Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 31 TEMMUZ 2002 ÇARŞAMBA
14 J V U İ J I U J A kuJtur(g cumhuriyet.com.tr
'Aykırı' sanat tarihçisi ve eleştirmeni Sezer Tansuğ'u beş yıl önce yitirmiştik
'Karşıtıarama'runpeşindeydiKAYAÖZSEZGİN
Genel anlamda eleştırinin, özel an-
lamda sanat eleşririsinin, hem Tür-
kiye'nin kültür koşullanndan kay-
naklanan, hem de bizzat kendisinin
yarattığı tutku dnamiklerinden bes-
İenen, kendine czgü yapısal bir olu-
şumu söz konusudur. Batı külfürü-
nün dayandığı tanhsel değerlerle ara-
mızdaİd zaman farkını hiç değilse
en aza indirme yönündeki, aşağı yu-
kan iki yüzyılı bulan uğraş ve dene-
yimler, bu oluşumu ister istemez hız-
landırmış; ama bugüne kadar abnmış
sonuçlara bakılıısa, kurumlaşmanın
ağır işlemesinin yaratrruş olduğu so-
nuılar da göz önûne alındığında, sa-
nat eleştirisinin. Türkiye'deki çağ-
daş sanat gelişmeleri karşısında ken-
dıni konumJandırma çabası, belki de
bu gelişmelerde gözlemlenen yapı-
sallığa paralel olarak, yolunu ve yön-
temini aramış, çağdaş sanatın üçün-
cü ayağı olan eleştirinin kaçınılmaz
varhğını, bireysel bir etkinliğin ara-
yışlannda bulmuştur.
Sanat tarihçiliği altyapısı üzerine
oturmayı amaçlayan bu yöndekı et-
kinlik arayışı, kültür tarihçiliği ve
felsefe ağırlıİdı yönüyle, cumhuriye-
tin ilk yıllanndan başlayarak kendi-
ne bir yer açma uğraşına girişır. Bu-
radan alınan verimler, çağdaş sanat
kavramJannın henüz yeterince açıl-
madığı bir ortamda, kuşkusuz kü-
çümsenmeyecek sonuçlar vermiş,
müzecilığin ve yayıncıhğın emekle-
diği bir dönemde, önemli işlevler
üstlenmiştir. OsmanJı RessamJarCe-
miyeti gazetesinden sanat ve edebi-
yat dergilerine uzanan, o dönemde
ciddi birkaç yayınJa da desteklenen
bu yöndeki çalışmalar, aslında Ba-
tı'da da uzun bir geçmişi bulunma-
yan bugün anladıgımız anlamda bir
sanat eleştirisinin yolunu açmış, bu
kavramın güncelleşmesi sürecini baş-
latmışhr.
1930 'Iu yrJlarda ve onu izleyen dö-
nemde, aynı zamanda eli kalem tu-
tan ressamlar, genel kültüre eklem-
lenme savaşı veren plastik sanaila-
nn temel sorunlan. özellilde de ül-
kemizdeki sanatsal gelişmeler üze-
B1
atı'nın kendisinin değil, Batı'ya karşı takınılan tavnn
belirleyici değerine inanıyor, Batı'yı benimsemenin,
Batf yla hesaplaşmaktan başka bir şey olmadığını açık açık
dile getiriyordu. Eleştiride ve de sanat tarihçiliğinde,
bir tavır arama yöntemiydi bu.
rine tarhşma ortamı oluşturacak gö-
nüllü bir "eleştinnenlik" sınavı ve-
rerek katkıda bulunmuşlardır. Ede-
biyatçevresinden birkaç imzanın da
bu katkıda bir payı bulunduğu kuş-
ku götürmez.
Ahşdmışın dışuıda bir eteştirmen
Sezer Tansuğ, 1950'li yıllann so-
nuna doğru, sanat tarihi eğitiminden
gelmiş bir eleman olarak ilk yazıla-
nnı kaleme aldığı dönemde, sanat
eleşrirmenliğı, henüz aktif bir mes-
lek olma aşamasında değildi. Üste-
lik o. içinden geldiği akademik ka-
riyeri fazla önemsemeyen, hatta ho-
calannm tutumuna karşı çıkmayı gö-
ze alan yaklaşımıyla, "ayîan" bir sa-
nat tarihçisi tipi çiziyor, eleştirmen-
liğı de bu bağlamda gördüğü için, alı-
şılmış eleştirmen prototipiyle de bağ-
daşmıyordu çizdiği bu tip. "ŞenHk-
nameDüzenPnin (1961) önsözünde,
daha sonra hep sadık kalacağı ılke-
yi, kalın çizgilerle belirlemişti: Ba-
tı'nın kendisinin değil, Batı'ya kar-
şı takınılan tavnn belirleyici değeri-
ne inanıyor, Batı'yı benimsemenin.
Bah'yla hesaplaşmaktan başka bir
şey olmadığını açık açık dile getiri-
yordu. Eleştiride ve de sanat tarihçi-
liğinde, bir tavır arama yöntemiydi
bu. Benimsenmiş kalıplara uymadı-
ğından tepki görüyor, kendisinin
"deştirel iddiahhk" olarak tanunla-
dığı bu tavır, ona karşı olanlann bi-
le göz ardı edemeyecekleri bir turu-
ma dönüştükçe, daha anJayışla kar-
şılanabiliyordu. Bir kitabına isim
olarak da seçtigi ifadeyle söylemek
gerekirse, "karşıü arama"nın peşin-
deydi Sezer. Yazılannda zaman za-
man gerilimli biranlatım biçimi kul-
lanmış olmasının nedenini, bu ara-
yışa bağlamak mümkün. Ona göre,
resimde kişisel iç dram, hem çağdaş
anlamda "özgür" olmalıydı, hem de
yerel çevreye ait "tarihselyaraDşira-
desTnin sanatsal veri kaynakjarını gö-
zehneliydi. Sezer'ın, daha 1960'lar-
dan başlayarak yöneldiğı sanatçı et-
kinliğine bakışında, bu iki ölçütün ge-
çerliliğini hep korumuş olduğu gö-
rülecektir. Biçim olgusunun sürek-
liliği, sanatta evrensel bir değer öl-
çütii olarak alınmalıydı. Yeni sanat
akımJannın türediği bir çağda, bir
sanatçının bu değişimJere uymayan
kararlı biçim anlayışı, "belli bir üs-
lubu, inceliklereve aynnnlara götür-
me kaygısr, tutuculuk sayılmamahy-
dı.
Sezer'in eleştiri kavramına bakışı
da "özgür" bir iradeyle bütünleşme-
yı amaçlar. Bu kavramın modern ça-
ğa doğru gelişmesı. ona göre, sana-
tın ve düşüncenin dogmatik ve sko-
lastik kalıplardan sıynlarak "ferdi-
leşme"sıne ve özgürleşmesine para-
lel bir yol ızlemıştir Bir "döriist-
Kik" ve "moral davranış" olarak eleş-
tiri, "cesaredi bir içtenlik"tır ve öy-
le olmak zorundadır. Sanat yapıtıy-
la "kanksız, diirüst ve içten bir iliş-
ki" kurabildiği ölçüde "öznei-nes-
neP birliğini de kapsayabihr eleşti-
ri. 0nun değer ölçüleri, sanatın sü-
rekli oluşumu karşısında kalıplaş-
mış, katı *fbrmüDer''olamazdı. Bun-
lar, eleştirmenin "mensubu bulundu-
ğu özelçevreden edinilmesi gereken "
unsurlardır. Ancak, eleştirmenin eği-
lım ve yeteneklenne bu unsurlann ek-
lenmesi, çağdaş ve tarihsel dünyanuı
"sanatrealitesi"ni bilmeyi ve muka-
yeseler yapmayı da gerektirecektir.
Sanafla iç içe bir yaşam
Kuşkusuz ve her şeyden önce bir
tutkuydu eleştiri Sezer için. Tıpkı sa-
natın kendisi gibi, ona benzer bir tut-
ku hâlesiyle çevrilmedikçe, eleştiri-
nin gerçek işlevini yerine getirmesi,
çağıyla bütünleşmesi söz konusu ola-
mazdı. O nedenle, bütün yaşamı bo-
yunca sanat ve sanatçılarla iç içe ol-
du, bu çevrenin aynlmaz bir parçası
saydı kendisını. Öfkesini, sevincini ve
mutluluğunu, bu çevrenin ötesinde
aramadı. Ne eskilerin bildiğı bir "mü-
nekkkJ" gibi davrandı, ne de tümüy-
le başına buyruk saydı kendini. Sa-
nat. bir "çıJaş noktasr olma özelli-
ğıni koruduğu sürece, eleştiri kavra-
mı da kendi sınırlannı çizebilmeli.
kendi ifadesel ve kavramsal etiğinin
koşullannı, etki ve katılım ölçütleri-
ni oluşturabilmeliydi.
Türidye'de sanat eleştirisinin bugün
temsil edildiği noktada, Sezer Tan-
suğ adıyla simgelenen bir oluşum
boyutunun varlıği, beş yıl aradan son-
ra, daha açıklıkla görülebilmektedir.
EmreAkay ve Mehmet Demirtaş yanndan itibaren Gümüşlük Akademisi'nde seminer ve konser verecekler
Çağdaş müzik
içimizde saklıECE BAKTIAYA
tki genç müzisyen Emre Akay ve Mehmet
Demirtaş... Fransa ve Isviçre'deki müzik ve si-
nema etkinJikJerinden sonra şimdi de Türkiye'de
çağdaş müziği saldandığı yerden bulup çıka-
rabilmek için kollan sıvadılar. 'The Commit-
tee'yi de bunun için kurmuşlar. Amaçlan: stil-
de ve biçimde herhangi bir sınırlamaya yer ver-
meden, günümüzün müzik ve görsel sanatlar
dallanndakı yerli, yabancı sa-
natçılannı tanıtmak ve ortak pro-
jelerde birleştirmek...
Genç sanatçılann ilk etkinli-
ği yann, Gümüşlük Akademi-
si'nde başlıyor. Görsel öğelerin
zenginlik katacağı ve katıhmcı-
larla birlikte çözümlemelerin ya-
pılacağı, 'Günümüz Klasik ıMu-
ziğiNereyeSakJaııdj' başhkJıse-
minerle bir konserden oluşan et-
kinlik 4 Ağustos'a dek sürecek.
'Yayhlar Dördfisû' olarak Özgûl
Gök(l keman),HandeGürsel(2.
keman), Orhan Çetebi (viyola) ve Ceren Türk-
menler'in (çello) yanı sıra piyanoda ve yöne-
timde Mehmet Demirtaş'ın bulunduğu kon-
serde, Beethoven'ın Op. 18 No. 4 Do minor,
Mozart'ın 'Küçük Bir Gece' ve John Cage'in
4'33 adlı yapıtlan ve Demirtaş'ın ilk kez ses-
lendireceği bir bestesi sunulacak.
'The Conunittee'yi yalnızca bir fikir olmak-
tan kurtanp uygulama aşamasına taşıyan Meh-
met Demirtaş, Fransa Lyon Devlet Konserva-
tuvan'ndan kompozisyon, müzik tarihi, müzik
estetiği, sanat gazeteciüği ve analiz diploma-
lanna sahip. 13 yaşında ilk yapıtlannı bestele-
meye başlayan, konserlerinde dinleyiciyi de
etkin kılacak ve çağdaş müziğe bakış açısını ön-
yargılardan anndıracak bir müzik görüşüne sa-
hip olan Demirtaş, bestelerinde Türk müziği ez-
gileriyle birlikte işlenmiş postmodern ve mi-
nimalist akımJann etkilerini taşıyor. Konserle-
rinde yer verdiği 'mûzik tiyatrosu'
adlı yapıhyla büyük beğeni topla-
yan besteci, sanatı 'sadece duygu-
dur' diye tanunJıyor. Demirtaş, asıl
hedeflerini 'Görsel, edebi her açı-
dan çağdaş sanatla ilgili etkinlikle-
ri gerçekJeştirmek, kendi düşün-
celerimizi,projeJerimizi gerçekleş-
ririrken genç insanJara firsat tanı-
makönceükli isteğimiz' sözleriy-
le açıkJarken projenin oluşumu-
nu şöyle anJatıyor: "Bu >il Tür-
kiye'ye geJdik. Neler japabflece-
ğimizi araştırırken Gümüşlük
Akademisi internette önünıe çıkrverdi. Bunun
üzerine,onlara konserönerisinde bulundum.On-
larsa konserin vanı sıra seminer ve atölye şek-
ünde ek bir etkinUk daha istediler. Ben de seve-
rek kabul ettim. Kabul etmeyecekJerini düşün-
düğüm için açmadığun birfikir,onlar tarafin-
dan bir öneri olarak sunubnuştu. Bunun üzeri-
ne yaklaşıkbiryıl önceçahşmaJara başladık. Ça-
bşmaiar sırasuida da semineri belgesele dönüş-
türmeve karar verdik." Türkıye'de çağdaş mü-
ziğin sunumunda eksiklik olduğu, dinleyici-
tki müzisyen, günümüzün müzik ve görsel sanatlar dallarındakj yerli, vabancı sanatçılan
tanıtmavı ve ortak projelerde birleştirmeji amaçbyor. (Fotoğraf: VEDAT ARIK)
nın de artık bir adım öne geçmek ıstediği izle-
niminı edindiğini belirtirken buradaki gençle-
ri 'fazla kavgjü,projesizve sadece olumsuzeleş-
tiren' olarak yorumluyor. Ona göre, bu nokta-
da yapılması gereken profesyonel müzisyen-
ler olarak gençlere firsatlar yaratmak..
'Uzun vadeli bir ortakhk hedefliyoruz'
"The Commıttee'nin diğer üyesı Emre Akay
besteci kimlığinin yanı sıra aynı zamanda kı-
sa fîlm yönetmeni. Sorbonne Üniversitesi 'ni bi-
tiren Akay, 'Forum des Images' kısa merraj ya-
nşmasında ödül alan 'Chfldish Behaviour' kli-
binin müziğinin de bestecısi. 2001 yılında Ce-
ne\Te'de sırasıyla Uluslararası Fibn ve Televiz-
yon Festivali (Cinema Tout Ecran) ve fsviçre
Film Festivali'ne (Fonction: Cinema - Geneve
fait son cinema) yönermenliğini, kurgusunu ve
bestesıni üstlendiği 'Proxemique' adlı kısa met-
raj filmiyle katılan genç besteci, videoyla se-
minerin belgeselini çekecek. Akay, Demirtaş'la
olan birlikteliklerini 'Tek bir etkinlik değil as-
hnda amacumz, uzun \^deö bir ortakhk' şek-
linde açıkJarken sanatı bir 'duyunı' olarak yo-
rumluyor. Müziğin tek bir sınıfa seslenmesini
önlemeninse ancak, insanJara çok sayıda seçe-
neğin sunulmasıyla sağlanabileceğini \Tirgulu-
yor.
Gümüşlük'teki seminerde; 1900'den günü-
müze atonal müziğin çıkışı, I. ve II. Dünya Sa-
vaşı arasındaki geçiş dönemJeri, serial müzi-
ğin başlangıcı, Darmstag ekolü, buna karşılık
Amerika'da tepkisel olarak başlayan nıinima-
list akımJar, elektronik müzik, tarihsel olarak
önemli noktalara değinilip örneklerle zengin-
leştirilerek ele alınacak. Bu semineri, görüşme-
lerde anlaşıldığı takdirde. Borusan Kültür Sa-
nat Merkezfnde her perşembe yapılan müzik
sohbetleri kapsamında on hafta sürecek bir baş-
ka seminer izleyecek. 'The Committee', ayn-
ca, aynı müzisyenlerle kasım ve nisan aylann-
da iki konser vermeyi tasarlıyor. Onlara göre,
çağdaş müzik içimizde sakJı.. Onu bulmak ise
onlann görevi...
Kutsal topraklar ve masumiyetin zaferi
e.w.
forsrer
Kültür Senisi - Jean-Christophe Attias ve
Esther Benbassa'nın Ta>laşdamayan Kutsal
Topraklar ve Israil', EJVl.Foster'm 'Cennet
Dolmuşu' adlı kitaplan fletişim
Yaymlan'ndan çıktı.
Jean -Christophe Attias ve Esther Benbassa,
Paylaşılamayan Kutsal Topraklar ve
fsrail'de Eski Ahit'ten bugüne 'tsrail
toprağj' kutsallaştırmasının yaşadığı
çekişkili macerayı ele ahyorlar. Kitap,
günümüz dünyasının önde gelen
çatışmalarından birini rüm çetrefilliği içinde
görmemizi sağlıyor.
E. M. Forster 'Cennet Dolmuşu'nda, Birinci
Dünya Savaşı'nın öncesindeki çeşitli
tarihlerde yazılan on iki öyküsü bulunuyor.
'Makina Duruyor' adlı öyküsü, H.G.
VVeUs'in cennetine Orwell tarzı bir tepki.
'Kolonos Yolu'nda can sıkıcı bir ailenin
ihtiyar babalannın hayallerini yok edişi
anlatıhyor. 'Cennet Dolmuşu'nda da
masumiyetin tecriibeye karşı zaferi konu
ediliyor. Forster, baskı altında turulan bir
toplumun yalanlanndan, özgürlük, kendini
gerçekleştirme ve ruhsal dürüstlükle
kurtulunabileceğine olan inancını dile
getiriyor.
DEFNE GÖLGESI
TLRGAY FİŞEKÇİ
Yapılar, Kentler ve
İnsanlar
Mimarlık tanımlanırk'en, insanların hem fiziksel
mekânlara, hem de kendi duygu ve düşünceleri-
nı anlatan biçimlere duyduklan gereksinimi karşı-
layacak yapılan üretme eyleminden söz edilir.
Dolayısıyla eylem iki unsurtaşır: Insanlann yapı
gereksinimi ile yapının yansıttığı insan duygu vedü-
şünceleri.
İnsan ve yapı birbirini karşılıklı olarak etkileyen,
belirleyen iki olgudur. İçinde yaşadığınız ya da çev-
renizdeki yapılar sizın nasıl bir insan olduğunuzu
da az çok anlatır.
Ülkece içinde bulunduğumuz çıkmazları, buna-
lımlan yapılanmıza bakarak da anlayabilin'z.
Halkımızın büyük çoğunluğunun içinde yaşadı-
ğı yoksulluk ve kültürel geriliğin biryansıması ola-
rak özellikle de kentlerde yoğunlaşan yapı sefale-
tinden söz edebiliriz. H/çbir zaman tam olarak bit-
meyen. üzehnde sürekli bir kat daha çıkmaya ha-
zır demir filızlerin göründüğü, sıvası, çatısı olma-
yan, çevresındeki öteki yapılaria, önünden geçen
ya da geçecek sokakla hiçbir ortak yanı ya da iliş-
kisı olmayan bir çirkinlik denizi.
Bu çirkinlığin içinde varsıl kesimlerin yaşadıkla-
rı, inceliklerle tasarlanmış özel alanlar, srteler var
bir de. Bu yapılardakı özene, aynntı işçiliğine ba-
kıncada sanki genel beğeni düşüklüğünetepki ola-
rak ortaya ç/kmış izlenimt doğuyor.
Böylesi dış dünyadan soyutlanmış özel alanlar,
orada yaşayan insanları mutlu kılabilir mi?
Bu arada başka ülkelerde üç yüz-beş yüz yıllık
geleneksel kent dokulan yerinde dururken bizim
kentlerımizin elli yıl öncekı dokularının bile yerin-
de yeller estiğini de anımsayalım.
Toplumlar da, kentler de bir bütündür. Toplum-
sal kesımler arasında ya da bir kentin farklı mahal-
leleri arasında aşılmaz duvarlar örülmüşse artık
aynı toplumun bireylen olduğumuzu söyleyebilir mi-
yiz?
Sabah'ın pazar ekinde tiyatro sanatçısı Yılmaz
Erdoğan, Kemer Country"den Cihangir'etaşın-
ma nedenini şöyle açıkhyor. "Orda hayat telörgü-
lerie çevrili... Kemer'de çok müstakil bir hayat var.
Kemer'de squash oynayıp sushi yerken yaza-
mam."
Aynı günün gazetelerindeki bir başka naber de,
Ankara Belediyesı'nin ücretsiz dağıttığı bulgurtor-
balanndan birini alabilmek için çabalarken kalaba-
lıkta ezilip ölen bir yaşlı kadınla ilgıliydi.
Bu iki olay aynı dönemde aynı ülkede yaşanı-
yor!
Birde nüfusun çoğunluğunu oluşturan genç ku-
şaklar var, bu toplumsal çatlamanın ortasında ye-
tişen.
Daha gittikleri okullarda başlıyor, içine itildikleri
aynmcılık dünyası: Bir yanda devletin olanaksız-
lıklar içindeki okulları, öte yanda yüksek ücretler-
le oğrenci alan özel okullar.
özel üniversiteler de verdikleri eğitimden önce
yapılan ya da yapı topluluklarıyla dikkat çekiyor.
Bunlarda da yapı ile onun kullanılış biçimi ve
kullanacak insanlar arasındaki ilişkilerin hiç düşü-
nülmediği görülüyor. Gösteriş ön planda. Üniver-
site yapısı, on sekiz-yirmi yaşındaki birgencin iliş-
ki kurabileceği, kendini yabanc ı duymayacağı bir
mekân olmalı öncelikle. Dünyada eşi benzeri ol-
mayan çağ ötesı yapılara, bu ülkenin liselerindeoku-
muş, bu ülkenin sokaklarında dolaşarak, bu ülke-
nin insan/an arasında büyümüş genci alıp kapat-
tığınızda, dahası, yine o toplumun içıne dönecek
insana orada öğrettikleriniz neye yarar?
Devletin son yıllarda çeşitli kentlerde açtığı ye-
ni üniversitelerde de benzer yapı sorunlan görü-
lüyor: Geniş bir araziye, koca koca yapılan kon-
durmakla üniversite olunamıyor. Üniversite, bu-
lunduğu kente kimliğıni veren kurumlann başında
gelir. Üniversite kentı, sokaklarındaki özgürlük ha-
vasından tanınır. Üniversite kentleri kültür kentle-
ridir. Kitapçılann, sinemalann, tiyatrolann, konser-
lerin sokaklanna yayıldığı kentlerdir. Hangi üniver-
sıtemiz, hangi kentimize bu özellıği kazandırdı, bir
bakalım.
Birey-toplum-yapı-eğitim... Bunlar birbirini be-
lirleyen etmenler. Hiçbiri tek başına varolamıyor.
Kentlerimizı yenibaştan, ınsani özellikleri öne çı-
kararakdüzenlemedikçe, insanımızı uygar kılacak
eğitım ve yaşam olanaklarını sağlayamadıkça tek
tek kurtuluşların olamayacağını hep beraber gö-
receğiz.
tfisekci', hotmail.com
K Ü L T Ü R # Ç İ Z İ K
K Â M İ L M A S A R A C I