan, Tan Oral, Ahmet Yıldız. (0 212 245 04 81) • NARDİS JAZZ CLUB'da 22.30'da Focan Hammond Trio konseri. (0 212 244 63 27) • MAKİNE MÜHENDİSLERİ ODASI TAKSİM ŞUBESt'nde 16.00'da 'Sosyal Bilimler Kürsülerinin Sorunlan' konulu seminer. Katılımcılar: Sibel Özbudun, Metin Uğurlu. (0 212 245 15 03) • BEYOĞLU StNEMASI'nda 12.15, 14.30, 16.45, 19.00 ve 21.30'da 'Alim Şerif Onaran Anısına" kapsamında 'Bebekler'. (0 212 251 32 40)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear